• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

Musa Peygamber






MUSA PEYGAMBER






ÖZET:

Musa peygamber hakkında en doğru bilgiyi Kur’an-ı Kerim’den öğrenebiliriz. Bu nedenle Musa peygamber ve İsrailoğullarını anlatan ayetlerin peş peşe okunmasını tavsiye ediyoruz. Musa peygamberin farklı surelerde bulunan kıssaları içeren ayetler kronolojik sırayla sunulmuştur. Daha sonra Musa peygamberin yaşadığı dönem ile ilgili bilgiler verilmiştir. Onun Mısır’da yaşadığı döneme ait çok sayıda tarihi ve arkeolojik veri ile konu bir bütün olarak verilmeye çalışılmıştır.

Çalışmada yer verilen her bilgi, Kur’an’ımızın binlerce yıl önce haber verdiği gerçeklerin, bilimsel ve akademik araştırmalarda elde edilen kanıtlarını içermektedir. Musa kıssasındaki ayetler ile bilimsel verilerin tıpatıp uyduğu görülecektir. Yazının sonunda verdiğimiz kaynakların dilimize tercüme edilmesinde büyük yarar görüyoruz.

Musa peygamberin hangi dönemde yaşadığının tespit edilmesi için çok sayıda çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalarda, başta bütüncül yaklaşımın gözetilmemesi ve Mısır kronolojisindeki sorunlar olmak üzere değişik nedenlerden ötürü Mısır’dan Çıkış farklı zaman dilimlerinde gösterilmiştir. Bu görüşler arasında Musa peygamberin 12. Hanedan döneminde yaşadığına dair çok detaylı kanıtlar bulunmaktadır. Bunlar hem Kitabı Mukaddes hem de Kur’an ile doğrudan ilgilidir. Musa peygamberin Mısırdaki izini süreceğiz. Böylece İsrailoğullarının mücadelesini arkeolojik, coğrafi ve tarihi verilerle bir bütün olarak ortaya koymaya çalışacağız.

Konu bütün olarak değerlendirildiğinde ortaya konulan kanıtların görmezden gelinemeyeceği açıktır. Allah’ın 1400 yıl önce Musa peygamber ve İsrailoğulları hakkında Kur’an’da haber verdiği bilgilerin hak olduğu görülecektir.











İçindekiler



A- KUR’AN’DA MUSA PEYGAMBER


B- MISIR TARİHİNDE MUSA PEYGAMBER
1- Mısır’da 12. Hanedan Dönemi Nasıl Başladı?
2- Musa’nın Yaşadığı Dönem 12. Hanedanın Sonuna Denk Gelir
3- Mısır Prensi: Musa
4- Mısır’dan Çıkış Döneminde Firavun Kimdir?


C- FAYYUM PROJESİ

1- Fayyum Vahası
2- Fayyum Rezervuarı
3- Fayyum Barajı
4- Bahr Yusuf (Yusuf Kanalı)


Ç- 12. HANEDAN DÖNEMİNDE İSRAİLOĞULLARI
1- Lahun (Kahun) Kasabası
2- Lahun Kasabasında Çok Sayıda Bebek İskeleti Bulundu
3- İnfaz Yasaları
4- Kahun Jinekoloji Papirüsü
5- Lahun Kasabası Aniden Terk Edilmiştir
6- İsrailoğullarını Hapseden Duvarlar
7- 12. Hanedan Köle Kayıtları


D- MUSA PEYGAMBER KISSASINI DOĞRULAYAN KANITLAR
1- Bilginler
2- Bilginlerin Asası
3- Festival

4- Firavunun Yaptırdığı Eserler
a- Piramitler
b- Labirent
c- Pişmiş Tuğla
d- Haman

5- Yerel Yönetim ve Nomarklar
a- Mısır’da Eyalet Sistemi
b- İleri Gelenler (Mele)

6- Mükemmel Konuşmak

7- Delta Arazileri Firavun’un Şahsi Mülküdür

8- İmanını Gizleyen Adam Kim?

9- Mısır’a Gelen Felaketler
a- Büyük Piramit Projeleri Çevre Felaketine Yol Açmıştır.
b- Plantasyon Tarım Politikası
c- Kuraklık
ç- Tufan (Bol Yağış)
d- Firavun ve Toplumuna Gönderilen Ayetler/Belalar
e- Kan

10- Ipuwer Papirüsü
a- Ipuwer Kimdir?
b- Ipuwer Papirüsündeki Felaketler

11- İsrailoğullarının Mısır’da Yaşadığını Gösteren Diğer Kanıtlar

E- FİRAVUN VE ORDUSU SUDA NASIL BOĞULDU?
1- Musa Peygamberin Hidroloji Bilgisi
2- Fayyum Barajının Su Tutma Kapasitesi
3- El-Lahun (Fayyum) Barajı ve Yıllık Sel
4- Firavun Baraj Selinde Boğulmuştur
5- Kızıldeniz (Red Sea) ve Kamış Denizi (Reed Sea) Konusu
6- Mısır’dan Çıkış Rotası
7- İsrailoğulları Mısır Yönetimine Nasıl Mirasçı Oldu?

F- MEDYEN

a- Peygamberlik Öncesinde Medyen Bölgesi
1- Medyen’in Konumu
2- Milattan Sonra 6. Yüzyıla Kadar Medyen’de Hac Biliniyordu
3- Medyen’de Hac (İlahiyat Eğitimi)
4- Musa Peygamber Medyen’de Ne Kadar Süre Kaldı?
5- Musa Peygamber Medyen’e Neden Gitti?
6- İki Mescit: Elat ve Kadeş Barnea

b- Peygamberlik Sonrasında Medyen Çevresi
1- Medyen
2- Sina Dağı (Tur-u Sina)
3- Cebel el Lawz
4- İki Nalınını Çıkarmak
5- Sandalet Petroglifleri

G- MUSA PEYGAMBERİN SUYU BULMASI
1- Artezyen Sistemi
2- Musa Peygamberin Taştan Su Çıkarması
3- Dayk
4- Kur’an’da Musa Peygamberin Jeoloji Bilgisi
5- İsrailoğullarının On İki Kabileye Ayrılması
6- Suyun On İki Beldeye Paylaştırılması
7- Suyu Filtre Eden Sarnıçlar/Kuyular


H- MANNA/BAL/ŞİFA SUYU VE BILDIRCIN


İ- İSRAİLOĞULLARININ ALTIN TUTKUSU VE ALTIN BUZAĞI İSYANI


I- ALFABE VE TEVRAT’IN YAZILMASI
a- Ön-Ünsüz Erken İbrani Alfabesi (Proto-Consonantal Hebrew - PCH)
b- Mısır Okulları
c- Musa ve Harun Peygamber Dil Bilimcidir
d- İlk Alfabenin İcadı Amenemhat III Dönemine Denk Gelir
e- Yazı Sahibinin Kimliği
f- Alfabenin Gelişimi İkonik Yazıdan Lineer Yazıya Geçiş Şeklinde Oldu

J- CEBEL EL LAWZ/HOREB DAĞINDA BULUNAN DİĞER KANITLAR
1- Kaya Resimleri ve Yazıtlar
2- Menora (Yedi Kollu Şamdan) Petroglifi
3- Jetro Mağaraları


K- ÇIKIŞTAN SONRA ÇÖLDE 40 YIL


L- GELENEKSEL MISIR TARİHİNDE KRONOLOJİ SORUNU
1- Mısır Kronolojisi
2- Geleneksel Mısır Kronolojisinde Tespit Edilen Hatalar
3- Mısır Kayıtlarını Toplamak Neden Bu Kadar Zor?
Geleneksel Mısır Kronoloji
Revize Kronoloji
Modern Kronoloji

















A- KUR’AN’DA MUSA PEYGAMBER

Kur’an kıssaları içerisinde en çok Musa peygamberin kıssaları geçmektedir. Musa peygamberin hayatı ibretlerle doludur. Kur’an’da uzun uzun Musa peygambere yer verilmesinin en büyük nedeni, bizlerin bundan dersler çıkararak Allah’ın koruması altına girmemiz içindir.

Musa peygambere indirilen vahiy, yüzlerce yıl içerisinde tahrif edilerek Allah’ın ilkelerinin geniş kitlelere ulaştırılması engellenmeye çalışılmıştır. Tarih boyunca Musa peygamber hakkında birçok iddia ileri sürülmüş ve rivayetler türetilmiştir. Bunların hepsi Kur’an’a aykırıdır. Bu konuda o kadar ileri gidilmiştir ki, Musa peygambere mucizeler uydurulmuş ve ilahlaştırılmıştır.

Musa peygamber hakkında en doğru bilgiye yalnızca Kur’an’dan ulaşabiliriz. Bu nedenle Musa peygamber ve İsrailoğulları ile ilgili ayetleri içeren pasajları inceledikten sonra makalenin okunmasına geçilmesini tavsiye ediyoruz.


Ayetler:

3MÜZZEMMİL 15-19
Şüphesiz Biz, Firavun'a bir elçi gönderdiğimiz gibi, size, üstünüze tanık olan bir elçi gönderdik. Ama Firavun, elçiye isyan etti de Biz de onu korkunç bir tutuşla tutuverdik. Buna rağmen eğer küfrederseniz; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çeviren o günden nasıl korunacaksınız? Gök bile o günün şiddeti ile parçalanır. O'nun yerine getirmek için verdiği söz gerçekleşmiştir. Şüphesiz ki yukarıda anlatılanlar, Kur'ân bir öğüt vericidir/düşündürücüdür. Onun için, dileyen Rabbine doğru bir yol edinir. (3Müzzemmil 15-19 İşte Kur’an)



37KAMER 41-42
41,42) Şüphesiz Firavun ailesine de uyarıcılar gelmişti. Onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli birinin yakalayışıyla yakalayıverdik. (37Kamer 41-42, İşte Kur’an)

 

39A’RAF 94-162
94,95) Biz hangi kente bir peygamber gönderdiysek, onun halkını kesinlikle yalvarıp yakarsınlar diye yoksulluk ve darlıkla yakaladık. Sonra kötülüğün yerini iyiliğe değiştirdik; sonunda çoğaldılar ve "Atalarımıza da böyle darlık ve sevinç dokunmuştu" dediler. Bunun üzerine onları hemen, onlar hiç farkında değillerken ansızın yakalayıverdik.
96) Ve eğer o kentlerin halkı inansalar ve Allah'ın koruması altına girselerdi, elbette üzerlerine gökten ve yerden olan bollukları açardık. Velâkin onlar yalanladılar. Biz de onları yapıp durmakta olduklarına karşılık yakalayıverdik.
97,98,99) Acaba o kentlerin halkı, geceleyin uyurlarken kendilerine azabımızın gelmesinden güvende oldular mı? Yoksa o kentlerin halkı, kuşluk vakti anlamsız işlerle uğraşırlarken onlara azabımızın geleceğinden güvende oldular mı? Öyleyse Allah'ın ince plânından güvende oldular mı? Ziyana uğramış topluluktan başkası Allah'ın ince plânından kendini güvende görmez.
100) Ve önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris; son sahip olanlara kılavuz olmadı mı, etki yapmadı mı: "Eğer Biz dilersek onları da günahlarından dolayı cezalandırırdık. Biz onların kalplerinin üzerine damga vururuz/mühürleriz de onlar işitmezler."
101,102) İşte o kentler ki, sana onların önemli haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz. Andolsun ki peygamberleri onlara apaçık deliller ile gelmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları şeylere iman etmemiş idiler. İşte kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin kalplerinin üzerine Allah böyle damga basar/mühürler. Onların çoğunda, sözde durma ilkesini bulmadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış kimseler bulduk.

103) Sonra o elçilerin/o toplumların arkasından Mûsâ'yı alâmetlerimizle/göstergelerimizle Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik de onlar, alâmetlere/göstergelere haksızlık ettiler. Hele bir bak, o bozguncuların âkıbetleri nasıl oldu!
104,105) Ve Mûsâ, "Ey Firavun! Ben kesinlikle âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Allah hakkında haktan başkasını söylememek bana bir yükümlülüktür. Gerçekten ben size Rabbinizden apaçık bir delil ile geldim. Bu nedenle İsrâîloğulları'nı gönder benimle" dedi.
106) Firavun, "Eğer bir alâmet/gösterge ile geldiysen, getir hemen onu, tabii eğer doğru kimselerden isen" dedi.
107,108) Bunun üzerine Mûsâ, bilgi birikimini ortaya attı, o da birdenbire apaçık bir "silip süpüren" kesiliverdi. Gücünü de sıyırıp açığa koydu; artık gücü, izleyenler için mükemmel, tam kusursuzca idi.
109,110,111,112) Firavun'un toplumundan ileri gelenler, "Kesinlikle bu çok bilgili büyüleyici, etkin bir bilgindir. O, sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor" dediler. Firavun, "O hâlde siz ne emredersiniz?" dedi. Onlar: "Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginleri sana getirsinler" dediler.
113,114) Ve o çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler Firavun'a geldiler: "Eğer galip gelen/yenen biz olursak, gerçekten bizim için büyük bir ödül olacak/olacak mı?" dediler. Firavun, "Evet" dedi, "siz kesinlikle yakınlaştırılmışlardan olacaksınız da."
115) Çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler: "Ey Mûsâ! Sen mi tezini ortaya koyacaksın, yoksa tez ortaya atanlar biz mi olalım?" dediler.
116) Mûsâ: "Siz tezinizi ortaya atın" dedi. Onlar atınca da insanların gözlerini büyülediler ve onları kendi akıllarınca hizaya getirmek/adam etmek istediler. Ve büyük bir etkin hüner gösterdiler.
117,118) Biz de Mûsâ'ya, "Sen de birikimini ortaya atıver" diye vahyettik. Bir de ne görsünler, onların uydurup düzdükleri şeyleri süratle yakalayıp yutuyor. Böylece hak yerini buldu ve Firavun ve ileri gelenlerin bütün yaptıkları boşa gitti, işe yaramadı.
119) Firavun ve ileri gelenler, artık orada mağlup oldular ve küçük düşmüş bir toplum olarak geri döndüler.
120,121,122) Çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler ise boyun eğip teslim olmuş kimseler hâlinde bırakıldılar. "Âlemlerin Rabbine; Mûsâ'nın ve Hârûn'un Rabbine iman ettik" dediler.
123,124,125,126) Firavun dedi ki: "Ben size izin vermeden önce ona iman mı ettiniz? Şüphesiz bu, halkını şehirden çıkarmak için, şehirde kurduğunuz gizli bir tuzaktır. Yakında bileceksiniz. Kesinlikle sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi keseceğim, sonra da hepinizi kesinlikle rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım; taş ocaklarında çalıştıracağım; zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim. Çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler de dediler ki: "Hiç şüphesiz biz sadece Rabbimize dönenleriz. Senin bizi, yakalayıp cezalandırman da sırf Rabbimizin ayetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır." -"Ey Rabbimiz! Bize çok çok sabır ver de gevşemeyelim, zaafa düşmeyelim, boyun eğmeyelim. Canımızı da Müslümanlar olarak al!"-
127) Firavun toplumundan ileri gelenler de, "Seni ve senin ilâhlarını/seni ilâh edinmeyi terk etsinler de yeryüzünde kargaşa çıkarsınlar diye mi Mûsâ'yı ve toplumunu serbest bırakacaksın?" dediler. Firavun dedi ki: "Onların oğullarını öldüreceğiz; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştireceğiz, kadınlarını utanca boğacağız ve biz onlar üzerinde ezici bir güce sahip kimseleriz."
128) Mûsâ, toplumuna dedi ki: "Allah'ın yardımını isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı yapar. Mutlu son da Allah'ın koruması altına giren kimseler içindir."
129) Mûsâ'nın toplumu dediler ki: "Sen bize gelmeden önce de eziyet gördük, sen geldikten sonra da." Mûsâ dedi ki: "Umulur ki, Rabbiniz düşmanlarınızı değişime, yıkıma uğratacak ve sizi yeryüzünde onların yerine geçirecektir. Böylece de sizin nasıl davranacağınıza bakacaktır."
130,131) Ve andolsun ki Biz, Firavun sülâlesini, düşünüp öğüt alsınlar diye senelerle kuraklıklarla/senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık. Sonra kendilerine iyilik geldiği zaman, "İşte bu bize aittir" dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelirse, Mûsâ ile yanındakilerin uğursuzluğu olarak kabul ederler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındadır. Fakat onların çoğu bilmezler.
132) Ve Firavun'un toplumu, "Sen bizi kendisiyle büyülemek için her ne alâmet/gösterge getirsen de, biz sana inananlar değiliz" dediler.
133) Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular.
134) Ve ne zaman ki, bu azap üzerlerine çöktü: "Ey Mûsâ! Sana olan ahdi/verdiği söz nedeniyle bizim için Rabbine dua et, eğer sen bizden bu cezayı kaldırırsan sana kesinlikle iman edeceğiz. Ve kesinlikle İsrâîloğulları'nı seninle birlikte göndereceğiz" dediler.
135) Ne zaman ki, ulaşacakları belli bir süreye kadar onlardan cezayı kaldırdık, derhal sözlerinden cayıveriyorlar.
136,137) Biz de, şüphesiz âyetlerimizi yalanladıkları ve onlardan gâfil olmaları nedeniyle onları cezalandırıp adaleti sağladık. Ve onları bol suda/nehirde boğduk. O zaafa uğratıla gelmiş/güçsüzleştirilmiş olan toplumu da bereketlendirdiğimiz yerin her tarafına mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrâîloğulları'na olan o pek güzel sözü, sabretmeleri nedeniyle yerine geldi. Biz de Firavun ile toplumunun yapageldikleri sınâî eserlerini ve yükseltmekte oldukları şeyleri yerlebir ettik.


138,139) Ve İsrâîloğulları'nı bol sudan/nehirden geçirdik. Derken kendilerine ait putlara tapmakta olan bir topluma rastladılar. Dediler ki: "Ey Mûsâ! Onların nasıl ki tanrıları varsa, sen de bizim için bir tanrı belirle!" Mûsâ dedi ki: "Siz gerçekten câhillik eden bir toplumsunuz. Şu gördüğünüz halkın içinde bulundukları din, yok olmaya mahkûmdur ve bütün yapmakta oldukları da bâtıldır."
140) Mûsâ dedi ki: "O sizi âlemlere fazlalıklı kılmışken, ben size Allah'tan başka ilâh mı arayayım!"
141) Hani bir zaman Biz, size azabın kötüsünü yapan; oğullarınızı öldüren; oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiren, kadınlarınızı utanca boğan Firavun ailesinin elinden de sizi kurtarmıştık. Bunda da sizin için Rabbiniz tarafından büyük sınav vardır.
142) Ve Mûsâ ile otuz geceye sözleştik ve süreyi bir on gece ile tamamladık. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit tam kırk geceye tamamlandı. Ve Mûsâ, kardeşi Hârûn'a, "Toplumum içinde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yoluna uyma!" dedi.
143) Ne zaman ki, Mûsâ, belirlediğimiz vakitte geldi ve Rabbi o'na söz söyledi: Mûsâ, "Ey Rabbim! Göster bana Kendini de nazar edeyim Sana; Seni inceleyeyim, Senin ile ilgili geniş ve derin bilgiye sahip olayım!" dedi. Rabbi o'na dedi ki: "Beni sen asla göremezsin, velâkin şu dağa nazar et; dağı incele, teori geliştir. Eğer nazariyen (teorin/geniş ve derin bilgin), incelemen dağın mekanına tam oturursa; dağın bulunduğu yerin önünü arkasını, altını üstünü, sağını solunu, içini dışını tam ifade ederse işte o zaman sen beni görürsün." Böylece ne zaman ki Rabbi, Musa'nın Dağ gibi sorunları için Musa'yı aydınlattı; Musa'nın dağ gibi sorunlarını yıkıp attı. Mûsâ da dehşete düşüp heyecanla yere kapandı; Rabbine teslimiyet gösterdi. Ayılıp kendine gelince; heyecanı geçince de, "Seni tenzih ederim, Sana döndüm; tevbe ettim ve ben inananların ilkiyim" dedi.
144) Allah dedi ki: "Ey Mûsâ! Mesajlarımla ve kelâmımla seni insanlar üzerine seçtim. Şimdi sana verdiğimi al ve kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyenlerden ol!"
145,146,147) Ve Biz o'nun için o levhalarda her şeyden, bir nasihat ve her şey için bir ayrıntı yazdık. "Haydi, bunları kuvvetle al, toplumuna da en güzel şekilde almalarını emret. Yakında size o hak yoldan çıkanların yurdunu göstereceğim. Yeryüzünde, bütün âyetleri görseler de onlara iman etmeyen, doğrunun yolunu görseler de o yolu tutup gitmeyen, eğer sapıklığın yolunu görürlerse onu yol edinen haksız yere büyüklük taslayan şu kimseleri, âyetlerimizden uzak tutacağım." -Bu, onların âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil; duyarsız, ilgisiz olan kimseler oluşlarındandır.- Âyetlerimizi ve âhiretteki karşılaşmayı yalanlayanların amelleri boşa gitmiştir. Onlar kendi yaptıklarından başka bir şey ile mi cezalandırılırlar?
148) Mûsâ'nın toplumu, Mûsâ'dan sonra, kendi toplumunun süs takılarını bir araya getirerek aldatıcı, tuzağa düşürücü sesi olan, aslında hiç işe yaramayan bir ilâh edindiler; büyük bir sermaye oluşturarak ona tapındılar. -Onun kendilerine bir söz söylemezliğini ve bir yol göstermezliğini görmediler mi?- Onu edindiler ve zâlimlerden oldular.
149) Ne zaman ki, gözlerinin önüne geldi ve sapıtmış olduklarını gördüler, "Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa, kesinlikle biz büyük zarara uğrayanlardan olacağız" dediler.
150) Ve Mûsâ, hoşnut olmadan ve üzüntülü olarak toplumuna döndüğünde, "Bana arkamdan ne kötü bir halef/nesil oldunuz! Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız mı?" dedi. Ve levhaları bıraktı ve kardeşi Hârûn'u kendine çekerek başından tuttu. Hârûn: "Ey anamın oğlu! İnan ki, bu toplum beni güçsüz düşürdü, az daha beni öldüreceklerdi. Onun için bana düşmanları sevindirecek bir şey yapma. Ve beni bu zâlimler toplumu ile bir tutma" dedi.
151) Mûsâ dedi ki: "Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla! Bizi rahmetinin içine al. Ve Sen merhametlilerin en merhametlisisin."
152) Şüphesiz o altına tapanlara Rablerinden bir hoşnutsuzluk, dünya hayatında bir "aşağılık" erişecektir. İşte Biz, uydurmacıları böyle cezalandırırız da.
153) -Kötülükleri işleyip de sonra arkasından dönen o kimseler ve iman edenler için de hiç şüphe yok ki, Rabbin bundan sonra yine de bağışlayıcı ve merhamet edicidir.-
154) Hoşnutsuzluğu Mûsâ'yı rahat bırakınca da levhaları aldı. Onlardaki yazıda da, ancak Rableri için adam olan kimseler için bir kılavuzluk ve rahmet vardı.
155) Ve Mûsâ, belirlediğimiz vakit için toplumuna yetmiş adam seçti. Ne zaman ki, bunları o sarsıntı yakaladı, işte o zaman Mûsâ, "Rabbim!" dedi, "Dileseydin bunları da, beni de daha önce değişime/yıkıma uğratırdın. Şimdi bizi, içimizdeki o aklı ermezlerin yaptıkları yüzünden değişime/yıkıma mı uğratacaksın? O, Senin, saflaşmamız için ateşlere atmandan başka bir şey değildir. Sen bu saflaştırma işlerinle dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğine de kılavuzluk edersin. Sen bizim yardımcımız, kılavuzluk eden yakınımızsın. Artık bizi bağışla, merhamet et, Sen bağışlayanların en hayırlısısın. Ve bize hem bu dünyada bir iyilik yaz, hem de âhirette. Biz gerçekten de Sana döndük."
156,157) Allah diyor ki: "Benim azabım var; onu dilediğime dokundururum, rahmetim de var; o ise her şeyi kuşatmıştır. Onu da özellikle Allah'ın koruması altına girenlere, zekatını; Allah'ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergisini verenlere ve âyetlerimize inananlara; kendilerine iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine serbestleştiren, kirli, pis ve kötü şeyleri de üzerlerine yasaklayan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrât ve İncîl'de yazılmış bulacakları Anakentli/Mekkeli Peygamber, o Elçi'ye uyan kimselere yazacağım. O hâlde, O'na iman eden, O'na kuvvetle saygı gösteren, O'na yardımcı olan ve O'nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir."
158) De ki: "Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü Kendisinin olan, Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah'ın, size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde kılavuzlandığınız doğru yolu bulmanız için Allah'a ve O'nun sözlerine iman eden, Ümmî; Anakentli; Mekkeli Peygamber olan Elçisi'ne iman edin ve o'na uyun."
159) Mûsâ'nın toplumundan da hakkı gösteren ve hak ile adaleti uygulayan bir liderleri olan bir topluluk vardır.
160) Ve Biz onları on iki torun liderleri olan oymak topluluğa ayırdık. Ve toplumu kendisinden su istediği zaman Mûsâ'ya, "Birikimini, o taş kalpli toplumuna uygula" diye vahyettik. Hemen o taş kalpli toplumdan on iki toplum/belde halkı oluşuverdi. Halkın her biri su alacağı yeri iyice öğrendi/işaretledi. Ve bulutu da üzerlerine gölge yaptık. Onlara kudret helvası ve bal/bıldırcın indirdik; size rızık olarak ihsan ettiğimiz nimetlerin temizinden yiyiniz! Onlar Bize haksızlık yapmadılar, kendileri kendilerine haksızlık ediyorlardı.
161) Ve bir zaman onlara, "Şu kente yerleşin ve oradan dilediğiniz şeyleri yiyin ve "Hitta" [günahlarımızı bağışla]! deyin ve teslim olmuş olarak kapıdan girin. Biz suçlarınızı bağışlayacağız, iyilere arttıracağız" denilmişti.
162) Sonra onların içinden bir kısım yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar, sözü, kendilerine söylenenden başka söze değiştirdiler. Biz de yanlış; kendi zararlarına iş yaptıklarından dolayı üzerlerine gökten bir ceza gönderiverdik. (39A’raf 94-162, İşte Kur’an)



Yukarıdaki ayetlerde Musa peygamberin açıkça, Firavuna ayetlerle-belgelerle geldiği belirtilir. Ancak buna rağmen, Kur’an’a aykırı olarak özellikle Araf Suresi 109-122. ayetlerde büyü ve sihir olduğu ileri sürülerek birtakım rivayetler ortaya atılmıştır. Hâlbuki Firavunun bilginleri büyü-sihir yapmamış onun düzenini, izlediği yolu-tezini yani dinini savunmuştur. Musa peygamber Firavuna Allah’ın ayetlerini getirmiş, Allah’ın rabliğini açıklamış, hesap gününü hatırlatmış, İsrailoğullarını serbest bırakılmasını istemiştir. 




42FURKAN 35-36
35) Ve andolsun ki Mûsâ'ya Kitab'ı verdik, kardeşi Hârûn'u da o'nunla birlikte yardımcı, destekçi verdik.
36) Sonra da, "Haydi âyetlerimizi yalanlayan o topluma gidin!" dedik. Sonunda da âyetlerimizi yalanlayan o toplumu parçalayıp yok ettik. (42Furkan 35-36, İşte Kur’an)



44MERYEM 51-53
51) Ve Kitap'ta Mûsâ'yı da an/hatırlat. Şüphesiz o arıtılarak saflaştırılmış idi. Ve bir elçi, bir peygamber idi.
52,53) Ve Biz ona en kutlu aşamanın (elçilik makamının) kenarından; o henüz elçi değilken seslendik ve onu özel bir konuşmada bulunmak üzere yaklaştırdık; elçi yaptık. Ve rahmetimizden o'na, kardeşi Hârûn'u bir peygamber olarak ihsan eyledik. (44Meryem 51-53, İşte Kur’an)




45TAHA 9-19, 24, 20, 25, 33-34, 26-32, 35-36, 21, 23, 22, 37-73, 77-79, 83-104, 74-76, 80-82
9) Mûsâ ile ilgili bilgiler kesinlikle sana ulaştı.
10) Hani o bir ateşi; israiloğullarının perişan halini düşünmüştü de ehline (ailesine, yakınlarına): "Kesinlikle ben bir ateş; israiloğullarının perişan halini sezdim. Ondan size bir az da olsa kurtuluş yolu, bilgisi getirmem yahut o ateş; İsrailoğullarının perişanlıktan kurtarmaya yönelik bir kılavuz bulmam için siz beklentide olun!" demişti.
11,12,13,14,15,16) Sonra ona geldiğinde; bu sıkıntıyı gidermeye karar verdiğinde seslenildi: "Mûsâ! Ben, senin Rabbin olan Benim. Hemen yakınlarını ve mallarını burada bırak, şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva'dasın/iki kere temizlenmiş bir vadidesin. Ve Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye; "Hiç şüphesiz ki Ben, Allah'ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluştur-ayakta tut]. Şüphesiz ki o saat/kıyâmet gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim. O nedenle kıyâmete inanmayan ve kendi boş iğreti arzusuna uyan kimse seni, kıyâmete iman etmekten alıkoymasın; sonra değişime/yıkıma uğrarsın” uyarısına kulak ver.
17) Ve sağ elindeki nedir ey Mûsâ?
18) Mûsâ: "O, benim asamdır, ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim ve onda benim için başka yararlar da var" dedi.
19,24) Allah: "Ey Mûsâ! Onu bırak/çobanlığı bırakıp yerleşik hayata geç! Firavun'a git, şüphesiz o azdı" dedi.
20) O da onu hemen bıraktı/yerleşik hayata geçti, bir de ne görürsün! Artık sağ elindeki; kendisine vahyedilen Kitap, koşan bir candır; sosyal hayatın kaynağıdır.
25,33,34,26,27,28,29,30,31,32,35) Mûsâ: "Rabbim! Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız ve Seni çok çok anmamız için göğsümü aç, işimi bana kolaylaştır. Dilimden de düğümü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ve ehlimden; kardeşim Hârûn'u benim için bir vezir kıl, o'nunla arkamı kuvvetlendir. İşimde o'nu bana ortak et. Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun" dedi.
36) Allah: "Ey Mûsâ! İstediğin sana verildi." dedi.
21,23,22) Allah: "Sana en büyük alâmetlerimizden/göstergelerimizden göstermemiz için tutun ona, korkma! Biz onu ilk yürüyüş yoluna geri çevireceğiz; o işleri yoluna koyacağız, sana sıkıntı verdirmeyeceğiz. Diğer bir alâmet; gösterge olmak üzere de gücünü/kanadına ekle, çirkinlik olmadan hiç kusursuz, mükemmelce çıkacaksın" dedi.
37,38,39,40) Ve andolsun Biz, sana diğer bir defa daha iyilik yapmıştık: "Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, 'Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.' Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, hani kız kardeşin yürüyordu da 'Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?' diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir ölçü; plan üzerine geldin, ey Mûsâ!
41) Ve Ben, seni Kendim için yetiştirdim.
42) Sen ve kardeşin alâmetlerim/göstergelerim ile gidin ve Beni anmakta gevşeklik etmeyin.
43,44) Her ikiniz gidin Firavun'a. Şüphesiz o azdı. Sonra ona öğüt alması ve saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürpermesi için yumuşak söz söyleyin."
45) Mûsâ ile Hârûn: "Rabbimiz! Onun bizim aleyhimize aşırı gitmesinden veya azgınlığından korkarız" dediler.
46,47,48) Allah: "Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve görürüm. Hemen ona gidin de ona; 'Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrâîloğulları'nı bizimle gönder ve onlara azap etme; kesinlikle biz sana Rabbinden bir alâmet/gösterge ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır. Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene olduğu vahyedildi' deyiniz." dedi
49) Firavun: "Öyleyse sizin Rabbiniz kimdir ey Mûsâ?" dedi.
50) Mûsâ: "Bizim Rabbimiz her şeye varlık ve özelliklerini veren, sonra yol gösterendir" dedi.
51) Firavun: "Öyleyse ilk asırların durumu nedir?" dedi.
52,53,54,55,56) Mûsâ: "Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim yanlış yapmaz ve unutmaz/terk etmez. O, yeryüzünü sizin için bir beşik yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su indirendir" dedi. -İşte Biz, o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. Yiyiniz ve hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz akıl sahipleri için bunda nice alâmetler/göstergeler vardır! Biz sizi yeryüzünden oluşturduk, sizi ona döndüreceğiz ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.- Ve andolsun ki Biz, Firavun'a alâmetlerimizi/göstergelerimizi; hepsini gösterdik de o yalanladı ve dayattı.
57,58) Firavun: "Ey Mûsâ! Sen etkili bilginle bizi topraklarımızdan çıkarmak için mi geldin bize? O hâlde biz de senin etkili bilgin gibi bir etkili bilgi ile sana geleceğiz. Şimdi bizimle senin aranda bir buluşma zamanı/yeri belirle ki; bizim ve senin karşı çıkmayacağımız düz ve geniş bir yer olsun" dedi.
59) Mûsâ: "Sizinle buluşma zamanı, tören, şenlik günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir" dedi.
60) Bunun üzerine Firavun sırt çevirdi de düzenlerini-planlarını topladı, sonra geldi.
61) Mûsâ onlara dedi ki: "Yazıklar olsun size! Allah'a yalan uydurmayın. Sonra bir azap ile kökünüzü keser. Gerçekten, uyduran zarar etmiştir."
62,63,64) Bunun üzerine etkili bilginler aralarında işlerini tartıştılar ve "Bu ikisi kesinlikle etkili bilginlerdir; etkili bilgileriyle sizi topraklarınızdan çıkarmak ve de en iyi örnek yolumuzu yok etmek istiyorlar. Onun için bütün tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra sıralar hâlinde gelin. Bugün üstün gelen kesinlikle zafer kazanmıştır" dedikleri şeklindeki fısıldaşmalarını gizli tuttular.
65) Etkili bilginler: "Ey Mûsâ! Ya sen ortaya koyacaksın veyahut ilk ortaya koyan kişiler biz olalım" dediler.
66,67) Mûsâ: "Tam tersi, siz ortaya koyun" dedi. Bir de ne görürsün! Onların birikimleri, eski inançları ve tezleri/çer-çöpleri/eften püften bilgileri, yaptıkları sihirden/hünerli gösterimden ötürü gözünde büyüdü. Bu yüzden Mûsâ, içinde bir korku hissetti.
68,69) Biz: "Korkma, şüphesiz sen; en üstün olan sensin: Sen sahibi olduğun birikimi ortaya koy; o, onların yapıp ürettiklerini yutsun dursun. Şüphesiz onların yaptıkları ancak bir göz boyayıcısı hilesidir. Göz boyayıp etkileyen kişi ise, her nereye giderse gitsin zafer kazanamaz, başarılı olamaz" dedik.
70) Sonunda bütün etkili bilginler, "Mûsâ ile Hârûn'un Rabbine iman ettik" demek sûretiyle boyunlarını uzatıp teslim olmuş durumda bırakıldılar.
71) Firavun: "Ben size izin vermezden önce mi o'na iman ettiniz? Şüphesiz o, size etkili bilgi öğreten büyüğünüzdür. Andolsun ki sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi keseceğim ve kesinlikle hepinizi rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım, taş ocaklarında çalıştıracağım, zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim. Ve hangimizin azap bakımından daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunu kesinlikle bileceksiniz" dedi.
72,73) Etkili bilginler: "Bize gelen bu açık kanıtlar ve bizi yoktan yaratana karşı asla seni üstün tutmayız. Ne hüküm vereceksen hadi ver! Sen, ancak bu iğreti dünya hayatına hükmedersin. Şüphesiz biz, hatalarımıza ve bizi etkili bilgiden zorladığın şeye karşı, bizi bağışlasın diye Rabbimize iman ettik. Ve Allah daha hayırlı ve daha kalıcıdır" dediler.
77) Ve andolsun, Mûsâ'ya "Yetişilmekten korkmayarak ve saygıyla, sevgiyle ürpermeden/Firavuna minnet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de kendileri için bol suda/nehirde kuru bir yol aç!" diye vahyettik.
78) Firavun ordularıyla hemen onları takip etti de bol sudan/nehirden kendilerini kaplayan şey kaplayıverdi.
79) Ve Firavun toplumunu saptırdı ve doğru yolu göstermedi.

83) Seni toplumundan daha çabuklaştıran nedir ey Mûsâ?
84) Mûsâ: "Onlar, benim izim-öğretim üzerinde olanlardır. Ben de Sen hoşnut olasın diye Sana acele ettim Rabbim" dedi.
85) Allah: "Şüphesiz işte, Biz senden sonra toplumunu imtihan ettik. Samirî de onları saptırdı" dedi.
86) Bunun üzerine Mûsâ hoşnut olmadan ve üzgün olarak hemen toplumuna geri döndü; "Ey toplumum! Rabbiniz size güzel bir vaat ile söz vermedi mi? Şimdi size bu uzun mu geldi, yoksa Rabbinizden size bir hoşnutsuzluk inmesini mi arzu ettiniz de bana olan vaadinizden cayıverdiniz?" dedi.
87) Onlar dediler ki: "Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden caymadık. Fakat biz o toplumun zînetlerinden birtakım ağırlıklar yüklenmiştik. Sonra onları fırlatıp attık. Sonra da işte böylece Samirî kafamıza soktu."
88,89) Samirî onlara bir aldatan, tuzağa düşüren cesedi/altını çıkardı da İsrâîloğulları: "İşte bu, sizin ilâhınızdır ve de Mûsâ'nın ilâhıdır. Ama Mûsâ onu terk ediverdi" dediler. -Peki, onlar görmüyorlar mıydı ki, altın kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara bir zarara ve bir yarara güç yetiremiyordu!-
90,91) Ve andolsun ki Hârûn daha önce onlara: "Ey toplumum! Şüphesiz siz bununla imtihana çekildiniz/dinden çıkıp kendinizi ateşe attınız. Ve şüphesiz sizin Rabbiniz Rahmân'dır [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tır]. Gelin bana uyun ve emrime uyun" demişti. Hârûn'un toplumu: "Mûsâ bize dönüp gelinceye kadar, biz ona tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz" dediler.
92,93) Mûsâ: "Ey Hârûn! Bunların sapıklığa düştüğünü gördüğün vakit, seni benim yolumu takip etmekten engelleyen ne oldu? Yoksa benim emrime karşı mı geldin?" dedi.
94) Hârûn: "Ey anamın oğlu! Sakalımı ve başımı tutma. Şüphesiz ben senin 'İsrâîloğulları arasında ayrılık çıkardın ve benim sözüme bakmadın' demenden korktum" dedi.
95) Sonra da Mûsâ: "Ey Samirî! Senin bu yaptığın nedir?" dedi.
96) Samirî: "Ben onların anlamadıkları bir şeyi anladım da elçinin eserinden bir avuç almıştım, sonra da onu fırlatıp attım. Ve bunu, bana böylece nefsim hoş gösterdi" dedi.
97,98) Mûsâ: "Haydi git. Artık senin için hayat boyunca 'Benimle temas yok' diye söylemen var. Hem senin için asla karşı çıkamayacağın bir buluşma günü daha var. Bir de kulluk edip durduğun ilâhına bak" dedi. -Elbette Biz onu yakacağız, sonra da kesinlikle onu bol suda kökünden yıkacağız. Sizin ilâhınız, ancak Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'tır. Şüphesiz ki O bilgi yönünden her şeyi kuşatmıştır.-
99,100,101,102,103,104) Biz, sana geçmiş olan şeylerin önemli haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki, sana katımızdan bir Öğüt/hatırlatma [Kur'ân] verdik. Kim Bizim verdiğimiz Öğüt'ten [Kitap'tan/Kur'ân'dan] mesafeli durursa, şüphesiz o, kıyâmet günü; Sûr'a üflendiği gün, sürekli içinde kalacakları bir yük yüklenecektir. Ve kıyâmet günü onlar için bu ne fena bir yüktür! Biz suçluları o gün, gözleri gövermiş olarak toplayacağız. Aralarında fısıldaşacaklar: "Siz dünyada sadece 'on gün' kaldınız." -Biz aralarında ne konuşacaklarını daha iyi biliriz.- Yolca en üstün olan "Siz ancak bir gün kaldınız" diyecektir.

74) Gerçek şu ki, her kim Rabbine suçlu olarak varırsa, şüphesiz ki ona cehennem vardır. Orada ölmez ve dirilmez.
75,76) Ve kim Rabbine bir mü'min olarak düzeltmeye yönelik işler yapmış olduğu hâlde varırsa, işte onlar; en yüksek dereceler, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri kendilerinin olacak olanlardır. Onlar, orada sonsuz olarak kalacaklardır. Ve işte bu, arınan kimselerin karşılığıdır.
80,81,82) Ey İsrâîloğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve Musa aranızda değilken; içinizde elçi yok iken size söz verdik, üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın/bal indirdik. –Sizi rızıklandırdığımız şeylerin temizlerinden yiyin ve bunda aşırı gitmeyin, sonra üzerinize hoşnutsuzluğum iner. Kimin üzerine de hoşnutsuzluğum inerse, kesinlikle o iner [düşer, mahvolur]. Ve şüphe yok ki Ben, tevbe eden, iman edip sâlihi işleyen, sonra da kılavuzlandığı doğru yolu bulan kimse için çok bağışlayıcıyım.– (45Taha, 9-19, 24, 20, 25, 33-34, 26-32, 35-36, 21, 23, 22, 37-73, 77-79, 83-104, 74-76, 80-82, İşte Kur’an)



47ŞUARA 10-51, 63, 52-56, 60-62, 64-66, 57-59, 67-68
10,11) Bir vakit de Rabbin, Mûsâ'ya: "Git o yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluma; Firavun toplumuna, hâlâ Allah'ın koruması altına girmeyecekler mi?" diye nida etmişti.
12,13,14) Mûsâ: "Rabbim! Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkarım. Göğsüm de daralır, dilim konuşmaz, onun için Hârûn'a da elçilik ver. Hem onlara ait benim üzerimde bir suç var. Ondan dolayı beni öldürmelerinden korkarım" dedi.
15,16,17) Allah: "Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Haydi, ikiniz alâmetlerimizle/göstergelerimizle gidin. Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz. Haydi, ikiniz Firavun'a gidin de 'Biz kesinlikle, İsrâîloğulları'nı bizimle beraber gönderesin diye' âlemlerin Rabbinin elçisiyiz deyin" dedi.
18,19) Firavun: "Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde kalmadın mı? Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen nankörlerden birisin de..." dedi.
20,21,22) Mûsâ: "Ben, o işi şaşkınlardan olduğum zaman yaptım. Sizden korkunca da hemen sizden kaçtım. Sonra Rabbim bana yasalar-ilkeler bahşetti ve beni elçilerden biri yaptı. O başıma kaktığın nimet de İsrâîloğulları'nı kendine köle edinmiş olmandır" dedi.
23) Firavun: "Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir ki?" dedi.
24) Mûsâ: "Eğer yakinen bilmiş olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidir."
25) Firavun, yanı başında bulunanlara "İşitmiyor musunuz?" dedi.
26) Mûsâ: "O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir" dedi.
27) Firavun: "Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle gizli güçlerce desteklenen/delinin biridir" dedi.
28) Mûsâ: "Şâyet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir" dedi.
29) Firavun: "Benden başka ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan yaparım" dedi.
30) Mûsâ: "Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?" dedi.
31) Firavun: "Haydi hemen getir onu, eğer doğrulardan isen" dedi.
32) Bunun üzerine Mûsâ, birikimini ortaya koyuverdi; bir de bakmışsın ki Mûsâ'nın birikimi, apaçık bir "silip süpüren"dir.
33) Gücünü de çekti çıkardı; bir de bakmışsın ki o güç, izleyenlere çok mükemmel, hiç kusursuzdur.
34,35) Firavun, yanı başındaki ileri gelenlere: "Şüphesiz bu, kesinlikle çok bilgili bir etkin bilgin! Sizi etkin bilgisiyle topraklarınızdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?" dedi.
36,37) İleri gelenler dediler ki: "Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün büyük ve çok etkin bilginleri sana getirsinler."
38) Böylece, etkin bilginler belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.
39) İnsanlara da, "Siz toplanıyor musunuz?" denildi.
40) -"Bizim etkin bilginlere uymamız için, kendilerinin galip gelen kimseler olmaları gerekir!"-
41) Etkin bilginler geldiklerinde Firavun'a: "Şâyet biz üstün gelirsek, kesinlikle bize bir ücret var mı?" dediler.
42) Firavun: "Evet, o takdirde siz, hiç şüphe yok ki, yakınlardan olacaksınız" dedi.
43) Mûsâ onlara, "Ortaya koyun ne koyacaksanız!" dedi.
44) Bunun üzerine onlar, birikimlerini, eski inanç ve tezlerini/çer-çöplerini; eften püften bilgilerini ortaya koydular ve "Firavun'un gücü hakkı için şüphesiz elbette bizler galip olanlarız" dediler.
45) Sonra Mûsâ birikimini ortaya koydu; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor da yutuyor!
46,47,48) Sonra etkin bilginler boyun eğip teslimiyet gösterenler olarak bırakıldılar: "Biz, Âlemlerin Rabbine; Mûsâ ve Hârûn'un Rabbine iman ettik" dediler.
49) Firavun dedi ki: "Ben size izin vermeden o'na iman mı ettiniz? Şüphesiz ki o, elbette size sihri öğreten büyüğünüzdür! Peki, yakında bileceksiniz! Andolsun, sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi kestireceğim ve kesinlikle hepinizi rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım, taş ocaklarında çalıştıracağım, zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim!"
50,51) Etkin bilginler: "Zararı yok, şüphesiz biz Rabbimize dönenleriz. Biz mü'minlerin ilkleri olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz" dediler.
63) Sonra Mûsâ'ya: "Vur birikimini o bol suya/nehire!" diye vahyettik. Sonra o bol su/nehir yarıldı/barajlar yapıldı da, her bir parça baraj, ulular ulusu bir dağ gibi oluverdi.
52) Ve Biz, Mûsâ'ya: "Kullarımı geceleyin yola çıkar, şüphesiz siz takip edilenlersiniz" diye vahyettik.
53,54,55,56,60) Derken Firavun da şehirlere toplayıcıları gönderdi: "Şüphesiz bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir topluluktur. Ve onlar bizim için elbette öfkelidirler. Biz ise, elbette hazırlıklı, tedbirli bekleyen bir cemaatiz." Sonra Firavun ve adamları güneş doğarken onların ardına düştüler.
61) İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ'nın ashâbı "Şüphesiz biz, kesinlikle kıstırıldık" dediler.
62) Mûsâ: "Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Şüphesiz Rabbim benimledir, bana yol gösterecektir" dedi.
64) Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.
65,66) Ve Mûsâ ve beraberindekilerin hepsini kurtardık, sonra da ötekileri suda boğduk.
57,58,59,67,68) Sonunda Biz, Firavun ve toplumunu bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve şerefli makamdan çıkardık. İşte böyle! Ve sonra onlara İsrâîloğulları'nı mirasçı/son sahip yaptık. Şüphesiz bunda kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdi. Ve şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle en üstün olanın, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir. (47Şuara 10-51, 63, 52-56, 60-62, 64-66, 57-59, 67-68, İşte Kur’an)



48NEML 7-14
7) Bir zaman Musa ehli için "Ben bir ateş; israiloğullarının perişan halini hissettim. Umarım ki size o sıkıntıdan bir haber getiririm veya İbranilere destek olmanız, onları ateşten kurtarmanız için o sıkıntıdan bir parçacık getiririm" demişti.
8,9,10,11,12) Sonra ona ateşe: sıkıntıya varınca; Bu sıkıntıyı gidermeye karar verdiğinde, sıkıntı içinde olan kişiler; ve sıkıntının dışında olan kişiler bolluklu kılınmıştır. Ve alemlerin rabbi Allah eksikliklerden arınıktır. Ey Mûsâ! Şüphesiz Ben, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah'ım! Ve birikimini ortaya koy!" -Onu sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görüverince, dönüp arkasına bakmadan kaçtı.- Ey Mûsâ korkma! Şüphesiz ki Ben; Benim yanımda elçiler korkmaz. Ancak, kim yanlış; kendi zararlarına iş yapar, sonra kötülüğün ardında iyiliğe çevirirse, şüphesiz Ben, çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.- Ve koynundaki gücünü devreye sok, dokuz âyet [alâmet/gösterge] içinde Firavun'a ve onun toplumuna hiç kusursuz, mükemmel çıkacaksın. Şüphesiz onlar yoldan çıkmış bir toplum olmuşlardır." diye seslenildi.
13) Sonra da âyetlerimiz/alâmetlerimiz/göstergelerimiz onlara parlak bir şekilde gelince, "Bu apaçık bir göz boyama, insan kandırmadır" dediler.
14) Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmaları ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. -Şimdi bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!- (48Neml 7-14, İşte Kur’an)




49KASAS 1-59
1) Tâ/9, Sîn/60, Mîm/40.
2) Bunlar, apaçık/açıklayıcı kitabın âyetleridir.
3) Biz, iman edecek bir toplum için Mûsâ ve Firavun'un önemli haberlerinden bir kısmını sana hak ile okuyoruz/takip ettiriyoruz.
4) Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kadınlarını utanca boğuyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi.
5,6) Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Hâmân ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.
7) Ve Biz Mûsâ'nın anasına vahyettik: "Onu emzir. Eğer o'nun için korkarsan o'nu nehre bırakıver, korkma ve üzülme. Şüphesiz Biz o'nu sana döndüreceğiz ve kendisini elçilerden biri yapacağız."
8) Sonra da Firavun ailesi o'nu, kendileri için bir düşman ve üzüntü olmak üzere "buluntu" olarak aldı. Şüphesiz Firavun, Hâmân ve bu ikisinin askerleri hata edenler idi.
9) Ve Firavun'un kadını: "Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu katletmeyin; Musa'yı diğer israiloğulları çocukları gibi niteliksiz; eğitimsiz-öğretimsiz, mesleksiz bırakmayın, belki bize bir yararı dokunur, ya da o'nu evlat ediniriz" dedi. Ve onlar, işin farkında olmuyorlar.
10,11) Mûsâ'nın anasının yüreği bomboş sabahladı. -Eğer Biz, inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse o'nu açığa vuracaktı.- Ve Mûsâ'nın annesi Mûsâ'nın kız kardeşine, "Onun izini takip et" dedi. O da hemen, onlar farkına varmazken uzaktan o'nu gözetledi.
12) Ve Biz daha önce, o'na sütanalarını haram ettik. Bunun üzerine Mûsâ'nın kız kardeşi, "Size, o'nun bakımını sizin adınıza üstlenecek ve o'na öğüt verip eğitecek bir aile göstereyim mi?" dedi.
13) Böylelikle Biz o'nu, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. -Velâkin onların pek çoğu bilmezler.-
14) Ve Mûsâ yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz o'na yasa ve bilgi verdik. Ve Biz güzel davrananları işte böyle karşılıklandırırız.
15) Ve Mûsâ, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonra orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından, birbirlerini öldürmeye çalışan iki adam buldu. Sonra kendi tarafı olan, düşmana karşı Mûsâ'dan yardım diledi. Mûsâ da ötekine hemen bir yumruk indirdi, o da hemen ölüverdi. Mûsâ, "Bu, şeytanın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır" dedi.
16) Mûsâ, "Rabbim! Şüphesiz kendime haksızlık ettim. Artık beni bağışla!" dedi de Allah o'nu bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir.
17) Mûsâ, "Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeylere andolsun ki artık hiçbir zaman suçlulara arka olmayacağım" dedi.
18) Sonra da Mûsâ, şehirde korku içinde, etrafı kontrol ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek o'ndan yardım istiyor. Mûsâ ona: "Şüphesiz sen, apaçık bir azgınsın!" dedi.
19) Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam; "Ey Mûsâ! Dün bir kişiyi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun ve sen düzelticilerden olmak istemiyorsun" dedi.
20) Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: "Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için senin hakkında görüşme yapıyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim."
21) Sonra da Mûsâ korka korka, kontrol ederek oradan çıktı. "Rabbim! Beni şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!" dedi.
22) Ve Mûsâ Medyen'e doğru yöneldiğinde, "Rabbimin bana yolun doğrusunu göstereceğini umarım" dedi.
23) Ve Mûsâ, Medyen suyuna varınca, orada hayvanlarını sulayan insanlardan bir önderli topluluk buldu. Ve Mûsâ, hayvan sulayanlar kadar güçlü olmayan, hayvanlarını geri çeken iki kadın buldu. Dedi ki: "Hâliniz nedir?" Dediler ki: "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız; babamız da çok yaşlı bir ihtiyardır."
24) Bunun üzerine Mûsâ, ikisi için hayvanları suladı. Sonra gölgeye çekildi de "Rabbim! Şüphesiz ki ben, iyilikten bana indirdiğin şeye muhtacım" dedi.
25) Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek Mûsâ'ya geldi. Dedi ki: "Şüphesiz babam, bizim yerimize sulamanın ücretini karşılamak için seni çağırıyor." Mûsâ, kızın babasına geldi ve kıssaları ona anlattı. Kızın babası; "Korkma, o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış toplumdan kurtuldun" dedi.
26) Onun iki kızından biri; "Babacığım! Onu ücretle tut. Şüphesiz ücretle tutulan kimselerin en iyisi, güçlü ve güvenilir olanıdır" dedi.
27) Kızların babası dedi ki: "Hac yapılan sekiz yıl bana çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer ona tamamlarsan artık o kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşallah beni sâlihlerden bulacaksın."
28) Mûsâ, "Bu, seninle benim aramdadır; bu iki süreden hangisinin sonunu gerçekleştirirsem demek ki, bana karşı düşmanlık/sorumluluk yok. Ve söylediklerimize Allah vekildir [koruyarak, destekleyerek uygulayandır]" dedi.
29) Artık Musa süreyi doldurup yakınlarıyla gece yürüyünce peygamberlik aşamasının dışındayken (henüz elçi yapılmamışken) ateşi; İsrailoğulları'nın perişan halini, onları bu halden kurtarmanın zorluğunu sezdi. Yakınlarına "Siz beklentide olun şüphesiz ben, bir ateş; sıkıntı sezdim. Umarım ki size o sıkıntıdan bir haber getiririm veya İbranilere destek olmanız, onları ateşten kurtarmanız için o sıkıntıdan bir parçacık getiririm" dedi.
30,31,32) Sonra ona vardığında; Bu sıkıntıyı gidermeye karar verdiğinde ağaçtan bolluklu bir toprak parçasının içinde (kendisini bekleyen yüzlerce vahyin içinde) peygamberlik yolunun filizinden; ilk, taze vahylerden olmak üzere kendisine seslenildi: "Ey Musa hiç şüphesiz ki Ben, alemlerin rabbi Allah'ın ta Kendisiyim!" Ve birikimini ortaya at! -Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan kaçtı.- Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Yeninden kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir toplum olmuşlardır" diye seslenildi.
33,34) Mûsâ dedi ki: "Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum."
35) Allah dedi ki: "Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç, iktidar oluşturacağız. Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi izleyenler üstün olanlarsınız."
36) Mûsâ onlara apaçık alâmetlerimiz/göstergelerimiz ile gelince, "Bu, sadece uydurulmuş bir etkili bilgilerdir. Ve biz önceki atalarımızdan bunu işitmemiştik" dediler.
37) Mûsâ da dedi ki: "Benim Rabbim, kendi katından kimin doğru yol kılavuzu ile geldiğini ve yurdun sonunun kim için daha iyi olacağını daha iyi bilendir. Şüphesiz ki şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar, kurtuluşa eremezler."
38) Firavun da, "Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Hâmân, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum" dedi.
39) Firavun, kendisi ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerine inandılar.
40) Biz de onu ve askerlerini yakalayıp o bol suda/nehirde fırlatıp atıverdik. Şimdi, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların sonunun nasıl olduğuna bir bak!
41) Ve onları, ateşe çağıran önderler yaptık. Kıyâmet günü onlar yardım görmeyecekler de.
42) Ve bu dünyada arkalarına dışlanma, Allah'ın rahmetinden yoksun olma taktık. Onlar, kıyâmet gününde de kötülenmiş/uzaklaştırılmış kimselerdendirler.
43) Ve andolsun ki Biz, ilk nesilleri değişime/yıkıma uğrattıktan sonra Mûsâ'ya, öğüt alırlar diye, insanlar için apaçık deliller, kılavuz ve rahmet olarak Kitab'ı/Tevrât'ı verdik.
44) Ve Mûsâ'ya o emri gerçekleştirdiğimiz sırada sen batı yönünde; Musa'nın yaşadığı coğrafyada değildin. Hazır bulunanlardan, görenlerden de değildin.
45) Ama Biz nice nesiller var ettik de, onların ömürleri uzadıkça uzadı. Sen onlara âyetlerimizi okuyarak, Medyen halkı arasında bulunanlardan da değildin; Fakat Biz elçi gönderenleriz.
46,47) Ve Biz, seslendiğimiz zaman, kutlu peygamberlik aşamasının yanında da değildin (henüz elçi değildin). Tersine senden önce kendilerine uyarıcı/elçi gelmeyen bir toplumu uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir fenalık geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir elçi gönderseydin de, âyetlerine uysak ve mü’minlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak… orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik.
48) İşte onlara tarafımızdan o hak gelince de, "Mûsâ'ya verilen şeyler; alâmetler; göstergeler gibi ona da verilmeli değil miydi?" dediler. Daha evvel Mûsâ'ya verileni örtbas edip reddetmemişler miydi? "Birbirine sırt veren; destekleyen iki sihir; etkili bilgi" dediler. Ve "Şüphesiz biz hepsini kabul etmeyeceğiz" dediler.
49) De ki: "Eğer doğru kimseler iseniz, hemen Allah katından bana ve Mûsâ'ya inen kitaplardan daha çok doğruya kılavuz olan bir kitap getirin de ben de ona uyayım!"
50) Buna rağmen eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, yalnızca heveslerine uymaktadırlar. Allah'tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık [şaşkın, aşağı] kim olabilir? Kesinlikle Allah şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluma yol göstermez.
51) Ve andolsun Biz, Söz'ü [vahyi/Kur'ân'ı] öğüt alırlar diye birbiri ardınca yolladık.
52) Sözden [vahiyden/Kur'ân'dan] önce kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler; onlar, Söz'e [vahye/Kur'ân'a] de inanırlar.
53) Ve onlara o Söz [vahy/Kur'ân] okunduğu zaman onlar, "Biz, ona inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz, ondan önce müslüman olanlardık" dediler.
54) İşte onlar; sabrettikleri için onların ödülleri iki kere verilecektir. Ve onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcamada bulunurlar/başta yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını temin ederler.
55) Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan mesafeli dururlar ve "Bizim işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm olsun! Biz cahilleri aramıyoruz" derler.
56) Kesinlikle sen sevdiğini kılavuzlanan doğru yola iletemezsin; ama Allah dilediğine doğru yolu gösterir ve O, kılavuzlanan doğru yolu kabullenecek olanları daha iyi bilir.
57) Ve onlar; "Biz seninle beraber doğru yol kılavuzuna uyarsak, yurdumuzdan atılırız" dediler. Biz onları, Kendi katımızdan bir rızık olarak, her şeyin semerelerinin toplanıp kendisine getirildiği, güvenli, dokunulmaz bir yere/Mekke'ye yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.
58) Ve Biz, geçimleriyle şımarmış nice kenti değişime/yıkıma uğratmışızdır. İşte, onların yerleri! Kendilerinden sonra pek az oturulmuş olan meskenleri. Ve Biz, vârislerin ta kendisiyiz.
59) Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi ana kente göndermedikçe, memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değildir. Zaten Biz, halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler olmayan memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değiliz. (49Kasas 1-59, İşte Kur’an)




50İSRA 2-3, 101-104
2,3) Mûsâ'ya da Kitap verdik ve Benim astlarımdan vekil [tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan bir kişi/kurum] tanımayınız diye Kitab'ı, İsrâîloğulları -Nûh'la beraber gemiye taşıyarak kurtardığımız kimselerin soyundan olanlar- için bir kılavuz yaptık. Şüphesiz Nûh, şükredici; kendisine verilen nimetlerin karşılığını çokça ödeyen bir kuldu.

101) Ve andolsun Biz, Mûsâ'ya apaçık dokuz; birçok âyet [alâmet/gösterge] verdik -işte İsrâîloğulları'na soruver-. Hani Mûsâ, kendilerine geldi de Firavun o'na, "Ey Mûsâ! Ben senin büyülenmiş olduğunu kesinlikle biliyorum" demişti.
102) Mûsâ dedi ki: "Sen kesinlikle bildin ki, âyetleri, birer ibret olmak üzere, ancak göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ve ben de senin yıkıma uğramışlığına kesinlikle inanıyorum."
103) Bunun üzerine Firavun, Mûsâ'yı ve İsrâîloğulları'nı Mısır'dan sürmek istedi de Biz, onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk.
104) Ve ondan sonra Biz İsrâîloğulları'na, "Bu topraklara siz yerleşin! Sonra âhirete dair verilen söz geldiği vakit, sizi toplayıp bir araya getireceğiz" dedik. (50İsra 2-3, 101-104, İşte Kur’an)



51YUNUS 75-93
75) Sonra bunların arkasından Mûsâ ve Hârûn'u âyetlerimizle/alâmetlerimizle/göstergelerimizle Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar büyüklendiler ve günahkâr bir toplum oldular.
76) Kendilerine tarafımızdan gerçek gelince, "Hiç şüphesiz bu, kesinlikle apaçık bir sihirdir" dediler.
77) Mûsâ dedi ki: "Siz hak için, o, size gelince, 'Bu, bir büyülü sözdür?' mü diyorsunuz? Hâlbuki büyülü söz söyleyenler, umduklarına eremezler."
78) Onlar: "Sen atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden bizi çeviresin ve yeryüzünde saltanat ikinizin olsun diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanmayız" dediler.
79) Ve Firavun, "Bana en bilgili, etkili söz söyleyen bilginlerin tümünü getirin!" dedi.
80) Sonunda etkili söz söyleyen bilginler gelince, Mûsâ onlara, "Ne atacaksanız atın!" dedi.
81,82) Onlar ortaya atınca da Mûsâ, "Sizin getirdiğiniz şey bir göz boyama/aldatmacadır. Şüphesiz, Allah onun boş ve asılsızlığını ortaya çıkaracaktır. Şüphe yok ki, Allah kargaşacıların işini düzeltmez. Ve Allah, günahkârların hoşuna gitmese de, hakkı, Kendi kelimeleriyle ortaya koyup gerçekleştirir" dedi.
83) Sonra Firavun ve adamlarının kendilerini ateşe atacağı korkusundan dolayı Mûsâ'ya kendi toplumundan bir soydan başka kimse iman etmedi. Ve şüphesiz Firavun yeryüzünde çok üstün idi ve o kesinlikle gerçeği eksik gösterenlerdendi.
84) Ve Mûsâ, "Ey toplumum! Siz Allah'a iman ettinizse, sadece O'na teslim olan Müslümanlardan oldunuzsa, artık sadece O'na sonucu bırakın!" dedi.
85,86) Onlar da, "Biz Allah'a işin sonucunu bıraktık. Ey Rabbimiz! Bizi o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan toplum için ateşlere sürükleme ve bizi rahmetinle kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler toplumundan kurtar!" dediler.
87) Ve Biz Mûsâ ile kardeşine, "Toplumunuz için Mısır'da birtakım okullar hazırlayın ve okullarınızı kıble/hedef kılın ve salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun] ve mü'minlere müjde verin!" diye vahyettik.
88) Ve Mûsâ: "Rabbimiz! Şüphesiz Sen Firavun'a ve ileri gelenlerine basit dünya hayatında zînet ve mallar verdin. -Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye- Rabbimiz! Onların mallarını sil-süpür ve kalplerine sıkıntı düşür. Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler" dedi.
89) Allah "Her ikinizin de duası kesinlikle kabul olundu. Öyleyse ikiniz doğru yolda devam edin. Ve bilmeyen kişilerin yolunu sakın izlemeyin!" dedi.
90,91,92) Ve İsrâîloğulları'nı bol sudan/nehirden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen izledi. Sonunda suda boğulma ona yetişince, "Gerçekten, İsrâîloğulları'nın inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım" dedi. -Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun. Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız.- Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim âyetlerimize/alâmetlerimize/göstergelerimize karşı duyarsız/ilgisizdirler.
93) Ve andolsun İsrâîloğulları'nı çok güzel bir yurda yerleştirdik ve onları hoş nimetlerden rızıklandırdık da kendilerine bilgi gelene kadar ihtilâfa düşmediler. Şüphesiz Rabbin, o anlaşmazlığa düştükleri konularda kıyâmet günü aralarında gerçekleştirecektir. (51Yunus 75-93, İşte Kur’an)




52HUD 96-99, 111-110
96,97) Andolsun ki Biz Mûsâ'yı da âyetlerimizle ve apaçık bir belge ile Firavun ve ileri gelenlerine elçi yaptık. Ama onlar Firavun'un emrine uydular. Hâlbuki Firavun'un emri aklı çalıştıran/doğruya ulaştıran değildir.
98) Firavun kıyâmet günü, toplumunun önüne düşer. -Artık Firavun, toplumunu ateşe götürmüştür. O varılan yer de ne kötü bir yerdir!-
99) Ve bu dünyada ve kıyâmet gününde dışlanarak izlendiler. -Verilen bu vergi ne kötü vergidir!-
100) İşte geçmişe yönelik bu anlatım, kentlerin ciddî haberlerinden, önemli bilgilerindendir. Biz, onu sana anlatıyoruz; onlardan ayakta olan ve biçilmiş ekin olan da vardır.
101) Ve onlara Biz haksızlık etmedik; fakat onlar kendilerine haksızlık ettiler, yanlış; kendi zararlarına iş yaptılar. Onun için Rabbinin emri geldiğinde, Allah'ın astlarından taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı ve onlara ziyandan başka bir şey arttırmadılar.
102) Ve Rabbin, halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler olan kentleri yakaladığında, O'nun yakalayışı işte böyledir. Şüphesiz O'nun yakalaması pek acıklıdır, çok çetindir!
103) Şüphesiz âhiret azabından korkan kimseler için bunda kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. O, insanların kendisi için toplandığı bir gündür ve kesinlikle görülecek bir gündür.
104) Ve Biz onu sadece belli bir süreye kadar erteliyoruz.
105) O gün geldiğinde Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşmaz. İşte o gün insanlardan bir kısmı bedbaht ve bir kısmı da mutludur.
106,107) İşte şu bedbaht olanlar cehennem ateşi içindedirler. Onlara orada iç çekme ve hıçkırma vardır. Gökler ve yer durdukça onlar da o ateşte sürekli kalacaklardır. -Ancak Rabbinin dilediği müstesna.- Şüphesiz Rabbin dilediğini en üst seviyede yapandır.
108) Ve şu mutlu olanlara gelince, onlar da gökler ve yer durdukça ardı arkası kesilmeyen bir ikram olarak cennetin içinde sürekli olmak üzere kalacaklardır. -Ancak Rabbinin dilediği müstesnadır.-
109) O hâlde sakın şunların kulluk ettikleri şeylerden şüphe içinde olma! Onların ataları daha önce nasıl kulluk ediyor idiyse bunlar da öyle kulluk ediyorlar. Şüphesiz Biz de kendilerine nasiplerini kesinlikle eksiksiz öderiz.
111) Ve şüphesiz hepsi öyle kimselerdir ki, onların yaptıklarının karşılığını Rabbin kendilerine tam ödeyecektir. Şüphesiz O, onların yaptıkları şeylere hakkıyla bilgi sahibidir.
110) Ve andolsun ki Biz Mûsâ'ya Kitab'ı verdik de onda ihtilâfa düşüldü. Eğer Rabbinden daha önce verilmiş bir Söz olmasa idi, elbette bu dünyada hemen cezalandırılırlardı. Ve onlar şüphesiz, Kur'ân'dan kuşkulu bir kesin olmayan, eksik bilgi içindedirler. (52Hud 96-99, 111-110, İşte Kur’an)




55ENAM 154
154) Sonra Biz, Rablerine kavuşacaklarına inansınlar diye iyilik-güzellik üretenlere tamam olarak, her şeyi genişçe açıklamak ve kılavuz ve rahmet olmak üzere Mûsâ'ya Kitab'ı verdik. (55Enam 154, İşte Kur’an)



56SAFFAT 114-122
114,115) Ve andolsun ki Biz, Mûsâ ile Hârûn'a da nimetler verdik. Ve o ikisini ve toplumlarını o büyük sıkıntıdan kurtardık.
116) Ve Biz, onlara yardım ettik de onlar galip gelenlerin ta kendileri oldular.
117) Ve Biz, kendilerine o apaçık gösteren Kitab'ı verdik.
118) Ve kendilerini dosdoğru yola kılavuzladık.
119) Ve sonrakiler içinde o ikisine bıraktık.
120) Selâm olsun, Mûsâ ve Hârûn'a!
121) Şüphesiz Biz, iyilik-güzellik üretenleri böyle ödüllendiririz.
122) Şüphesiz o ikisi Bizim mü'min kullarımızdandır. (56Saffat 114-122, İşte Kur’an)



60MÜMİN 23-46
23,24) Andolsun Mûsâ'yı Firavun'a, Hâmân'a ve Karun'a âyetlerimizle ve açık bir delil ile elçi olarak gönderdik de onlar: "Bu bir sihirbaz, büyük bir yalancıdır" dediler.
25) Böylece Mûsâ, katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman onlar: "Mûsâ ile birlikte iman etmiş kişilerin oğullarını katledin; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirin, kadınlarını da utanca boğun" dediler. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin düzeni, boşa çıkmakta olandan başkası da değildir.
26) Ve Firavun: "Bırakın beni, öldüreyim Mûsâ'yı, o da Rabbini çağırsın. Şüphesiz ben onun sizin dininizi değiştirmesinden veyahut bu yerde/ülkemizdeki kargaşayı ortaya çıkarmasından; bozguncu düzenimizi deşifre etmesinden korkuyorum" dedi.
27) Mûsâ da: "Şüphesiz ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim Rabbim ve sizin Rabbiniz'e sığınırım" dedi.
28,29) Ve Firavun ailesinden imanını saklayan bir babayiğit adam: "Bir adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o, kesinlikle size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Ve eğer o, bir yalancı ise bir bakarsın ki o'nun yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Ve eğer doğru ise size yaptığı tehditlerin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, gerçeği eksik gösteren bir yalancı kişiye kılavuz olmaz. Ey toplumum! Yeryüzünde açığa çıkmış olarak bugün yönetim sizindir. Peki, eğer gelecek olursa Allah'ın hışmından bizi kim yardım edip kurtarır?" dedi. Firavun: "Ben size görüşümden başkasını göstermiyorum ve ben sadece size reşitliğin/akıllı olmanın yoluna kılavuzluk ediyorum" dedi.
30,31,32,33,34,35) Yine o iman etmiş olan kimse: "Ey toplumum! Şüphesiz ben, sizin hakkınızda Ahzâb'ın günü benzerinden; Nûh toplumunun, Âd'ın, Semûd'un ve daha sonrakilerin maceralarının benzerinden korkuyorum. Ve Allah, kulları için bir haksızlık, yanlışlık istemez. Ey toplumum! Şüphesiz ben, size gelecek o çağrışma-bağrışma/kaçışma gününden; arkanıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum. Sizin için Allah'tan koruyan biri yoktur. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. Ve andolsun ki, bundan önce size Yûsuf delillerle gelmişti. O zaman da o'nun size getirdiği şeylerde kesin olmayan, yetersiz bilgiye sahiptiniz. Sonunda o öldüğünde de, "Bundan sonra Allah, asla elçi göndermez" dediniz. Allah, şu kendilerine gelmiş bir güç olmaksızın, Allah'ın âyetleri/alâmetleri/göstergeleri hakkında mücâdele eden, gerçeği eksik gösteren, şüpheci olan kişileri işte böyle şaşırtır. Bu durum, Allah katında ve iman edenler yanında buğz olarak büyüktür. İşte Allah, her böbürlenen zorbanın kalbi üzerine damga basar" dedi.
36,37) Ve Firavun: "Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım" dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni, yalnızca kayba/zarara uğratıp acı çekme içindedir.
38,39,40,41,42,43,44) Yine iman etmiş olan o kimse: "Ey toplumum! Bana uyun ki size akıllı olmanın yoluna kılavuzluk edeyim. Ey toplumum! Bu bayağı hayat ancak geçici bir kazanımdır. Âhiret ise kesinlikle durulacak yurdun ta kendisidir. Her kim bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir. Ve erkek veya kadın, her kim mü'min olarak düzeltmeye yönelik iş işlerse, artık onlar, orada hesapsızca rızıklanmak üzere cennete girerler." Yine: "Ey toplumum! Bana ne oluyor ki, siz beni ateşe davet ediyorken ben sizi kurtuluşa davet ediyorum! Siz, beni, Allah'a inanmamaya ve benim için hakkında hiç bilgi olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya davet ediyorsunuz. Ben ise sizi o çok güçlü ve çok bağışlayıcı olan Allah'a davet ediyorum. Hiç inkâr edilemez ki, gerçekten sizin beni kendisine davet ettiğiniz şey, dünya ve âhirette kendisine bir çağrı olmayan şeydir. Ve şüphesiz dönüşümüz Allah'adır. Ve şüphesiz gerçeği eksik gösterenler, cehennem ashâbının ta kendileridir. Artık siz benim, sizin için söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ve ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını en iyi görendir" dedi.
45,46) Sonra Allah o mü'mini onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun'un yakınlarını ise, azabın kötüsü; ateş kuşattı. Onlar sürekli olarak ateşe arz olunurlar. Kıyâmet kopacağı gün ise: "Firavun'un yakınlarını azabın en şiddetlisine sokun!" (60Mümin 23-46, İşte Kur’an)



63ZUHRUF 46-56
46) Ve hiç kuşkusuz Biz, Mûsâ'yı âyetlerimizle/alâmetlerimizle/göstergelerimizle Firavun'a ve onun ileri gelenlerine elçi gönderdik de o: "Gerçekten ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim" demişti.
47) Sonra da Mûsâ âyetlerimizi/alâmetlerimizi/göstergelerimizi onlara getirince, onlar hemen âyetlere gülüverdiler.
48) Ve Bizim onlara gösterdiğimiz her bir alâmet/gösterge bir önceki alâmetten/göstergeden kesinlikle daha büyüktür. Ve onlar dönerler; Allah'ın ilkelerine uygun hareket ederler diye Biz onları azapla yakaladık.
49) Onlar da: "Ey büyücü! Sende olan ahdi/sana verdiği söz hürmetine, bizim için Rabbine dua et. Şüphesiz biz kesinlikle kılavuzlandığımız doğru yola gireceğiz" dediler.
50) Fakat ne zaman ki azabı kendilerinden kaldırdık, o zaman onlar sözlerinden dönüverirler.
51,52,53) Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: "Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?" dedi.
54) Firavun kendi toplumunu etkisizleştirdi; niteliksizleştirdi de onlar da ona itaat ettiler. Şüphesiz onlar, hak yoldan çıkmış kimseler toplumu idiler.
55,56) Sonunda onlar Bizim hoşnut olmadığımız işleri aşırı derecede yaptıkları zaman onları cezalandırarak adaleti sağladık. Sonra da onları topluca suda boğduk. Sonra da onları sonradan gelecekler için selef ve örnek yaptık. (63Zuhruf 46-56, İşte Kur’an)




64DUHAN 17-33
17,18,19,20,21) Ve andolsun ki Biz onlardan önce Firavun toplumunu imtihan ettik. Ve onlara çok saygın bir elçi gelmişti: "Allah'ın kullarını bana geri verin. Şüphesiz ben sizin için gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'a karşı üstünlük taslamayın. Şüphesiz ki ben size apaçık bir güç getiriyorum. Ve şüphesiz ben, beni taşlayarak öldürmenizden benim Rabbime, sizin Rabbinize sığındım. Ve eğer siz bana inanmazsanız hemen yanımdan uzaklaşın."
22) Sonra da Mûsâ: "Şüphesiz ki bunlar, suçlu bir toplumdur" diyerek Rabbine yalvardı.
23,24) -"Hadi kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenen kimselersiniz, tedbirli olun. Bol suyu/nehiri çok hızlı bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur."-
25,26,27) Onlar, bahçelerden, pınarlardan, ekinlerden, saygın makamlardan ve içinde safalar sürdükleri nice nimetlerden nicelerini bıraktılar.
28) İşte böyle! Biz onları başka başka toplumlara miras bıraktık.
29) İşte, gök ve yeryüzü onların üzerine ağlamadı. Onlar, süre tanınanlar da olmadı.
30,31) Andolsun ki Biz İsrail oğullarını o horlayıcı azaptan, Firavundan kurtardık. Şüphesiz o, gerçeği eksik gösterenlerden, üstünlük taslayanlardan biriydi.
32) Andolsun ki Biz İsrâîloğulları'nı bilerek âlemler üzerine seçkin kılmıştık.
33) Biz onlara içinde apaçık bir belâ bulunan alâmetlerden/göstergelerden de vermiştik. (64Duhan 17-33, İşte Kur’an)



67ZARİYAT 38-40
38,39) Mûsâ'da da alâmetler/göstergeler vardır. Bir zaman Biz, o'nu apaçık bir delille Firavun'a gönderdik de Firavun, ordusu, tüm güç kaynakları ile birlikte yüz çevirdi. Ve "Bu, bir sihirbazdır, hatta gizli güçlerce desteklenen/deli birisidir" dedi.
40) Sonra da Biz, onu ve ordularını yakalayıverdik de onları bol suda/nehirde fırlatıp atıverdik. O ise ayıplanan/kınayan biridir. (67Zariyat 38-40, İşte Kur’an)




69KEHF 60-82
60) Ve bir vakit Mûsâ, delikanlısına: "Ben iki bilgin kişinin toplandığı yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim" demişti.
61) Bunun üzerine "iki bilgin kişinin toplandığı yer"e vardıklarında ikisi de bunalımlarını/sıkıntılarını terk etti. O zaman bunalım/sıkıntı, bilgin kimse yardımıyla yok olup gitti.
62) Bu şekilde geçtikleri zaman Mûsâ, delikanlısına: "Getir kuşluk yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk" dedi.
63) Delikanlı: "Gördün mü/hiç düşündün mü? O Kaya'ya sığındığımız vakit doğrusu ben bunalımdan/sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle bencilliğim engelledi. Bunalım/sıkıntı, şaşılacak bir şekilde bilgin insanda kaybolup gitti" dedi.
64) Mûsâ, "İşte bu, aradığımızdı!" dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.
65) Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir bilgi öğretmiştik.
66) Mûsâ ona: "Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?" dedi.
67,68) Âlim ve rahmete mazhar kul: "Şüphesiz sen benimle beraber sabretmeye takat yetiremezsin. Ve kavrayamadığın bilgiye nasıl sabredeceksin!" dedi.
69) Mûsâ: "İnşallah beni sabreden biri bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem" dedi.
70) Âlim ve rahmete mazhar kul: "O hâlde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana öğüt olarak ondan söz açıncaya kadar."
71) Bunun üzerine ikisi yürüdüler; sonunda gemiye bindiklerinde âlim ve rahmete mazhar kul gemide kusurlar oluşturdu. Mûsâ: "İçindekileri suda boğman için mi onu yırttın/kusurlar oluşturdun? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın!" dedi.
72) Âlim ve rahmete mazhar kul: "Ben, 'Şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin' demedim mi?" dedi.
73) Mûsâ: "Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük çıkarma!" dedi.
74) Yine gittiler. Sonunda bir delikanlıya rast geldiler; âlim ve rahmete mazhar kul onu öldürüverdi. Mûsâ: "Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!" dedi.
75) Âlim ve rahmete mazhar kul: "Ben sana 'Kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin' demedim mi?" dedi.
76) Mûsâ: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Kesinlikle kovarsan darılmam" dedi.
77) Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Bunun üzerine onlar da, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Âlim ve rahmete mazhar kul, onu doğrultuverdi. Mûsâ: "İsteseydin bunun karşılığında kesinlikle bir ücret alırdın" dedi.
78,79,80,81,82) Âlim ve rahmete mazhar kul: "İşte bu, aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin birinci anlamlarını haber vereyim: "Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle ben onu kusurlu hâle getirmek istedim. Ötelerinde de bütün güzel, sağlam gemileri gasp edip alan bir kral vardı. Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mü'min kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, anne-babasını azdırmasından ve küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemesinden korktuk. Sonra da 'Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin' istedik. Duvara da gelince; o, şehirdeki iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, -Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım. İşte senin, üzerine sabretmeye takat getiremediğin şeylerin ilk plândaki anlamı!" (69Kehf 60-82, İşte Kur’an)



72İBRAHİM 5-8
5) Ve andolsun ki Mûsâ'yı, "Toplumunu karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara Allah'ın günleri ile öğüt ver" diye âyetlerimizle elçi gönderdik. Şüphe yok ki bunda çok sabreden ve kendisine verilen nimetlerin karşılığını çok çok ödeyen herkes için nice alâmetler/göstergeler vardır.
6,7) Ve hani Mûsâ toplumuna demişti ki: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O, sizi işkencenin kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiren ve kadınlarınızı utanca boğan Firavun ailesinden kurtardı. Ve işte bunda Rabbiniz tarafından, size, çok büyük yıpranarak vereceğiniz bir sınav vardır. Ve hani Rabbiniz ilan etmişti: 'Andolsun ki sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını öderseniz, elbette size artırırım ve eğer iyilikbilmezlik ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.'"
8) Yine Mûsâ dedi ki: "Eğer siz ve yeryüzündeki kimseler, topluca hepiniz küfrederseniz; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederseniz/iyilikbilmezlik ederseniz; iyi biliniz ki Allah kesinlikle çok zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayandır, övülen, övgüye lâyık bulunandır." (72İbrahim 5-8, İşte Kur’an)



74MÜMİNUN 45-49
45,46) Sonra da Mûsâ ve kardeşi Hârûn'u âyetlerimizle/alâmetlerimizle/göstergelerimizle ve apaçık bir güç ile Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik/elçi yaptık. Bunun üzerine kendilerinin büyüklüğüne inandılar ve ululuk taslayan bir toplum oldular.
47) Sonra da: "Bu ikisinin toplumları bize kulluk ederken biz, bizim benzerimiz olan bu iki beşere inanacak mıyız?" dediler.
48) Böylece ikisini yalanladılar da onlar, değişime/yıkıma uğrayanlardan oldular.
49) Ve andolsun Biz, Mûsâ'ya onlar kılavuzlandıkları doğru yola girsinler diye o kitabı verdik. (74Müminun, 45-49, İşte Kur’an)




75SECDE 23-25
23) Ve andolsun ki Biz, vaktiyle Mûsâ'ya o kitabı verdik. -Şimdi sen, sana vahyolunan kitabın tümüne kavuşmaktan kuşku içinde olma; kitabın tümüne kavuşacaksın.- Ve Biz, onu İsrâîloğulları için bir kılavuz yaptık.
24) Ve onlardan, sabrettikleri zaman, Bizim emrimizle kılavuzluk eden önderler yaptık. Ve onlar, Bizim âyetlerimize/alâmetlerimize/göstergelerimize kesin bir şekilde inanıyorlardı.
25) Şüphesiz senin Rabbin; Allah, onların anlaşmazlığa düştükleri şeyler hakkında kıyâmet günü aralarında hükmedecektir. (75Secde 23-25, İşte Kur’an)



81NAZİAT 15-25
15) Mûsâ'nın haberi sana geldi mi?
16,17) Hani, Rabbi ona iki kez temizlenmiş vadide; (elçilik görevini sürdürürken) seslenmişti: "Firavun'a git! Şüphesiz o azdı."
18,19) Sonra de ki: "Arınmaya var mısın? Ve de seni Rabbine kılavuzlayayım da O'na saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyasın!"
20) Sonra da Mûsâ, Firavun'a o en büyük alâmeti/göstergeyi gösterdi.
21,22,23,24) Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de: "Ben, sizin en yüce Rabbinizim!" dedi.
25) Allah da, dünya ve âhiret azabıyla yakalayıverdi. (81Naziat 15-25, İşte Kur’an)



85ANKEBUT 39-40
39) Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da yıkıma uğrattık. Andolsun ki Mûsâ onlara apaçık deliller ile gelmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki onlar, geçiciler değillerdi.
40) İşte hepsini günahları sebebiyle yakaladık: Onlardan kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, onlardan kimini korkunç bir ses yakaladı, onlardan kimini yerin dibine geçirdik, onlardan kimini de suda boğduk. Ve Allah onlara haksızlık etmiyordu velâkin onlar şirk koşmak sûretiyle kendilerine haksızlık ediyorlardı. (85Ankebut 39-40, İşte Kur’an)



87BAKARA 49-74, 83-93
49) Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiren, kadınlarınızı utanca boğan Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. -Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.-

50) Hani bir zamanlar da Biz, bol suyu/nehiri sizin için yarıp da sizi kurtarmış, siz bakıp dururken Firavun'un yakınlarını da suda boğmuştuk.

51) Ve hani Biz Mûsâ'ya kırk geceyi vaat vermiş, sonra da siz, kendi benliğinize haksızlık ederek, o'nun arkasından altını ilâh edinmiştiniz.
52) Sonra Biz, sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını ödersiniz diye bundan sonra sizi affetmiştik.
53) Ve hani Biz, kılavuzlandığınız doğru yolu bulursunuz diye, Mûsâ'ya, o kitabı ve Furkân'ı vermiştik.
54) Hani bir zamanlar Mûsâ toplumuna, "Ey toplumum! Şüphesiz siz altına tapmakla kendi kendinize haksızlık ettiniz. Gelin hemen Yaratıcınıza tevbe edin de benliklerinizi değiştirin. Böylesi, Yaratıcınız nezdinde sizin için hayırlıdır" demişti. Sonra da Yaratıcınız tevbenizi kabul etti. Şüphesiz Yaratıcınız, tevbeleri çokça kabul eden, çok tevbe fırsatı verenin, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.

55) Hani bir zamanlar da siz, "Ey Mûsâ! Biz, Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız" demiştiniz de bunun üzerine siz bakıp dururken sizi şiddetli korkudan baygınlık yakalayıvermişti.
56) Sonra Biz, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye sizi ölümünüzün ardından dirilttik/zilletten kurtarıp onurlu duruma getirdik.
57) Ve üstünüze o bulutu gölge yaptık ve üzerinize kudret helvası ve bıldırcın/bal indirdik. -Ve size verdiğimiz rızıkların hoş olanlarından yiyin.- Onlar, Bize karşı haksızlık etmediler, lâkin onlar şirk koşmak sûretiyle kendi benliklerine haksızlık ediyorlardı.

58) Ve hani bir zamanlar Biz, "Şu kente girin de onun nimetlerinden dilediğiniz şekilde bol bol yiyin. O kapıdan da boyun eğip teslimiyet göstererek; onlara tebâ/uyruk olarak, taşkınlık, yanlış; kendi zararlarına iş yapmadan girin ve "Hıtta [bizi bağışla]!" deyin. Ki size, hatalarınızı bağışlayıverelim, iyilik-güzellik yapanlara nimetlerimizi daha da arttıracağız" demiş idik.
59) Bunun üzerine o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler, sözü, kendilerine söylenildiğinden başka bir şekle değiştirdiler. Biz de yapmış oldukları hak yoldan çıkış karşılığında o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerin üstüne gökten bir azap indirdik.

60) Ve hani bir zamanlar Mûsâ, toplumu için su istemişti de, Biz, "Birikimini taş kalpli toplumuna uygula!" demiştik. Bunun üzerine o taş kalpli toplumdan birçok yöne on iki toplum-belde halkı ayrışmıştı. Oluşan her beldenin halkı, kendi su alacağı yeri kesinlikle öğrendi/işaretledi. -Allah'ın rızkından yiyin, için; keyfinize bakın ve bozgunculuk yaparak yeryüzünde taşkınlık etmeyin.-

61) Ve hani bir zamanlar siz, "Ey Mûsâ! Biz, tek yemeğe asla dayanamayız, artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın" demiştiniz. Mûsâ da size, "O, üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya/Mısır'a inin, o vakit istediğiniz şeyler sizin olacaktır" demişti. Ve üzerlerine aşağılık ve meskenet damgalandı ve sonunda Allah'tan hoşnutsuzluğa uğradılar. İşte bu, küfretmiş; Allah'ın âyetlerini bilerek reddetmiş olmaları ve peygamberler ile haksız yere savaşmış olmaları nedeniyledir. İşte bu, isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri nedeniyledir.
63) Hani bir zamanlar Biz, sizden, "Allah'ın koruması altına girmeniz için verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun ve içindekileri hatırınızdan çıkarmayın!" diye sağlam bir söz almıştık ve sizin üstünüzü; seçkininiz Mûsâ'yı en kutlu aşamaya (elçilik makamına) yükseltmiştik.
64) Bir de siz, bundan sonra yüz çevirdiniz. İşte eğer üzerinizde Allah'ın armağanı ve rahmeti olmasa idi kesinlikle siz zarara uğrayanlardan olmuştunuz.
65) Ve siz içinizden sebtte/düşünme gününde sınırları aşan kimseleri de elbette bilirsiniz. İşte bundan dolayı onlara, "Aşağılık-dışlanmış kimseler durumunda maymunlar olun!" dedik.
66) Sonra da aşağılık maymunluğu, çağdaşlarına ve sonrakilere müthiş bir ders ve Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için bir nasihat/öğüt yaptık.

67) Ve hani Mûsâ toplumuna, "Şüphesiz ki Allah, size bir sığır boğazlamanızı emrediyor" demişti. Onlar, "Sen, bizi alaya mı alıyorsun?" dediler. Mûsâ, "Ben, câhillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım" dedi.
68) Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, o sığır her ne ise onu bizim için açığa koysun" dediler. Mûsâ, "Rabbim diyor ki: 'Şüphesiz o sığır, pek yaşlı değil, pek körpe de değil, ikisi arası; en iyi yardım, hizmet, verim çağındadır.' Haydi, emrolunduğunuz şeyi yapınız" dedi.
69) Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, onun rengi ne ise onu bizim için açığa koysun" dediler. Mûsâ, "Şüphesiz Rabbim diyor ki": 'Şüphesiz o sığır, rengi bakanlara neşe saçan, sarı; sapsarı bir inektir'" dedi.
70) Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, o, nedir; bizim için açığa koysun, şüphesiz ki o sığır, bize müteşâbih geldi ve biz şüphesiz Allah dilerse kesinlikle kılavuzlandığımız doğru yolu bulmuş kimseleriz" dediler.
71) Mûsâ, "Şüphesiz Rabbim diyor ki": "O sığır, zelil olmayan/çifte koşulmayan, arazi sürmeyen, ekin sulamayan, salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır." Onlar, "İşte tam şimdi gerçeği getirdin" dediler. Sonunda onu boğazladılar. Ama neredeyse yapmayacaklardı.

72) Ve hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki Allah, saklamış olduğunuzu çıkarandır.
73) Sonra Biz, "Öldürülen kişiden gelecek sıkıntı sebebiyle Mûsâ'yı yola çıkarın" dedik. Allah, ölüleri işte böyle diriltir, bitmiş tükenmişlere yol gösterir ve akıllı davranasınız diye size âlametlerini/göstergelerini gösterir.
74) Sonra da kalpleriniz katılaştı; işte onlar, taşlar gibidir, hatta daha katıdır. Ve şüphesiz taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır da ondan su çıkar, öyleleri vardır ki Allah'ın saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürpertisinden düşerler. Allah yaptıklarınızdan habersiz, duyarsız değildir.

83) Ve hani Biz, İsrâîloğulları'nın 'kesin söz'ünü almıştık: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, ana-babaya, yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzelliği söyleyiniz, salâtı ikame ediniz [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturunuz-ayakta tutunuz] ve zekat'ı; Allah'ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi veriniz." Sonra çok azınız müstesnâ olmak üzere yüz çevirdiniz. Ve siz mesafeli duran kimselersiniz.
84,85) Ve hani Biz, sizin kesin sözünüzü almıştık: "Kanlarınızı dökmeyeceksiniz, kendilerinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız." Sonra siz, tanıklık ederek ikrar verdiniz. Sonra, siz, işte o kimselersiniz; kendi kendinizi öldürüyorsunuz ve sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz. Onların aleyhinde zaman kaybına neden olan şeylerde/hayırda ağırda almada/zarar vermede/kusur oluşturmada ve düşmanlıkta yardımlaşıyorsunuz. Eğer onlar size esir olarak gelirlerse de onlar için fidye/kurtarmalık almaya çalışırsınız. Hâlbuki o; onların çıkarılmaları, size harâmlaştırılmıştır. Peki, siz Kitab'ın bir bölümüne inanıp da bir bölümüne inanmıyor musunuz? Şu hâlde içinizden böyle yapanların alacağı karşılık dünya hayatında bir rüsvâlıktan başka nedir? Kıyâmet günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan bilgisiz, duyarsız değildir.
86) İşte onlar, âhiret karşılığında basit dünya yaşamını satın almış kimselerdir. Artık bunlardan azap hafifletilmez, onlar yardım da olunmazlar.
87) Ve andolsun ki Mûsâ'ya Kitab'ı verdik. Ve o'ndan sonra birbiri ardı sıra elçiler gönderdik. Meryem oğlu Îsâ'ya da açık açık deliller verdik ve kendisini Allah'ın vahyi ile güçlendirdik. Peki siz, bir elçinin size, nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiği her seferinde büyüklük tasladınız mı?! Sonra da bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürüyorsunuz.
88) Ve onlar, "Bizim kalplerimiz kılıflıdır/hiçbir şey işlemez" dediler. Aksine; Allah, gerçeği bilerek reddetmelerinden dolayı onları dışlamış/rahmetinden mahrum bırakmıştır. Bundan dolayı pek azı iman eder!
89) Onlara Allah katından kendileri ile birlikte olan Kur'an'a muhalif olmayan şeyleri doğrulayan bir kitap; Kur'an gelince de -ki bunlar daha önceleri kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere karşı zafer kazanmak istemişlerdi de o tanıdıkları kendilerine gelmişti- onu kendileri örttüler. Artık Allah'ın dışlaması/rahmetinden mahrum bırakması, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler üzerinedir.
90) Onların, kendilerini karşılığında sattıkları şey; Allah'ın kullarından dilediğine Kendi armağanlarından indirmesini kıskanarak, Allah'ın indirdiği şeyleri; Kur'an'ı bilerek reddetmeleri ne çirkindir! İşte bu yüzden hoşnutsuzluk üstüne hoşnutsuzluğa uğradılar. Küçültücü azap da yalnızca gerçekleri bilerek reddedenler içindir.
91) Ve onlara, "Allah'ın indirdiğine iman edin" denildiği zaman; onlar, "Biz, kendimize indirilene iman ederiz" dediler. Ve onlar, Allah'ın indirdiği, kendilerinin beraberindeki olan şeyi doğrulayan bir hak olmasına rağmen, kendilerine indirilenlerden ötesini bilerek reddedip atıyorlar. De ki: "Peki eğer mü'minler idiyseniz, niçin daha önce Allah'ın peygamberleri ile savaşıyorsunuz?"
92) Ve andolsun ki Mûsâ size açık-seçik kanıtlarla gelmişti. Sonra siz, kendi benliğinize haksızlık eden kimseler olarak arkasından, "altın"ı ilâhlaştırdınız.
93) Ve hani Biz sizden, "Size verdiğimiz Kitab'ı kuvvetlice alın ve dinleyin" diye sağlam söz almış ve sizin üstününüzü/seçkininiz Mûsâ'yı en kutlu aşamaya (elçilik makamına) yükseltmiştik. Demişlerdi ki: "Dinledik ve isyan ettik/iyice sarıldık." Ve gerçeği bilerek reddetmeleri yüzünden altının ilâhlığı kalplerine içirilmişti. De ki: "Eğer inananlar iseniz, inancınızın size emrettiği şey ne çirkindir!” (87Bakara 49-74, 83-93, İşte Kur’an)




92NİSA 153-154
153) Kitap Ehli, senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Ve kesinlikle onlar Mûsâ'dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi de: "Allah'ı bize açıkça göster" demişlerdi. Sonra da haksızlıkları sebebiyle onları bayıltacak derecede aşırı korku sardı. Sonra da kendilerine açık deliller geldiği hâlde altını ilâh edinmişlerdi. Sonra Biz onları bundan dolayı da affettik. Ve Biz, Mûsâ'ya apaçık bir kanıt verdik.
154) Ve söz vermeleri ile birlikte üstlerini/en değerlilerini/Mûsâ'yı en kutlu aşamaya (elçilik makamına) yükselttik. Ve onlara: "O kapıdan boyun eğip teslimiyet göstererek girin" dedik. Yine onlara: "Tefekkür/kulluk gününde sınırları aşmayın" dedik. Ve onlardan çok ağır bir söz aldık. (92Nisa 153-154, İşte Kur’an)



109SAFF 5
5) Ve hani Mûsâ, toplumuna: "Ey toplumum! Şüphesiz benim, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçi olduğumu bildiğiniz hâlde, niçin bana eziyet ediyorsunuz?" demişti. Ne zaman ki onlar eğrilip saptılar Allah da onların kalplerini eğriltip saptırdı. Ve Allah, hak yoldan çıkmış bir topluma kılavuzluk etmez. (109Saff 5, İşte Kur’an)




112MAİDE 20-26
20,21) Ve hani Mûsâ, toplumuna: "Ey toplumum! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani Allah, içinizden peygamberler gönderdi. Sizi de hükümdarlar kıldı. Ve âlemlerden hiçbir kimseye vermediğini size verdi. Ey toplumum! Allah'ın size yazdığı temizlenmiş toprağa girin, geriye dönmeyin, yoksa kayba uğrayanlar olarak dönersiniz" dedi.
22) Onlar, "Ey Mûsâ! Şüphesiz orada zorba bir toplum var. Onlar oradan çıkmadıkça da biz oraya asla girmeyiz. Şâyet onlar, oradan çıkarlarsa, şüphesiz biz de artık girenleriz" dediler.
23) Korkanlardan/korkulanlardan Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam dedi ki: "Onların üzerlerine kapıdan girin. İşte, oradan girerseniz şüphesiz siz, galip olanlarsınız. Eğer inanıyorsanız da artık yalnızca Allah'a işin sonucunu havale edin."
24) Mûsâ'nın toplumu: "Ey Mûsâ! Şüphesiz biz, onlar orada olduğu sürece biz oraya asla girmeyiz. Artık sen ve Rabbin gidin de savaşın. Şüphesiz biz, burada oturanlarız" dediler.
25) Mûsâ: "Rabbim! Ben, kendimle kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık bizimle bu hak yoldan çıkmışlar toplumunun arasını ayır" dedi.
26) Allah dedi ki: "Artık temizlenmiş topraklar onlara kırk sene haram kılınmıştır. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. O nedenle sen, hak yoldan çıkmış o toplum için tasalanma!" (112Maide 20-26, İşte Kur’an)









B- MISIR TARİHİNDE MUSA PEYGAMBER


Musa peygamber hakkında Kur’an’a aykırı rivayetlerin uydurulduğu bilinmektedir. Onun hakkında çok sayıda mucize isnat edilmiştir. Hatta Musa peygamberin yaşamadığı ve onun efsanevi bir figür olduğu bile ileri sürülmüştür. Buna dayanak yapılarak Allah’ın gönderdiği elçisi de din de yalanlanmıştır.

Mısır ‘da çok sayıda Kitabı Mukaddes bilgini, tarihçi, Mısır bilimci ve arkeolog çeşitli çalışmalar yapmışlardır. Yapılan çalışmaların sonunda Musa peygamberin yaşadığı dönemle ilgili birden fazla farklı görüş ileri sürülmüştür. Farklı görüşlerin olmasının bize göre birkaç nedeni vardır.

Birincisi, Musa peygamberin Mısır kayıtlarındaki isminin yakın zamana kadar ne olduğunun bilinmemesidir. O, bir prens olarak yetiştirildiği için Mısırlı bir isim alması doğaldır. Bu yüzden tarihte, Moses ya da Musa ismi ile aranması anlamsız olur.

İkincisi, Musa peygamberin ve İsrailoğullarının izlerinin Mısır tarihinden bilinçli olarak silinmiş olmalarıdır. Sonuçta Musa peygamber Mısır’da bir hanedanlığın çökmesine neden olmuştur. Bu yüzden Mısır tarihinde bu yaşanan olaylar görmezden gelinmiştir.

Üçüncüsü; Seküler bilim insanları, eski tarihçilerin kanıtlarını güvenilmez ilkeler olarak düşünürler. Farklı görüşler nedeniyle 19 ayrı Mısır’dan Çıkış dönemi firavunu önerilmiştir.

Mısır tarihi henüz tam olarak ortaya konulamamıştır. Tarihlendirme de birçok hata ve boşluk bulunur. Örneğin, Mısır tarihi için geleneksel kronoloji dikkate alındığından, Mısır’dan Çıkış genellikle 18. Hanedan zamanına yerleştirilir. Mısır’a gelen yıkıcı belalar, Çıkış, Mısır ordusunun yok edilmesi ile ilgili 18. Hanedan Mısır kayıtlarında hiçbir kanıt yoktur. Ancak Musa peygamber, 12. Hanedan kayıtlarında arandığında çok sayıda kanıt bulunmaktadır.

Bu durum tarihlendirme de yapılan çeşitli hatalardan kaynaklanmaktadır. Bu konu hakkında, “L- Geleneksel Mısır Tarihinde Kronoloji Sorunu” başlığı altında detaylı bilgi verilmiştir.

Musa peygamberin yaşadığı dönemi öneren çok sayıdaki görüş arasından Kur’an ile uyumlu olan 12. hanedan dönemine ait görüş hakkında bilgi verip, kanıtlar sunacağız. Kanıtların, şüpheye yer bırakmayacak ölçüde güçlü olduğu görülecektir.








1- Mısır’da 12. Hanedan Dönemi Nasıl Başladı?

12. hanedanın tarih sahnesine çıkışı dikkat çekicidir:

“Joseph’in ölümünden yaklaşık 100 yıl sonra Joseph’i tanımayan bir firavun iktidara geldi. I. Amenemhat, Thebes (Yukarı Mısır) merkezli 11. hanedan kralı IV. Mentuhotep'in veziriydi. I. Amenemhat, IV. Mentuhotep'i öldürüp, Yukarı ve Aşağı Mısır'ı ele geçirerek 12. hanedan dönemini başlattı. Orta krallığın firavunları İsrailoğullarından hoşlanmadı ve onları tehdit olarak gördüler. Düşmanlarına katılacaklarından korkarak İsrailoğullarını köleliğe zorladılar.”(1)



Kur’an, Firavunun ve çevresinin İsrailoğullarını tehdit olarak gördüklerini doğrulamaktadır:
5,6) Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Hâmân ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim. (Kasas 5-6)

Mısır’da darbe ile yönetimi ele geçiren bu hanedanın son iki erkek firavunun (Senusret III ve Amenemhat III) ortak özellikleri yılgın ve endişeli görünümlü heykellerinin olmasıdır.(2) Amenemhat III, tanrı ismini kullanan firavunlardan birisidir. Amenemhat, “Amun önde" anlamına gelir.(3) 12. Hanedan ile birlikte İsrailoğulları için zor günler başlamıştır.




2- Musa’nın Yaşadığı Dönem 12. Hanedanın Sonuna Denk Gelir
Musa peygamberin, 12.nci Hanedan döneminin sonlarında yaşadığını öneren görüş şu şekildedir:

“Musa; Senusret III ve Amenemhat III’ün eş-hükümdarlığı sırasında, Amenemhat III saltanatının yaklaşık dördüncü yılında doğdu. 46 yıl hüküm süren Amenemhat III, iki piramit ve labirent yaptırdı. Amenemhat III’ün erkek çocuğu yoktu. Kızı Sobeknefru’nun da çocuğu ve tahtın erkek varisi yoktu. Bebek Musa’yı Nil’de bulan prenses Sobeknefru onu sahiplendi. Firavun Amenemhat III, bu bebeği Amenemhat IV ismi ile Mısır’ın müstakbel firavunu olarak yetiştirdi.

Amenemhat IV yeterince büyüdüğünde, 30 yaşındayken Amenemhat’III’ün naipliğinde Mısır’ı 9 yıl yönetti. Ardından Amenemhat IV aniden ortadan kayboldu.”(1)

Kitabı Mukaddes bilginlerine göre bebek Musa’yı bulan ve büyüten Firavun’un kızı Sobeknefru’dur. Ancak Kasas suresi 9. ayete göre bebek Musa’yı bulan ve evlat edinen Firavun’un karısıdır. Gerçekten de tarihi bilgilere göre bebek Musa’yı (Amenemhat IV) evlat edinen Firavun’un karısı Hetepti’dir. Hetepti hakkında ileride detaylı bilgi verilecektir.

9) Ve Firavun'un kadını: "Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu katletmeyin; Musa'yı diğer israiloğulları çocukları gibi niteliksiz; eğitimsiz-öğretimsiz, mesleksiz bırakmayın, belki bize bir yararı dokunur, ya da o'nu evlat ediniriz" dedi. Ve onlar, işin farkında olmuyorlar. (Kasas 9)





3- Mısır Prensi: Musa
Amenemhat III, erkek varisi olmadığı için Amenemhat’IV’ü geleceğin Mısır firavunu olarak yetiştirmiştir.(1), (4) Amenemhat IV, 30 yaşındayken 9 yıl süreyle Mısır’ı yönetti.(5)


Kur’an, Musa’nın sarayda büyüdüğünü tasdik ettiği gibi onun yönetimde bulunduğu çağı da bize bildirir. Kasas suresi 14. ayette geçen eşuddehu(اَشُدَّهُ) sözcüğü; kemale erme, kemal çağı (18-30 yaş arası) anlamına gelmektedir.

14) Ve Mûsâ yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz o'na yasa ve bilgi verdik. Ve Biz güzel davrananları işte böyle karşılıklandırırız. (Kasas 14)

18,19) Firavun: "Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde kalmadın mı? Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen nankörlerden birisin de..." dedi. (Şuara 18)


Mısır’ı dokuz yıl yöneten prensin akıbeti hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Gizemli bir şekilde ortadan kaybolan Amenemhat’ IV’ün ataları bilinmemektedir. Ayrıca, Amenemhat IV’ün mezarı da bulunamamıştır.(6) Saraya üvey evlat olarak alınan Amenemhat IV(4) Mısırlı bir adamı öldürdüğü için (Kasas 15) kraliyet onu ölüm cezasına çarptırmıştır. Ayrıca ona karşı hafızanın lanetlemesini (damnatio memoriae) uygulamıştır. Neticede Amenemhat IV’in isim ve unvanları heykellerden, kraliyet yazılarından silinmiştir.(7) Bu bilgiler ışığında, Amenemhat IV’ün Musa peygamber olduğu kabul edilmiştir.




4- Mısır’dan Çıkış Döneminde Firavun Kimdir?
Amenemhat III’ün Nil nehrinde boğulan firavun olması kuvvetle muhtemeldir. Bizi bu düşünceye sevk eden tarihi ve arkeolojik veriler ilerleyen satırlarda paylaşılacaktır.

Donovan Courville'in kronolojisini destekleyen David Down ise zulüm firavunu olarak iki firavun önerir. Bunlar sırasıyla "Yusuf’u tanımayan" (Çıkış 1: 8-14) firavun [Senusret III], İsrailoğullarının tüm erkek bebeklerini öldüren (Çıkış 1: 15-22) firavun [Amenemhat III]’dür.(2) Amenemhat III, tanrı ismini kullanan firavunlardan birisidir. Amenemhat, “Amun önde" anlamına gelir.(3)

Amenemhat III’ün suda boğulmasından sonra 12. Hanedan sona ermiş yerine 13. Hanedan dönemi başlamıştır. 13. Hanedanın ilk iki firavunu Amenemhat IV’ün (Musa’nın) oğullarıdır. Allah, İsrailoğullarını Mısır yönetimine mirasçı yaptığını A’raf 136-137 ayetlerinde haber vermişti. Bu konu tekrar ele alınacaktır.(8)

Bütüncül bakış açısıyla incelendiğinde tarihi verilere ve Kur’an ayetlerine göre suda boğulan Firavun’un Amenemhat III olduğunu söyleyebiliriz.









C- FAYYUM PROJESİ

Orta Krallık döneminde firavunlar Fayyum bölgesinde baraj ve sulama sistemlerini kurmak üzere yoğun çaba göstermiştir. Bizde Fayyum havzası hakkında kısaca bilgi vermek istiyoruz.

1- Fayyum Vahası
Nil vadisinde, Memphis'in 90 kilometre (56 mil) yukarısında, Libya Tepelerinde, tabanı Nil'den çok daha aşağıda olan bu muazzam Fayyum depresyonu geniş bir alanı kapsar. Yaklaşık 80 kilometre (50 mil) uzunluğunda ve 48 kilometre (30 mil) genişliğindeki havza, şimdi Birket Qarûn adı verilen bir göl içeriyor. Dar kayalık bir geçit, depresyonu Nil'in Bahr el Yusuf (Yusuf Kanalı) olarak bilinen batı koluna bağlar.(9)



2- Fayyum Rezervuarı
12. hanedan zamanında sulama ve tarım konusunda büyük projeler hayata geçirilmiştir. (Resim 1)

Orta Krallık bize Fayyum'un kapsamlı devlet idaresi hidrolojik gelişiminin ilk iyi kanıtını sağlıyor. Amenemhat I, Bahr Yusuf kanalına yoğun tarama projesi düzenledi. Senusret II, Bahr Yusuf'un al-Lahun'daki Fayyum girişinin ağzına bir tür baraj setinin inşasını gerçekleştirdi.

Fayyum'daki bu Orta Krallık mimari kalıntıları, krallığın gücünü ve Fayyum projesine verdiği önemi kanıtlıyor. Rosalie David, Orta krallık şehri Kahun’da, Fayyum'un hidrolik (su) işlerini yapanların barındığını bildiriyor:

12. Hanedanlığın kralları bu alanda çeşitli sulama projeleri geliştirdiler. Kahun da bu konuda önemli bir rol oynayacaktı. Hiç şüphesiz müreffeh ve önemli bir merkez haline geldi ve onu basitçe bir piramit işçi kasabası olarak görmek yanlış olur.(10)



3- Fayyum Barajı
Lahun (Fayyum) Barajı iki bentten oluşuyor, güney kısmı Gisr El-Bahalawan ve Gisr El-Sheikh Gadallah veya sadece Gisr Gaddala olarak adlandırılan kuzey kanadı bulunur. (Resim 2)

Fayyum, Bahr Yusuf ile Nil'e bağlanan büyük verimli bir depresyondur. Senusret II de dâhil olmak üzere 12. hanedan kralları bölgenin tarım alanlarının sulanması için barajlar inşa ettiler.(11)

Barajlar görünüşe göre yağışlı mevsimdeki yüzey akışını yakalamak için havzaya giden vadilere inşa edildi. Bu barajlardan biri, bölgede yaklaşık 73 metre (240 fit) genişliğinde bir uçurum olan Wadi Gezzaweh boyunca ilerleyen bir bariyerdi. Baraj, tabanda 44 metre (143 fit) genişliğindeydi ve yaklaşık 11 metre (36 fit) yüksekliğe sahipti. Kile gömülü düzensiz taşlardan oluşan bir alt bölge, bir ara kaya dolgu bölgesi, kireçtaşı blokları ve basamaklar halinde yerleştirilmiş bir üst bölümde kesme taşlardan oluşan kompozit bir sete sahipti.

Bunun gibi eski barajların çoğunda ayrı su savağı yoktu. Taşma sırasında, yamaçtaki basamaklı taş sıralar, akan suyun enerjisini dağıtma ve yapıyı oyulmadan koruma eğilimindeydi. Gezzaweh Vadisi'nin karşısındaki bariyerin ortası bir sel nedeniyle yıkıldı. Barajın kalıntıları hala görülebilmektedir.

Herodot, yaklaşık MÖ 430'da göl hakkında ilk açıklamayı şu şekilde yaptı:
“Göldeki su yerel kaynaklardan elde edilmiyor, çünkü o kısımdaki toprak son derece kuru ve susuz, ancak Nil'den bir kanal ile getiriliyor. Fayyum’un dolması altı ay ve geri akışı da altı ay sürer." Strabo, M.Ö. 20'de şunları yazdı: “Moeris gölü denen, deniz denebilecek kadar büyük ve rengiyle açık denizi andıran dikkat çekici bir gölü vardır.

“Böylece Moeris gölü, büyüklüğü ve derinliği nedeniyle Nil'in taşkınını kontrol edebilmekte, evlerin ve bahçelerin su basmasını önleyebilmektedir. Nehir seviyesi düştüğünde göl, suyu yine her iki ağzındaki bir kanal ile deşarj eder. Her iki uçta da girişi ve çıkışı kontrol etmek için düzenleyiciler var."

Bölgeyi titizlikle inceleyen Sir William Willcocks'a göre:
"Moeris Gölü 1700 milyon metrekarelik bir yüzeye, 50.000 milyon metreküplük bir kapasiteye sahipti. Suyu Nil'e boşaltılıp düşük bir seviyede tutarak 13.000 milyon metreküp su alabilirdi. Çok yüksek bir taşkını orta boyutlara indirebiliyordu. Eğer herhangi bir selde ihtiyatsız veya kötü niyetle açılırsa, Aşağı Mısır'ın büyük bir bölümünü herhangi bir havza sulamasından mahrum bırakabilecek durumdaydı. Çünkü sadece Nil selinin yüzey suları sulama için kullanıyordu."

Bahr el Yusuf, Nil’den yönü değiştirilen sel sularını taşıdı. Doğal suyolları, kanallar ve barajlardan oluşan karmaşık bir sistemin parçasıydı. Bağlantı kanalının 13 kilometre (8 mil) uzunluğunda, 49 metre (160 fit) genişliğinde ve 9 metre (30 fit) derinliğinde olduğu bilinir. Projede yer alan barajlar hem toprak hem de duvar kullanılarak inşa edilmiş olup, suyun akışı kapılar ile kontrol edilmiştir.

Hawara, Labirent piramidi ile düzenleyici barajların Nil sularını yönlendirdiği yerdir. Ana düzenleyiciler, nehir ile göl arasındaki boşluğu kapatan 10 kilometre (6 mil) uzunluğunda iki toprak barajdır. O dönemde Nil, belli ki kanalın girişinin karşısındaki iki kanaldan akıyordu. 20. yüzyılın Lahun'daki Bahr el Yusuf'u, o zamanlar ya Kral Menes zamanında olduğu gibi Nil'in ana kanalıydı ya da Hawara Eglan ve Hawara el Makta'daki iki barajın, Nil akışının büyük bir kısmını yön değiştirecek kadar büyük bir kapasiteye sahipti.

O günlerde Mısır'ın çoğu havza sulaması şeklinde yapılıyordu ve yaşamı için nehrin dağıtım sistemlerine yönlendirilebilecek kadar yüksekte tutulmasına bağlıydı. Nil tehlikeli derecede yüksek olduğunda, taşkınlar kanaldan Moeris Gölü'ne yönlendirildi.(11), (12)

12. Hanedan firavunları Fayyum Vahasını ihya etmek amacıyla Yusuf Kanalını derinleştirerek oluşan suni gölü rezervuar olarak kullanmışlardır. Bunun yanında göl etrafındaki bataklık alanlar kurutularak tarım arazisi de kazanılmıştır. Tarım arazilerine tekrar su basmaması için setler yapılmıştır.(13)

Fayyum'da büyük ölçekli tarımsal sömürü Orta Krallık'ta başladı. Orta Krallık döneminde Fayyum için en önemli iki hidro-tarım projesi, Hawara Kanalı'nın derinleştirilmesi ve al-lahun'da bir tür devasa barajın inşasıydı. Sel dönemlerinde Fayyum'a girebilecek su miktarını artırmak için Hawara projesi gerçekleştirildi. ... Hawara Kanalı'nı derinleştirmenin bir başka nedeni de suyun azaldığı mevsimlerde kullanmak için daha fazla suyun depolanması olabilirdi. Bu büyüklükte bir derinleştirme projesi, büyük ölçüde merkezi bir koordinasyon çabasını gösterir. Kanal, bu iki nedenden dolayı veya bunlardan yalnızca biri için derinleştirilmiş olabilir.(14), (15)




4- Bahr Yusuf (Yusuf Kanalı)
Yusuf peygamber tarafından yapılan büyük rezervuar Bahr Yusuf kanalı ile oluşturulmuştur. 12. Hanedan döneminde kanal derinleştirilmiştir.(16), (Resim 3)

Bahr el Yusuf, Nil’den yönü değiştirilen sel sularını taşıdı. Doğal suyolları, kanallar ve barajlardan oluşan karmaşık bir sistemin parçasıydı. Bağlantı kanalının 13 kilometre (8 mil) uzunluğunda, 49 metre (160 fit) genişliğinde ve 9 metre (30 fit) derinliğindedir.(11)









Ç- 12. HANEDAN DÖNEMİNDE İSRAİLOĞULLARI


12. Hanedan devrinde İbrani kölelerin Lahun kasabasında ikamet ettikleri yapılan arkeolojik çalışmalarla tespit edilmiştir. Bu çalışmalardan elde edilen bilgiler, Kur’an’daki Musa peygamber kıssasını doğrular niteliktedir:



1- Lahun (Kahun) Kasabası
Kahun, 12. hanedan Firavunlarının büyük ilgi gösterdiği Fayyum vahasına bakan bölgededir. İngiliz arkeolog ve Mısır bilimci Flinders Petrie, piramit tapınağının kuzey tarafına bitişik olan çölde Kahun kasabasını keşfetti. Kahun, bilinen diğer piramit kasabalarından daha büyüktür. Petrie, bölgede piramit, tapınak, evler, depolar, tuğla duvarlar, çanak-çömlek örnekleri buldu. Piramidi inşa eden işçilerin burada yaşadığını ileri sürmüştür.(10), (Resim 4)

Lahun’da bulunan ayrıntılı bok böcekleri koleksiyonundan, kasabanın Senusret II döneminden Neferhotep I zamanına kadar kullanıldığı tespit edildi.(6)

2- Lahun Kasabasında Çok Sayıda Bebek İskeleti Bulundu
Dr. Rosalie David, Lahun’da yapılan kazılar hakkında bir kitap yazdı. Petrie'nin yaptığı ilginç keşiflerden birini aktarır:
"Kahun'daki pek çok evin zeminin altında muhtemelen giysi ve diğer eşyaları saklamak için kullanılan tahta sandıklar çıkarıldı. Bu sandıkların içinde bebek iskeletleri bulundu. Bazen bir sandıkta iki veya üç tane gömülmüş bebeğe rastlandı. Bu bebekler sadece birkaç aylıktı." Bu olağanüstü yüksek rakam, Firavun'un İsrailli bebeklerin katledilmesini emrettiği olay ile tutarlıdır.(6), (17)

Sir Flinders Petrie, Kahun’da sandıklarda bulduğu bebek iskeletlerinin, Firavunun fermanı ile öldürülen bebekler olduğunu düşünür. Bunun için Kitabı Mukaddes’te bir açıklama vardır. Firavun, İbrani ebelere, “İbrani kadınlarını doğum sandalyesinde doğurturken iyi bakın; çocuk erkekse öldürün, kızsa dokunmayın.” (Mısır’dan Çıkış 1: 16) diye emir vermişti.

Ebeler bu emri görmezden geldiler, Bunun üzerine firavun bütün halkına buyruk verdi: “Doğan her İbrani erkek çocuk Nil'e atılacak, kızlar sağ bırakılacak.” (Mısır’dan Çıkış 1: 22). Kederli birçok annenin, kollarından bebekleri alınmış ve öldürülmüş olmalı. Görünüşe göre onları, evlerinin altındaki sandıklara gömdüler.(17), (Resim 5)



İsrailoğullarının yaşadığı Tell ed-Daba Kasabasında da çok sayıda bebek iskeletleri bulundu:
Tell ed-Daba ve Kahun'da Semitik köle nüfusunun yüksek olduğu bölgelerdeki mezarlıkların incelenmesinden elde edilen sonuçlar, Kitabı Mukaddes anlatısını desteklemektedir. Tell ed-Daba'daki mezarlarda ölenlerin yüzde 65'inin bebek olduğunu ortaya koyuyor.(18)


Tell ed-Daba ve Lahun kasabası gibi 12. hanedan köle yerleşim yerlerinde bebek iskeletlerinin bulunması krallığın bebek kurban etme uygulamalarının kanıtını teşkil etmektedir:
Senusret’in Tell ed-Daba’da, düşmanlarının (İsrailoğulları) çocuklarına gerçekleştirdiği infazların bir kurban ritüeli olduğuna şüphe yok.(19)


Lahun kasabasında bebeklerin gömüldüğü sandıklar İsrailoğuları tarafından yaygın olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Bebek Musa’nın da benzer bir sandığa konulup Nil nehrine bırakıldığı Kur’an’da bildirilmişti.

37,38,39,40) Ve andolsun Biz, sana diğer bir defa daha iyilik yapmıştık: "Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, 'Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.' Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, hani kız kardeşin yürüyordu da 'Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?' diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir ölçü; plan üzerine geldin, ey Mûsâ! (Taha 37-40)


İbrani erkek bebeklerin katledildiği bilgisi ve bebek Musa’nın nasıl kurtulduğu Kitabı Mukaddeste de yer almaktadır.

22 Bunun üzerine firavun bütün halkına buyruk verdi: “Doğan her İbrani erkek çocuk Nil'e atılacak, kızlar sağ bırakılacak.” (Mısır'dan Çıkış 1:22)

1Levili bir adam kendi oymağından bir kızla evlendi. 2 Kadın gebe kaldı ve bir erkek çocuk doğurdu. Güzel bir çocuk olduğunu görünce, onu üç ay gizledi. 3Daha fazla gizleyemeyeceğini anlayınca, hasır bir sepet alıp katran ve ziftle sıvadı. İçine çocuğu yerleştirip Nil kıyısındaki sazlığa bıraktı. 4Çocuğun ablası kardeşine ne olacağını görmek için uzaktan gözlüyordu.
5O sırada firavunun kızı yıkanmak için ırmağa indi. Hizmetçileri ırmak kıyısında yürüyorlardı. Sazların arasındaki sepeti görünce, firavunun kızı onu getirmesi için hizmetçisini gönderdi. 6Sepeti açınca ağlayan çocuğu gördü. Ona acıyarak, “Bu bir İbrani çocuğu” dedi.
7Çocuğun ablası firavunun kızına, “Gidip bir İbrani sütnine çağırayım mı?” diye sordu, “Senin için bebeği emzirsin.”
8Firavunun kızı, “Olur” diye yanıtladı. Kız gidip bebeğin annesini çağırdı. 9Firavunun kızı kadına, “Bu bebeği al, benim için emzir, ücretin neyse veririm” dedi. Kadın bebeği alıp emzirdi. 10 Çocuk büyüyünce, onu geri getirdi. Firavunun kızı çocuğu evlat edindi. “Onu sudan çıkardım” diyerek adını Musa[a] koydu. (Mısırdan Çıkış 2:1-10)




3- İnfaz Yasaları
Mısır’da eskiden beri idam cezalarının olduğu bilinmektedir. Özellikle 12. hanedan döneminde sistematik bir şekilde ölüm cezası uygulanmıştır:(20)

Orta Krallıkta idam cezalarının uygulama esasları kayıt altına alınmıştır. İnsanların başlarının kesilmesi, derisinin yüzülmesi, yakılması ve insan kurban edilmesi kraliyet yasalarına girmiştir.(21)

Orta Krallık kalesi Mirgissa’da, kurban infaz kalıntıları arasında çok sayıda Yürütme Metinleri (Execration Texts) yazıtlarına ait parçalar bulunmuştur.(22), (23)

İnsan kurban etme ayininde yakma / pişirme, kafa kesme, kazığa oturtma ve yüzme gibi işkenceler Orta Krallıkta kesinlikle uygulanmıştır. Zina için ölüm cezası uygulanmıştır.(24) III. Senusret zamanında Tell el-Daba kasabasında baskının başladığı biliniyor.(25)

Aynı şekilde Amenemhat III’ün Lahun kasabasında birkaç aylık çocukları kurban ettiği de unutulmamalıdır.

Kur’an bu zulümleri yaptıranın Firavun olduğunu ifade eder. Firavun kişi adı değil unvandır. İsrailoğullarının dinlerini değiştiren, onları kurban eden, kadınları aşağılık işlerde kullanan firavunun, tarihi bilgilere göre en az 2 ya da 3 farklı kişi olduğu bilinmelidir. (Senusret I, Senusret III, Amenemhat III). Kısacası bu uygulamalar kraliyet yasaları olarak tarihe geçmiştir.


Musa peygamber Mısırlıyı öldürdükten sonra başına ne geleceğini biliyordu. Zaten saraydan birisi kendisine öldürüleceği haberini hemen getirmişti.

20) Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: "Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için senin hakkında görüşme yapıyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim." (Kasas 20)


İsrailoğullarının erkek bebeklerinin öldürülmeleri konusu Kur’an’da ayrıntılı bir şekilde yer almaktadır:

4) Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kadınlarını utanca boğuyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi.
5,6) Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Hâmân ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.
7) Ve Biz Mûsâ'nın anasına vahyettik: "Onu emzir. Eğer o'nun için korkarsan o'nu nehre bırakıver, korkma ve üzülme. Şüphesiz Biz o'nu sana döndüreceğiz ve kendisini elçilerden biri yapacağız." (Kasas 4-7)


37,38,39) Ve andolsun Biz, sana diğer bir defa daha iyilik yapmıştık: "Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, 'Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.' Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, (Ta Ha 37-39)




4- Kahun Jinekoloji Papirüsü
Flinders Petrie, 1889 yılının Nisan ayında Kahun kasabasında üç sayfalık Kahun Jinekolojik Papirüsü buldu. Papirüsün üçüncü sayfasının sağ üst köşesinde Amenemhat III’ün adı ve hükümdarlığının 29. yılı olduğu yazılıdır.(26), (27), (Resim 6)


Papirüs, 34 paragraftan oluşur. İlk 17 paragraf, çoğunlukla üreme organlarıyla ilişkili hastalıkların semptomlarını ele almaktadır.
İkinci bölüm 18-35. paragraf arasıdır. Gebe kalma ve doğum kontrolü ve üreme süreci ele alınır. 20-22. paragraf kontraseptif yöntemlerle ilgilidir.
Üçüncü bölüm; bir kadının doğurganlığını ve gebe kalma yeteneğini tahmin etmek, hamileliği teşhis etmek ve bir çocuğun cinsiyetini belirlemek için kullanılan bir dizi testi açıklar. Pek çok benzer test, diğer tıbbi papirüslerde de yer alıyor ve Mısırlıların bu tür tahminlere verdiği önemi gösteriyor.
Dördüncü ve son bölüm iki paragraf içermektedir. Birincisi hamilelik sırasında diş ağrısı tedavisini gösterirken, ikincisi mesane ile vajina arasında idrar kaçırma ile oluşan fistülü tanımlar.(28), (29), (30)

Papirüs çok yoğun kullanıldığından hasar görmüştür. Arkasına yeni papirüs yapıştırılarak onarılmıştır.(26), (31)

Kahun kasabası, hamilelik ve doğum için fiziksel tehlikelerle doludur. Pek çok bebek yaşamın ilk birkaç ayında öldü. Doğum öncesi bakım düzeyi ve doğumu çevreleyen koşullar, birçok kadının hayatını kaybetmesine ya da doğumla ilişkili sürekli yaralanmalarına yol açtı.(32)

Kahun’da kötü yaşam koşulları bulunmaktadır. Ayrıca kasabada yaşayan İsrailoğullarının dinlerinin zorla değiştirildiği de unutulmamalıdır.(33)

Papirüste kötü muamele gören vakaların varlığı dikkat çekicidir. (Reçete 9) "vajinasında ve aynı zamanda her uzuvda - dayak ağrıları" olarak tanımlanıyor. Stevens, "vajinasındaki ve aynı şekilde her uzvundaki ağrılar; "kötü muamele görmüş biri", olarak tanımlar. Diğer kötü muamele örnekleri 1, 6 ve 16 nolu reçetelerde bulunur. Semptomların kombinasyonunun - genelleşmiş ağrılar, gözlerdeki ağrılar ve bir rahim hastalığı - zührevi hastalığın kanıtı olabileceği öne sürülür.(34)

Aubert (1989:6), bebek ölümleri, kısa ömür, kıtlık tehdidi, doğumun kendisi gibi riskler göz önüne alındığında, yaşamın kendisinin güvencesiz olduğu bir çağda, "kadınların üreme işlevlerine çok değer verilirdi; tüm cinsel ve fizyolojik işlev bozuklukları topluma tehdit olarak kabul edildi." Bu bağlamda, rahim, hastalıktan ve/veya okült güçlerden kaynaklanan istenmeyen etkilerin potansiyel bir hedefi olarak görülüyordu. Bu amaçla, rahim ve onun korunması, eski Mısır’da kadın doğum ve jinekoloji merkezi bir konumdaydı.(35)

On ikinci hanedanın jinekolojiye olan ilgisi şu şekilde açıklanabilir: Amenemhat III’ün erkek çocuğu yoktu. Kızlarından birisinin erken yaşta ölmesi, diğer kızı Sobeknefru'nun hiç çocuğunun olmaması hanedanlığın sonunu getirecek bir durumdu. Firavunun kendi ailesinden erkek çocuk sahibi olma saplantısı, İsrailoğullarının kadınları üzerinde deneyler yapacak kadar azgınlaştığını gösteriyor. Eski Mısır’da yaygın olan ve kısırlığa da yol açan hastalık hakkında, Kan başlığı altında açıklama yapılacaktır.

Zaten bu çaresizlik yüzünden firavun, bebek Musa’yı evlat edinmiş ve Mısır prensi olarak yetiştirmiştir.

Firavunun bu krizi çözmek için zorla İsrailoğulları kadınlarının üzerinde jinekolojik deneyler yaptırdığı anlaşılıyor. Bu durumun çok acı sonuçlara yol açtığını Kur’an’dan öğreniyoruz. (Bakara 49; A’raf 127, 141; Kasas 4; Mü’min 25)

Bakara 49. Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiren, kadınlarınızı utanca boğan Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. -Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.-

A’raf 127. Firavun toplumundan ileri gelenler de, "Seni ve senin ilâhlarını/seni ilâh edinmeyi terk etsinler de yeryüzünde kargaşa çıkarsınlar diye mi Mûsâ'yı ve toplumunu serbest bırakacaksın?" dediler. Firavun dedi ki: "Onların oğullarını öldüreceğiz; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştireceğiz, kadınlarını utanca boğacağız ve biz onlar üzerinde ezici bir güce sahip kimseleriz."

A’raf 141. Hani bir zaman Biz, size azabın kötüsünü yapan; oğullarınızı öldüren; oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiren, kadınlarınızı utanca boğan Firavun ailesinin elinden de sizi kurtarmıştık. Bunda da sizin için Rabbiniz tarafından büyük sınav vardır.

Kasas 4. Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kadınlarını utanca boğuyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi.

Mü’min 25. Böylece Mûsâ, katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman onlar: "Mûsâ ile birlikte iman etmiş kişilerin oğullarını katledin; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirin, kadınlarını da utanca boğun" dediler. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin düzeni, boşa çıkmakta olandan başkası da değildir.




5- Lahun Kasabası Aniden Terk Edilmiştir
Flinders Petrie'nin, bir başka çarpıcı keşfi ise bu kölelerin kasabadan aniden kaybolmasıdır. Rosalie David bu konuda kitabında şunları aktarır:

"Kahun'un sakinlerinin kasabayı terk etmelerinin, dükkânlarda, evlerde aletlerini ve diğer eşyalarını bırakmalarının nedeni, Firavun piramidinin tamamlanmasından kaynaklanmadığı ortadadır."
"Kahun'daki evlerde geride bırakılan günlük kullanım eşyalarının miktarı, çeşitliliği ve türü, gerçekten de ayrılmanın ani ve plansız olduğunu düşündürüyor." Ayrılış, ani ve plansızdı!: "Dört yüz otuz yılın sonuncu günü RAB'bin halkı ordular halinde Mısır'ı terk etti." (Mısır'dan Çıkış 12:41).(6), (17)

Kur’an da İsrailoğullarının ikamet ettikleri yerleri aniden terk ettiklerini bildirir:

52) Ve Biz, Mûsâ'ya: "Kullarımı geceleyin yola çıkar, şüphesiz siz takip edilenlersiniz" diye vahyettik.
53,54,55,56,60) Derken Firavun da şehirlere toplayıcıları gönderdi: "Şüphesiz bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir topluluktur. Ve onlar bizim için elbette öfkelidirler. Biz ise, elbette hazırlıklı, tedbirli bekleyen bir cemaatiz." Sonra Firavun ve adamları güneş doğarken onların ardına düştüler.
61) İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ'nın ashâbı "Şüphesiz biz, kesinlikle kıstırıldık" dediler.
62) Mûsâ: "Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Şüphesiz Rabbim benimledir, bana yol gösterecektir" dedi.
64) Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.
65,66) Ve Mûsâ ve beraberindekilerin hepsini kurtardık, sonra da ötekileri suda boğduk. (Şuara 52-66)






6- İsrailoğullarını Hapseden Duvarlar
Kahun (İbranice rahip kelimesiyle aynı isim), çoğunlukla Semitlerin yaşadığı, etrafı çevrili bir kasabaydı. Köleliğin belgeleri bulundu. Muhtemelen korunan ve surlarla çevrili bir köle kasabası olduğunu gösteriyor.(10), (36)

Kahun’da 100 ev vardı ve kasabasının etrafı kalın tuğla duvarlarla çevriliydi. Sokaklar ve evler düzenli sıralar halindedir. Batıdaki ev blokları tek bir bekçi tarafından kolayca korunabilir. Kasaba birkaç ana alana ayrılmıştır.(37)

Mısırlılar, Deltanın doğu sınırını oluşturan bölgede bulunan göller ve bataklıkları doğal sınır olarak kullanıldılar. Bu göller ve bataklıklar arasında kalelerin koruduğu kanalları birleştirerek sınırları güvence altına aldılar:

Ayrıca, 12. hanedan Firavunları; sınır güvenliği sağlamak ve İsrailoğullarının kaçmamalarını engellemek için ülkenin doğusuna (Sina Yarımadası sınırına) büyük kerpiç duvarlar ördürttü.(36), (38)




7- 12. Hanedan Köle Kayıtları
12. hanedanın sonlarında İsrailoğullarının köleliğine dair kanıtlar ortaya çıkıyor. 12. hanedanın beşinci kralı Senusret III, deltada Bubastis, Qantir ve Ramses gibi şehirler inşa etti. 12. hanedanlığın ikinci yarısında Kahun ve Gurob köylerinde büyük bir Sami köle nüfusu yaşıyordu. Bir papirüs köle listesinde 77 okunaklı isimden 48'i tipik, çoğu sahibi tarafından atanan Mısırlı isminin yanında "kuzeybatıdan bir Sami grubu" sıralanır. Bu dönemde Mısır'da Semitik kölelerin varlığı, İsrailoğullarına yapılan zulme dair Kitabı Mukaddesteki anlatımla tutarlıdır.(39)

Senusret III, 12. Hanedanlığın son hükümdarları olan Amenemhat III ve Sobekneferu'nun hükümdarlık dönemine ait köle kayıtları vardır. Bunların bazıları Sobekneferu'dan önce Amenemhat IV (Musa) olarak anılan belirsiz bir figürden bahseder. ... İncil Araştırmaları Derneği'nden Profesör Bryant Wood, Kahun'da yaşayan Semitik kölelerin gerçekten İsrailliler olduğu sonucuna varır.(17)


Karnak tapınağında bulunan Sobekhetep IV Yazıtının 2. maddesinde insan kaynakları yasası yer alır:
"İnsan sağlama bürosunun mührünü yazınız": Unvan, Lahun'da bulunan Amenemhat III’ün 29. yılına tarihlenen yasal bir belgede yer almaktadır. Unvan sahibi, insanların transferi hakkında bir belge hazırlayan biri olarak görünür.“(40)


Jürgen von Beckerath, Amenemhat III Mısırını 'totaliter' bir devlet olarak tanımlıyor.(41) Mısır krallığında zorla çalıştırma, kölelik sistematik bir şekilde uygulanmıştır.(42)



Brooklyn Papirüsü
Brooklyn Müzesinde yer alan papirüs, “Papyrus Brooklyn 35,1446“ adıyla bilinmektedir. Papirüsü önemli kılan şey; Mısır’dan Çıkış’a denk gelen dönemde yazılmış olmasıdır. Papirüste hem 12. Hanedan sonuna hem de 13. Hanedan dönemine ait Mısır’da yabancıların varlığını kanıtlayan bilgiler bulunur. Papirüsün ön yüzünde “Büyük Hapishane/Çalışma Kampı” olduğu ve bu kamptan kaçan 80 kişinin bilgilerine yer verilir.

Belge, Amenemhat III'ün saltanatından 13. Hanedanlığa kadar uzanıyor. Vezir Ankhu'ya gönderilen bir mektubun ve kraliyet kararnamesinin kopyaları da belgeye dâhil edilmiştir.(43), (44), (Resim 7)


Kur’an, Firavun’un İsrailoğullarını köleleştirdiğini açıkça bildirilir:

25) Böylece Mûsâ, katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman onlar: "Mûsâ ile birlikte iman etmiş kişilerin oğullarını katledin; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirin, kadınlarını da utanca boğun" dediler. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin düzeni, boşa çıkmakta olandan başkası da değildir. (Mü’min 25)

49) Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiren, kadınlarınızı utanca boğan Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. -Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.- (Bakara 49)

104,105) Ve Mûsâ, "Ey Firavun! Ben kesinlikle âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Allah hakkında haktan başkasını söylememek bana bir yükümlülüktür. Gerçekten ben size Rabbinizden apaçık bir delil ile geldim. Bu nedenle İsrâîloğulları'nı gönder benimle" dedi. (A’raf 105)

15,16,17) Allah: "Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Haydi, ikiniz alâmetlerimizle/göstergelerimizle gidin. Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz. Haydi, ikiniz Firavun'a gidin de 'Biz kesinlikle, İsrâîloğulları'nı bizimle beraber gönderesin diye' âlemlerin Rabbinin elçisiyiz deyin" dedi. (Şu’ara 16-17)










D- MUSA PEYGAMBER KISSASINI DOĞRULAYAN KANITLAR

12. Hanedan zamanına ait pek çok veri Kur’an ile çok iyi uyum gösterir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:


1- Bilginler
Musa peygamberle münazara yapan bilginlerin genellikle büyücü olduğu ileri sürülür. Bu yanlış nitelemedir. Bunlar, firavunun otoritesini yüceltmek için fikir, tez üreten aydın insanlardır. Halk kültüründeki sihirbaz, büyücü kesinlikle değildirler. Firavunun çevresindeki bilginlere Ipuwer örnek verilebilir.

Ipuwer Papirusünü yazan Ipuwer bilge bir kişidir. Metinde "Depolara ve hazinelere sıkça yapılan atıflar göz önüne alındığında, bilgenin hazine yetkililerinden biri olması doğaldır. Ayrıca o Delta'dan hazine eksikliğini rapor etmek için geldiği sonucuna varılabilir.(45) Ipu-wer, “saygıdeğer Ipu” anlamına gelir. Ipuwer'a verilen özel unvan, Orta Krallık'ta bilinen bir unvan olan ‘Overseer of Singers’tir. Yani bilginlerin yöneticisi olarak ifade edilebilir.(46)

Kahun’da bulunan papirüslerin birinde tapınaktaki festivallere katılan bilginler(şairler) kayıtlıdır. Papirüste bu bilginler dört grupta yer alır. Her grupta ise ikişer adet bilgin ismi ile kayıtlıdır.(47)


Bilginler ile Musa peygamber arasında tezler tartışılmıştır. Bu konunun üzerinde durulması gerekir: Tartışma konusu sihir-büyü değildir. Ayetlerde işlenen konu toplumsal eğitimde bilimsel yöntemin nasıl olması gerektiğidir. Ayetlerde konu herkesin kolaylıkla anlayabileceği şekilde ortaya konulmuştur. Bilginler tezlerini görsel sunum ve gösteri (demonstrasyon) metodu ile desteklemiştir. Toplantı halka açık ortamda festivalde yapılmıştır.

Firavunun, Musa’ya karşı bilginlerle anlaştığını Kur’an’dan öğreniyoruz. Böylece bilginler, Musa’nın gerçeği getirdiğini bile bile halkı yanıltmış ve Firavunun otoritesini yüceltmişlerdir:

113,114) Ve o çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler Firavun'a geldiler: "Eğer galip gelen/yenen biz olursak, gerçekten bizim için büyük bir ödül olacak/olacak mı?" dediler. Firavun, "Evet" dedi, "siz kesinlikle yakınlaştırılmışlardan olacaksınız da." (Araf 113-114)


Toplumun genelini ilgilendiren konularda en doğru kararın alınması için tez-antitez birlikte verilmeli ve bireyin tercih etmesi istenmelidir. Firavun ve bilginlerin aldıkları karar, bireyi ve toplumu yok saymış ve Firavunu ilahlaştırmıştır. Oysa sosyallik ilkesi gereği her iki görüş birlikte verilerek sonuç halkın seçimine bırakılmalıydı.

Öğretim İlkeleri
Öğretim prensiplerinden sosyallik ilkesi birey ve toplum için çok önemlidir. Örneğin, eğitimin en önemli konularından biri çocukları dengeli olarak sosyalleştirmektir. Sosyallik, çocukların anne-baba, okul yöneticisi ve öğretmenleri, yönetmelikleri, yasaları, tanıması, saygı göstermesi ile gerçekleşir. Çünkü bunlar toplumsal yapının direkleridir. Eğitim öğretim faaliyetlerinde çocuğun kendi kararlarını verebilmesi, kendi kendini yönetmesi, hür kararlar vermenin hazzı ve sorumluluğu da verilmelidir. Sonuçta insanların bilinçlenmesi ve topluma kazandırılması, öğretim ilkelerinden öğretimde sosyallik ilkesi konusuna girmektedir.

Sosyallik (Otoriteye İtaat ve Özgürlük) İlkesi
Ferdin sosyalleşme süreci içerisinde kurallara uyması büyük bir önem taşır. Bu otoriteye itaat olarak tanımlanır. Ancak birey kurallara uyarken kendi kararlarını alabilmesi, yöntemini kendi kendine yapması, hür karar verme sorumluluğunu kazanması istenir. Bu olgu özgürlük olarak tanımlanır. (Öğretim Yöntem ve Teknikleri)


Kısacası, bireyin kime/neye itaat edeceğini hür iradesi ile tercih etmesi istenir. İnsanın dünya ve ahiret hayatında mutlu olması için Allah’ın insanların hayrına gönderdiği ilkelere uyması tavsiye edilir. İnsan kendi yararına olan bu ilkeleri özgür iradesi ile seçebilmelidir.

Musa peygamber Allah’tan aldığı vahiyleri Firavuna, bilginlere ve topluma tebliğ etmiştir. Peygamber, modern öğretim prensiplerinin gereğini yerine getirmiştir. Bilginler ise bunu yapmamış, insanlardan firavuna körü körüne itaat etmeleri için çabalamıştır. Bu nedenle Firavun ve bilginlerin izlediği yol baştan sona yanlıştır. Bilimsel bir yaklaşım da değildir.

54) Firavun kendi toplumunu etkisizleştirdi; niteliksizleştirdi de onlar da ona itaat ettiler. Şüphesiz onlar, hak yoldan çıkmış kimseler toplumu idiler. (Zuhruf 54)

4) Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kadınlarını utanca boğuyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi. (Kasas 4)



2- Bilginlerin Asası
Liverpool Müzesi'nde Mısır Krallığının 12. hanedan dönemine ait bir sihirbaz-bilgin asası bulunur. Asa, kobra yılanı biçimindedir.(48), (49), (Resim 8)


Tarih boyunca krallar, bilginler, rahipler kendilerini ve otoritelerini halkın üstünde tutmak için asa gibi enstrümanlar kullanmışlardır. Asa, gücü ve otoriteyi simgeliyordu. Firavunların büyük taç takmaları ve makyaj yapmaları benzer uygulamalardandır. Gerçekten de bazı firavun heykellerinde ve hiyerogliflerde ellerinde asa/sopa olduğu görülür. Bu asa ile halka şifa verdiğine inanılırdı. Farklı kıyafetler giyen, makyaj yapan ve genel çerçeveli sözler kullanan astrologlar günümüzde halen yapılan benzer uygulamalara örnektir.

Tez sahipleri savlarını karşısındakilere kabul ettirmek için çeşitli kanıt ve belge kullanırlar. Kısacası sözlerinin/fikirlerinin etkili olması için her yola başvururlar.

Bilginler de firavunun otoritesini yücelten fikirler ortaya koymuşlardır. Fikirlerini halka tebliğ ederken yılan şeklinde asa kullanmaları tabiidir. Çünkü kobra yılanının Mısır inancında ayrı bir yeri vardır. Yılan, Mısır’ın koruyucu gücünü temsil eder. Bilginlerin, Firavunun dinini yüceltirken görsel malzeme kullandıkları anlaşılıyor. Günümüzde modern eğitim-öğretimde, bilimsel çalışmalarda panel ve konferansların görsel sunum eşliğinde yürütülmesi konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır.

Gösteri - Demonstrasyon:
Gösteri; toplantı, panel, seminer gibi eğitim ortamında katılımcılar arasında iletişimi arttıran hem görme hem de işitme duyularının etkin olarak kullanıldığı bir tekniktir. Bu teknikte katılımcılara fiziksel ya da zihinsel beceriler kazandırılırken öğretmen, çalıştırıcı, usta ya da sanatçı kazanımlar ile ilgili işlem basamaklarını araç-gereç, maket, model ya da materyal kullanarak gösterilir. Tarihte özellikle Roma ve Yunan şehirlerindeki antik tiyatrolarda bu gösteri yöntemleri sık sık uygulanırdı.

Eski Mısır’da sihir, din ve tıp arasında belirgin sınırlar yoktur. Bu nedenle konunun doğru anlaşılması için Mısırlıların sihirden neyi anladıklarının bilinmesinde yarar vardır. Ayrıntılı açıklama dipnotta yer alıyor.(50)


Firavunun uyguladığı Mısır kültü onun dinini ve otoritesini ifade ediyor. Musa kıssalarında bu konu öz olarak sihir, yılan, ejderha, bilgin, rablik iddiası ve din sözcükleriyle ifade ediliyor. Bu basit bir göz boyama değildir. Firavun ve yakınlarının yaşam tarzıdır.

Kısacası Musa peygamber bilginlerle değnek dövüştürmemiştir. Onunla bilginler arasında ilkeler ve tezler tartışılmıştır. Musa peygamber Allah’tan aldığı ayetleri ortaya koymuştur. Bilginler ayetler karşısında gerçeği görmüşlerdir. Bu yüzden Musa’ya değil, “Musa ile Harun’un Rabbine” iman etmişlerdir. Bu ifade, Musa peygamberin sihir yapmadığının aksine muhataplarına ayet getirdiğinin bir başka kanıtıdır.

70) Sonunda bütün etkili bilginler, "Mûsâ ile Hârûn'un Rabbine iman ettik" demek sûretiyle boyunlarını uzatıp teslim olmuş durumda bırakıldılar. (45Taha 70)


43) Mûsâ onlara, "Ortaya koyun ne koyacaksanız!" dedi.
44) Bunun üzerine onlar, birikimlerini, eski inanç ve tezlerini/çer-çöplerini; eften püften bilgilerini ortaya koydular ve "Firavun'un gücü hakkı için şüphesiz elbette bizler galip olanlarız" dediler.
45) Sonra Mûsâ birikimini ortaya koydu; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor da yutuyor!
46,47,48) Sonra etkin bilginler boyun eğip teslimiyet gösterenler olarak bırakıldılar: "Biz, Âlemlerin Rabbine; Mûsâ ve Hârûn'un Rabbine iman ettik" dediler. (47Şuara 43-48)


Yeri gelmişken Musa peygamberin asasının ne olduğuna da kısaca değinelim. Musa peygamberin asası, Allah’tan aldığı vahiy ve Musa peygamberin birikimidir. Bilginlerin ortaya koyduklarını, Musa peygamber asası yani Allah’ın vahyi ile hükümsüz kılmıştır:


81,82) Onlar ortaya atınca da Mûsâ, "Sizin getirdiğiniz şey bir göz boyama/aldatmacadır. Şüphesiz, Allah onun boş ve asılsızlığını ortaya çıkaracaktır. Şüphe yok ki, Allah kargaşacıların işini düzeltmez. Ve Allah, günahkârların hoşuna gitmese de, hakkı, Kendi kelimeleriyle ortaya koyup gerçekleştirir" dedi. (51Yunus 81-82)


Aşağıdaki ayetler Musa peygamberin Firavun’a İslam dinini tebliğ ettiğini açıkça gösteriyor. Burada sihir söz konusu değildir. Musa ile Firavun arasında konu münazara edilmiştir.

45Taha 49-56
49) Firavun: "Öyleyse sizin Rabbiniz kimdir ey Mûsâ?" dedi.
50) Mûsâ: "Bizim Rabbimiz her şeye varlık ve özelliklerini veren, sonra yol gösterendir" dedi.
51) Firavun: "Öyleyse ilk asırların durumu nedir?" dedi.
52,53,54,55,56) Mûsâ: "Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim yanlış yapmaz ve unutmaz/terk etmez. O, yeryüzünü sizin için bir beşik yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su indirendir" dedi. -İşte Biz, o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. Yiyiniz ve hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz akıl sahipleri için bunda nice alâmetler/göstergeler vardır! Biz sizi yeryüzünden oluşturduk, sizi ona döndüreceğiz ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.- Ve andolsun ki Biz, Firavun'a alâmetlerimizi/göstergelerimizi; hepsini gösterdik de o yalanladı ve dayattı.


47Şuara 23-30
23) Firavun: "Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir ki?" dedi.
24) Mûsâ: "Eğer yakinen bilmiş olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidir."
25) Firavun, yanı başında bulunanlara "İşitmiyor musunuz?" dedi.
26) Mûsâ: "O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir" dedi.
27) Firavun: "Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle gizli güçlerce desteklenen/delinin biridir" dedi.
28) Mûsâ: "Şâyet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir" dedi.
29) Firavun: "Benden başka ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan yaparım" dedi.
30) Mûsâ: "Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?" dedi.


52HUD 96-97
96,97) Andolsun ki Biz Mûsâ'yı da âyetlerimizle ve apaçık bir belge ile Firavun ve ileri gelenlerine elçi yaptık. Ama onlar Firavun'un emrine uydular. Hâlbuki Firavun'un emri aklı çalıştıran/doğruya ulaştıran değildir.





3- Festival
Kur’an’da Musa peygamber ve bilginlerin şenlik gününde karşılaşacağı bildirilir. Halkın da katılacağı ulusal düzeydeki festival olduğunun altı çizilir.

109,110,111,112) Firavun'un toplumundan ileri gelenler, "Kesinlikle bu çok bilgili büyüleyici, etkin bir bilgindir. O, sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor" dediler. Firavun, "O hâlde siz ne emredersiniz?" dedi. Onlar: "Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginleri sana getirsinler" dediler. (39A’raf 109-112)

59) Mûsâ: "Sizinle buluşma zamanı, tören, şenlik günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir" dedi. (45Ta Ha 59)

38) Böylece, etkin bilginler belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.
39) İnsanlara da, "Siz toplanıyor musunuz?" denildi. (47Şuara 38-39)

İsrailoğullarının yaşadığı Lahun (Kahun) kasabasında Hathor tapınağı bulunmaktadır. Amenemhat III, Lahun’da düzenli olarak festivaller düzenlemiştir. Firavun’un dinini de temsil eden Hathor kültü, festivalin kutlanma nedenidir. Şenlik ritüelleri hakkında ayrıntılı bilgi Lahun papirüsünde yer almaktadır. Burada çok sayıda tanrı ve tanrıçaya dini ritüelin düzenlendiği anlaşılmaktadır. Papirüs, Amenemhat III'ün 35. yılına aittir.

Dini ritiellerin uygulandığı festivalde “Şarhoşluk Bayramı” düzenlendiği tespit edilmiştir. İçecekler sunmak ve tüketmek, şarkı söylemek ve dans etmek çok özel bir amaca hizmet etmek demektir. Bir yandan Hathor'un çok yönlü karakterinin vahşi ve evcilleşmemiş kısmını yatıştırmak ve diğer yandan en uygun atmosferi oluşturmak adına tanrı ve insan arasındaki şehvetli birliktelik için uygulanmıştır.

Firavunun Hathor kültüne-dinine göre; yukarıda sayılan eylemler hem Hathor tanrıçasının hem de kutlama yapanlar için olumsuz bir özellik olmayıp aksine eylemler teşvik edilmiştir.

Mısır’a hayat veren yıllık Nil selini getirdiğine inanılan ehlileştirilmemiş tanrıçanın (Hathor) düzenli olarak yatıştırılmasının gerektiğine inanılıyordu. (Taşkının fazla olması toprakların su altında kalmasına neden olurdu. Taşkının az olması durumunda kuraklık yaşanıyordu. Bu nedenle taşkının optimum şartlarda gerçekleşmesi Mısır ülkesi için hayati önem taşıyordu.) Hathor'un gelişinin Nil selini teşvik etmesi beklendiği için festival, yeni yıl kutlamaları şeklinde yerini almıştır.(51)

Hathor: Mısır mitolojisi'nde doğum, bereket, aşk ve evlilik ile ilişkilendirilen tanrıçadır. Ra'nın kızlarından biridir. Hathor (Mısır dilinde Horus’un evi anlamında) samanyolu galaksisinin kişileştirilmesini temsil eder. Hathor bazı figürlerinde memelerinden süt akan ilahi bir inek olarak çizilir.(52)

Güneş takvimi Nil Taşkınının önceden bilinmesi gibi çok önemli bir avantaj sağladı. Taşkın, Nil çevresindeki tarımı doğrudan şekillendirmektedir. Bu nedenle Mısır takvimi üç mevsimden oluşur. Akhet (taşkın), Peret (ekim) ve Shemu (hasat) Taşkın mevsimi Haziran'dan Eylül'e kadar sürer. Güneş takviminin kullanılmasıyla birlikte üretim planlaması yapılarak, zararsız-ziyansız zirai ekim-dikim yapıldı.(53)

Eski zamanlardan beri Nil'in taşkını Mısır'da önemli bir doğal döngü olmuştur. Mısırlılar tarafından 15 Ağustos'tan başlayarak iki hafta boyunca Wafaa El-Nil olarak bilinen yıllık tatil olarak kutlanır.(54)


Festivaller iki kategoride düzenlenmiştir: 1- Yerel ve bölgesel festival. 2- Ülke çapında düzenlenen festival.

Kur’an’da, Musa peygamber ile bilginlerin karşılaştığı festivalin ülke çapında düzenlendiğini bildirmiştir. Bu önemli festivalin, Nil taşkını olduğunda ulusal düzeyde kutlanan yeni yıl kutlamaları olması kuvvetle ihtimaldir. On ikinci hanedan kralları Fayyum baraj gölüne büyük önem vermiştir. Baraj ve sulama sitemine büyük yatırım yapan Firavunlar ve Mısır için en önemli olay, barajın sel suyu ile dolduğu taşkın dönemidir.


Kur’an’da şenlik-ziynet günü ismiyle ifade edilen Hathor Festivali düzenli olarak kutlandığı anlaşılıyor.(55) Her yıl bütün ülke tarafından kutlanan bu şenlikler, firavunun dinin en önemli ritüeli olmuştur. Bu festivallerden başka Amenemhat III’ün Sed Festivali (iktidarının 30. yılı kutlamaları) düzenlediği tarihi kayıtlardan bilinmektedir.(56), (47)




4- Firavunun Yaptırdığı Eserler


a-Piramitler

Amenemhat III tarafından Dashur’da yaptırılan Siyah Piramitin kerpiç iç çekirdek yapısı ortaya çıkarılmıştır. Tarihçi Josephus, İsrail kölelerine piramitleri inşa etme görevinin verildiğini kaydeder.(57) Dahshur'da yapılan piramitten başka Hawara’da da piramit yaptırmıştır.(58) Bu piramidinin mezar odası kemer tuğla tonozu ile korunur.(59), (Resim 9-10)

Firavun, Dashur’da kerpiçten yaptığı ilk piramitte yapısal sorunların olması nedeniyle Hawara’da başka bir piramit yaptırmıştır. Çünkü Nil’in alüvyonundan tuğla yapımı ekonomik ve pratik değildir.(60)


Firavunun, Moeris Gölünün milini kullanarak ikinci piramidi yaptığında amacına ulaştığını tarihi bilgilerden öğreniyoruz:

Labirent'in sonunda şimdiye kadar çamur tuğladan yapılmış en güzel piramit, Amenemhat III’ün yaptırdığıdır. Bu piramidin gerçekten dikkate değer bir özelliği var. Diğer kerpiç piramitlerin aksine, Amenemhat III’ün Hawara’da yaptırdığı piramit 3.800 yıl geçmesine rağmen bozulmadı. Çünkü Khnum'un teknolojisinde bir yenilik vardı.(61)




b- Labirent
Firavun konusu işlenirken piramit kompleksi içindeki labirent adı ile meşhur olmuş bina da dikkate alınmalıdır. Çünkü bu komplekste yer alan labirentte insanlığın ve İslam’ın aleyhine faaliyetler yapılmıştır. Firavunun ilkel ve vahşi öğretileri insanlığın başına bela olmuştur. Buradan çıkan fikirler Mısır sınırlarını da aşmıştır. Özellikle bu görüşler antik Girit (Yunan) medeniyetine de geçmiştir. (Yunan mitolojisinin zenginliğini hatırlayın) Bu nedenle Firavunun sadece kendi halkını yoldan çıkardığını düşünmek hata olacaktır.


Araştırmacıların açıklamalarından labirentin; astroloji (gibi bir sonuca götürmeyen, kesin yargıya ulaştırmayan), mitoloji öğretilerinin uygulandığı, gizem, kafa karışıklığı ve içinde çeşitli garip yaratık heykellerinin bulunduğu yapı olduğu anlaşılmaktadır. Firavunun burada kendine özgü bir kült oluşturduğu görülüyor.


Mısır mimarisinde en önemli binalar, kalıplara dökülen çimento-beton bloklardan yapılmıştır. Bunlar; Firavun ve ailesinin mezarı ya da tapınaklardır. Diğer yapılarda kerpiç, ahşap gibi malzemeler kullanılırdı. Taş-beton hammaddenin tükenmesi/kısıtlı olması nedeniyle önemli yapılarda pişmiş tuğlada kullanılmıştır. Amemenhat III’ün Hawara’da yaptırdığı piramit ve labirentin bazı bölümleri pişmiş tuğla ile inşa edilmiştir.


Mısır mimari geleneğine göre labirentin tek başına saray olması mümkün görülmemektedir. Piramit ve labirentin içindeki yapıların hepsi bütüncül olarak düşünüldüğünde bu kompleks; idari merkez, mahkeme, tapınak/okul ve morg işlevini gördüğü anlaşılmaktadır.(62), (63), (Resim 11-12)

Labirentte çok sayıda tuhaf yaratıkların olduğu heykeller bulunmuştur. Ayrıca Amenemhat III’ün tanrı-kral heykelleri de tespit edilmiştir.(64)

Hawara, güneydoğu Fayyum bölgesinde, günümüz Kahire şehrinin yaklaşık 80 km güneyinde bulunur. 12. hanedanın son büyük kralı Amenemhat III’ün, yaptırdığı Hawara Piramitinin güneyinde büyük bir kült kompleksi inşa etmiştir.

“Labirent yaklaşık 120 metreye 300 metredir. Yaklaşık 1500 yıl sonra, kral Amenemhat III hala bir tanrı olarak kabul ediliyordu. Fayum bölgesi, özellikle Hawara'da ve Klasik Antik Çağ döneminde kült kompleksi kralın adı “Labirent” olarak bilinmeye başlandı. Herodot, Labirentin on iki avlusu olduğunu söyler.”(65) Hawara'da başlatılan Kral Amenemhat III kompleksi saltanatının 15. yılında denk gelir.(66)

Prof. Spiegelberg, Mısır Labirentini orijinal olarak görür ve Mısır Labirenti'nin kurucusunun Kral Amenemhat III'ün olduğunu söyler. Labirent öğretileri Antik Yunan kültürünü de etkilemiştir. En eski Yunan kültürü ile eski Mısır uygarlığı arasında XII. Hanedan zamanına kadar bağlantı olduğu Dr. Arthur Evans'ın keşifleriyle kesinleşmiştir.(67), (68) Amenemhat III’ün Labirenti Giritli mimar ve ustalara yaptırdığı bilgisi bulunmaktadır.(69) Mısır ve Girit arasında başta labirent ve Girit boğa kültü olmak üzere bir takım kültürel bağlantılar tespit edilmiştir.(70)


Kur’an bu konuda şu ayetlerle bizleri bilgilendirmektedir:

38) Firavun da, "Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Hâmân, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum" dedi. (49Kasas 38)

36,37) Ve Firavun: "Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım" dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni, yalnızca kayba/zarara uğratıp acı çekme içindedir. (60Mü’min 36-37)


Kasas ve Mü’min surelerinden Firavunun, Allah’ın ilkelerini inkâr ettiğini ve Musa peygamberi yalancı olmakla suçladığını biliyoruz. Bu iddiası üzerinde tez üretmek istemektedir. Bu nedenle Firavun, Haman’dan bir bina inşa etmesini ister. Musa peygamberin tebliğ ettiği İslam dinini etkisiz kılmak için alternatif yollar üretmeye çalıştığı anlaşılıyor.

Firavun’un Haman’a yaptırdığı Labirent’te önemli davalar görülürdü.(71) Ayrıca Labirentte ölüm, yaşam ve yeniden dirilme(68), (72) ile ilgili öğretilerin uygulanmıştır. Hawara labirenti, ölenin gideceği yerin belirlendiği ve ölümden sonra yargılama eyleminin yapıldığı yerdi.(73) Mısır dininde sözde tanrı Firavun’un ölümü, zaferle dirilişi ve geri dönüşü ile birlikte yaşam, ölüm ve hesap günü yargılaması gibi konularda hüküm vereceğine inanılıyordu.(74) Firavun bu inancın gereği olarak Allah’ın dinine karşı savaş açmış ve beşerî bir din ortaya atmıştır.

Kasas 38 ve Mü’min 36. ayetlerde geçen sarhan kelimesinin anlamı; her şeyi halis, su katılmamış süt gibi, tertemiz, bembeyaz demektir. Yükseklere yapılmış köşklere de sarh kullanılmış olmuş. Toz toprak görmediği için köşk ve saraya da sarh denilmiştir. Kelime, meallerde genellikle köşk ya da kule şeklinde çevrilir. “Sarhan” sözcüğü açık olmak, açıklamak, beyanat, aydınlanmak, saf, katkısız anlamında kullanılır. Sözcük, Neml Suresinde aynı anlamda kullanılmıştır. Gizli kapaklı hiçbir şeyin bulunmadığı, her şeyin açık açık gösterildiği mekân olarak kullanılmaktadır. Bu eylemler ancak mescitlerde-okullarda gerçekleşebilir.

44) Melike'ye, "Gizli kapaklı hiçbir şeyin bulunmadığı, her şeyin açık açık gösterildiği köşke/halis dine gir!" denildi. Sonra Melike, halis dini görünce tekrar tekrar, inceden inceye hesap yaptı, inceledi ve geçmiş yaşamındaki tüm sırlarını açıkladı. Süleymân; "Bu, Allah'ın vahylerinden özenle elde edilmiş halis dindir" dedi. Melike, "Rabbim! Ben gerçekten kendime haksızlık etmiştim. Süleymân ile beraber, âlemlerin Rabbi Allah için Müslüman oldum" dedi. (48Neml 44)


Neml Suresi 44. ayetinde, Sebe Melikesinin tüm sorularının cevabını aldığı, tüm şüphelerinden arındığı bildirilir. Melikenin bilgilendiği ve ikna olduğu bu yer, ayette sarha ve sarhun sözcükleri ile ifade edilmiştir. Kısacası Süleyman peygamberin yaptırdığı bu yer “gizli kapaklı hiçbir şeyin bulunmadığı, her şeyin açık açık gösterildiği” mescit-okuldur. Tarihte bu Süleyman Mabedi veya Beytü'l-Makdis olarak bilinmektedir.(75)


Süleyman peygamber kıssasındaki sarhan ile Musa peygamber kıssasındaki Firavunun yaptırdığı sarhan nitelik olarak aynıdır. Aralarındaki fark, Firavun bu okulu kendi karanlık dinini-kültünü yaymak için kurmuştur. Süleyman peygamber ise bu okulu, hakkın ortaya konulması için kullanmıştır.

Labirent sözcüğü; “Çıkış yeri çok zor bulunabilecek biçimde karışık geçitleri olan yapı. İçinden çıkılması çok güç ya da olanaksız durum, çözümü zor sorun” şeklinde tanımlanır. Firavun’un yaptırdığı sarhan (labirent) okul-akademi niteliğindedir. Açık olan Allah’ın dinin yerine Firavun, kendi dinini ortaya koydu. Tapınak-okul oluşturdu. Ancak Firavun bu yaptığı mescitte kendi dininin ilkelerini öğretti. Kısacası Süleyman peygamber, “gizli kapaklı hiçbir şeyin bulunmadığı, her şeyin açık açık gösterildiği” mescit yaptırmışken Firavun ise bunun tam tersini uygulamıştır.


Neml Suresi 44. ayetteki Süleyman peygamber kıssasında geçen sarhun kelimesinin saray anlamında olmadığını onun mescit yani okul olduğunu İsra 7. ayetinden anlıyoruz.

7,8) -Eğer iyilik ettiyseniz, kendinize iyilik etmişsinizdir ve eğer kötülük ettiyseniz o da onun kendisi içindir.- Artık diğer bozguna uğrama zamanı gelince de size kötülük yapmaları, ilk kez girdikleri gibi yine mescide/Beytü'l-Makdis'e girmeleri, ele geçirdikleri yerleri yıkıp bozmaları için üzerinize güçlü kullarımızı tekrar göndereceğiz. Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Ve eğer siz döndüyseniz Biz de döndük. Ve Biz cehennemi, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için kuşatıcı bir zindan yaptık. (50İsra 7)




Firavunun Gökyüzüne Yükselme Arzusu
Firavunun göklerin sebeplerine ulaşma arzusunun olduğu Mü’min 36-37 ve Kasas 38. ayetlerinde bildirilmişti.

38) Firavun da, "Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Hâmân, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum" dedi. (49Kasas 38)

36,37) Ve Firavun: "Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım" dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni, yalnızca kayba/zarara uğratıp acı çekme içindedir. (60Mü'min 24, 36)



Kuran'da belirtildiği gibi Firavun'un rabliğini ilan etmesi için bir kuleye veya merdivene çıkması fikri, eski Mısır mitolojisinde de bilinmektedir.


Mısır bilimci Sir Flinders Petrie, Religious Life in Ancient Egypt adlı kitabında bu konuda şu bilgileri verir:

Gökyüzündeki tanrılara yükselme arzusu, merdivenle yukarı çıkmayı istemekle ifade edildi. ... Osiris ibadeti Mısır'a geldiğinde, Osiris krallığında gelecek arzusu bir konu olarak kabul edilecekti. Ra geldiğinde dileği, gökteki büyük gemisinde Ra'nın maiyetini oluşturan tanrıların topluluğuna katılmaktı.(76), (77)

Firavun’un yaptırdığı piramit-labirent kompleksinin altından toprak yüzeyine yükselen bir rampa bulundu. “Geçit Yolu” olarak adlandırılan 300 metrelik bu tünelin piramit-labirent kompleksinin yanından geçen su kanalına ulaştığı tespit edilmiştir.(78)

Firavun, göklerin sebeplerine ulaşmak yaptırdığı Labirent’in altından yukarıya doğru yükselen geçidi bu amaçla kullanmış olmalı. Bu durum Mü’min 36-37 ve Kasas 38. ayetlerinde bildirilmişti.




c- Pişmiş Tuğla
Musa peygamber kıssalarında suistimal edilen konulardan birisi de tuğla konusudur. Kitabı Mukaddes’in Çıkış ile ilgili bölümlerinde genellikle İbranilerin kerpiç yaptıklarından bahsedilir. (Mısır'dan Çıkış 1:14 ve Mısır'dan Çıkış 5:7-8, 14, 16, 18-19). Kur’an’da ise Musa kıssasının yer aldığı Kasas 38’de tuğla yapımından bahsedilir. Bu yüzden Kitabı Mukaddes ile Kur’an’ın çeliştiği öne sürülür.

Kerpiç ucuz ve kolay üretimi nedeniyle yapı malzemesi olarak tercih edilir. Firavun’un ilk yaptırdığı Dahshur Piramit inşaatında kerpiç kullanıldığı biliniyor. Piramit daha yapılırken yapısal sorunlar nedeniyle kullanamadı. Firavun bu yüzden Hawara Piramidi ve Labirent yapımında daha dayanıklı malzeme olan tuğla kullanmayı tercih etti.

İsrailoğulları Firavun’un bütün inşaat işlerinde çalıştılar. Sınırlı da olsa taş-beton, kerpiç, tuğla vb. malzemeler projelerde kullanıldı. Yani İbraniler Dahshur Piramidi ve başka eserlerin yapımında kerpiç kullanmış olabilirler. Kitabı Mukaddes Dahshur Piramidindeki kerpiç kullanımından bahsediyor olabilir. Bu konuda Kitabı Mukaddes’in ilgili cümleleri doğru olabilir. Aksini düşünecek bir kanıt yoktur. Ancak burada altını çizmek istediğimiz nokta Amenemhat III’ün sonraki projeleri olan Hawara Piramidi ve Labirent inşaatında tuğla kullanıldığı kesindir. Kasas 38 ve Mümin 36. ayette tuğla ile üretilen yapı tarif edilerek diğerleriyle karıştırmamızın önüne geçilmiş olur. Aslında ayetlerde Firavun ve Haman’ın, Hawara Piramidi ve Labirent içinde gerçekleştirdiği eylemlere dikkat çekilir. Çünkü orada Firavun’un dini şekillendirildi.


38) Firavun da, "Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Hâmân, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum" dedi. (Kasas 38)


36,37) Ve Firavun: "Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım" dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni, yalnızca kayba/zarara uğratıp acı çekme içindedir. (Mü'min 36)

Firavunun tuğla ile kule/piramit yaptırdığı Kasas 38. ayette ifade edilmektedir. Firavunun döneminde tuğlanın kullanıldığı tarihi ve arkeolojik verilerden de teyit edebiliriz.(79), (80), (81) Hatta piramidin olduğu yerin yakınında bol miktarda tuğla yapımında kullanılan hammadde bulunduğu bildirilmiştir.(79) Piramit kompleksinin yeraltı yapılarında ve geçit rampasının bazı bölümlerinde tuğla kullanılmıştır.(78) Piramidin yeraltı odalarında tuğla kemer yöntemi kullanılmıştır.(82)


Herodot'un kerpiç piramitlerle ilgili açıklaması (Kitap II, bölüm CXXXVI) konu ile alakalıdır:
“... Kendisinden önce Mısır'da hüküm süren tüm kralları aşmak isteyen bu prens (Amenemhat III), bir taşa kazınmış bu yazıtla bir tuğla piramidini anıt olarak bıraktı: beni taş piramitleriyle kıyaslayarak küçümseme; Gölün dibindeki alüvyondan yapılmış tuğlalardan inşa edildiğim için Jüpiter diğer tanrıların üzerinde olduğu kadar onların üstünden de yüksekteyim..."(79)


Pişmiş tuğla yapımı Mısır’da ilk hanedan dönemlerinden itibaren bilenmektedir. Bunun yanında 12. hanedan dönemine ait tuğla, çanak-çömlek yapımında kullanılan fırın bulunmuştur.(83), (Resim 13)

Kur’an hakkında şüphe oluşturmak için uğraşanlar pişmiş tuğla konusunda saptırma yapmaya çalışmışlardır. Mısır’da pişmiş tuğlanın Musa peygamberden asırlar sonra yapıldığı ileri sürülmüştür. Ancak, Mısır’da tarihinde eskiden beri pişmiş tuğla bilinmekte ve yapılmaktadır. Bu arkeolojik olarak kanıtlanmıştır.(83)

Mısır’da çok önemli yapılar kalıplara dökülen çimento-beton bloklardan yapılmıştır. Diğer yapılar ise güneşte kurutulmuş kerpiçten yapılırdı. 12. hanedan dönemine kadar çimento hammaddelerinin tükenmesi nedeniyle hem beton piramitlerin sayısı azalmış hem de piramitlerin boyutu küçülmüştür. Hammadde yoksunluğunu aşabilmek için Amenemhat III, devasa piramitlerin çekirdeğini pişmiş tuğla ile yaptırmış ve üzerini kireç taşı ile kaplatmıştır.(80), (84) Kısacası 12. hanedan döneminde pişmiş tuğla yapımı ve kullanımı kesinlikle kanıtlanmıştır. İnşaatlarda pişmiş tuğlanın kullanılması tamamen ekonomik nedenlere dayanmaktadır. Maliyetinin yüksek olması nedeniyle pek çok firavun bu metodu uygulayamamıştır.




d- Haman
Firavuna yakın mertebede olduğu anlaşılan Haman’ın ismi, Kur'ân'da altı defa geçmektedir:

5,6) Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Hâmân ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.
8) Sonra da Firavun ailesi o'nu, kendileri için bir düşman ve üzüntü olmak üzere "buluntu" olarak aldı. Şüphesiz Firavun, Hâmân ve bu ikisinin askerleri hata edenler idi.
38) Firavun da, "Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Hâmân, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum" dedi. (Kasas 6, 8, 38)


23,24) Andolsun Mûsâ'yı Firavun'a, Hâmân'a ve Karun'a âyetlerimizle ve açık bir delil ile elçi olarak gönderdik de onlar: "Bu bir sihirbaz, büyük bir yalancıdır" dediler.
36,37) Ve Firavun: "Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım" dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni, yalnızca kayba/zarara uğratıp acı çekme içindedir. (Mü'min 24, 36)


39) Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da yıkıma uğrattık. Andolsun ki Mûsâ onlara apaçık deliller ile gelmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki onlar, geçiciler değillerdi. (Ankebut 39)

Muhammed ESED, Kasas 6 ve 38. ayetlerinin açıklamasında şu bilgilere yer verir:
Kasas 6. ayet dipnotu:
Kur’an'da, Firavun'un baş danışmanı olarak muhtelif yerlerde sözü geçen “Hâmân” Tevrat'ta bahsedilen Persli Haman'la karıştırılmamalıdır. (Ester'in Kitabı iii, vd.) Kur’an'da kullanılan “Hâmân” sözcüğü, büyük bir ihtimalle, özel bir isim değil, fakat eski Mısır dininde tanrı Amon'a nisbet edilen yüksek sınıftan rahiplere verilen Hâ-Amen ünvanının Arapça'ya mal olmuş şeklidir. Hz. Musa'nın yaşadığı çağda Mısır'da Amon kültü hâkim olduğuna göre, bu kültü temsil eden en yüksek dereceli rahibin de yönetimde Firavun'dan sonraki ikinci adam olması tabiidir. Kur’an'da bahsi geçen Hâmân'ın gerçekten Amon kültünün başrahibi olduğu görüşünü, Firavun'un bu Hâmân'dan “çıkıp Musa'nın tanrısını görmek için” kendisine “yüksek bir kule” yapmasını istemesi de destekler gözükmektedir. Ayrıca, Hâmân'dan “kule yapıcısı” olarak söz edilmesi, büyük Mısır piramitlerinin dinsel amacına ve başrahibin piramitlerin baş mimarı olarak üstlendiği fonksiyona işaret ediyor olabilir.


Kasas 38. ayet dipnotu:
Yahut: “Musa'nın tanrısına çıkayım”. Ettali‘u fiiline bu anlamlardan hangisi verilirse verilsin, Firavun'un yüksek bir kulenin inşasını istemesi yalnızca Mısır'daki büyük firavun ehramlarından/piramitlerinden birinin inşasına ilişkin bir îma değil, aynı zamanda Hz. Musa'nın ortaya koyduğu, var olan her şeyin mutlak manada üstünde ve ötesinde olan, yaratıcı ve hükmedici olarak her şeyi kuşatan, elinde tutan Tek Tanrı kavramına yöneltilmiş alaycı ve küçümseyici bir îma da taşımaktadır.(85)

Kur’an’daki Haman ile Kitabı Mukaddes’deki Haman iki farklı zamanda yaşamış, iki farklı kişidir. Ancak Kitabı Mukaddes bilginleri Haman konusunda ön yargılı davranarak Kitabı Mukaddes’in doğru olduğunu Kur’an’ın tarihi hata yaptığını ileri sürerler. Dolayısıyla Haman konusunda İslam dinini eleştirilir.(86)


Hermann Ranke’nin Yeni Krallık Mısır kişi isimleri sözlüğü bulunur. Bu eserin 240. sayfa 24 nolu maddesinde hmn (Haman) sözcüğü “taş ocakları şefi” olarak tanımlanmıştır. Maurice Bucaille, Moïse et Pharaon adlı eserinde konuyu gündeme taşımıştır.

Bu görüş Kur’an’da geçen “Haman” isminin karşılığı olduğu düşüncesiyle hemen Müslümanlar tarafından benimsenmiştir. Ancak burada iki konuya dikkat çekmek istiyorum. Birincisi, Haman kişi ismi değildir. Haman, “Tanrı'nın Hizmetkarı", "peygamber" veya "rahip" anlamına gelir. Firavun’un tapınak görevlilerine verdiği isimdir. İkinci konu ise Musa peygamber, Orta Krallık döneminde yaşadığı için Haman konusu bu dönemde aranmalıdır. Halbuki Maurice Bucaille’nin kitabında Yeni Krallık Mısır kişi isimleri sözlüğündeki “Haman” maddesi dikkate alınmıştır.(87) Bu da hatalı kronoloji nedeniyle çeşitli spekülasyonlara kapı aralamaktadır. Bize göre Kur’an’da bahsedilen Haman Orta Krallıkta yaşamıştır. Makalede yer verilen tüm konularda görüleceği gibi Musa peygamberin Orta Krallık 12. Hanedan döneminde yaşadığını göstermektedir.


Orta Krallık Mısır sözlüğünde de HMN sözcüğü ve türevleri bulunmaktadır. HMN maddesi, [Hm nTr] prophet (peygamber) şeklinde yer alır.(88) Haman, “Tanrı'nın Hizmetkarı", "peygamber" veya "rahip" anlamındadır.(89)

Eski Krallıktan beri rahipler inşaat işlerinin içinde yer almıştır.(90)

Musa ve Harun peygamber Firavun’a Allah’ın ayetlerini tebliğ ettikten sonra Firavun rabliğini ilan ederek Haman’a kule (labirent) yapmasını emreder. Burada altı çizilmesi gereken nokta Firavun kendi dinini oluşturması için Haman’a (rahip-peygamber) görev verir. Haman, -Allah’ın dini İslam’a alternatif olarak- Firavun’a yeni bir din oluşturmuştur. Haman’ın hem labirenti inşa ettiği hem de Firavun’a ait dinin ilkelerini ve ritüellerini oluşturduğu anlaşılıyor. Bütün bunlar Kasas 38 ile Mü’min 23-24, 36-37. ayetlerden açıkça görülüyor. Haman başlığı altında buraya kadar aktarılan bilgiler Kur’an, tarih ve arkeolojik bilgilerin tam bir uyum içinde olduğunu gösteriyor.


38) Firavun da, "Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Hâmân, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum" dedi. (Kasas 6, 8, 38)


23,24) Andolsun Mûsâ'yı Firavun'a, Hâmân'a ve Karun'a âyetlerimizle ve açık bir delil ile elçi olarak gönderdik de onlar: "Bu bir sihirbaz, büyük bir yalancıdır" dediler.
36,37) Ve Firavun: "Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım" dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni, yalnızca kayba/zarara uğratıp acı çekme içindedir. (Mü'min 24, 36)


Piramitleri Kimler Yaptı?
Kimi çevreler piramitlerin profesyonel çalışanlar tarafından yapıldığı iddia edilir. Bu görüşün altında yatan asıl neden Mısır’da köle toplumun olmadığı inancına zemin hazırlamaktır. İsrailoğullarının ve Musa peygamberin Mısır’da hiç bulunmadığı şeklindeki tezlerine dayanak yapmak isterler.

Eski Krallık döneminde inşa edilen ilk piramitler profesyoneller tarafından yapılmıştır. Yusuf peygamber zamanında yedi yıllık kuraklığa hazırlık olması için piramit yapılmıştır. Tahıllar piramitte depolanmıştır. Bu ilk piramit bilimsel yöntemlerle, ülke refahı için, devlet eliyle ve seferberlik anlayışı içinde yapılmıştır. Konu hakkında ayrıntı bilgi “Yusuf Peygamberin Büyük Kuraklığa Karşı Aldığı Önlemler” başlıklı yazımızda yer alıyor.

Daha sonraki hanedanlar zamanında piramitlerin üçer aylık mevsimsel çalışmalarla yapıldığı bilgileri de mevcuttur. Ancak Musa peygamberin yaşadığı dönem olan 12. Hanedan zamanında zalim firavunlar, köleleştirdikleri kitleleri piramit ve diğer yapıları inşa etmeye zorladılar. Bununla ilgili çok güçlü kanıtlar vardır. Kısacası her iki görüş de doğrudur. Eski Krallık 3. Hanedan döneminden Orta Krallığa kadar devlet projesi olarak uygulanmıştır. Orta Krallıkta özellikle 12. Hanedan döneminde piramit projeleri İsrailoğulları için despotizm uygulamasına dönmüştür. Yöntemlerin uygulandığı zaman dilimleri farklıdır. Dönemler arası konjonktür aynı kalmamış, zamanla değişmiştir.



5- Yerel Yönetim ve Nomarklar

a- Mısır’da Eyalet Sistemi
Eski Krallık 3. Hanedan Djoser döneminde yani Yusuf peygamberin vezirliğinde Mısır eyaletlere (nome) bölünmüştür.(91), (92) Bu eyaletlerin sayısının 42 olduğu biliniyor. Yusuf peygamberin yönetiminde eyaletlere valiler (nomark) atandı. Muhtemelen Mısır’a gelen İsrailoğullarından da bu eyaletlere atamalar yapıldı. Böylece devletin merkezi ve yerel teşkilatlanması tamamlamıştı. Başlangıçta merkezi yönetim güçlüyken zamanla nomarkların gücü firavunları gölgede bırakacak kadar arttı. Ara Dönem'de 8. Hanedan Firavunlarının gücü, konumlarını yalnızca unvan ve onur bahşedebilecekleri en güçlü valilere borçlu olacak kadar azalmıştı.(91), (93)

Eski Krallık sona erinceye kadar nomarklar topraklarını büyütmeye devam etti. Artık hem Aşağı hem Yukarı Mısır’da yerel beylerin (nomarkların) sözü geçmektedir ve taşra eyaletleri (nomoslar) yarı-özerk statülerini daha da genişleterek gerçek bir bağımsızlığa doğru yol almaktadırlar.(94)


Güçlü eyaletler merkezi idarenin zayıflamasına neden olmuştur. Artık Firavun tek başına devleti temsil etmiyordu.(95) Mısır Orta Krallık böyle bir ortamda başladı. Orta Krallık Firavunları eski ihtişamlı günlere (Eski Krallığın altın çağına) dönmek istiyordu. Merkezi yönetimi güçlendirmek için çok uzun soluklu uğraşa girdiler. Böylece Nomarkların yönetimdeki söz hakkı Orta Krallık sonu olan 12. Hanedanlığa kadar devam etti.

Orta Krallıkta nomarklar görevden alındı. Bunların yerine kasabalara Firavun’a bağlı belediye başkanları atamak suretiyle rejim değişikliğine gidildi.(96), (97) Tasfiye işlemi uzun sürede gerçekleşti. Bu sürecin Sesostris III'ün saltanatının sonunu ve Amenemhat III'ün saltanatını kapsamıştı.(98)




b- İleri Gelenler (Mele)

Ayetler:
103) Sonra o elçilerin/o toplumların arkasından Mûsâ'yı alâmetlerimizle/göstergelerimizle Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik de onlar, alâmetlere/göstergelere haksızlık ettiler. Hele bir bak, o bozguncuların âkıbetleri nasıl oldu! (39Araf 103)

109,110,111,112) Firavun'un toplumundan ileri gelenler, "Kesinlikle bu çok bilgili büyüleyici, etkin bir bilgindir. O, sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor" dediler. Firavun, "O hâlde siz ne emredersiniz?" dedi. Onlar: "Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginleri sana getirsinler" dediler. (39Araf 109-112)

127) Firavun toplumundan ileri gelenler de, "Seni ve senin ilâhlarını/seni ilâh edinmeyi terk etsinler de yeryüzünde kargaşa çıkarsınlar diye mi Mûsâ'yı ve toplumunu serbest bırakacaksın?" dediler. Firavun dedi ki: "Onların oğullarını öldüreceğiz; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştireceğiz, kadınlarını utanca boğacağız ve biz onlar üzerinde ezici bir güce sahip kimseleriz." (39Araf 127)

34,35) Firavun, yanı başındaki ileri gelenlere: "Şüphesiz bu, kesinlikle çok bilgili bir etkin bilgin! Sizi etkin bilgisiyle topraklarınızdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?" dedi. (47Şuara 35)

38) Firavun da, "Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Hâmân, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum" dedi. (49Kasas 38)

96,97Andolsun ki Biz Mûsâ'yı da âyetlerimizle ve apaçık bir belge ile Firavun ve ileri gelenlerine elçi yaptık. Ama onlar Firavun'un emrine uydular. Hâlbuki Firavun'un emri aklı çalıştıran/doğruya ulaştıran değildir. (52Hud 96-97)

 

21,22,23,24) Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de: "Ben, sizin en yüce Rabbinizim!" dedi. (81Naziat 23-24)


Yukarıda açıklandığı gibi merkezi yönetimi güçlendirmek için III. Senusret iktidarında, valilerin yönetimdeki etkisini azaltmaya çalışmıştır. Ancak bu süreç III. Amenemhat dönemine kadar devam etmiştir. III. Amenemhat iktidarının bir kısmında bu valilerden emir almıştır. Firavun daha sonraki yıllarda valilerin yönetimdeki hakimiyetine son etmiştir.

Musa, Mısır’a peygamber olarak döndüğünde Firavun ve ileri gelenlere ayetleri okudu. (39Araf 103) Firavun ve ileri gelenler ayetleri yalanladı. Bu dönemde valiler güçlü konumdadır. Firavun’a emir vermektedirler. (39Araf 110, 127 ve 47Şuara 35. ayetler). Valiler güçlerini korumak adına Musa peygamberin tebliğ ettiği İslam dinini yalanladılar.

Yerel yöneticiler, nomark olarak adlandırılırlar. Bunlar derebeyi ya da vali olarak da bilinirler. Kur’an, bu kişiler için ileri gelenler-mele ifadesi kullanır.

Sonraki yıllarda Firavun III. Amenemhat, valileri tasfiye ederek kendi adamlarını yerlerine atamıştır. Firavun’un rabliğini ilan etmesi 49Kasas 38, 52Hud 96-97 ve 81Naziat 23-24. ayetlerde açıklanıyor. Bu konu tarihi bilgilerle kanıtlanmıştır. (99), (100), (101)

Dikkat edilirse Kur’an’da önce Firavun’un ileri gelenlerden emir aldığı bildirilir. Sonraki ayetlerde de Firavun’un ileri gelenlere ve halka karşı rablik ilan ettiğinden bahsedilir.

Firavun’un zayıf olduğu, ileri gelenlerin güçlü olduğu dönem; 39Araf 103, 110, 127 ve 47Şuara 35. ayetlerde bildirilir. Firavun’un güçlü olduğu, ileri gelenlerin zayıf olduğu dönem ise 49Kasas 38, 52Hud 96-97 ve 81Naziat 23-24. ayetlerde açıklanır.

Netice de şunu söyleyebiliriz: Kur’an’da geçen 1. grup güçlü konumdaki ileri gelenler kendi hür iradeleri ile Allah’ın ayetlerini yalanlamışlardır. Firavun’a bağlı adamlar olan 2. gruptaki ileri gelenler de Musa peygamberin getirdiği ayetleri yalanladıkları anlaşılıyor.


Kur’an’ın Firavun ve ileri gelenlerin eylemleri hakkında asırlarca önce haber verdiği bu incelik ancak Mısır tarihi deşifre edildikten sonra anlaşılabilmiştir.




6- Mükemmel Konuşmak
Edebi eserler açısından Mısır Orta Krallık zirvedeydi. Mısırlılar mükemmel konuşmaya önem vermişlerdir.(102) Orta Krallıkta yüksek sesle okunmak üzere oluşturulan 'mükemmel konuşma’ diye adlandırılan edebi eserler yaygındır.(103), (104)


Firavun, Musa peygamberi mükemmel konuşma açısından da eleştirmiştir. O, böylece kendisini kurtaracak mesajlara sırt çevirmiştir (Zuhruf 51-53). Halbuki Allah, Musa’ya görev verdiğinde Firavun’a yapılacak tebliğ görevinin “yumuşak söz” ile yapılmasını istemiştir. Buna rağmen Firavun tuğyan içerisinde hareket etmeye devam etmiştir.

43,44) Her ikiniz gidin Firavun'a. Şüphesiz o azdı. Sonra ona öğüt alması ve saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürpermesi için yumuşak söz söyleyin." (45Taha 43-44)

51,52,53) Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: "Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?" dedi. (63Zuhruf 51-53)


Kur’an’da yüksek sesle konuşmak eleştirilmiştir:
Şüphesiz ki Allah, bütün övünen ve kuruntu edenleri sevmez. Ve yürüyüşünde mutedil ol, sesinden kıs. Şüphesiz seslerin en anlaşılmazı kesinlikle eşeklerin sesidir" demişti. (57Lokman 19)




7- Delta Arazileri Firavun’un Şahsi Mülküdür

51,52,53) Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: "Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?" dedi. (Zuhruf 51)


Ayetten Aşağı Mısır deltasının Firavun’un kendi şahsına ait olduğunu anlıyoruz. Orta Krallıkta valilerin bertaraf edilmesinden sonra onların sahip oldukları araziler Firavun’un mülkiyetine geçmiştir.(105), (106) Firavun özellikle Aşağı Mısır-Delta arazilerine büyük önem vermiştir. Zaman zaman valilere paylaştırılan bu araziler Eski Krallık-Yusuf peygamber döneminde de kralın şahsi mülküydü.(107)




8- İmanını Gizleyen Adam Kim?

28,29) Ve Firavun ailesinden imanını saklayan bir babayiğit adam: "Bir adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o, kesinlikle size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Ve eğer o, bir yalancı ise bir bakarsın ki o'nun yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Ve eğer doğru ise size yaptığı tehditlerin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, gerçeği eksik gösteren bir yalancı kişiye kılavuz olmaz. Ey toplumum! Yeryüzünde açığa çıkmış olarak bugün yönetim sizindir. Peki, eğer gelecek olursa Allah'ın hışmından bizi kim yardım edip kurtarır?" dedi. Firavun: "Ben size görüşümden başkasını göstermiyorum ve ben sadece size reşitliğin/akıllı olmanın yoluna kılavuzluk ediyorum" dedi.
30,31,32,33,34,35) Yine o iman etmiş olan kimse: "Ey toplumum! Şüphesiz ben, sizin hakkınızda Ahzâb'ın günü benzerinden; Nûh toplumunun, Âd'ın, Semûd'un ve daha sonrakilerin maceralarının benzerinden korkuyorum. Ve Allah, kulları için bir haksızlık, yanlışlık istemez. Ey toplumum! Şüphesiz ben, size gelecek o çağrışma-bağrışma/kaçışma gününden; arkanıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum. Sizin için Allah'tan koruyan biri yoktur. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. Ve andolsun ki, bundan önce size Yûsuf delillerle gelmişti. O zaman da o'nun size getirdiği şeylerde kesin olmayan, yetersiz bilgiye sahiptiniz. Sonunda o öldüğünde de, "Bundan sonra Allah, asla elçi göndermez" dediniz. Allah, şu kendilerine gelmiş bir güç olmaksızın, Allah'ın âyetleri/alâmetleri/göstergeleri hakkında mücâdele eden, gerçeği eksik gösteren, şüpheci olan kişileri işte böyle şaşırtır. Bu durum, Allah katında ve iman edenler yanında buğz olarak büyüktür. İşte Allah, her böbürlenen zorbanın kalbi üzerine damga basar" dedi. (60Mümin 28-35)


Bu ayet grubunda, Firavun’un yakınlarından iman etmiş, o güne kadar da imanını gizlemiş mümin bir kişinin Firavun ile Musa’nın (as) mücadelesi anında ortaya çıkarak Firavun ve çevresini uyardığı, çok makul ve mantıklı gerekçeler anlatarak onlara öğütler verdiği, Musa’yı (as) en güzel biçimde savunarak Firavun’dan gelecek sıkıntıları bertaraf etmeye gayret ettiği beyan edilmiştir.

Anlıyoruz ki, Rabbimiz bu aşamada başka bir salih kulunu devreye sokmuştur. Mümin kulun beyanlarından anlaşıldığına göre, bu kul sıradan biri olmayıp ilahiyat konusunda ileri derecede bilgiye ve inanca sahiptir. Dünya ve ahirete dair birçok şey bilmektedir. İyilik ve kötülüğün karşılığının ahirette tastamam alınacağı konusunda son derece bilinçli ve inançlıdır.

Mümin kişinin ağzından nakledilen ifadeler, İslami ilkeleri içeren gayet açık ve beliğ bir hitabe örneğidir.

Firavun’un ehlinden olan bu şahsın kim olduğu açıklanmamıştır. Klasik eserlerde onun Firavun’un amcasının oğlu olduğu, Firavun adına hareket etme yetkisine sahip olduğu ve emniyet müdürlüğü yaptığı, Kıpti bir kimse olduğu, ayrıca Kasas/20’de "Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: "Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında müzakere ediyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim" şeklinde konuşan kişinin de o olduğu yönünde yorumlar mevcuttur. [Mukatil] Bir başka tarihçi [Taberi] bu kişinin adının "Habrek" olduğunu yazar. Bir başka tefsirci [Zemahşeri; Keşşaf; c. 3 s. 424] ise "Sem'ân" ya da "Habib" olduğunu veya kendisine "Harbil" veya "Hazbil" dendiğini söyler. Ne var ki, bu yorumlardan hiçbirisi de kesin bilgiye dayanmamaktadır. Suredeki pasajdan anlaşılacağı üzere, o, Firavun’un ehlinden ve sarayda divan toplantılarına katılan birisidir. Yusuf suresinde "racül" sözcüğünün mutlak "erkek" demek olmayıp "olgun insan" demek olduğunu açıklamıştık. Buradan hareketle, imanını o safhaya kadar gizleyip de Musa’yı savunmak için ortaya çıkan bu kişinin Firavun’un eşi olması mümkündür.(108)

Musa peygamberin ayetleri tebliğ ettikten sonra Firavun’un kendisini öldürmek istediğinde bu kişi ortaya çıkarak ona engel olur. İmanını gizleyen bu kişinin sözlerinden (Mümin 28-35) tevhit ilkelerini çok iyi bilen bir mümin olduğu anlaşılıyor. Mümin suresi 28. ayette geçen “racülün” sözcüğüne klasik çevirilerde genellikle erkek anlamı verilmektedir. Ancak bu doğru değildir. Racül, olgun insan demektir. İki ayağı üzerinde duran babayiğit anlamındadır. Bu erkek ya da kadın olabilir.(109), (110)


Yukarıdaki açıklamada bahsedilen kişinin Firavun’un karısı olduğu görüşü, Mümin suresi 28. ayette geçen “racülün” sözcüğünün lügat anlamına uygundur. Racül kelimesinin tahlilinin yapıldığı 109 ve 110 numaralı dipnotun incelenmesini tavsiye ediyoruz.

Firavun Amenemhat III’ün ailesi hakkında şu bilgiler bulunmaktadır:
Amenemhat III'ün eşlerinden ikisi biliniyor, Aat ve Khenemetneferhedjet III, ikisi de Dahshur Piramiti içine gömüldü. Hetepti yani Amenemhat IV'in (üvey) annesi Firavun’un başka bir karısıdır. Hetepti; Soylu kadın, İki Ülkenin Hanımı ve Kral Annesi” unvanına sahiptir. Böylece Orta Krallık döneminde ikinci unvan kraliyet ailesinin kadınlarında ilk kez kullanılmıştır.(111), (112)


Bebek Musa’yı Nil’de sandıkta bulan Firavun’un karısı muhtemelen Hetepti (Hotepti) idi. Bu kadın bebek Musa’nın öldürülmesine engel olmuş ve onun evlatlık alınmasını sağlamıştır. Sonunda da Musa’nın prens olarak yetiştirilmesinin önünü açmıştır (Kasas 9). Bu, Musa’nın hayatını ilk kurtarışı olmuştur. Kur’an ayetlerinden anlaşılıyor ki bu kişi, Musa’nın cinayet işlemesi sonucunda onun öldürülme kararı alındığında da kendisine haber vererek ikinci kez hayatını kurtardı (Kasas 20). En sonunda da Musa, Firavun ve ileri gelenlere Allah’ın ayetlerini tebliğ ettiğinde ortaya çıkmıştır. Firavun, Musa’yı öldürme kararı almış ancak yine bu kişi onun öldürülmesine engel olmuştur (Mümin 26, 28-35). Böylece Musa’nın üvey annesi ve Firavun’un karısı olan Hetepti’nin, Musa’nın hayatını üç kez kurtardığı anlaşılıyor. Kraliyet ailesinden olan Hetepti, Firavun ve “İleri Gelenlerin” yanında alınacak kararlara müdahale edebilecek bir konumdadır.

Bu kişinin Musa peygamberle sürekli irtibatta olduğunu (Kasas 20) ve Musa’nın peygamberliğini kabul ettiğini Mümin suresi 28-35. ayetlerindeki derin tevhit bilgisine ulaşmasından anlıyoruz. Hetepti’nin “kral annesi” unvanına sahiptir. Hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bu da onun komşu devletlerden birisinin kraliyet üyesi olduğunu akla getiriyor. Firavun ile evliliğinin siyasi olması muhtemeldir. Mısır tarihinde bunun başka örnekleri de bulunmaktadır. Onun Firavun’a karşı gelebilecek konumda olması kraliyetteki ağırlığının ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.(112) Bu konudaki tarihi bilgilerin ve Kur’an ayetlerinin uyumu dikkat çekicidir.


Allah, Firavun’un karısını müminlere örnek göstermiştir:
11) Allah, inanan kimselere de Firavun'un kadınını örnek gösterdi. Hani o, "Rabbim! Bana nezdinde cennetin içinde bir ev yap, beni Firavun'dan ve onun işinden kurtar. Ve beni şu şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!" demişti. (Tahrim 11)

Ayette Firavun’un karısı ya da kadını der, eşi demez. Burada açıklanmak istenen konu Firavun ile karısının inanç ve imanlarının aynı olmadıklarını vurgulamaktır. Firavun inkâr ederken karısı mümindir. Kur’an’da Ankebut 33. ayette de Lut peygamber ile karısı ifadesinde aynı konuya dikkat çekilir. Onların da aynı iman bütünlüğü içinde olmadıklarının altı çizilir.(110) Her ikisi de aynı imana sahip olsalardı o taktirde birbirlerinin eşi olarak ifade edilirdi. Bu nedenle Hetepti, III. Amenemhat'ın Medinet Madi tapınağında kocasının yanına gömülmedi.(113) Firavun’un eylemlerini hiçbir zaman onaylamadı. Tahrim 11. ayetteki bu incelik tarihi kayıtlarda da görülmektedir. Firavun’un resmi iki eşi biliniyor. Ancak Hetepti kralın oğlu unvanına sahiptir ve kraliyet ailesindendir.(114) Amenemhat IV’ün üvey annesidir. Ancak Firavun ile ayrı kutuplardadır.

 



9- Mısır’a Gelen Felaketler
Mısır’da yapılan piramit inşaatları çevre sorunlarına yol açtığı bilinmektedir. Hammadde kaynaklarının tükenmesi nedeniyle Mısır ekonomisi krize girmişti. Özellikle 12. hanedan döneminde inşaatlarda kullanılan mineral madde ve hammadde ihtiyacı zirveye çıkmıştır:


a- Büyük Piramit Projeleri Çevre Felaketine Yol Açmıştır.
Hanedanlar süresince inşaat işleri için yoğun odun külüne ihtiyaç duyulmuştur. Firavunlar odun külü ihtiyacını; ağaç, tahıl kabuğu, saman, saz türlerinin yakılması ile istenen silisli malzemeleri karşılamaya çalıştı. Hatta piramit yapımındaki düşüşün odun kıtlığından kaynaklandığı bildirilmiştir. Tüm ülkeye kireç kalsinasyonu için yakıt sağlama gibi devasa faaliyetler tarımsal kaynakların bu şekilde yoğun kullanılması ekolojik bir felaket yaratmış olabilir. Önceki hanedanların abartılı taş kullanımının ardından, malzeme yetersizliğinden dolayı kerpiç tuğlaya dönmek zorunda kalmaları firavun mimarisi için ciddi bir şoktur.(115), (116)

Piramitlerin yapıldığı taş bloklar kesme taş değildir. Bloklar aslında yüksek kaliteli yeniden yapılandırılmış kireç taşı harcının yerinde dökülmesiyle elde edilen çimentodur. Bloklar, % 90-95 doğal kireçtaşı molozu ve % 5-10 jeolojik tutkaldan (jeopolimerik çimento) oluşur.

Hanedanlar döneminde peş peşe piramitler yapılmıştır. Piramit inşasında ana materyal dökme-jeopolimerik çimento elde edebilmek için kullanılan bazı mineral ve madenlerin tükendiği bildirilir.(117)



b- Plantasyon Tarım Politikası
Firavunların inşaat projeleri için gerekli olan mineral maddelerin temini için 12. Hanedan döneminde gölden kazanılan yeni arazilerde, plantasyon tarım üretim modeline gidilmiştir.

Plantasyon tarımın ilk örneği Nil havzası, Delta ve Fayyum havzasında papirüs tarımı ile yapılmıştır. Papirüs bitkisinden elde edilen mineraller(118) ve odun külü(119) ile gereken kaynaklar sağlanmaya çalışılmıştır.


12. hanedan dönemine gelinceye kadar sınırlı kaynaklar nedeniyle piramitlerin boyutları küçülmüştü. 12. hanedan dönemine gelince jeopolimerik çimento ile piramit yapmak için hammadde kalmamıştı. Tükenen kaynaklar nedeniyle çimento taş dökme tekniğinin terkedilerek piramitlerin tuğladan yapılması zorunlu hale gelmiştir.(120)


Kaynakların tükenmesiyle karşı karşıya kalan 12. hanedan firavunu I. Amenemhat ve halefleri kerpiç piramitleri inşa etmiştir. Bu piramitlerin sadece mezar odası büyük bir özenle yığma taştan(çimento) yapılmıştır. Mısırlıların daha sert bronz aletlere sahipken taş yerine kerpiç tercih etmeleri, bu hammaddelerin tükendiğini gösteriyor. Dökülmüş taş (çimento) teknolojisindeki muazzam patlama, kaynakların yoğun şekilde kullanılması bu mimarisinin son derece hızlı çökmesine neden oldu. Reaktiflerdeki mineral kaynakların tükenmesi kimyasal, ekolojik ve tarımsal bir felaket bu düşüşü açıklıyor.(121)


Herhangi bir önemli teknolojideki ciddi düşüş, sosyal evrimi güçlü bir şekilde etkiler. Taş yapım teknolojisinin azalmasının Mısır uygarlığını nasıl etkilediğini anlamak için, modern zamanlarda uzun süreli petrol kıtlığının bizi ne kadar radikal bir şekilde etkileyeceğini hayal etmek yeterlidir.(122)

Ülkede uzun yıllar plantasyon tarım modeli uygulanmıştır. Sömürü boyutunda uygulanmakta olan tarım politikaları da çevre felaketlerine yol açmıştır. Bütün bunlar firavunların sorumsuzca davrandıklarını açıkça göstermektedir. Mısır’a gelen belaların Firavunların doğayı tahrip etmesinden kaynaklanmış olabileceği görüşü bilim çevreleri tarafından dile getirilir.(123)

Günümüzde de aynı şeyleri yaşıyoruz. Amazon ormanları kesilerek yeni tarım alanları açılmıştır. Amazonda fauna ve floranın yok edilerek endüstriyel Palmiye ağaçlarının dikilmesi çevre felaketlerine davetiye çıkarmaktadır.



c- Kuraklık
Bilindiği üzere Eski Mısır’da tarım hem yeterli Nil taşkınının olmasına hem de selinin taşıdığı bereketli mil çamuruna bağlıdır. Taşkının yetersiz olması kuraklığa yol açar. On ikinci Hanedan sonlarına doğru bir kıtlığın yaşandığı bilinmektedir.(124)

Kuraklık, Eski Krallık döneminde kuzey Mısır'ı ve ardından Orta Krallık döneminde güney Mısır'ı sarmıştı.(125) Orta Krallık, MÖ 2000 ile 1600 yılları arasında vardı. MÖ 1500'de küresel olarak eski uygarlıklarda bir düşüş yaşandı. Eski uygarlıkların çoğu, nehirler boyunca uzanan vadilerde başarılı bir şekilde yaşamaya devam edemediler, çünkü giderek daha kuru iklimler sınırlı mahsul üretimine neden oldu. Ekilebilir tarım alanları büyük ölçüde azaldı ve azalan yağışlar daha az üretime neden oldu.(126), (127)

A’raf 130. ayette Mısırlıların kuraklık-kıtlıkla denendiği bildirilmişti.


ç-Tufan (Bol Yağış)
Araf suresi 133. ayette Firavun ve ailesine tufan ayetinin de gönderildiği bildirilir.

Eski Mısır’da yıllık Nil sel taşkınlarının seviyesi hayatı doğrudan etkilemiştir. Nil taşkın seviyesi düşük olduğunda kuraklık nedeniyle ürün kayıpları yaşanmaktaydı. Eğer Nil taşkını yüksek seviyede olursa bu sefer her yıl ekilen tarım alanları su altında kaldığından üretim yapılamazdı. Her iki halde de kıtlık sorunu gündeme gelir. Bu nedenle Firavunlar, dengesiz taşkın seviyelerinden korunmak ve toprak kazanmak için Fayyum barajını yapmak yoluna gittiler.(128) Bu olgu, Kur’an’da Araf 130 ve 133. ayetlerdeki senelerle kuraklıklarla/senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile tufan (bol yağış) ifadeleri ile gözler önüne serilmektedir.

Mısır tarihine baktığımızda konumuz olan Orta Krallığın sonunda yani Firavun Amenemhat III döneminde Nil seviyesinin çok yüksek olduğu bilinmektedir.(129)


Tufan’ın ayet oluşu Nil seviyesinin yüksek oluşunu ifade ediyor. Bu Mısır için önemliydi. Firavun’un ibret alması için uyarılmıştı. Ancak 12. Hanedan Firavunları kurduğu bentlerle gölde tutulan su miktarı sürekli artırdılar. Göl alanından toprak kazanmak için, bentler, sulama için kanallar inşa ettiler. Bir ihtiras uğruna ülkenin insan ve doğal kaynaklarını yıllarca kullanmasının hem de bilimsel olmayan yöntemlerle kullanmasının mutlaka bir sonucu olacaktı. Özellikle Amenemhat III‘in Fayyum projesine takıntısı nedeniyle doğa ile mücadeleye girdiklerini ve bunun yıkıcı sonuçlarını tüm Mısır’ın yaşadığı bildirilmiştir.(130)


130,131) Ve andolsun ki Biz, Firavun sülâlesini, düşünüp öğüt alsınlar diye senelerle kuraklıklarla/senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık. Sonra kendilerine iyilik geldiği zaman, "İşte bu bize aittir" dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelirse, Mûsâ ile yanındakilerin uğursuzluğu olarak kabul ederler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındadır. Fakat onların çoğu bilmezler.
132) Ve Firavun'un toplumu, "Sen bizi kendisiyle büyülemek için her ne alâmet/gösterge getirsen de, biz sana inananlar değiliz" dediler.
133) Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular. (A’raf 130-133)


d- Firavun ve Toplumuna Gönderilen Ayetler/Belalar
Yukarıda belirtilenler, zalimlerin kendi ihtirasları için doğal kaynakları sömürüp tüketmesinin sonuçlarıdır. Firavunun dengede olan çevreyi nasıl yok ederek, cehenneme çevirmesini açıklıyor. Heva ve heveslerin ardına düşenler dünyanın cehenneme dönmesini umursamazlar. Doğayı hızla yok ederler. Çevre, doğal kaynaklar ve bitki örtüsü tahrip olan toplumlar yok oluş sürecine girerler.

Firavunun toplumunun Mısır’da büyük felaketler yaşadığı asırlarca önce Kur’an’da bildirilmişti. Bilim bunu ancak yakın zamanda tespit edebilmiştir. Kur’an’ın dikkat çektiği nokta; Musa peygamberin aldığı vahiy ile Firavun’u uyarmasıdır. Firavun’dan istenen şeyler; İsrailoğullarına yapılan zulmün bitirilmesi, rablik iddiasından vazgeçmesidir. Firavunun rablik iddiasının sonuçları hem kendisine hem insanlara hem de doğaya verdiği büyük zararlarla ortaya çıkmıştır. Onun bu azgınlığının karşılığı olan çevre felaketleri birbiri ardınca ülkenin başına musallat olmuştur.

Bu çevre felaketleri, Allah’ın ayetleri/yasası gereği insanların başına gelmiştir. Ülkenin az olan bitki örtüsü ve doğal kaynakları yaklaşık iyi yüzyıl içerisinde tüketilirse o ülkeyi çekirgeler, haşereler basar, kıtlık da olur. Bu felaketleri ifade eden ayetler, Allah’ın yasası gereği şartlar yerini bulduğu anda hemen geliverir. Yoksa bu ayetler/belalar Allah istedi diye durduk yere Mısır toplumunun başına gelmedi. Firavun ve toplumu yaptıklarının karşılığı olarak bu belaları kazandılar. Yani bu felaketleri hak etmek için çok ter döktüler. Bunlar Allah’ın evrenin işleyişine koyduğu yasalar çerçevesinde gelişir. Yoksa bu olayların özel olarak intikam almak için gerçekleştiği düşünülemez.


Ayetlerin Mısırlılara birbiri ile bağlantılı ve belirli aralıklarla gönderildiği bildirir. Yıllarca doğayı sömüren Firavunların çevreye verdiği zararlar sonucunda doğanın dengesinin bozulduğu anlaşılıyor. Kendi elleriyle yaptıkları yüzünden belalar dönüp kendilerini buluyor.


41) İnsanlar dönerler; Allah'ın ilkelerine uygun hareket ederler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde kargaşa ortaya çıktı. (Rum 41)

Bu ayette Rabbimiz, yaptıkları yanlışlar yüzünden insanlara hatalarının bir kısmının cezasını tattırmak için yeryüzünde kargaşa; bozulmalar oluştuğunu bildirerek onlardan akıllarını başlarına almaları, yaptıkları işlerle karada ve denizde fesat çıkarmamalarını/doğadaki dengeyi bozmamalarını emretmektedir. İleride bu mesaj farklı bir üslup ile de gelecektir.

72Şüphesiz Biz, emaneti [bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği] göklerin, yerin ve dağların üzerine yaydık, yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya yanaşmadılar, bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden korktular. Ve onu insan taşıdı [onu aldı götürdü, ona ihanet etti]. Şüphesiz insan, çok yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan ve çok cahildir. [Ahzab/72]

168Ve onları yeryüzünde birçok önderli toplumlara ayırdık. Onlardan bir kısmı düzgün kimselerdi, bir kısmı da bundan aşağı idi. Ve Biz, onları dönsünler; Allah’ın ilkeleri ile hareket etsinler diye iyiliklerle ve kötülüklerle sınama yaptık. [A’raf/168]

Burada konu edilen fesat, doğal dengenin bozulmasıdır. Yani mevsimlerin bozulması, yağışların azalması veya çoğalması, bitkilerin verimsizleşmesi, suların kirlenmesi, buna bağlı olarak suda yaşayan canlıların yok olması, atmosferin bozulması, ozon tabakasının zayıflaması ve delinmesi, buna bağlı olarak yüksek radyasyonun neden olduğu kanser ve benzeri hastalıkların çoğalması; tüm bunların sonucunda da yeryüzünde sıkıntılı bir hayatın meydana gelmesidir.

Bilinen bir gerçek ki; hazza dayalı bir üretim ve tüketim perspektifi yüzünden insanoğlu kontrolsüz bir teknolojik gelişmeyle doğadaki dengeyi hızla bozmaktadır. Bunun sonucu olarak içilecek temiz su kaynakları, solunacak temiz hava ve yenilecek doğal ve sağlıklı yiyecek temini her geçen gün biraz daha zorlaşmaktadır. Bu zorlukların oluşturduğu biyolojik ve psikolojik komplikasyonların insan sağlığını ciddi olarak tehdit ettiği bilimsel çalışmalarla da teyit edilmiştir. Bugün bu tehlikeli sürecin tüm devletlerce de algılandığı gerçek olmakla beraber, olumsuz sonuçlarının giderilmesi konusundaki uluslararası irade henüz yeterince güçlü değildir.

BM şemsiyesi altında yapılan ve Kloro Floro Karbon gazlarının atmosfere salınımı konusunda sınırlamalar getiren Kyoto Protokolü ancak 2005 yılında imzalanabilmiştir. Bu ve benzer antlaşmalarla çevrenin insan ve diğer canlıların sağlığına yeniden uygun hale getirilmesi çabalarına ağırlık verilmeli ve Allah’ın doğaya koyduğu ekolojik denge yeniden sağlanmalıdır. Aksi halde insanlık daha büyük felaketlerle karşılaşacak ve bu felaketler tadımlık olmayacaktır.

Ekolojik denge ve bu dengenin korunmasına yönelik son zamanlarda bir hayli bilimsel çalışma yapılmakta ve birtakım tedbirler alınmaktadır. Okurların bu konuyu detaylı olarak bilimsel verilerden okumasını ve takip etmesini öneriyoruz.(131)

Kur’an’dan öğrendiğimize göre, Mısır’a gönderilen belaların; kuraklık/kıtlık, tufandan başka ayrıca çekirge, haşere, kurbağa ve kan olduğunu öğreniyoruz.



Çekirge, Haşere, Kurbağa ve Kan

130,131) Ve andolsun ki Biz, Firavun sülâlesini, düşünüp öğüt alsınlar diye senelerle kuraklıklarla/senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık. Sonra kendilerine iyilik geldiği zaman, "İşte bu bize aittir" dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelirse, Mûsâ ile yanındakilerin uğursuzluğu olarak kabul ederler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındadır. Fakat onların çoğu bilmezler.
132) Ve Firavun'un toplumu, "Sen bizi kendisiyle büyülemek için her ne alâmet/gösterge getirsen de, biz sana inananlar değiliz" dediler.
133) Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular. (A’raf 130-133)


Ürün noksanlığı kuraklıktan olacağı gibi çekirge afetinden de kaynaklanabilir. Çekirge salgınının Afrika’da yaygın olduğu bilinmektedir.

Mısır’ı istila eden bu haşerelerin durduk yere ortaya çıkmadıklarını düşünmemiz gerekir. Bu durum, insanın çevresindeki ekosistemi bozması ile ortaya çıkmaktadır. Çölü vahaya çeviren insanoğlu bu eylemlerini çevreye uyumlu olarak yapmazsa doğadan mutlaka karşılığını alır. Firavunlar tarımsal sulama için baraj ve kanal sistemleri yaptırmıştı. Çöle getirilen durgun su, A’raf 133. ayette geçen parazitlere ara konakçı görevi gören salyangozlar, haşereler ve kurbağalar için uygun üreme ortamını oluşturmuştur. Kısacası ekosistemle savaş halinde olanlar, ektiğini biçmiştir.

Firavunun rablik iddiasında bulunduğunu biliyoruz. Eski Mısır'da düzeni korumak, ülkeyi kaos veya felaket olabilecek her şeyden korumak -iddiasına göre- firavunun göreviydi! Bu “Ma’at doktrini”(132) olarak bilinmektedir. Toplumun başına gelen belalar ile rablik iddiasında olan firavunun “Mısırın koruyucusu” unvanı ayaklar altına alındı. Firavunun acizliği hem kendine hem de toplumuna defalarca gösterildi.

Firavun ve Mısır toplumuna öğüt almaları için ayetler (senelerle kuraklıklarla/senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı … tufan, çekirgeler, haşereler, kurbağalar ve kan) gönderildi. Yılları kapsayan bu sürecin Mısır tarihinde mutlaka izlerinin olması gerekir. Amenemhat III dönemine ait olduğu tespit edilen ağıtlardan olan “Khakheperreseneb'in Ağıtları” (The Words of Khakheperraseneb) Mısır’ın tarifi imkânsız felaketler yaşadığını gösteriyor. Ağıt, tüm ülkeyi acı ve yıkım sardığını, insanların yas içinde olduklarını aktarır.(127), (133) Ayrıca 12. hanedan dönemine ait olduğu kesin olan ‘Ipuwer Papirüsü’nünde de Mısır’da toplumsal felaketin yaşandığı bildirilir.

Ancak bazı Mısırbilimciler Amenemhat III dönemini sırf refah dönemi olarak saydıklarından “Khakheperreseneb'in Ağıtları” belgesinde aktarılan “Ulusal Sıkıntı”nın (national distress) mecaz olduğunu belirtirler. Halbuki yukarıda bildirilen onca kanıt bu belgenin ne edebi ne de siyasi olmadığını aksine ülkeyi yıllarca saran felaketleri yansıttığı anlaşılmaktadır. Çünkü bu olaylar Mısır’dan Çıkış Firavun’u döneminde yaşanmıştır. Amenemhat III’ün 46 yıl gibi uzun iktidar döneminde; Nil taşkını hem düşük hem de yüksek seviyelerde gerçekleşmiştir.(127), (134) Yani hem kuraklıktan hem de tufandan kıtlık-ürün noksanlığı yaşanmıştır.


Mısır’da yaşanan söz konusu belalardan biri olan kan konusunu ayrı bir başlıkta yapılmasında yarar görüyoruz.

 



e- Kan
A’raf suresi 133. ayette geçen kan sözcüğü için genellikle; Nil Nehrinin kirlenmesi ve nehrin kırmızı renge döndüğü şeklinde açıklamalar yapılır. Alglerin aşırı üremesi sonucu renk pigmentlerinin suyun rengini kırmızıya çevirdiği iddia edilir. Kirlilik nedeniyle balıkların öldüğü, suyun içilemez olduğu öne sürülür. Bütün bu açıklamalar, Kitabı Mukaddes’te anlatılanlara bağlanır. Ancak Kur’an’da kan ile ilgili bu şekilde bir anlatım bulunmaz:

Ayette geçen kan gönderdik ifadesi bir başka gerçeğe işaret ediyor olabilir. Mısır’da eskiden beri sıklıkla bir çeşit parazit kaynaklı hastalık görülür. 12. hanedan üyelerinin mumyalarından bu parazitin yumurtaları izole edilmiştir. Ayette dikkat çekilen konu, kan paraziti ve parazitin neden olduğu hastalıktır. Konunun, Nil suyunun kırmızı renk almasıyla hiçbir ilgisi yoktur. (Resim 14-15)

Ayette, Mısırlılara kanın gönderildiği yani onların kan üzerinden denendiği, ibret almaları gerektiği ifade edilir. Kan üzerinden gelen hastalığın çeşitli rahatsızlıklara yol açtığı hatta firavun hanedanındaki kısırlık sorununun kaynağının bu parazit hastalığının olduğu bildirilir. Lahun kasabasındaki doktorlar, parazit kaynaklı kan hastalığı ile yoğun bir şekilde ilgilendikleri halde çare bulamamışlardır.

Schistosomiasis, eski Mısır'daki en büyük kronik sağlık sorunlarından biriydi. Pek çok mumyanın dokusunda, özellikle Schistosoma antijenleri bulundu. 12. Hanedan üyesi iki yüksek statülü kardeşin mumyasında tespit edilen Schistosoma’nın moleküler doğrulaması yapıldı. PCR kullanılarak yapılan DNA analizinin sonuçları; Nekht-Ankh’ın mumyasının karaciğer dokularında Schistosoma haematobium ve Khnum-Nakht’a ait mumyanın bağırsak dokularında ise Schistosoma mansoni tespit edildi. Schistosoma haematobium’in kısırlığa yol açtığı bildirilmiştir.(135), (136), (137), (138)

Schistosoma haematobium'un ana semptomu idrardaki kandır. Napolyon'un askerlerinin Mısır işgali sırasında; Mısır'ı, âdet gören erkeklerin ülkesi olarak adlandırdıkları bilinir.(139) Hastalarda kanlı dışkı ve kanlı öksürük de görülebilir.



Durgun Su Kaynakları
Fayyum çöküntüsü suni göl yapılınca bunun sonucu olarak ekosistem değişti. Daha önce çöl olan bu bölgeye bol miktarda su canlısı yerleşti. Gölde ve sulama kanalları gibi durgun sularda yaşayan canlıları kendine çekmiştir. İrili ufaklı çok sayıda haşereye ve canlıya yuva olmuştur. Schistosoma’nın ara konakçısı salyangoz miktarının artışı, parazitin üremesini teşvik etmiştir. Salyangozlar yalnızca rezervuar, göl ve kanal gibi yavaş hareket eden suda hayatta kalır. Bu nedenle salyangoz ve diğer haşerelerin popülasyonunda artış görülür. Suyun altında silt oluşumu, suyun debisinin düşmesi küçük canlılar için uygun ortamlardır.

Mısır’da Schistosoma parazitinin artışına yakın zamanda da tanık olundu. Aswan Barajı yapılırken 1965-1967 yılları arasında Nil nehrinin suyu kesildi. Bunun neticesinde Schistosoma paraziti kaynaklı hastalıkta artış gözlendi.(140), (141), (Resim 16-17)

Başka bir parazitik enfeksiyon, Nil içme suyunda bulunan Dracunulus mediensis'ten kaynaklandı. Bitler bir tür dermatite, salgınlara ve ateşe neden oldu. Sıçanlar hastalığın yayılmasına eklendi ve kontrol edilmesi gereken yaratıklar olarak kabul edildi. Kahun'da erken dönemlerden kalma bir fare kapanı bulundu.(142)


Kısacası A’raf 133. ayette geçen haşerelerin ve kanın gönderilmesi ifadesinden; Allah’ın ayetlerine ve uyarılarına sırt çeviren Mısırlıların yapıp ettiklerinin bir parçasının kendilerine felaket olarak geldiğini düşünebiliriz.


Firavun, Musa ve İsrailoğullarının yaşadığı bölge ile ilgili en çok Fayyum havzası ve bu havzada bulunan kanallar, bahçeler, Fayyum’daki göller, Fayyum Barajı, Hawara’da yapılan Piramit bunların hepsi Fayyum havzasında yoğunlaşmaktadır. Çölü vahaya çevirme çabası içine giren Firavunlar aslına bu eylemleriyle insanlara dünyayı cehenneme çevirmiştir.




10- Ipuwer Papirüsü
Ipuwer Papirüsü, Hollanda'daki Leiden Müzesi'nde bulunmaktadır. Mısır’a gelen belalar ve Mısır’dan Çıkış ile bağlantılı bilgiler içerdiği ileri sürülür. (Resim 18)


a- Ipuwer Kimdir?
“Ipuwer” adı Eski, Orta ve Yeni Krallıklarda bilinmektedir; Ipu-wer, “saygıdeğer Ipu” anlamına gelir (Enmarch 2008, p. 29; Mathieu 2012). Seküler bilim insanları papirüsün Çıkış ile ilgili olmadığını iddia eder. Ancak, ‘Ipuwer Papirüsü’nün 12. hanedan dönemine ait olduğu kesinleşmiştir. Ipuwer'a verilen özel unvan, Orta Krallık'ta bilinen bir unvan olan ‘Overseer of Singers’tir (Stefanovic ve Satzinger 2014, page 28-33). Geçmişin bu bilgeleri ve ileri gelenleri arasında 3. Hanedanlığın ünlü veziri Imhotep'in yanı sıra Mısır tarihinin diğer tanınmış şahsiyetleri de bulunmaktadır. Yazarın "Her Şeyin Efendisi" denen birine cesurca seslenecek kadar önemli olduğunu biliyoruz.(46) Ipuwer, ülkenin başına gelen felaketler için kralı suçlar ama tamamen kralın neyi yanlış yaptığını belirtmez.(143)

“Overseer of the singers” bilginlerin bakanı olarak ifade edilebilir. Firavunun safında yer alan, Musa peygamberle münazara eden bilginlerin-büyücülerin başkanı olabilir. Ayrıca papirüste geçen "Her Şeyin Efendisi” ifadesinden Firavun’un rabliğini ilan ettiği dönemde yazıldığı anlaşılmaktadır.

 


b- Ipuwer Papirüsündeki Felaketler
Şiire bir bütün olarak bakarsak, tam bir kargaşa ve harabe içinde olan bir Mısır'ı anlattığını görürüz. İnsanlar bir şeyler içmek için susamış ve çaresizdir çünkü nehir kan gibidir. Zenginler fakir, fakirler zengindir. Yüksek doğanlar ve yetkililerin bile yiyecek yiyeceği olmadığı için kıtlık var. Tarlaların çoraklığı var, ağaç yok, mahsul yok. Ölüler her yere gömülüyor. Hizmetkârlar, efendilerine isyan etti. Hizmetçiler değerli kolyeler takarlar. Zenginler konaklarından çıkarıldı.

İktidarda merkezi bir otorite yok gibi görünüyor. Yollarda yolcular soyulur ve öldürülür. Çiftçiler kendilerini savunmak için kalkanlar taşıyorlar. Enmarch (2008), A World Upturned adlı kitabının adını uygun bir şekilde koyar… (ironik bir şekilde, Ipuwer Papyrus'un Exodus'tan bahsettiğine inanmaz). Ipuwer’ın Mısır’ın bu tamamen çöküşünü açıklaması, Çıkış’ta açıklanan on belanın meydana gelip gelmediğini bulmayı bekleyebileceğimiz türden bir durumdur.

Tablo 1'de Ipuwer Papyrus'ta Kitabı mukaddes anlatısına paralel olan bazı ayrıntıları listeliyoruz.

Tablo 1. Ipuwer Papyrus'tan gelen ifadeler ile Kitabı Mukaddes'deki ifadelerin karşılaştırılması. Sol sütundaki alıntılar ve sayfa numaraları Lichtheim (1973) çevirisinden alınmıştır.

Biz de bu listenin en sağdaki sütuna ilgili Kur’an ayetlerini ekledik.





Ipuwer Papirusü
Kitabı Mukaddes
Kur’an

1. Her yerde kan var… bakın nehir kan (s. 151)

11.Musa'yla Harun RAB'bin buyurduğu gibi yaptılar. Harun firavunla görevlilerinin gözü önünde değneğini kaldırıp ırmağın sularına vurdu. Bütün sular kana dönüştü. (Çıkış 7:20).

Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular. (Araf 133)

2. … bir… suya susamışlık (s. 151)

2. Mısırlılar içecek su bulmak için ırmak kıyısını kazmaya koyuldular. Çünkü ırmağın suyunu içemiyorlardı. (Çıkış 7:24).

Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular. (Araf 133)

3. Bak, ağaçlar kesildi, dalları sıyrılır (s. 153).

Dolu Mısır'da insandan hayvana dek kırdaki her şeyi, bütün bitkileri mahvetti, bütün ağaçları kırdı. (Çıkış 9:25).Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular. (Araf 133)

4. Bakın, tahıl her tarafta eksik (s. 155)

Keten ve arpa mahvolmuştu; çünkü arpa başak vermiş, keten çiçek açmıştı. (Çıkış 9:31)Ve andolsun ki Biz, Firavun sülâlesini, düşünüp öğüt alsınlar diye senelerle kuraklıklarla/ senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık.(Araf 130)
5. Kuşlar ne meyve ne de bitki bulur. (s. 154)Toprağın üzerini öyle kapladılar ki, ülke kapkara kesildi. Bütün bitkileri, dolunun zarar vermediği ağaçlarda kalan meyvelerin hepsini yediler. Mısır'ın hiçbir yerinde, ne ağaçlarda, ne de kırdaki bitkilerde yeşillik kalmadı. (Çıkış 10:15).

Ve andolsun ki Biz, Firavun sülâlesini, düşünüp öğüt alsınlar diye senelerle kuraklıklarla/ senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık.(Araf 130)

Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular. (Araf 133)

6. İnleme, ağıtlarla karışmış olarak ülkenin her yerindedir (s. 152)O gece firavunla görevlileri ve bütün Mısırlılar uyandı. Büyük feryat koptu. Çünkü ölüsü olmayan ev yoktu.  (Çıkış 12:30).Sonra kendilerine iyilik geldiği zaman, “İşte bu bize aittir” dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelirse, Mûsâ ile yanındakilerin uğursuzluğu olarak kabul ederler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındadır. Fakat onların çoğu bilmezler. (Araf 131)

7. Pek çok ölü nehre gömüldü, ırmak mezar, mezar dere oldu (s. 151)
… ve kardeşini yere koyan her yerdedir (s. 152).

O sırada Mısırlılar RAB'bin yok ettiği ilk doğan çocuklarını gömüyorlardı; RAB onların ilahlarını yargılamıştı. (Çölde Sayım 33:4)Sonra da Biz, onu ve ordularını yakalayıverdik de onları bol suda/nehirde fırlatıp atıverdik. O ise ayıplanan/ kınayan biridir. (Zariyat 40)
8. Her şey mahvoldu! (s. 152)Görevlileri firavuna, “Ne zamana dek bu adam bize tuzak kuracak?” dediler, “Bırak gitsinler, Tanrıları RAB'be tapsınlar. Mısır harap oldu, hâlâ anlamıyor musun?” (Çıkış 10:7).Sonunda Biz, Firavun ve toplumunu bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve şerefli makamdan çıkardık. İşte böyle! Ve sonra onlara İsrâîloğulları'nı mirasçı/son sahip yaptık. (Şuara 57-59)





Ipuwer Papirüs'ünün İncil'deki 10 beladan kaynaklanacak kaotik Mısır tanımında Exodus'un tarihselliğine dair güçlü İncil dışı kanıtlar sergilediğini görüyoruz. Ek olarak, Tablo 1, el yazması ve İncil anlatısındaki ifadeler arasındaki bazı doğrudan paralellikler listelenmektedir. Yazıda anlatılan olayları tarihte doğru zamanda tarihlendirmek, geleneksel ve İncil zaman çizelgelerinin farklılığını tanımak ve Mısır'ın 6. ve 12. hanedanlarının uyuşmasını kabul etmek önemlidir.(144)


Orta krallık kayıtlarında da pek çok paralellik vardır. Örneğin, 1294-1296'daki şiddetli kuraklıkta, Cyrenaica'dan otuz ila elli bin Libyalı'nın, sel felaketinin başarısızlığından hemen önce Nil Vadisi'ne göç ettiği tahmin edilmektedir (al-Maqrīzī 1994, 43; Sabra 2000, 141-42). İster Birinci Ara Dönemde, ister Geç Tunç Çağı'nın sonunda veya günümüzde meydana gelsin, zor zamanlarda göçte yaşanan dramatik artışlar, yabancı düşmanı bir tepkiyle ve liderlerin bu tür sızmalarla mücadele etme ve önleyici tedbirler koyma vaatleriyle sonuçlanma eğilimindedir. Bu nedenle, Her Şeyin Efendisi'nin korunmuş birkaç ifadesinden birinin, bu açıdan daha iyisini yapma taahhüdünü içermesi önemlidir (Ipuwer 14.12–15.3). Merikare'nin babası bu konudaki başarılarını gururla sıralarken, Neferty de Amenemhat I'in bu tür sızmaları durduracağını kehanet ediyor (Simpson 2003, 161–62, 220; Morris 2017).(145)

Ipuwer papirüsündeki ifadeler, Kitabı Mukaddesin yanı sıra Kur’an’ın bildirdikleri ile de uyumludur.

Ipuwer Papirüsü 7 numaralı madde için vebadan ölen çok sayıda insanın gömülmeyip suya atıldığı şeklinde açıklama yapılır. Ancak biz bunun Zariyat Suresi 40. ayetinde ifade edilen baraj selinde boğulma olayını ifade ettiğini düşünüyoruz. “Pek çok ölü nehre gömüldü, ırmak mezar, mezar dere oldu”. Bu konu “E- Firavun ve Ordusunun Suda Boğulması” başlığı altında işlenecektir.




11- İsrailoğullarının Mısır’da Yaşadığını Gösteren Diğer Kanıtlar
İsrailoğullarının 12. hanedan döneminde zulüm gördüğünü gösteren önemli kanıtlar var. 12. hanedan döneminde yaklaşık 200 yıl içinde yedi piramit yapılmıştır. 13. hanedan döneminde Mısır'dan büyük bir köle çıkışı yaşandı, bundan sonra piramit inşa edilmedi.

Mısır'dan diğer önemli göç, ikinci ara dönemin sonunda, 18. hanedanı kurmaya devam eden Ahmose ailesinin önderliğindeki bir isyanla Hiksos'un Mısır'dan kovulduğu zamandı. Hiksoslar Mısır hükümdarıydı ve bunlar İsrailoğulları ile karıştırılmamalıdır.

Tek makul sonuç, 13. hanedan zamanında kölelerin göçünün aslında İsrailoğullarının Mısır’dan Çıkış’ı olduğudur. Musa’nın Amenemhat IV olduğu, Amenemhat III’ün Çıkış Firavunu olduğu, Musa'nın üvey annesinin Hetepti olduğu kabul edildiğinde Kur’an ayetlerinin ve tarihi kayıtlardaki bütün karakterlerin tam bir uyum içinde olduğu görülür.

Kitabı Mukaddes’i doğrulayan, İsrailoğullarının Mısır’da yaşadıklarını kanıtlayan dolayısıyla Çıkış’a kanıt olabilecek konu başlıkları şunlardır:

• Merneptah Stele
• Avaris’teki Mittelsaal evi
• Soleb YHWH Yazıtı
• Berlin Kaide Taş Yazıtı
• Sami Yüksek Görevlisinin Sarayı, Mezarı ve Heykeli
• Jericho duvarları










E- FİRAVUN VE ORDUSU SUDA NASIL BOĞULDU?
Firavun ve ordusu suda boğularak yok olmuştur. Yaygın inanışın aksine bu olay Kızıldeniz’de değil, Nil Nehrinde gerçekleşmiştir. Konu ile ilgili açıklamalara geçebiliriz.


1- Musa Peygamberin Hidroloji Bilgisi
Musa peygamberin hidroloji bilgisi olduğunu Kur’an’dan öğreniyoruz. Musa peygamber hidroloji bilgisini, Fayyum Vahasındaki karmaşık sulama ve drenaj sisteminde elde ettiği birikim sayesinde öğrenmiş olmalıdır. Yıllarca Mısır’ı yöneten dolayısıyla üst düzey bilgilere sahip olan hem de fiilen sulama sisteminde İsrailoğullarıyla birlikte çalışan Musa peygamberin Hidroloji (subilim) bilgisine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu bilgi sayesinde Firavun ile ordusunu suda boğduğunu ve çıkıştan sonra çölde toplumuna suyu paylaştırdığını Kur’an’dan öğreniyoruz:


23,24) -"Hadi kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenen kimselersiniz, tedbirli olun. Bol suyu/nehiri çok hızlı bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur."- (64Duhan 23-24)

60) Ve hani bir zamanlar Mûsâ, toplumu için su istemişti de, Biz, "Birikimini taş kalpli toplumuna uygula!" demiştik. Bunun üzerine o taş kalpli toplumdan birçok yöne on iki toplum-belde halkı ayrışmıştı. Oluşan her beldenin halkı, kendi su alacağı yeri kesinlikle öğrendi/işaretledi. -Allah'ın rızkından yiyin, için; keyfinize bakın ve bozgunculuk yaparak yeryüzünde taşkınlık etmeyin.- (87Bakara 60)


Fayyum vahasındaki sulama ve drenaj kanallarının bakımı, yıllık Nil sel taşkınının yönetilmesi, suya set çekilerek yeni tarım alanlarının kazanılması, baraj sisteminin çalışma prensibinin bilinmesi gibi konular sayesinde, Musa peygamberin dönemin eşsiz hidroloji bilgisine ulaştığını anlıyoruz. Ayrıca onun, Medyen’de bulunduğu sırada çölde suyu nasıl bulacağını da öğrendiğini biliyoruz.



2- Fayyum Barajının Su Tutma Kapasitesi
Bölgeyi titizlikle inceleyen Sir William Willcocks'a göre, "Moeris Gölü 1700 milyon metrekarelik bir yüzeye, 50.000 milyon metreküplük bir kapasiteye sahipti. Suyu Nil'e boşaltılıp düşük bir seviyede tutarak 13.000 milyon metreküp su alabilirdi. Çok yüksek bir taşkını orta boyutlara indirebiliyordu. Eğer herhangi bir selde ihtiyatsız veya kötü niyetle açılırsa, Aşağı Mısır'ın büyük bir bölümünü herhangi bir havza sulamasından mahrum bırakabilecek durumdaydı. Çünkü sadece Nil selinin yüzey suları sulama için kullanıyordu."(146)



3- El-Lahun (Fayyum) Barajı ve Yıllık Sel
El-Lāhūn'daki baraj veya barajın tam işlevselliği, modern dönem öncesi Fayyūm'a su temini hakkındaki argümanların anahtarıdır. Daha geçirgen modern yapı, kapılarından ve depresyona doğru sürekli bir su akışını düzenlerken, 19. yüzyılın sonlarından önce baraj, ihtiyaç duyulduğunda açılıp kapanabilen büyük bir deniz duvarı gibi işlev görüyordu. Martin, barajın 19. yüzyılın başlarındaki enkarnasyonunu basitçe "büyük kanalın [Baḥr Yusuf] taşıdığı suları tutan bir dayk-bent" olarak ifade ediyor. Ortaçağ Arap kaynakları da benzer şekilde, bu barajın amacının suyun Fayyum'a girmesine izin vermek, onu tutmak ve aynı zamanda tehlikeli derecede yüksek sellerin Nil'e geri akmasına izin vermek olduğu konusunda hemfikirdir. Yazar al-Mas'ūdī (ö. 956), suyun yapıdan geçmesine izin veren bir açıklık sistemini anlatır. Daha sonraki yazar el-Mukaddasī (ö. 985), suyun, sel yeterince yükseldiğinde barajdan basit bir şekilde taştığını ve teknelerin doğrudan tepenin üzerinden geçmesine izin verdiğini söylüyor. Fayyum yeterince su aldığında, fazlasını temelindeki bir boru sistemi yoluyla serbest bırakılabilirdi.

1301'de yazar Abū Ishāq, barajda biri güney ucunda ve diğeri kuzeyde sele açılan iki açıklığı anlatır. Güney açıklığı, teknelerin geçmesine izin verecek kadar derin ve genişti. Al-Nābulusī’un dördüncü bölümü barajın ve 13. yüzyılın ortalarındaki işleyişinin benzer bir tanımını sunar. O da sel sırasında teknelerin büyük açıklıktan geçebileceğini ifade ederek, açıklığı, nehir üstünden geçecek kadar yüksek olduğunda barajın üzerinden doğrudan geçme girişiminde gereksiz dibe inme riskini önlemek için kullandıklarını da sözlerine ekledi. Nil çekilmeye başladığında, depresyondan geçen sel sularını korumak için bu açıklığın kapatılması gerekiyordu:

Nil çekildiğinde... “parça” (qiṭ‘a) el-Lāhūn'a yerleştirilir. ... "parça", saman ve paçavraların sabitlendiği uzun bir avuç içi kütüğüdür. Bunlar iplerle bağlanır, böylece çok kalın olur. el-Lāhūn denilen küçük köyün bitişiğinde ve karşı yaka da büyük bir grup adamın elinde güçlü ipler bulunur. İpleri azar azar serbest bırakırlar, su ise parçayı taşır ve açıklığa doğru çeker ... yavaş yavaş açıklığın ağzına gelip onu tıkayana kadar serbest bırakır ve böylece suyun kaçmasını engeller. Sonra adamlar, yapıya bitişik sete benzeyecek şekilde üzerine toprak ve kil yığarlar, Öyle ki, bir kişi aynı kıyıda ilerlediği gibi el-Lāhūn'dan Qāy [köyü] kıyısına barajın üzerinden geçebilir.

Kanalın Lāhūn boşluğundaki yatağı, sel dışında herhangi bir zamanda Nil suyunu almak için çok yüksekti. Su, bir sonraki sele kadar Baḥr Yusuf'tan tekrar akmayacağından, el-Lāhūn adamlarının ortak emeği hayati önem taşıyordu. Selin yüksekliğinde girintiye giren suyu tutmak için palmiye kütük bloğunu hızla değiştirmeleri ve tüm yapıyı kil ile su geçirmez hale getirmeleri gerekiyordu. Blok zamanında değiştirilmezse veya beceriksizce yapılırsa, taşkın sırasında değerli ve yeri doldurulamaz su kesinlikle kaçacaktır. O halde, en azından yüzeysel olarak, modern öncesi Fayyūm muazzam bir su baskını havzasını andırıyor: vadi havzaları gibi sele açıldı ve sonra su kaçışını önlemek için mühürlendi. Elbette, el-Lāhūn'da baraj tarafından tutulan tüm alanı su basmak yerine, kanallar aracılığıyla, hemen tarlaları suladığı veya yılın ilerleyen günlerinde kullanılmak üzere rezervuarları depoladığı nome'un çeşitli bölgelerine taşındı.(147)

4- Firavun Baraj Selinde Boğulmuştur
Fayyum’daki el-Lahun barajının deşarj ve su tutma prensibini bilen Musa peygamber Allah’ın emri gereği, barajı patlatarak Firavun ve ordusunu baraj seline boğmuştur. Ayetlerde bu konuda gayet açık ifadeler yer alır:

63) Sonra Mûsâ'ya: "Vur birikimini o bol suya/nehire!" diye vahyettik. Sonra o bol su/nehir yarıldı/barajlar yapıldı da, her bir parça baraj, ulular ulusu bir dağ gibi oluverdi. (47Şuara 63)

40) Sonra da Biz, onu ve ordularını yakalayıverdik de onları bol suda/nehirde fırlatıp atıverdik. O ise ayıplanan/kınayan biridir. (67Zariyat 40)

23,24) -"Hadi kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenen kimselersiniz, tedbirli olun. Bol suyu/nehiri çok hızlı bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur."- (64Duhan 23-24)

40) Biz de onu ve askerlerini yakalayıp o bol suda/nehirde fırlatıp atıverdik. Şimdi, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların sonunun nasıl olduğuna bir bak! (49Kasas 40)


Duhan 24. ayette bol suyu/nehri çok hızlı bırak ifadesi barajın patlatılmasını, Kasas 40. ve Zariyat 40. ayette fırlatıp atıverdik ifadesi ise baraj selinin önündeki sürüklenmeyi açıklamaktadır. Şuara 63. ayette birden fazla barajın olduğuna işaret ediliyor. Barajın patlatılması ile domino taşlarının devrilmesi gibi peş peşe yıkılan barajların seline kapılan firavun ve ordusunun boğulduğu ifade ediliyor. Bu konuda elde edilen teknik bilgiler de bu durumu doğrular niteliktedir.

Yukarıda, Fayyum Barajının kompozit yapısından dolayı su tutma ve su bırakma işleminin görevliler tarafından çok dikkatli yapılması gerektiği konusunda bilgi verilmişti. Barajın kolaylıkla tahrip edilmesi halinde milyonlarca metreküplük suyun tazyikiyle firavun ve ordusunun sele kapılarak boğulması işten bile değildir. Bu görüş Kur’an’ın özüne uygundur.

50) Hani bir zamanlar da Biz, bol suyu/nehiri sizin için yarıp da sizi kurtarmış, siz bakıp dururken Firavun'un yakınlarını da suda boğmuştuk. (Bakara 50)

Bakara Suresi 50. ayette Firavun ve yakınlarının boğulurken İsrailoğullarının boğulanları yakından izlediği bildirilir. Bu olay ancak Nil nehrinde olabilir. Kızıldeniz’de gerçekleşmiş olamaz. Kızıldeniz’in en dar yeri 13 km’dir (en geniş yeri ise yaklaşık 180 km). Hiç kimse bu kadar uzak mesafeden karşı kıyıya baktığında neler olduğunu göremez ve bu olaya şahit olamaz. Bakara suresinin 50. ayeti, olay yerinin Nil Nehri olduğunu bir başka açıdan bizlere bildirir.

Firavunun Nil’de boğulması olayı, Ipuwer papirüsünde de ifade edilmiş olabilir. Papirüsün 7 numaralı madde dikkat çekicidir: “Pek çok ölü nehre gömüldü, ırmak mezar, mezar dere oldu” ifadesi Mısır’ın başına gelen felaketlerin en büyüğü olan baraj seli ile boğulma olayını açıklar niteliktedir. Söz konusu setin Fayyum Barajı olduğunu bilinmektedir. Mısırlıların yaşadığı travma tarihe Ipuwer Papirüsü ile geçmiştir.

Fayyum barajının hem rezervuar hem de sel kapanı olarak kullanıldığını biliyoruz. Yani baraj istenildiğinde kolaylıkla boşaltılabilir ya da patlatılabilir. Böyle bir durumda milyonlarca metreküp su Aşağı Mısır’ı kolaylıkla süpürebilir.


Firavun ve ordusunun baraj seliyle boğulduğu başka ayetlerde de açıklanmıştır:

136,137) Biz de, şüphesiz âyetlerimizi yalanladıkları ve onlardan gâfil olmaları nedeniyle onları cezalandırıp adaleti sağladık. Ve onları bol suda/nehirde boğduk. (39A’raf 136)

78) Firavun ordularıyla hemen onları takip etti de bol sudan/nehirden kendilerini kaplayan şey kaplayıverdi. (45Taha 78)

103) Bunun üzerine Firavun, Mûsâ'yı ve İsrâîloğulları'nı Mısır'dan sürmek istedi de Biz, onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk. (50İsra 103)

90,91,92) Ve İsrâîloğulları'nı bol sudan/nehirden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen izledi. Sonunda suda boğulma ona yetişince, "Gerçekten, İsrâîloğulları'nın inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım" dedi. -Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun. Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız.- Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim âyetlerimize/alâmetlerimize/göstergelerimize karşı duyarsız/ilgisizdirler. (51Yunus 90)

55,56) Sonunda onlar Bizim hoşnut olmadığımız işleri aşırı derecede yaptıkları zaman onları cezalandırarak adaleti sağladık. Sonra da onları topluca suda boğduk. Sonra da onları sonradan gelecekler için selef ve örnek yaptık. (63Zuhruf 55-56)


Ayetlerin Firavun ve ordusunun barajların patlatılmasından kaynaklanan selde boğulduğundan bahseden bu kadar açık ifadeleri destekleyen başka kanıtlar bulunmaktadır. Flinders Petrie, Firavun Amenemhat III'ün Fayyum-Biahmu'daki heykel kalıntılarını inceledi. Göl seviyesinin üstündeki bu heykel kaidelerinin dibinde siyah göl çamur katmanını buldu. Bu çamurun ancak setin patlamasıyla buraya gelebileceğini söyledi. Biz bunun baraj setinin patlatılmasının kanıtı olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca göl seviyesinin yukarısındaki devasa heykellerin yıkılması da bu görüşü desteklemektedir.(148)

Firavun Amenemhat III döneminde Nil taşkın seviyelerinin çok yüksek olduğu Semna yazıtlarında kayıtlıdır.(129) Nil seviyesinin yüksek olduğu periyodda barajın patlatılması sonucu Firavunun suda boğulduğu anlaşılmaktadır.

Eski Mısır inancına göre ölen kişinin mezarının olması gerekliydi. Bu nedenle ölen Firavun için büyük mezarlar yapıldı. Firavun’a isyan edenlerin ise mezarı olamazdı. İsyan edenler Nil’e atılırdı.(149) İlginçtir Allah’a isyan eden Firavun ve ordusunun ölümü de Nil selinde boğularak gerçekleşmiştir.


Musa peygamber Allah’a savaş açan Firavun ve ordusunu Nil selinde boğmak için hazırlıklara çok önce başlamıştır. Mısır’ın ekili alanlarında özellikle deltada sulama kanallarından çıkan toprak hendeğin her iki yanına yığılmasıyla yollar ve patikalar oluşturulmuştur. Bu yükseltilmiş yollar, su baskını sırasında bile sudan korudu. Yolları kullananlara mükemmel görüş sağladı. Bu da onları yolcular için daha güvenli hale getirdi.(150) Bu sayede Firavun ve ordusu baraj selinde boğulurken Musa peygamber, İsrailoğullarını güvenli bir şekilde Nil nehrinden karşı kıyıya bu yol ağı sayesinde geçirdi.

Bu olay Kur’an’da şu şekilde açıklanmıştır:

77) Ve andolsun, Mûsâ'ya "Yetişilmekten korkmayarak ve saygıyla, sevgiyle ürpermeden/Firavuna minnet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de kendileri için bol suda/nehirde kuru bir yol aç!" diye vahyettik. (45Taha 77)

5- Kızıldeniz (Red Sea) ve Kamış Denizi (Reed Sea) Konusu
Mısırlılar Nil nehrinde boğulduysa Kızıldeniz’de boğulma inancı nereden geliyor? İbranice “Yam Suf” (Kamış Denizi) demektir. Bu sözcük bilinçli bir şekilde İngilizceye “Reed Sea (Kamış Denizi)” yerine “Red Sea (Kızıldeniz)” kelimesi ile çevrilmiştir. Kitabı Mukaddes ruhbanlarının yaptığı bu tahrifat artık deşifre olmuştur.

Rahipler tarafından deniz mucizesini bilinçli olarak zihinlere yerleştirmek amacıyla Red Sea- Kızıldeniz olarak çevirmişlerdir.(151)


Çevirilerde yapılan tahrifatın çok eskilere, Yeni Ahit’in Yunanca çevirisine dayandığı bilinmektedir:

İncil uzmanı Profesör Tom Meyer; Musa, Yahudi halkını Kızıldeniz'e asla götürmedi. İncil Hafızı olarak da bilinen Profesör Meyer, Musa'nın tamamen farklı bir su kütlesini yani Saz-Kamış Denizi'ni geçtiğine inanıyor.

İbranice İncil'in bilinen en eski Yunanca çevirisi olan Septuagint’den İngilizceye yanlış çevrildiğini söyledi. M.Ö. üçüncü yüzyılda Firavun Ptolemy Philadelphus II tarafından yaptırılan Septuagint, İbranice de Suph Denizi'ni Saz Denizi değil, Kızıldeniz olarak çevrildiğini açıkladı.(152), (153)


Bu gözlemler ışığında, Yam adı verilen su kütlesinin ve Mısır'dan çıkış anlatılarında, Sayılar 33: 8'den 10'a ve diğer yerlerde Eski Ahit, göller hattına (özellikle Acı Göller) atıfta bulunabilir. Mısır'ın Sina ile sınırı ve Kızıldeniz'in kuzey sınırındadır.(154)

6- Mısır’dan Çıkış Rotası
Firavunun boğulma olayı gerçekleştikten sonra İsrailoğullarının doğrudan Sina Yarımadasına geçemedikleri, belirli rotalar üzerinde hareket ettikleri uzmanlar tarafından ifade ediliyor. Doğu sınırı; kerpiç duvar(10), göl, bataklık gibi doğal engeller ve büyük kanallarla(155) çevrilidir. Savunmaya uygun yerlerde sınır kaleleri(156) bulunmaktadır. İsrailoğulları sınırdaki askerlere yakalanmamak için değişik güzergâh izlemişlerdir.

On ikinci hanedan firavunları Suriye-Filistin bölgesi ile olan ticaret yollarını güvence altına almak için “Horus’un Yolları”(157) olarak adlandırılan Akdeniz kıyısına yakın yollar yapmışlardır. Dolayısıyla Musa peygamber İsrailoğullarını Mısır’dan çıkarmak için doğrudan Filistin’e giden güzergâhı kullanması uygun değildi.

Mısır’dan Çıkış rotası olarak çeşitli görüşler ileri sürülür. Ancak doğu sınırındaki sıkı önlemler dikkate alındığında çoğu uzmanların görüşü olan güneydoğu güzergâhı daha tutarlı ve mantıklıdır.(158)

Zaten, Musa peygamberin de tedbirli davrandığını biliyoruz:

23,24) -"Hadi kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenen kimselersiniz, tedbirli olun. Bol suyu/nehiri çok hızlı bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur."- (Duhan 23-24)


Firavun ve ordusunun boğulmasının ardından genel kanı, İsrailoğullarının Mısır’ı hemen terk ettikleri yönündedir. Ancak bize göre Firavun boğulduktan sonra yönetim el değiştirmiştir. 12. Hanedan sona ermiş onun yerine Musa peygamberin oğullarının yönetimindeki 13. Hanedan başlamıştır. Mısır yönetimi İsrailoğullarına geçmiştir. İsrailoğullarının Mısır’ı hızla terk etmesi söz konusu değildir. Firavun boğulduktan sonra Mısır kendi kaderine terk edilmemiştir. Ancak Musa peygamber aldığı görev gereği daha sonra İsrailoğullarını Mısır’dan güvenli bir şekilde çıkarmıştır.



7- İsrailoğulları Mısır Yönetimine Nasıl Mirasçı Oldu?
Firavun’un suda boğulmasından sonra İsrailoğullarının Mısır yönetimine mirasçı yapıldığı Kur’an’da haber verilmiştir.


Ayetler:

136,137) Biz de, şüphesiz âyetlerimizi yalanladıkları ve onlardan gâfil olmaları nedeniyle onları cezalandırıp adaleti sağladık. Ve onları bol suda/nehirde boğduk. O zaafa uğratıla gelmiş/güçsüzleştirilmiş olan toplumu da bereketlendirdiğimiz yerin her tarafına mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrâîloğulları'na olan o pek güzel sözü, sabretmeleri nedeniyle yerine geldi. Biz de Firavun ile toplumunun yapageldikleri sınâî eserlerini ve yükseltmekte oldukları şeyleri yerlebir ettik. (39Araf 136-137)


57,58,59,67,68) Sonunda Biz, Firavun ve toplumunu bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve şerefli makamdan çıkardık. İşte böyle! Ve sonra onlara İsrâîloğulları'nı mirasçı/son sahip yaptık. Şüphesiz bunda kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdi. Ve şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle en üstün olanın, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir. (47Şuara 57,58,59,67,68)

1) Tâ/9, Sîn/60, Mîm/40.
2) Bunlar, apaçık/açıklayıcı kitabın âyetleridir.
3) Biz, iman edecek bir toplum için Mûsâ ve Firavun'un önemli haberlerinden bir kısmını sana hak ile okuyoruz/takip ettiriyoruz.
4) Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kadınlarını utanca boğuyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi.
5,6) Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Hâmân ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.
7) Ve Biz Mûsâ'nın anasına vahyettik: "Onu emzir. Eğer o'nun için korkarsan o'nu nehre bırakıver, korkma ve üzülme. Şüphesiz Biz o'nu sana döndüreceğiz ve kendisini elçilerden biri yapacağız."
8) Sonra da Firavun ailesi o'nu, kendileri için bir düşman ve üzüntü olmak üzere "buluntu" olarak aldı. Şüphesiz Firavun, Hâmân ve bu ikisinin askerleri hata edenler idi.
9) Ve Firavun'un kadını: "Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu katletmeyin; Musa'yı diğer israiloğulları çocukları gibi niteliksiz; eğitimsiz-öğretimsiz, mesleksiz bırakmayın, belki bize bir yararı dokunur, ya da o'nu evlat ediniriz" dedi. Ve onlar, işin farkında olmuyorlar.
10,11) Mûsâ'nın anasının yüreği bomboş sabahladı. -Eğer Biz, inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse o'nu açığa vuracaktı.- Ve Mûsâ'nın annesi Mûsâ'nın kız kardeşine, "Onun izini takip et" dedi. O da hemen, onlar farkına varmazken uzaktan o'nu gözetledi.
12) Ve Biz daha önce, o'na sütanalarını haram ettik. Bunun üzerine Mûsâ'nın kız kardeşi, "Size, o'nun bakımını sizin adınıza üstlenecek ve o'na öğüt verip eğitecek bir aile göstereyim mi?" dedi.
13) Böylelikle Biz o'nu, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. -Velâkin onların pek çoğu bilmezler.-
14) Ve Mûsâ yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz o'na yasa ve bilgi verdik. Ve Biz güzel davrananları işte böyle karşılıklandırırız. (49Kasas 1-14)


17,18,19,20,21) Ve andolsun ki Biz onlardan önce Firavun toplumunu imtihan ettik. Ve onlara çok saygın bir elçi gelmişti: "Allah'ın kullarını bana geri verin. Şüphesiz ben sizin için gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'a karşı üstünlük taslamayın. Şüphesiz ki ben size apaçık bir güç getiriyorum. Ve şüphesiz ben, beni taşlayarak öldürmenizden benim Rabbime, sizin Rabbinize sığındım. Ve eğer siz bana inanmazsanız hemen yanımdan uzaklaşın."

22) Sonra da Mûsâ: "Şüphesiz ki bunlar, suçlu bir toplumdur" diyerek Rabbine yalvardı.
23,24) -"Hadi kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenen kimselersiniz, tedbirli olun. Bol suyu/nehiri çok hızlı bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur."-
25,26,27) Onlar, bahçelerden, pınarlardan, ekinlerden, saygın makamlardan ve içinde safalar sürdükleri nice nimetlerden nicelerini bıraktılar.
28) İşte böyle! Biz onları başka başka toplumlara miras bıraktık.
29) İşte, gök ve yeryüzü onların üzerine ağlamadı. Onlar, süre tanınanlar da olmadı.
30,31) Andolsun ki Biz İsrailoğullarını o horlayıcı azaptan, Firavundan kurtardık. Şüphesiz o, gerçeği eksik gösterenlerden, üstünlük taslayanlardan biriydi.
32) Andolsun ki Biz İsrâîloğulları'nı bilerek âlemler üzerine seçkin kılmıştık.
33) Biz onlara içinde apaçık bir belâ bulunan alâmetlerden/göstergelerden de vermiştik. (64Duhan 17-33)


Bu ayetlerde Rabbimiz; Musa, İsrailoğulları ve Mısır yöneticileri hakkında bir planının olduğunu açıkça ifade etmektedir. Musa peygamber, İsrailoğullarını Mısır’dan çıkarma görevi almıştır. Ancak Mısır kendi kaderine terk edilmemiş Mısır yönetimine İsrailoğulları getirilmiştir. Firavun’un öldürülmesi ile 12. Hanedan ortadan kaldırılmıştır. Mısır’da Musa peygamberin iki oğlu Firavun olarak 13. Hanedan dönemini başlatmıştır. Kısacası İsrailoğullarının bir kısmı Mısır’ı tekrar yönetmeye başlamışlardır.


Yukarıdaki ayetlerde hep İsrailoğullarının Mısır yönetimine mirasçı oldukları vurgulanır. Bu sözcükten İsrailoğullarının Mısır yönetiminin son sahibi oldukları anlaşılabilir. Ancak ayetlerde “mirasçı” kelimesi rasgele kullanılmamıştır. Firavun’un ölümünden sonra Mısır yönetiminin miras yoluyla İsrailoğullarına geçtiği vurgulanır. Şimdi bu Kur’an mucizesinin nasıl gerçekleştiğini Mısır tarihinden inceleyelim:


Daha önce Musa’nın üvey evlat olarak saraya alındığını öğrenmiştik. Amenemhat IV prens olarak yetiştirilmişti.(113), (114) Firavun suda boğulduktan sonra geride başka varis kalmadığından 12. Hanedan dönemi sona erdi. Musa'nın üvey annesi aynı zamanda Firavun'un karısı olan Hetepti’den gelen bir soyun kraliyeti devam ettirdiğini hatırlayalım.(112) 13. Hanedan, Hetepti’nin üvey oğlu Musa-Amenemhat IV’ün oğulları ve torunlarından gelen nesil ile devam ettiği anlaşılmıştır.(159) 13. Hanedanlığın ilk iki kralı olan Sekhemrekhutawy-Amenemhat-Sobekhotep ve Sekhemkara-Amenemhat-Sonbef, Amenemhat IV'ün oğulları olduğu belirlenmiştir.(160), (161), (8)

Musa peygamberin oğulları ve torunlarının 13. Hanedan yönetimine gelmeleri sayesinde İsrailoğullarına da yönetimde yer açıldığı anlaşılıyor. Bu dönemde çok sayıda yabancının (muhtemelen İsrailoğulları) Mısır yönetimine atandığı bilinmektedir.(162), (163), (164) 13. Hanedanın başlangıcı hakkında tarihi bilgilerin yoğunlaştığı konu miras’tır. Bu iki firavunun Mısır tarihinde ilk kez soyadı kullanmaları ile 13. Hanedanın yolunun açıldığı görülüyor. Bütün bu kanıtlar, İsrailoğullarının yönetime mirasçı olduğunu haber veren ayetleri doğrulamaktadır.

Ayrıca Allah’ın, kraliçeyi Firavun’un tuzaklarından koruduğunu ve Firavun’u ise suda boğulduğunu Mü’min suresi 45-46. ayetlerinden öğreniyoruz. Tarihi veriler de Kur’an’ın bu mesajlarını desteklemektedir.

13. Hanedan yönetime isyan ve gasp ile gelmemiştir. Yönetim hanedanın tek üyesi Hetepti’den veraset yoluyla Musa peygamberin oğullarına geçmiştir.(159) 13. Hanedan önceki hanedanın kült ve uygulamalarını terk etmiştir. 12. hanedanın izinden gidilmemiştir.(165)

Burada şu soru gündeme gelebilir. Kur’an’ın eleştirdiği Firavun'un adı Musa peygamberin çocuklarına soyadı olarak neden kullanıldı? Buna şu şekilde yanıt verilebilir: Yeni hanedan üyeleri soyadı uygulaması ile kraliyet soyundan geldiklerini vurgulamış ve böylece rakip 14. hanedan ile iktidar çatışması yaşanmadan iktidara gelmişlerdir.(160)

Musa peygamberin oğullarının yönetimde olduğu 13. Hanedanın komşu devletler ile ilişkileri devam etmiştir. Üstelik kuzeyde Delta’da hâkim olan 14. Hanedana rağmen diğer ülkeler 13. Hanedanlığı Mısır’ın temsilcisi olarak tanıdığı anlaşılıyor.(124)

 








F- MEDYEN

Prens Musa, Mısırlı bir adamı öldürdükten sonra öldürülme korkusuyla Medyen’e kaçmıştır. Kur’an’da Musa’nın burada evlendiği ve yıllarca Medyen’de hac-ilahiyat eğitimi aldığı bildirilmiştir.


a- Peygamberlik Öncesinde Medyen Bölgesi
Musa peygamberin yaşadığı dönem ‘Geç Tunç Çağı’dır. Musa’nın peygamberlik öncesindeki Medyen ve çevresinin incelenmesinde fayda vardır.


1- Medyen’in Konumu
Medyen’in, Arabistan’ın kuzeybatısındaki Al Bad vahasını içine aldığı ve Sina Dağının da Medyen sınırları içinde olduğu bildirilir.
Kerkslager, LXX/OG'nin tanığı hakkındaki düşüncelerini şu sözlerle özetliyor:
İbranice “Midian’ın Septuagint'teki çevirilerinin “Midain veya Madiam”, çeşitli referanslarda açıkça Sina Dağı ile yakındaki bir şehir bu şekilde adlandırılmıştır. Daha sonra bazı bilim adamlarının çalışmalarına atıfta bulunur. Bugünkü bir kasabayı bu antik Medyen şehri ile ilişkilendirir: “Medyan antik kentinin konumu, Al Bad' (Mugla’ir Shu’ayb) vahası ile sıkı bir şekilde özdeşleşmiştir. Kuzeybatı Suudi Arabistan'da, Akabe’nin yaklaşık 110 km güneyindedir.”
Bu kanıt, Çıkış olaylarına, Sina Dağı'nı Sina Yarımadası'na yerleştiren gelenekten 500 yıldan daha yakın olduğu için önemlidir. Dolayısıyla, LXX/OG'nin çevirmenleri, bize, o günlerde mevcut olan en iyi bilginin kuzeybatı Arabistan'daki Sina Dağı'nı yerleştireceğini belirtmiş görünüyor.(166), (167)


2- Milattan Sonra 6. Yüzyıla Kadar Medyen’de Hac Biliniyordu
Medyen’de kadimden beri uygulanan hac/yüksek ilahiyat eğitimi miladi altıncı yüzyıla kadar devam etmiştir. Zamanla burada yapılan hac/yüksek ilahiyat eğitiminin içinin boşaltıldığı ve deforme olduğu anlaşılmaktadır. Yahudi ve Hristiyanlarda bozulan hac kavramı, Mısırdan Çıkışın anılmasını içeren ziyaretler olarak yapılagelmiştir. Bu hali ile ziyaret/anma etkinlikleri peygamberimizin yaşadığı çağa kadar devam etmiştir.(168) Kısacası Medyen bölgesinde hac/yüksek ilahiyat eğitimi ve ortamı için yüzlerce yıl süren çok güçlü anlayış hâkim olmuştur.(169), (170)

İslam peygamberi Muhammed yaklaşık 570-632 yıllarında yaşadı. İslam 622'de örgütlendi ve yükselişine başladı. Sina Dağı'nı Medyen şehri yakınlarında bulma geleneği İslam döneminde devam etti. Muhammed'in zamanında Medyen (İbn İshak'ta) kasabasından, Aayd b. Haritha. MS 700 civarında çeşitli İslami kaynaklar, bu büyük hac yolunda Medyen'deki bazı Hıristiyan keşişlerden, zahitlerden ve keşişlerden bahseder.(171), (172), (173) Medyen’de uygulanan Hac, Şuayb peygamberin zamanından kalma olabilir.(174) Arabistan’da hicaz dağlarının bir kısmına Midyan dağları denir.(175)


3- Medyen’de Hac (İlahiyat Eğitimi)
Kasas Suresi 27. ayetinden Medyen’in çok özel bir konumunun olduğunu ve Musa peygamberin 8-10 hac dönemi burada ilahiyat eğitimi aldığını öğreniyoruz. Musa peygamberin yaşadığı tarihte Medyen’in çevresi, haram/dokunulmaz belde statüsündedir. Bu açıdan, haram belde Mekke’ye benzemektedir. Tıpkı Mekke’nin çevresinde belirlenmiş harem sınırının olduğu gibi Medyen’in de dokunulmaz bölge sınırının olduğunu düşündürecek veriler vardır. Kuzeybatı Arabistan’da, ticaret yollarının kesiştiği bölgede bulunan Medyen, bu yönüyle de ticaret yolu üzerinde bulunan Mekke’ye benzemektedir. Medyen’de hac-ilahiyat eğitimi yapıldığının Kur’an dışı kanıtları bulunuyor:

Bazı araştırmacılar Medyen’in ülke olmadığı, onun ortak değerler üzerinde bir araya gelmiş kabileler birliği olduğunu öne sürerler. Medyen’i, içinde dokunulmaz mescitlerin bulunduğu ve insanların çeşitli konularda toplandığı konfederasyon şeklinde düşünebiliriz.

Midyan bir Arap kabilesinin adı olmayıp, tıpkı Jehuda gibi bilinen mezhep, yani toplu kült birliği anlamına gelen kolektif bir isimdir. Antik çağda hukuk ve din yakından bağlantılıydı.(176)

Daha sonraki yazarlar, belirlenen kutsal alan yerlerini sorguladılar, ancak bir Midianite birliği tezini desteklediler. George Mendenhall, Midyanlıların Sami olmayan bir konfederasyon grubu olduğunu öne sürdü ve William Dumbrell de aynı durumu sürdürdü:

Haupt'un önerisinin kabul edilmesi gerektiğine ve Midian'ın bir ülkeyi tasvir etmekten çok, Geç Tunç Çağı'na ait, geniş bir coğrafi alana sahip amorf bir birlik için genel bir terim olduğuna inanıyoruz. …”(177)


4- Musa Peygamber Medyen’de Ne Kadar Süre Kaldı?
Kitabı Mukaddes bilginleri Musa peygamberin (Amenemhat IV), Mısırlıyı öldürdüğü için Medyen’e kaçtığını ve orada 40 yıl kaldığını ileri sürer. Kur’an, Musa peygamberin Medyen’e gittiğini onaylar. Medyen’de kaldığı zaman Kasas Suresi 27. ayetinde belirtilir:

27) Kızların babası dedi ki: "Hac yapılan sekiz yıl bana çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer ona tamamlarsan artık o kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşallah beni sâlihlerden bulacaksın." (Kasas 27)


Ayette geçen hıcac kelimesi sene veya yıl demek değildir. Sözcük, hac/ilahiyat eğitimi yapılan dönemi ifade eder. Yani salih kişi, Musa peygamberi 8 veya 10 kez üst düzey ilahiyat eğitimine tabi tutacaktır.


Ayetteki hac yapılan yıl ifadesinden şu sonuçlar çıkabilir:

• Her yıl hac/yüksek ilahiyat eğitimi yapıldığını düşünürsek, Musa peygamber Medyen’de 8 veya 10 yıl kalmış olabilir.
• Hac/yüksek ilahiyat eğitimi yılda birden fazla sayıda yapılabilir. Örneğin; yılda iki, üç, dört kez hac düzenlendiği zaman, Musa peygamberin Medyen’de kaldığı süre 2 seneye kadar düşebilir.
• Medyen’de hac/yüksek ilahiyat eğitimi, yılda bir değil de iki yılda bir veya üç yılda bir düzenlenirse o takdirde, Musa peygamberin aldığı eğitim, 8-10 yıldan daha fazla sürede gerçekleşmiş olur.

Kasas Suresi 27. ayette Musa peygamberin Medyen’de mutlaka 8 ya da 10 kez hac dönemi geçireceği bildirilir.(178), (179)


Medyen’de hac organizasyonu iki yılda bir düzenlenmiş olabilir. Bu durumda Musa peygamber Medyen’de 16 veya 20 yıl arasında kalmış olabilir. Bu konuda şöyle bir bilgi bulunmaktadır:

Mısır’dan Çıkış (M.Ö. 1445) sırasında Medyen’de uygulanan konfederasyon birlik organizasyonunu örnek alan Arkaik Yunanistan’da (M.Ö. 8. yüzyıl) şehir konfederasyonu iki yılda bir toplanmıştır.(180)



5- Musa Peygamber Medyen’e Neden Gitti?
Prens Musa, Mısırlı bir adam öldürdükten sonra Medyen’e kaçmak zorunda kalır. Orada evlenir ve uzun süre kalır. Yaptığı sözleşme gereği Medyen’de hac-ilahiyat eğitimi alır.


Ayetler:
15) Ve Mûsâ, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonra orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından, birbirlerini öldürmeye çalışan iki adam buldu. Sonra kendi tarafı olan, düşmana karşı Mûsâ'dan yardım diledi. Mûsâ da ötekine hemen bir yumruk indirdi, o da hemen ölüverdi. Mûsâ, "Bu, şeytanın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır" dedi.
16) Mûsâ, "Rabbim! Şüphesiz kendime haksızlık ettim. Artık beni bağışla!" dedi de Allah o'nu bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir.
17) Mûsâ, "Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeylere andolsun ki artık hiçbir zaman suçlulara arka olmayacağım" dedi.
18) Sonra da Mûsâ, şehirde korku içinde, etrafı kontrol ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek o'ndan yardım istiyor. Mûsâ ona: "Şüphesiz sen, apaçık bir azgınsın!" dedi.
19) Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam; "Ey Mûsâ! Dün bir kişiyi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun ve sen düzelticilerden olmak istemiyorsun" dedi.
20) Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: "Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için senin hakkında görüşme yapıyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim."
21) Sonra da Mûsâ korka korka, kontrol ederek oradan çıktı. "Rabbim! Beni şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!" dedi.
22) Ve Mûsâ Medyen'e doğru yöneldiğinde, "Rabbimin bana yolun doğrusunu göstereceğini umarım" dedi.
23) Ve Mûsâ, Medyen suyuna varınca, orada hayvanlarını sulayan insanlardan bir önderli topluluk buldu. Ve Mûsâ, hayvan sulayanlar kadar güçlü olmayan, hayvanlarını geri çeken iki kadın buldu. Dedi ki: "Hâliniz nedir?" Dediler ki: "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız; babamız da çok yaşlı bir ihtiyardır."
24) Bunun üzerine Mûsâ, ikisi için hayvanları suladı. Sonra gölgeye çekildi de "Rabbim! Şüphesiz ki ben, iyilikten bana indirdiğin şeye muhtacım" dedi.
25) Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek Mûsâ'ya geldi. Dedi ki: "Şüphesiz babam, bizim yerimize sulamanın ücretini karşılamak için seni çağırıyor." Mûsâ, kızın babasına geldi ve kıssaları ona anlattı. Kızın babası; "Korkma, o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış toplumdan kurtuldun" dedi.
26) Onun iki kızından biri; "Babacığım! Onu ücretle tut. Şüphesiz ücretle tutulan kimselerin en iyisi, güçlü ve güvenilir olanıdır" dedi.
27) Kızların babası dedi ki: "Hac yapılan sekiz yıl bana çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer ona tamamlarsan artık o kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşallah beni sâlihlerden bulacaksın."
28) Mûsâ, "Bu, seninle benim aramdadır; bu iki süreden hangisinin sonunu gerçekleştirirsem demek ki, bana karşı düşmanlık/sorumluluk yok. Ve söylediklerimize Allah vekildir [koruyarak, destekleyerek uygulayandır]" dedi. (Kasas 15-28)


Musa henüz peygamber değilken Medyen’deki sözleşmesi bittikten sonra oradan ayrılmıştır. Ailesi ile birlikte yola çıktıkları anda (Kasas 29) ateşi; İsrailoğulları'nın perişan halini, onları bu halden kurtarmanın zorluğunu sezdi. Musa, bu sorunu çözmeye karar verdiğinde vahiy aldığını öğreniyoruz (Kasas 30). Artık Musa peygamberdir. Bazı önemli görevler alır. Bunlar: Firavun’un öldürülmesi ve İsrâîloğulları'nın Mısır'dan çıkarılmasıdır. Daha önce adam öldüren sonra pişman olan ve tevbe eden Musa peygamber yeniden adam öldüreceği için bunalıma girer (Kehf 61). Musa peygamber Kehf suresindeki kıssada Allah'a savaş açanların öldürülmesi gerektiğini; dolayısıyla da Firavun'u öldürmesinin gerekçesini öğrenecektir.




6- İki Mescit: Elat ve Kadeş Barnea
Kehf suresindeki kıssa, Musa peygamberin fikir sancısı çektiği dönemi ifade eder. İsrailoğullarının Mısır’dan çıkarmanın yolunun Firavun’u öldürmesinden geçtiğini bilmekte ancak İsrailoğullarının nasıl kurtaracağını bilememektedir. Musa peygamber bu sorunların çözümünü aramaktadır. Kehf Suresindeki 60-82. ayetlerdeki kıssa bu hususu açıklamaktadır. Konunun daha iyi anlaşılması için kıssadaki müteşabih sözcüklerin ilgili dipnottan incelenmesinde yarar vardır.(181)


Musa, içine düştüğü bunalımı çözmek için o yörede herkes tarafından bilinen mescitlere ve bilginlere başvuracaktır. İki Denizin Birleştiği/İki Bilgin Kişinin Toplandığı Yer: Medyen civarında iki mescitteki bilginleri ifade ediyor. Şimdi söz konusu mescitler hakkındaki açıklamaya geçebiliriz.


Midyan bir Arap kabilesinin adı olmayıp, tıpkı Jehuda gibi bilinen mezhep, yani toplu kült birliği anlamına gelen kolektif bir isimdir. Antik çağda hukuk ve din yakından bağlantılıydı. Kadeş’in (Barnea) kutsal pınarı da bu adı taşıyordu. ‘Mé-meriba, yargı suyu’ veya 'En-mispat, yargı pınarı' denirdi. Aslen Sümerce olan Din, Arapça'da sadece mahkeme, yargı değil, aynı zamanda kült, din anlamına da gelir; böylece Midian pekâlâ dini topluluk anlamına gelebilir ve Köhén Midian: dini topluluğun (Yahveh) rahibi Midian, Jöhüdä'nın eski (yarı Arapça) adıdır. Başkenti 'Akaba Körfezi'ndeki Elat olan Edomite Sina amfisine atıfta bulunuyordu.(176) Bazı bilim adamları, "Midian" adının coğrafi yerlere veya belirli bir kabileye değil, ancak ibadet amacıyla kolektif olarak bir araya getirilmiş bir kabileler konfederasyonuna veya "birliğine" atıfta bulunduğunu öne sürdüler. Paul Haupt ilk olarak 1909'da bu öneriyi yaptı, Midian'ı bir "kült kolektifi" (Almanca: Kultgenossenschaft) ya da "bir kutsal alanın çevresindeki farklı kabilelerin birliği (Almanca: Bund)" anlamına gelen bir amfiktiyon olarak tanımladı. Akabe Körfezi'nin kuzey ucundaki Elat, ilk mescidin yeri olarak önerildi ve ikinci bir kutsal alan Kadeş'te (Kadesh Barnea) bulunuyordu.

Daha sonraki yazarlar, belirlenen kutsal alan yerlerini sorguladılar, ancak bir Midianite birliği tezini desteklediler. George Mendenhall, Midyanlıların Sami olmayan bir konfederasyon grubu olduğunu öne sürdü ve William Dumbrell de aynı durumu sürdürdü:

Haupt'un önerisinin kabul edilmesi gerektiğine ve Midian'ın bir ülkeyi tasvir etmekten çok, Geç Tunç Çağı'na ait, geniş bir coğrafi alana sahip amorf bir birlik için genel bir terim olduğuna inanıyoruz.(177)

Amfilik (Amphictyony - vakıf, birlik, federasyon veya kooperatif anlamına gelir.), bir kutsal alanın çevresindeki farklı kabilelerin bir antlaşmasını ifade eder. Tıpkı küçük Delphi kasabasının en üst kısmındaki büyük Apollon tapınağının (Phocis manzarasının güneybatı kesiminde parnassus'un güney tarafında 700 m yükseklikte yer alır.) büyük Hellenik Amfilik'in ortak merkezini oluşturduğu gibi, Elat yakınlarındaki Sina Dağı, insanların ortak bayram kutlamaları için toplandığı (Pythian agonlarına karşılık gelen) Midian'ın antlaşma tapınağıydı. (Mısırdan Çıkış: 3, 18; 10, 9. 26; 34, 23; 23, 14. 17; Yasanın Tekrarı: 16, 16)
Pylåiseh-delphisehe Amfiktyony, Mali Körfezi'ndeki Delphi'nin kuzeybatısındaki Thermopyla'daki (yani kaplıcaların kapısı) Demeter Tapınağı'ndaki iki yıllık toplantıdan birini düzenledi. Aynı şekilde, Midian kült topluluğu, Yunan Amfiktyonlarında olduğu gibi anlaşmazlıkların çözüldüğü ve kötü davranışların cezalandırıldığı Elat'ın kuzeybatısındaki ikinci bir tapınağa sahipti. Yahuda'nın Tevrat'ı Sina'da verildi, tıpkı Yunanistan'da yasaların ve dini geleneklerin Delfi kahinlerine danışılmadan uygulanmaması gibi.(180)



İki Denizin Birleştiği/İki Bilgin Kişinin Toplandığı Yer
Kitabı Mukaddes bilginleri ve araştırmacılar, anlaşmazlıkların giderilmesi için toplanılan bu iki bölgenin kutsal yerler olduğunu kabul ediyorlar. Bu mescitler hac/ilahiyat eğitimi, anlaşmazlıkların çözülümü ve kötü davranışların cezalandırılması için toplanılan kutsal yerler kabul edilmiştir. Bu bilgiler Kehf suresindeki “iki denizin birleştiği yer” ifadesini anlamlı kılıyor. Bu ifadenin “iki bilgin kişinin toplandığı yer” anlamına geldiği bilgisini kuvvetlendiriyor.

Kadeş-Barnea ve Elat şehirlerinde kadimden beri mescit bulunduğu bilinmektedir. Musa peygamberin her iki mescitte bulunan bilginlerle irtibata geçtiği Kur’an’da bildiriliyor. Kasas Suresi 27-28. ayetlerde Musa peygamberin Medyen’de aynı zamanda kayınpederi olan bilgin kişiden eğitim aldığı bildiriliyor.

Kehf Suresindeki Musa-âlim kul arasında yaşanan olayların Medyen’den farklı bir yerde gerçekleştirdiği Kehf Suresi 63. ayetinde bildirilir. Kur’an, Musa peygamber ve yanındaki kişinin ‘kaya’ya sığındığı ve böylece bu olayların sahra’da gerçekleştiğini işaret eder (Kehf Suresi 60-82. ayetler). Sahra, büyük kaya demektir. Sözcük el takısı alarak geldiği için "الصّخرة Es-Sahra” olmuş ve böylece özel bir isim haline getirilmiştir. Bu nedenle kayanın herhangi bir kaya olmadığı, çevredeki insanlar tarafından çok iyi bilindiği anlaşılmaktadır.

Kadeş Barnea günümüzde Sina Yarımadasındaki Negev Çölünde yer alır. Kitabı Mukaddes, Kadeş Barnea kayalık bölgesinin Zin çölünde olduğunu bildirir. Kitabı Mukaddes’te de önemli yer tutan Kadeş Barnea’nın en önemli özelliği hukuk/yargı uygulamalarının yapıldığı yer olmasıdır. Yargı pınarı olarak meşhur olmuştur. Kur’an Kehf Suresi 74, 78-82. ayetlerinde, Kadeş Barnea’nın yargı uygulamalarının gerçekleştirildiği yer olduğu anlaşılıyor. Kehf Suresi 80-81. ayetlerde ise âlim kulun yargı kararlarının uygulayıcısı olduğu ifade edilir.


60) Ve bir vakit Mûsâ, delikanlısına: "Ben iki bilgin kişinin toplandığı yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim" demişti.
61) Bunun üzerine "iki bilgin kişinin toplandığı yer"e vardıklarında ikisi de bunalımlarını/sıkıntılarını terk etti. O zaman bunalım/sıkıntı, bilgin kimse yardımıyla yok olup gitti.
62) Bu şekilde geçtikleri zaman Mûsâ, delikanlısına: "Getir kuşluk yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk" dedi.
63) Delikanlı: "Gördün mü/hiç düşündün mü? O Kaya'ya sığındığımız vakit doğrusu ben bunalımdan/sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle bencilliğim engelledi. Bunalım/sıkıntı, şaşılacak bir şekilde bilgin insanda kaybolup gitti" dedi.
64) Mûsâ, "İşte bu, aradığımızdı!" dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.
65) Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir bilgi öğretmiştik.
66) Mûsâ ona: "Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?" dedi.
67,68) Âlim ve rahmete mazhar kul: "Şüphesiz sen benimle beraber sabretmeye takat yetiremezsin. Ve kavrayamadığın bilgiye nasıl sabredeceksin!" dedi.
69) Mûsâ: "İnşallah beni sabreden biri bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem" dedi.
70) Âlim ve rahmete mazhar kul: "O hâlde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana öğüt olarak ondan söz açıncaya kadar."
71) Bunun üzerine ikisi yürüdüler; sonunda gemiye bindiklerinde âlim ve rahmete mazhar kul gemide kusurlar oluşturdu. Mûsâ: "İçindekileri suda boğman için mi onu yırttın/kusurlar oluşturdun? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın!" dedi.
72) Âlim ve rahmete mazhar kul: "Ben, 'Şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin' demedim mi?" dedi.
73) Mûsâ: "Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük çıkarma!" dedi.
74) Yine gittiler. Sonunda bir delikanlıya rast geldiler; âlim ve rahmete mazhar kul onu öldürüverdi. Mûsâ: "Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!" dedi.
75) Âlim ve rahmete mazhar kul: "Ben sana 'Kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin' demedim mi?" dedi.
76) Mûsâ: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Kesinlikle kovarsan darılmam" dedi.
77) Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Bunun üzerine onlar da, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Âlim ve rahmete mazhar kul, onu doğrultuverdi. Mûsâ: "İsteseydin bunun karşılığında kesinlikle bir ücret alırdın" dedi.
78,79,80,81,82) Âlim ve rahmete mazhar kul: "İşte bu, aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin birinci anlamlarını haber vereyim: "Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle ben onu kusurlu hâle getirmek istedim. Ötelerinde de bütün güzel, sağlam gemileri gasp edip alan bir kral vardı. Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mü'min kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, anne-babasını azdırmasından ve küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemesinden korktuk. Sonra da 'Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin' istedik. Duvara da gelince; o, şehirdeki iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, -Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım. İşte senin, üzerine sabretmeye takat getiremediğin şeylerin ilk plândaki anlamı!" (69Kehf 60-82, İşte Kur’an)

 

Musa peygamber alim kuldan aldığı dersler ile sorunlarının çözümünü bulmuştur:
Musa peygamber geminin kusurlu gösterilmesi örneği ile İsrailoğullarının Mısır’dan çıkış hazırlıklarını kusurlu göstermeleri gerektiğini öğrendi. İşlerini kusurlu ve zayıf gösterdikleri için Firavun İsrailoğullarından şüphelenmedi. Esaret dönemi boyunca Mısır’da okullar açarak vahiyi öğrendiler. Salat (maddi-manevi destek) kurumları oluşturdular. Bilinçlendiler ama kendilerini kusurlu göstermeyi bildiler.

2-Musa peygamber gencin öldürülmesi olayında Allah’a karşı savaş açanların öldürülmeleri gerektiğini öğrenmiştir. Bu bilgiye göre Allah’a karşı savaş açan Firavun’un öldürülmesi gerekiyordu. Bu Allah’ın kesinleşmiş bir kararıydı.

Maide suresinde Allah’a karşı savaş açanların sonucu açıklanmıştı:
33,34) Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların -siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç- karşılığı, ancak öldürülmeleri/eğitime öğretime tabi tutup dönmelerinin sağlanması veya kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yaptırılması, taş ocaklarında çalıştırılmaları yahut sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkilerinin kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. (112Maide/33)

İki yetimin hazineye yetişkin oldukları dönemde kavuşmaları olayından aldığı dersle İsrailoğulları sermaye biriktirdiler. Biriktirdikleri ile Mısır’dan çıkıştan sonra ihtiyaçlarını karşılamayı öğrendiler. Ekonomik güç, sermaye bağımsız devlet olmanın ilk şartıdır.

Bütün bunlar Kehf suresindeki kıssadan Musa peygamberin aldığı derslerdir. Her üç konu da Musa peygamberin sorunlarına çözüm olmuştur.

Kitabı Mukaddes’te iki Kadeş’ten bahsedilir. Bunlar; Kadeş (Orontes-Asi nehrindeki Kadeş) ve Kadeş Bernea’dır. Bizim üzerinde duraduğumuz Kadeş Bernea’dır. (Mısırlar ve Hititliler arasında yapılan savaşın geçtiği yer olan ve ilk yazılı antlaşma olarak tarihe geçen Orontes-Asi nehrindeki Kadeş ile konunun hiçbir ilgisi yoktur.)

13 Bu sulara Meriva[a] suları denildi. Çünkü İsrail halkı orada RAB'be çıkışmış, RAB de aralarında kutsallığını göstermişti. (Çölde Sayım 20: 13)

14 Çünkü ikiniz de Zin Çölü'nde buyruğuma karşı çıktınız. Topluluk sularda bana başkaldırdığında, onların önünde kutsallığımı önemsemediniz.” –Bunlar Zin Çölü'ndeki Kadeş'te Meriva sularıdır.– (Çölde Sayım 27: 14)

51 Çünkü ikiniz de Zin Çölü'nde, Meriva-Kadeş sularında, İsrailliler'in önünde bana ihanet ettiniz, kutsallığımı önemsemediniz. (Tesniye/Yasanın Tekrarı 32: 51)


Musa peygamber Medyen de kaldığı süre zarfında iki mescitte (Elat ve Kadeş Barnea) bilginlerden eğitim almıştır. Ayrıca çöldeki kayalık bölge olan Kadeş Barnea’dan suyun nasıl çıkarılacağını da burada öğrenmiştir.(182) Musa peygamberin buradaki ehil insanlardan hidrojeoloji de öğrendiği anlaşılıyor. Musa peygamber bu bilgiyi daha sonra kullanacaktır.


Musa peygamber uzun yıllar yaşadığı Medyen ve çevresinin özel konumunu çok iyi öğrendi. Bu nedenle Musa peygamber, Mısır’dan çıkıştan sonra İsraioğullarının barınabileceği en ideal yerin Medyen ve çevresinde olduğu kanaatine vardı. Burası, Musa gibi zulümden kaçanların sığınabileceği ve İsrailoğullarının bağımsız ülke temellerinin atılabileceği en uygun yerdir. Medyen, bu açıdan çok önemlidir. Musa peygamber daha sonra İsrailoğullarını bu bölgenin yakınlarına getirecektir.

 

Kadeş Barnea
Kadeş Barnea’da hac dönemleri, bayramlar gibi belirli dönemlerde yargı için insanların toplanmalarına olanak sağlayan bir ortam bulunmaktadır. Kadeş Barnea’da yapılan uygulama Mekke’deki ile benzerdir. Medyen, Mekke’den daha geniş kabilelerin oluşturduğu kült merkezi olmuştur.(183) Medyen ve çevresi eğitim yurdu olduğu eskiden beri bilinmektedir.(184)


Kitabı Mukaddes’te de Yeni Ahitte, Kadeş Barnea’da İsrailoğullarının bir süre kamp kurduklarından bahsedilir. Ancak şu ana kadar Geç Tunç Çağında Kadeş Barnea’da İsrailoğullarının kaldıklarına dair kanıt bulunamamıştır.(185)


Burada İsrailoğulları ikamet etmemiş olabilir. Musa peygamber, Kadeş Barnea mescidinde eğitim almıştır. Kadeş Barnea’nın özel durumu olan su sistemlerinin varlığı, kristal kayaların suyu tutması ve insanların onu nasıl kullanabileceği incelemiştir. Bunlar göz önüne alındığında, Musa peygamberin orada kaldığı sürede içinde su sistemlerini incelediğini, suyun çıktığı kayaların jeolojik incelemesini yaptığını düşünebiliriz. Bu nedenle kalabalık İsrailoğullarının izlerinin Kadeş Barnea’da bulunmaması doğaldır.

Kadeş’in bulunduğu yerin aslında Petra/ Sel’a(Rock-Kaya) kenti olduğu iddiası da vardır. Bu tanımlamalara uygun değildir. Kadeş-Barnea zaten iyi bilinen sınır simgesidir.(186)



Kadeş Pınarı

Negev'in en yüksek dağı olan (msl'den 1000 m yükseklikte) Ramon'un bir antiklinalinin başında Eosen kayalarının kireçtaşlarından çıkan büyük bir kaynak çıkar ve daha fazla yağış alır. Su, Orta Eosen yaşlı kireçtaşı kayaçlarında, üzerlerinde bölgesel bir tünemiş su tablasının oluştuğu Alt Eosen yaşlı geçirimsiz tebeşir tabakalarına ve Paleosen yaşlı marnlara ulaşana kadar çözelti kanallarına sızar (Şek.1). Kadeş Barnea'nın ana kaynağına ek olarak, özel jeolojik koşullar bu bölgedeki kayalardan çok sayıda küçük kaynak ve sızma yaratır. Bir pınar hâlâ Ein Quadis adını taşıyor. Dar vadi Kadeş Barnea'nın çıkışı, küçük Al-Quseime kasabasındaki geniş bir vadiye açılır. Burada, birçok küçük acı su kaynağı yerden sızarak birçok çalıyı, palmiyeyi ve otu destekler. Bugün Ein Qudeirat pınarı yaklaşık 40 m3 h-1 hızla akmaktadır. Bu miktar, stoklarını aşağı vadideki acı pınarlardan sulamak şartıyla, on binlerce insanın içme suyu temini için yeterli olabilir. Daha nemli bir dönemin daha da büyük bir akışa neden olacağının farkına varıldığında, Kadeş Barnea'yı gezgin kabileler için dönüm noktası yapmanın mantığı anlaşılabilir.(187)

Zin'in Vahşi Doğası, zamanla oluşan bir kireçtaşı kabuğuyla kayanın içinde kapalı kalan, suyu emebilen gözenekli kayalardan oluşan dik duvarları içerir. Kabuktaki çatlaklardan sızıntı, bitkilerin kayalık alanda büyümesine izin verir. Zin Çölü'nde yaşayan bedeviler, kayaya vururlarsa ve kabuğu kırarlarsa sıkışan suyun akacağını uzun zamandır biliyorlardı.(182)


Hidroloji bilgisi olan Musa peygamberin Medyen’de su kuyusu açtığı bilgisi de vardır.(188), (189)



Kadeş-Barnea ve Hidrojeoloji
Kadeş Barnea’nın yeraltı ve yüzey suyu kaynaklarının oluşumu, dolaşımı, kayaçlar arasındaki etkileşimini bilmek Musa peygamber kıssasının anlaşılması için önemlidir.(190) Kadeş Barnea’da yağmur suyunu tutarak tarım yapmak için sekileme metodu uygulanmıştır. Bu metod ile hem sulu tarım yapılabilmiş hem de toprak kayıplarını önlemek mümkün olabilmiştir.

Kadeş Barnea'da Tarım
Çölde bulunan Kadeş-Barnea da, eskiden beri sulu tarımın yapıldığı bilmektedir.(191) Kadeş-Barnea’da sulama sistemleri bulunmuştur. Karbon 14 tarihlemesi ile Tunç Çağına ait su kemeri kalıntıları olduğu tespit edilmiştir.(192)




b- Peygamberlik Sonrasında Medyen Çevresi

1- Medyen
Musa peygamberin Çıkış’tan sonra İsrailoğullarını getirip kamplara yerleştirdi. Suyun kayadan çıkarıldığı yer, peygamberin vahiy aldığı yer, altın buzağı isyanının olduğu yer bunların hepsi Medyen yakınlarındadır. Araştırmacıların bildirdiğine göre yukarıda sayılan olaylar Jebel el Lawz sıradağları bölgesinde gerçekleşmiştir. Bölgede yapılan çalışmalarda ulaşılan çok sayıda bilgiye ve kanıta değinilecektir.

2- Sina Dağı (Tur-u Sina)
Meryem 52. ayette “tur” ifadesi meallerde genellikle dağ anlamında kullanılır. Bunun sonucunda da Musa peygambere Sina Dağında (Tur-u Sina) vahiy verildiği anlaşılmıştır. Bu anlayışın hatalı olduğu kelime tahlil edildiğinde görülecektir:



52,53) Ve Biz ona en kutlu aşamanın (elçilik makamının) kenarından; o henüz elçi değilken seslendik ve onu özel bir konuşmada bulunmak üzere yaklaştırdık; elçi yaptık. Ve rahmetimizden o'na, kardeşi Hârûn'u bir peygamber olarak ihsan eyledik. (Meryem 51-53)


Meryem/52 de geçen "ط و ر tvr" ifadesi, klasik anlayışta "طُور tûr" diye okunduğundan "dağ" olarak anlamlandırılmıştır. Kastedilen dağın da Filistin’deki Tûr Dağı olduğu; genel kabul görmüştür.

Ayetteki "ايمن eymen" sözcüğü de "جانب cânib" söcüğü ile birlikte değerlendirilerek "Ona Tûr Dağının sağ tarafından seslendik" anlamı elde edilmiştir. Sonuçta Musa ile ilgili ayetlerdeki tüm "ر و ط tvr"ler; "Tûr Dağı" olarak anlaşılmış ve Musa ile Tûr Dağı birbirinden ayrılmaz olmuştur. Yani Musa’ya yapılan ilk vahiy ve sonraki vahiylerin çoğunun; Medyen ile Mısır arasındaki Tûr Dağı’nda gerçekleştiği kabul edilmiştir.



TÛR – TAVR

Tüm lügatlerde "طور tûr" sözcüğü, "üzerinde ağaç olan dağ" anlamındadır. Ne var ki Medyen ile Mısır arasındaki Tûr Dağı’nda hiç ağaç yoktur.

Ayetteki "طور tvr" sözcüğü, "hal, aşama" anlamına gelen "طَوْرُ tavr" şeklinde de okunabilir ve "ايمن eymen" sözcüğü de "طَور tavr" sözcüğünün sıfatı olur. Sıfat tamlaması olarak "الطور الأيمن et-tavri'l-eymen" de "en kutlu aşama" anlamına gelir. Bu hal, bu aşama, elçilik makamının, elçilik rütbesinin mecaz yoluyla güzel bir şekilde nitelenmesidir.

Ayetteki sözcük, "طور tûr" diye okunur; "ايمن eymen" sözcüğü de "طور tûr" sözcüğünün sıfatı yapılırsa "en kutlu dağ" anlamı oluşur. Sıfat tamlamasıyla yapılan bu niteleme ile de elçilik makamının, elçilik rütbesinin mecaz yoluyla güzel bir anlatımı gerçekleşir.[1] Bu anlatım, Ta Ha/12, Naziat/16’daki "الوادى المقدس mukaddes vadi" ve Kasas/30’daki "الوادى الأيمن el vadi'l-eymen" ifadesinin peygamberlik makamını nitelediği durumlarda da görülmektedir.

Yukarıda açıklananlara göre; Musa’ya "Tûr Dağı’nda vahyedildi" anlayışının yanlışlığı; kendini açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca bu kabulleniş "Vahiy, Musa’ya dağda mı geldi; yoksa vadide mi geldi?" sorununu da karşımıza çıkarmaktadır.

Kur’an’da yalın olarak geçen "طور t v r" sözcükleri "طَوْر tavr" veya طُور tûr olarak okunmasında bir engel bulunmamaktadır. Her iki kıraat de kutlu peygamberlik makamını, rütbesini ifade eder. Mü’minun/20 ve Tin/2’de geçen "طور t v r" tûr diye okunmalıdır. Mü’minun/20’de "وَ شَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ tûri seynâe… ", ve Tin/2’dek "وَ طُورِ سينينَ tûri siniyne" ifadeleri, sıfat tamlaması olarak; "ağaçlıklı, güzel, mübarek, üzerinde ağaçlar olan dağ" anlamındadır. Bu nitelik, "Güney Doğu Toros Dağları’nı[2] ifade etmekte olup bunların Musa ile herhangi bir ilgisi yoktur. Ayrıntılı bilgi Tîn Suresi’nde verilmiştir.

Ayetteki "جانب cânib" sözcüğü ile "الطور الأيمن et-tavri'l-eymen/et-tûri'l-eymen" ifadelerinden oluşan tamlamadan da "en kutlu aşamanın kenarından/ en kutlu dağın kenarından (yani henüz elçi olmadan)" anlamı ortaya çıkar. Bu ayet, Musa’nın henüz elçi olmadan kendisine yapılan ilk vahiyden söz etmekte ve bununla kendisinin elçiliğe atandığını beyan etmektedir. İlk vahiy ile Mekkeli Muhammed’in elçi yapılış anının anlatıldığı; Necm/1-18 ve İsra/1’deki ifade de bunun gibidir. Bu ayetlerdeki anlatımın aynısını Kasas/29,30’da da görmekteyiz.

Tin ve Mü’minun surelerinde geçen “Tûr” sözcüleri Dağ anlamında olup bunlar ile kastedilmiş olan, ağacı bol dağlardır, ormanlık alandır. Açıkçası GÜNEY DOĞU TOROS DAĞLARIDIR. BUGÜN “SİNA DAĞI” OLARAK ADLANDIRILAN DAĞ DEĞİLDİR.

[1] Yerli yabancı literatürde Dağ simgesi kültürel anlamda "İnsanoğlu için ağır, yorucu, zor olabilecek işleri niteler.

[2] TOROS, Anadolu’da Ege denizi kıyılarından – Karia’dan başlayarak- Van Gölü’nün güneyine, dünyada ise Asya’nın doğu sahiline kadar uzanan dağ sisteminin adıdır ve uzandığı yönlere göre isimler alır. Antik yerbilimci Eratosten’in (M.Ö. 274-194) Coğrafya adlı eserinde Toros ismi ilk defa bir sıradağ adı olarak kullanılmıştır. Bilindiği gibi çok eskiden beri "BOĞA" anlamına gelen Toros isminin, bir sıradağa verilen Toros ismi ile nasıl bir bağlantısı olduğunu öncelikle bu ismin kökenine inip onu incelemekle başlayalım: Alman Coğrafyacı Heinrich Kiepert’in "Eski Coğrafya Ders Kitabı" isimli eserinde Toros adının kökünün Sami dil ailesinin bir üyesi olan eski Arameik dilinden olduğu ve "TÛR" kelimesinden oluştuğu belirtilmiştir ve ne dikkat çekicidir ki TÛR kelimesi hem Boğa hem de Dağ anlamına gelmektedir. Kiepert’e göre Tür kelimesi Anadolu yoluyla Eski Yunanca’ya geçmiş ve bu dile göre uyarlanarak Toros biçimini kazanmıştır. (TOROS İSMİNİN KÖKENİ – CEM KÜNCÜ).(193)

 

Tahlilde de görüldüğü gibi ayette tur kelimesi “en kutlu aşamanın (elçilik makamının) kenarı; henüz elçi değilken” anlamında kullanılmıştır.


Kitabı Mukaddes kaynaklı ve tarihi süreç içerisinde Musa peygamberin vahiy aldığı yer farklı isimlerle anılmıştır. Horeb Dağı, Cebel Maqla ve Musa Dağı(Cebel Musa), Jebel el Lawz bunlardan bazılarıdır. Musa kıssasında Çıkış’tan sonra yaşanan olaylar, Kur’an’da ve Kitabı Mukaddes’te geçen yerlerin hepsi Jebel el Lawz sıradağlarının çevresinde gerçekleşmiş görünüyor. Bölgenin en eski haritaların da Sina dağı, Jebel el Lawz ve Medyen yan yana sıralanmaktadır.


Bilim insanlarının görüşüne göre yirmiden fazla yer Sina dağı olarak önerilmiştir.(194) Sina Yarımadasının pek çok yerinde yapılan arkeolojik kazılarda Mısırdan Çıkış dönemine ait herhangi bir veriye ulaşılamamıştır.(195) Bu yüzden Sina Dağı ile ilgili farklı bölgelerde de çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan biri olan Jebel el-Lawz dağı ve çevresinde yapılan araştırmalara yer vereceğiz. Buradan elde edilen bilgiler Kur’an’ın haber verdiği bilgilerle uyum içerisindedir.



Musa Peygamber Nerede Vahiy Aldı?

Sina Dağının, Sina Yarımadasında olduğu rivayeti M.S. 4.ncü yüzyıla dayanmaktadır. Yahudi, Hristiyan ve Müslüman kaynaklarında yapılan yeni araştırmalar 600 yıl daha geriye giden başka bir rivayet olduğunu gösteriyor. Bu rivayete göre Sina Dağı, Suudi Arabistan’ın kuzeybatısında yer alıyor. Buna göre Cebel el Lawz sıradağındaki zirvelerden biri olan Cebel Maqla gerçek Musa Dağıdır.

Josephus da dâhil olmak üzere bazı tarihî kaynaklar Sina Dağı'nın bugün El-Bad' olarak bilinen şehrin yakınlarındaki en yüksek dağ olduğunu kaydeder. Yöre sakinleri Cebel-i Makla'ya Cebel-i Musa yani Musa Dağı (Cebel-i Musa) diyor. Bu dağın en ayırt edici özelliklerinden biri de zirvesinin kararmış olması.(196)

Bir kaynak Sina Dağı’nı on üç farklı yerde, Kızıldeniz’i dokuz yerde ve Kadeş Barnea’yı sekiz yerde tanımlanmıştır. Diğer bilginler, Tanrı Dağı için yirmiden fazla olası yer belirlediler.(197)

Glen A. Fritz son yirmi yıldır, Kuzeybatı Arabistan’da bulunan Jabal al-Lawz dağlarının Sina Dağı olmadığını savunan karşıt kampanya olduğunu ifade eder. Kendisi ise kitabının önsözünde; Sina Dağının Jabal al-Lawz dağlarında olduğunu belirtir.(198)


Konu hakkında yapılan açıklamaların çoğu Musa peygamberin Cebel el Lawz’da vahiy aldığı yönündedir. Bu nedenle konunun incelenmesini yararlı görüyoruz.

Sina Dağının, Suudi Arabistan sınırları içinde kalan Jabal al-Lawz dağları olduğunu açıklayan araştırmacıların kanıtları şunlardır:

St. Joseph Üniversitesi'nde profesör Dr. Allen Kerkeslager, Sina dağına M.Ö. 500 yılından M.S. 70 yılına kadar Yahudilerin hac ziyaretleri yaptıklarını açıklamıştır.(199) Medyen ve dolayısıyla Jabal al-Lawz, Hacı Yolu (Darb El Haj) ve Ticaret Yolu yolu üzerinde bulunmaktadır.(200) Pek çok antik kaynak, modern Al Bad kasabasının bulunduğu Akabe Körfezinin hemen doğusunda Medyen ya da Maydan şehrinin yer aldığından bahseder. Bu kasabanın yakınındaki dağ Cebel el Lawz'dır.(201) Sina Yarımadasında Medyen uygarlığının kesin işareti yoktur. Kureyye'de araştırma yapan Garth Bawden, Peter J. Parr, Medyen çanak çömlek yapanların yurdunun kuzey Hicaz olduğunu bildirmiştir.(202)


Musa peygamberin Sina Yarımadasında vahiy aldığı görüşü yaygındır. Ancak son yirmi yılda Sina Dağının Kuzeydoğu Arabistan’da olduğunu açıklayan çalışmalarda artış görülüyor. M.Ö. 250 yılından bu yana kesintisiz bir şekilde Sina Dağının Arabistan’ın Kuzeydoğusunda bulunan Medyen yakınlarında olduğunu aktaran kanıtlar bulunmaktadır.(203), (204)





3- Cebel el Lawz
Cebel el-Lawz (Arapça: جَبَل ٱلَّوْز‎), Suudi Arabistan'ın kuzeybatısında, Ürdün sınırına yakın, Akabe Körfezi'nin üzerinde, deniz seviyesinden 2.580 metre (8.460 fit) yükseklikte bulunan bir dağdır. Adı 'badem dağı' anlamına gelir. Jabal al-Lawz'ın zirvesi, genellikle doğuya doğru yönelen riyolit ve andezit daykları tarafından kesilen açık renkli, kalk-alkali bir granitten oluşur.(205)


Daha önce bahsedildiği gibi Cebel el Lawz sıra dağları Sina Dağı adıyla bilinen dağı da içinde barındırır.(201), (206) Birçok antik kaynak, Medyen'i veya Akabe Körfezi'nin hemen doğusunda, modern Al Bad kasabasının bulunduğu Maydan şehrine yerleştirir. Bu kasabanın yakınındaki en yüksek dağ Jabal al Lawz'dır.


Musa peygamberin Sina Yarımadasında vahiy aldığı iddiası Kilisenin inançları doğrultusunda ortaya atılmıştır.(207)


Cebel el Lawz dağında küçükbaş hayvancılığı için uygun ortam olduğu bildirilmiştir.(208) Mısır’dan çıkan İsrailoğullarının yanında getirdikleri canlı hayvanları Cebel el Lawz çevresinde yetiştirdikleri düşünülmektedir.





4- İki Nalınını Çıkarmak
Musa peygamberin ilk vahiy alışını açıklayan ayetlerden birisi de Ta Ha Suresi 12. ayettir.

11,12,13,14,15,16) Sonra ona geldiğinde; bu sıkıntıyı gidermeye karar verdiğinde seslenildi: "Mûsâ! Ben, senin Rabbin olan Benim. Hemen yakınlarını ve mallarını burada bırak, şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva'dasın/iki kere temizlenmiş bir vadidesin. Ve Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye; "Hiç şüphesiz ki Ben, Allah'ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluştur-ayakta tut]. Şüphesiz ki o saat/kıyâmet gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim. O nedenle kıyâmete inanmayan ve kendi boş iğreti arzusuna uyan kimse seni, kıyâmete iman etmekten alıkoymasın; sonra değişime/yıkıma uğrarsın” uyarısına kulak ver.(Ta Ha 12)


Ayaktaki nalınların çıkarılması ifadesi, kadimden beri akrabalardan ve mal-mülkten vazgeçme anlamında kullanılmıştır.(209) Medyen’de eğitimini tamamlayan Musa dönüş yolundayken vahiy almış ve peygamber olarak görevlendirilmiştir. Musa peygamberin aldığı ilk emirde akrabalarını ve malını terk etmesi istenir.



5- Sandalet Petroglifleri
Musa peygamberin vahiy aldığı Cebel el Lawz etrafında çok sayıda sandalet/nalın petroglifleri bulunmuştur: (Resim 19)

Dağın etrafındaki petroglifler arasında çok sayıda ayak izi oymaları veya daha doğrusu sandalet baskıları var. Ziyaretimiz sırasında ekibim ve ben bunlardan birkaçını fotoğrafladık. Bunlarını benzersiz ve dikkate değer kılan şey, yalnızca oyma ayak izleri olmanın ötesinde hem kayışları hem de kayışları tasvir eden çizgilere sahip bir sandalet görünümünü aktarmayı amaçladıkları gerçeğidir. Ayrıca, sandaletlerin hepsinin yanında, ilkel bir kaph'ı temsil eden üç hash çizgisi vardır. Kaph, bir elin kupasının piktografından evrimleşmiş bir harftir. Ayağın tabanına atıfta bulunmak için de kullanılabilir.6 Bu petroglifleri yapanlar, her sandal görüntüsünün yanına kaph koyarak, özellikle ayak tabanlarının orada olduğu fikrini aktarıyorlardı. Tanrı'nın İsraillilere söylediği şu özel ifadeye bakıldığında özellikle büyüleyicidir: “Ayağınızın tabanının bastığı her yer sizin olacaktır” (Tesniye 11:24). Ayrıca, çıkış kaydının böylesine önemli bir kısmı, İsraillilerin çarıklarının mucizevi şekilde korunmasıydı: “Size kırk yıl çölde yol gösterdim; giysilerin sende eskimedi, çarıkların ayağında eskimedi” (Tesniye 29:5). Bu, İsraillilerin Suudi Arabistan'ın bu kısmına sahip olma hakkına sahip olduğu anlamına gelmez, çünkü Rab, güney sınırı Akabe körfezinde biten vaat edilen toprakları özellikle tanımlamıştır. Bununla birlikte, Tesniye'nin diliyle bu kadar güçlü bağlantıları olan bu görüntülerin dağın çevresinde ve bölgenin her yerinde bu kadar bol bulunması kesinlikle büyüleyicidir.(210) Moller, Jabal al Lawz'ın tabanındaki çözülmüş sandaletlerin petroglifleriyle (Şek. 21) birkaç taşın kutsal bir noktayı işaretlediğini öne sürdü.(211)


Sandalet peroglifinin yaşı ile ilgili bir çalışma yapılmamıştır. Ancak Musa peygamberin vahiy aldığı bölgeye atıf yapmış olması dikkate değerdir.




G- MUSA PEYGAMBERİN SUYU BULMASI
Araf 160 ve Bakara 60. ayetlerde Musa peygamberin İsrailoğulları için su bulduğu bildirilir.

160) Ve Biz onları on iki torun liderleri olan oymak topluluğa ayırdık. Ve toplumu kendisinden su istediği zaman Mûsâ'ya, "Birikimini, o taş kalpli toplumuna uygula" diye vahyettik. Hemen o taş kalpli toplumdan on iki toplum/belde halkı oluşuverdi. Halkın her biri su alacağı yeri iyice öğrendi/işaretledi. Ve bulutu da üzerlerine gölge yaptık. Onlara kudret helvası ve bal/bıldırcın indirdik; size rızık olarak ihsan ettiğimiz nimetlerin temizinden yiyiniz! Onlar Bize haksızlık yapmadılar, kendileri kendilerine haksızlık ediyorlardı. (Araf 160)

60) Ve hani bir zamanlar Mûsâ, toplumu için su istemişti de, Biz, "Birikimini taş kalpli toplumuna uygula!" demiştik. Bunun üzerine o taş kalpli toplumdan birçok yöne on iki toplum-belde halkı ayrışmıştı. Oluşan her beldenin halkı, kendi su alacağı yeri kesinlikle öğrendi/işaretledi. -Allah'ın rızkından yiyin, için; keyfinize bakın ve bozgunculuk yaparak yeryüzünde taşkınlık etmeyin.-.(Bakara 60)

Gerçekten de ayetlerin ifade ettiği gibi Musa peygamberin birikimiyle suyu çıkardığı yer günümüzde artık bilinmektedir.



1- Artezyen Sistemi
Horeb Dağında tespit edilen su kaynağının artezyen sistemi ile çıkarıldığı biliniyor.(212) Cebel el-Lawz dağı, Horeb Dağını da içine alan sıradağdır. Musa peygamber tarafından bulunan suyun yakınında on iki aşiretin farklı yerlerde kamp kurdukları anlaşılıyor.

Horeb Dağı yakınlarında bulunan su kaynağını inceleyen uzmanların görüşlerine göre bu kanıtlar Cebel Dağı tezini desteklediğini belirtirler.(213)




2- Musa Peygamberin Taştan Su Çıkarması
Musa peygamberin Horeb dağında bir kayanın altından İsrailoğulları için su çıkarması olayı tamamen onun hidrojeoloji bilgisi sayesinde gerçekleşmiştir. Suyun çıkarıldığı kaya ve çevresinde çok sayıda dayk bulunduğu tespit edilmiştir. Bu büyük kayayı ikiye bölen daykın (set) parçalanmasıyla su yüzeye çıkmıştır. Bu kayanın yeri tespit edilmiş ve Yarılmış Kaya (split rock at Horeb) adıyla bilinmektedir. Koordinatlar: 28°43'35"N 35°14'10"E (Resim 20)

A’raf 160 ve Bakara 60. ayetlerinde taş sözcüğü -el takısı ile gelmiştir (el-hacer). Bu durumda bahsedilen herhangi bir taş değil bilinen özel bir taştan bahsediliyor demektir. Aynı şekilde Kitabı Mukaddes’te de benzer yazım kurallarının uygulandığı biliniyor.


Su çıkarılan kaya için Kitabı Mukaddes’te kullanılan ifadeler:

İnsanlar yine su ihtiyacından şikâyet ediyorlardı. Tanrı daha sonra Musa'ya "Horeb'deki kayanın" önünde durmasını söyler. Görünüşe göre hem Tanrı hem de Musa bu kayayı biliyor. Horeb dağı değil, bir “kaya” idi. Ayrıca, kayanın yerini tanımlamak için "at", "in" veya "of" kullanımı, kayanın Tanrı Dağı'na yakın olduğunu söyler. Kaya, Cebel el Lawz'ın batı yamaçlarından görülebilmektedir. Musa bu bölgede kırk yıl koyun güttükten sonra, Tanrı'nın Horeb kayasını göstermesine gerek kalmadı.(214) Musa Peygamberin kayadan su bulması/kayayı yarması olayının, Kutsal Yazılardaki tüm anlatımları okunduğunda, bu kaya ve yer açıklamaya uyuyor gibi görünüyor. Kayanın resmine ve suyun fışkırdığı kayanın tabanında görünen su erozyonuna dikkat edin. Aslında su, kayanın altındaki derin bir akiferden geldiği belliydi. Başka bir açıklama Yeşaya 48:21'de verilmiştir: “Onları çöllerden geçirirken susuzluk çekmediler, Onlar için kayadan sular akıttı, Kayayı yardı, sular fışkırdı.“ Bölünme kelimesi, “parçalamak, kırmak, bölmek” anlamına gelen bekadır. Kaya yaklaşık 60 fit yüksekliğindedir ve bu nedenle aşağıdaki ovaya hâkim olduğu için çok belirgindir. Diğer görgü tanıkları, 45-55 fit yükseklikte olduğunu tahmin ediyor. Penny Caldwell, bölünmenin içinde durdu.(215)

Yarılmış kaya, Jebel el-Lawz'ın kuzeybatısında yer alır. ... Kayanın kendisi, üzerine oturduğu kayalarla aynı tipte granittir. ... Kayanın Jebel el-Lawz silsilesinin batı tarafında oturduğu alan, her üç yılda bir sadece yarım inç su alıyor. Dünyanın en kurak yerlerinden biridir. Bu nedenle, yarık kayanın olduğu tepeye çıktığınızda çok açık bir şekilde yukarıdan büyük bir akıntıyla yıkanmış gibi görünen alan hayret vericidir. Ve kayanın tabanındaki yarığın içinin sadece rüzgâr ve zamanla yıkanmış olması mümkün olsa da kesinlikle önemli bir su erozyonu görünümüne sahiptir. İlk olarak, oluşumun kendisi, Horeb Dağına yakın, kolayca tanımlanabilen bir dönüm noktası olan kayanın İncil'deki tanımıyla uyumludur. İkincisi, tam ortasından geçen devasa bir bölünmeye sahiptir. Üçüncüsü, kayanın tabanında ve altındaki alanda gözle görülür su erozyonu var. Kayanın her tanımı, İncil'deki açıklamalara o kadar mükemmel uyuyor ki, Musa'nın vurduğunda mucizevi bir şekilde yarılan gerçek kaya değilse, o zaman Rab'bin Kendisi kasıtlı ve iyi hazırlanmış bir taklitçi yaratmış olduğu söylenebilir.(216)


Amemenhat IV’ün (Musa) saltanatında farklı madencilik sahalarına seferler düzenlendiği bilinmektedir. Bu Musa’nın iktidarının aynası niteliğindedir.(217) Musa peygamber hidroloji ve jeoloji birikimiyle suyun bulunabileceği kayayı tespit etmiş ve bir teknikle kayayı delmiş olmalıdır. Bu tekniğin suyun yeryüzüne çıkmasına engel olan dayk/bentin kırılması işlemi olduğu anlaşılıyor.

Kayaçlarda bulunan yarık ve çatlakların daha sonra magma tarafından doldurulması ile dayk oluşur. Aslında Musa peygamberin yaptığı, kayayı ikiye bölen daykı parçalamasıdır. Yani, Musa peygamber devasa kayayı değil, kayanın içinde kalan benti böldüğü anlaşılıyor.


Jeoloji ve hidroloji alanında bilgi birikimi olan Musa peygamberin suyu çıkarmak için kayaçtaki daykı parçalaması, jeoloji bilimine “The Moses Rock Dike” (Musa Kaya Bendi) ismiyle miras kalmış gibi görünüyor. Şu bilimsel makaleler buna örnektir:

• A crustal‐upper‐mantle model for the Colorado Plateau based on observations of crystalline rock fragments in the Moses Rock Dike
• Abundance and distribution of ultramafic microbreccia in Moses Rock Dike: Quantitative application of mapping spectroscopy
• Compositional relations in minerals from kimberlite and related rocks in the Moses Rock dike, San Juan County, Utah





3- Dayk
Dayk ne anlama geliyor kısaca açıklanacak olursa: Dayk, jeolojide ortamdaki bir kayacın içerisinde daha önceden var olan ya da sonradan gelişen bir çatlak içerisine ilerleyen kaya tabakasına verilen addır. Eğer çatlak katmanlı bir kaya tabakası içinde gelişiyorsa burada oluşan yapıya “hendek” ya da “eşik” denir. Dayklar çevresindeki kayaçları keser konumda bulunan, yüzeyleri hemen hemen birbirine paralel; kalınlık, uzunluk oranları oldukça fazla olan magmatik kayaç kütleleridir. Kalınlıkları birkaç cm ile birkaç km arasında değişir.(218), (219)

Dayk; hendek, set, kanal anlamına geliyor. Kayaçta bulunan suyun yeryüzüne çıkışı dayk tarafından engellenebilir. Bazı durumlarda da suyun kolayca akmasını sağlayan kanal görevi de görürler. Yüzeye çıkacak olan su kayaç içerisinde daykların oluşturduğu kanalda ilerleyerek yolunu bulur.


Kızıldeniz çevresinde yapılan çalışmalarda şu bilgilere yer verilir:
Çalışma alanında dayklar çok yaygındır. Bentlerle ilişkili kırılma yoğunluğuna bağlı olarak, yeraltı suyu akışının iyi iletmeleri veya engellemeleri olarak hareket edebilirler. Bentlerin ister su bariyeri ister iletken görevi görsün, yapıları, konumları ve yeraltı suyu akışına göre yönelimleri çok önemlidir.(220) Araştırma alanındaki yeraltı suyu akışı için önerdiğimiz kavramsal model (Şekil 12) daykların, büyük fayların ve buna bağlı küçük kırıkların akış üzerindeki önerilen etkisine dayanmaktadır. Büyük faylar ve dayklar çok sayıda küçük kırıkla kesişir. Minör kırıklar dayklar, faylar ve bunların kesişimleriyle ilişkili geçirgenliğe katkıda bulunur. Ek olarak, küçük çatlaklar bölgedeki yeraltı suyunun depolamasına katkıda bulunur.(221)

Dayklar, dayk kayasındaki kırılmanın yoğunluğuna bağlı olarak yeraltı suyu akışına karşı yollar veya bariyer görevi görebilir. Bentlerin su kanalı olarak mı yoksa bariyer olarak mı hareket ettikleri yapılarına, konumlarına ve yeraltı suyu akışına göre yönelimlerine bağlıdır.(222)

Suudi Arabistan’ın kuzey doğusunda yani Medyen’de dayk sürülerinin varlığı ortaya konulmuştur.
Şekil 1. Arap-Nubian Kalkanı'nın temel dayk sürülerinin haritası. AI-AI Medine; E-Elat; ED-Doğu Çölü; J-Jidde; M-Midian; MA-Mekke; R-Kızıldeniz Tepeleri; S-Sina; T-Tabuk; U-Urn Mara; V-Neojen Volkanikleri.(223), (Resim 21)

Suudi Arabistan'da altı ana mafik dayk sürüsü ayırt edilir (Tablo 1). İlk üçü başkalaşıma uğramış dayklar olup, bunları metamorfoza uğramamış iki dayk ve son olarak Neojen daykları izler. Doğu Çölü'nde, başkalaşıma uğramış dayk müdahalesinin üç bölümü arasında hiçbir ayrım olmamıştır. Sina'da metamorfik dayk intrüzyonunun yalnızca bir bölümü bilinmektedir ve Suudi Arabistan'daki bölümlerle korelasyon net değildir. Kızıldeniz Tepeleri'nde de metamorfize dayk intrüzyonunun bir bölümü bilinmektedir. İlk bölüm - Cidde-Grubu sonrası (yaklaşık 800 milyon yıl önce) - esas olarak bazaltik volkanizma ve diyoritten gabro plütonizmine kadar olan ensimatik bir ada yayı evresini takip eder (Greenwood 1981; Bentor 1985). Ablah- Grubu sonrası ikinci bölüm (yaklaşık 7(fJ Ma)- esas olarak tonalitik plütonizm ile bir okyanus içi ada yayı evresini takip eder (Greenwood 1981; Bentor 1985). Üçüncü bölüm - Halaban-Grubu sonrası (yaklaşık 640 My) – aynı zamanda bir okyanus içi ada yayı evresini takip eder, ancak plütonizma esas olarak granodiyoriktir (Greenwood 1981; Bentor 1985) Dördüncü bölüm – Murdama-Grubu sonrası (yaklaşık 580 My) – en çok etkilenen kalk-alkali granit plütonizmini takip eder. kratonlaşmanın ana evresidir (Bentor 1985).
Bu dört bölümün hepsinin ortak özellikleri vardır: ana dayk kaya türü bazalt ve daha az yaygın olarak andezittir, olivin yoktur; bentlerin yoğunluğu yüksektir, aşırı durumlarda "bent ülkesi"; ve bentlerin çoğu 0,5-10 m kalınlığında ve 15 km uzunluğa kadardır.(224)


“The Red Sea Hills” şeklinde ifade edilen Kızıldenizin etrafındaki ülkeler incelendiğinde yoğun bir şekilde dayk varlığı görülür.(225), (226)
Ana kaya, çoğunlukla faylar ve bazaltik dayklar olmak üzere çok sayıda çizgisellik ile kesilmektedir.
Dayk olarak yorumlanan 1419 çizgiselliğin ETM ve SPOT görüntü çalışmaları. Ayrıca 1707 lineamentin görüntü çalışmalarını yaptık. Çoğu dayklarla neredeyse dik açılarda buluşan faylar, kırıklar ve kesme zonları olarak yorumlanmıştır.
Eğilimli dayklar, özellikle uzun ve kalın, düşük geçirgenliğe sahip dayklar, topografya kaynaklı pek çok yeraltı suyu akışı için bariyer görevi görür. Bu dayklar tarafından toplanan yeraltı suyu, kenarları boyunca topografik bölgeye doğru taşınır.(225)
Düşük birincil geçirgenliğe sahip anakayalar Kızıldeniz bölgesinin büyük bir bölümünü kaplar. Bununla birlikte, anakayanın bölümleri, faylar, kırıklar ve dayklar nedeniyle orta ila iyi ikincil geçirgenliğe sahip olabilir. Faylar, kırıklar ve dayklar, anakaya arazilerinde yeraltı suyunun beslenmesi ve akışında çok önemli bir rol oynayabilir. Ancak ayrıntılı olarak, bu yapıların anakaya geçirgenliği üzerindeki etkileri, dağılımlarına, yönelimlerine ve yoğunluklarına bağlıdır. Kızıldeniz ile bağlantılı alanlar gibi alanların geçirgenliğini değerlendirmek için dayklar, faylar ve diğer çizgisellikler hakkında ayrıntılı çalışmalar yapmamız gerektiği sonucu çıkar.(226)

The Split Rock adıyla meşhur olan bölünmüş kaya, uzmanların ifadesine göre granit bir bloktur. Kayanın bölündüğü yerden dayk geçmektedir. Aslında kaya yüzbinlerce, belki de milyonlarca yıldır bölünmüş haldedir. Sonradan bu yarıklar, alttan mağmanın yükselmesiyle dikey bir set tarafından dolduruldu. Üstelik ünlü bölünmüş kayada en az ikisi büyük olmak üzere çok sayıda orta ve küçük boyutlarda dayk bulunduğu videolardan görülebilir. Ortada bulunan daykın insan eliyle delinmesi sonucunda su ortaya çıkmıştır. Kısacası Musa peygamber deyim yerindeyse devasa büyük bir kayanın içinden geçen taştan (dayk) su çıkarmıştır. Bilimin ve Kur’an’ın dikkat çektiği nokta, suyun tekniğine uygun olarak artezyen yöntemiyle kayanın değil taşın delinmesiyle çıkarıldığı yönündedir. (Resim 22, 23, 24, 25)

Mısır’dan çıkan İsrailoğullarının sayısının yaklaşık olarak iki milyon olduğu bildirilir. Bu rakam doğruysa bu kadar çok insanı göç ettirmek, onların su ve gıda ihtiyaçlarını karşılamak başlı başına bir iştir. Musa peygamber bu sorunları aşmak için hep bilimsel yöntemler kullanmıştır.



4- Kur’an’da Musa Peygamberin Jeoloji Bilgisi
Musa peygamberin yerbilimleri uzmanı olduğunu daha önce bahsetmiştik. Musa peygamberin Kadeş Barnea’da çöl şartlarında kayalık alanlarda su bulmayı öğrendiğini de biliyoruz.(182) Medyen’de Musa peygamberin su kuyusu açtığı bilgisi de bulunmaktadır.(188), (189), (190) Musa peygamberin Medyen’e geldiğinde su sıkıntısının büyük sorunlara neden olduğuna şahit olmuştu. (Kasas 23-24). Bu nedenle Musa peygamber Medyen’de su sorununu çözmek için su kuyusu açmış olabilir.

23) Ve Mûsâ, Medyen suyuna varınca, orada hayvanlarını sulayan insanlardan bir önderli topluluk buldu. Ve Mûsâ, hayvan sulayanlar kadar güçlü olmayan, hayvanlarını geri çeken iki kadın buldu. Dedi ki: "Hâliniz nedir?" Dediler ki: "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız; babamız da çok yaşlı bir ihtiyardır."
24) Bunun üzerine Mûsâ, ikisi için hayvanları suladı. Sonra gölgeye çekildi de "Rabbim! Şüphesiz ki ben, iyilikten bana indirdiğin şeye muhtacım" dedi.(Kasas 23-24)

Bakara 60. ve A’raf 160. ayetlerinde de Musa peygamberin hidroloji, hidrojeoloji, jeoloji bilgisine atıf vardır. Neticede Musa peygamber; hidroloji, hidrojeoloji ve jeoloji konusundaki birikimiyle toplumuna suyu bulmuştur. Bu suyun artezyen yöntemi ile çıkarıldığı bilinmektedir.(212)




5- İsrailoğullarının On İki Kabileye Ayrılması

İsrailoğullarının on iki beldeye ayrılmasını İsrail Krallığında (İsrail ve Yehuda Krallıkları-Birleşik Monarşi) on iki kabilenin birer bölgeye yerleşmesi şeklinde rahatlıkla anlayabiliriz. Tarihi süreçte de bu yaşandı. Bunun yanında Mısır’dan Çıkış’tan sonra İsrailoğulları çölde bir süre barındı. Bu süre zarfında her kabilenin kendine ait su kuyusunun olduğu bilgisi de bulunmaktadır. Kaynaklardan elde edilen bilgilere göre Bakara Suresinin 60. ve A’raf Suresinin 160. ayetinde açıklandığı gibi Musa peygamberin on iki kuyu-sarnıç oluşturarak İsrailoğullarının su sorununu çözdüğü şeklinde de anlaşılabilir.

Musa peygamber aldığı vahiy gereği Mısır’dan çıktıktan sonra toplumunu bir araya yığmamıştır. İnsanlar planlı yerleştirilmiştir. İsrailoğulları akraba-soybağı esasına göre on iki aşirete bölünmüştür.(227) Bu ilke günümüzde şehir planlaması şeklinde bilinmektedir. Cenâb-ı Hakk, insanlara binlerce yıl önce şehirlerin nasıl kurulması gerektiğini bildirmiştir. Dünyada ve ülkemizde şehirlerin plansız yapılmasının getirdiği sorunlar gayet iyi bilinmektedir.

İsrailoğullarının on iki aşirete ayrılması on iki torun kabile olarak da ifade edilir. Bakara Suresinin 60. ve A’raf Suresinin 160. ayetlerinde bu konu açıklanır.




6- Suyun On İki Beldeye Paylaştırılması
Bakara Suresinin 60. ve A’raf Suresinin 160. ayetinden Musa peygamberin toplumunun su ihtiyacı için suyu bulduğunu ve paylaştırdığını öğreniyoruz.

Ve Biz onları on iki torun liderleri olan oymak topluluğa ayırdık. Ve toplumu kendisinden su istediği zaman Mûsâ’ya, “Birikimini, o taş kalpli toplumuna uygula diye vahyettik. Hemen o taş kalpli toplumdan on iki toplum/ belde halkı oluşuverdi. Halkın her biri su alacağı yeri iyice öğrendi/ işaretledi. Ve bulutu da üzerlerine gölge yaptık. Onlara kudret helvası ve bal/ bıldırcın indirdik; size rızık olarak ihsan ettiğimiz nimetlerin temizinden yiyiniz! Onlar Bize haksızlık yapmadılar, kendi kendilerine haksızlık ediyorlardı. (A’raf 160)

Ve hani bir zamanlar Mûsâ, toplumu için su istemişti de, Biz, “Birikimini taş kalpli toplumuna uygula!” demiştik. Bunun üzerine o taş kalpli toplumdan on iki toplum-belde halkı ayrışmıştı. Oluşan her beldenin halkı, kendi su alacağı yeri kesinlikle öğrendi/ işaretledi. –Allah’ın rızkından yiyin, için ve bozgunculuk yaparak yeryüzünde taşkınlık yapmayın.–(Bakara 60)


Musa peygamber ve İsrailoğulları Fayyum baraj ve sulama sistemlerinin olduğu bölge olan Lahun’da (Kahun) yıllarca kaldılar.(150) İsrailoğulları baraj ve sulama sistemlerinde çalıştılar. Ayrıca Musa peygamberin Medyen’de kuyu açtığını(188), (190) ve Kadeş Barnea’da çölde kayalık bölgede su bulmayı öğrendiğini hatırlayalım.(182)

Jeoloji, hidrojeoloji ve hidroloji bilgisi olan Musa peygamberin suyu teknik yöntemlerle bulduğunu söyleyebiliriz.




7- Suyu Filtre Eden Sarnıçlar/Kuyular
Musa peygamber suyu yeraltından çıkardıktan sonra bunun gölette toplanmasını sağlamıştır. Cebel Maqla’nın güneyindeki gölet kıyısında işaretlenmiş noktalarda suyun filtre edildiği yerlerin olduğu tespit edilmiştir. Resimde işaretlenmiş yerlerde on iki adet sarnıç/kuyu bulunduğu bildirilmiştir. Kur’an, bu gerçeği İsrailoğullarının su alacakları yeri iyice öğrendi/işaretledi şeklinde duyurmuştur. Gerçekten de Bakara Suresi 60. ve A’raf Suresi 160. ayette bildirildiği gibi her oymak kendileri için süzülen suyun toplandığı sarnıç/kuyu yaptıkları anlaşılmaktadır. Günümüzde bu arkeolojik kanıtlara ulaşmış bulunuyoruz. Bu keşif Kur’an’ın hak bir kitap olduğunu kanıtlamaktadır. (Resim 26)

Daha önce Kutsal Bölge olarak adlandırılan Maqla'nın zirvesinin hemen altındaki alanda, belli ki bazı dairesel yapılar var. Cornuke'den alıntı:

Her yapı, iki buçuk ayak/feet (yaklaşık 76 cm) kalınlığında dış duvarlar oluşturan devasa bir sekoya ağacının dış kabuğundan farklı olmayan üç büyük halkadan oluşuyordu. On sekiz ayak/feet (yaklaşık 549 cm) çapında, beş ayak/feet (yaklaşık 152 cm) mesafe olarak ölçtüler - ve tam olarak on iki tane vardı. Ama onlar sütun değildi. Daha çok tören platformlarına veya belki de büyük sarnıçlara benziyorlardı. Daha önce gördüğümüz antik nehir yatağının dibinde yatıyorlardı, bu yüzden belki bir zamanlar İbrani kabileleri için su depolama rezervuarı olarak hizmet ettiler.

Lennart Moller ve Ron Wyatt, bunların, kutsal bölgeyi çevreleyen göl boyunca uzanan kuyular ve su filtreleri olduğu görüşündeydi. Dağdan su akarken, suyun kuyuların çift duvarlarından keçeye sızarak bir dereceye kadar arıtılacaktır.291 Moller, fotoğrafta önerilen göl yatağının etrafındaki siyah noktalarla “kuyuların” yerleşimini göstermektedir (Şekil 29). Gordon Franz'ın bu konuyla ilgili özeti yararlıdır:

Bölgedeki buluntulara biraz kafa karışıklığı katan Wyatt ve Fasold, yakın alanda yaklaşık 18 ayak/feet (yaklaşık 549 cm) çapında büyük dairesel yapılar buldular (Williams 1990: 208-10; resim 3; Cornuke ve Holbrook 2000: 124). Williams (1990: resim 3) bunların İsrail kabilelerini temsil eden on iki sütun olduğunu söylüyor, ancak Cornuke bunu dikkate almıyor ve bunların ya tören platformları ya da büyük sarnıçlar olduklarını söylüyor. (Cornuke ve Halbrook 2000:124).(228)


Sekoya ağacının birçok kullanım alanı vardır. Bunlardan birisi de suyun filtre edilmesinde kullanılmasıdır. Bilimsel deneylerde bu ağacın kabuğunun suyun filtre edilmesinde kullanılabileceği hatta bakterilerin % 99,9’unu temizlediği bildirilmiştir.(229), (230)

Noktalar, bu bölümde daha sonra tartışılacak olan kuyulardır. İsrail halkına ve hayvanlarına su vermek için Horeb Dağı'ndan bir su ırmağı döküldü (Tesniye 9:21). Bu kaynak, iki milyon insanın yanı sıra çok sayıda büyükbaş hayvanın tüm ihtiyaçlarını karşılayacak olduğuna göre, muazzam miktarda su olmalıydı.

Şekil 582'de Horeb üzerindeki platodan doğuya doğru bakan bir resim var: Dağın eteğinde, su akıntısı, kutsal nehir boyunca dolanan kurumuş bir nehir yatağı olarak görülebilir.

Şekil 579'da dere ve gölet işaretlenmiştir.
Su boşa akıtılmadı, bir göle kapatıldı. Bu da hem tüm insanlara su getirmeyi hem de sığır sürülerine su vermeyi kolaylaştırdı. Göletin derinliği ancak kabaca tahmin edilebilir. Göletin “sahili” ile “dibi” arasındaki kot farkı yaklaşık 4-9 metredir ve bu da önemli miktarda su anlamına gelmektedir.(231)


Ayetler
160) Ve Biz onları on iki torun liderleri olan oymak topluluğa ayırdık. Ve toplumu kendisinden su istediği zaman Mûsâ'ya, "Birikimini, o taş kalpli toplumuna uygula” diye vahyettik. Hemen o taş kalpli toplumdan on iki toplum/belde halkı oluşuverdi. Halkın her biri su alacağı yeri iyice öğrendi/işaretledi. Ve bulutu da üzerlerine gölge yaptık. Onlara kudret helvası ve bal/bıldırcın indirdik; size rızık olarak ihsan ettiğimiz nimetlerin temizinden yiyiniz! Onlar Bize haksızlık yapmadılar, kendileri kendilerine haksızlık ediyorlardı.(Araf 160)


60) Ve hani bir zamanlar Mûsâ, toplumu için su istemişti de, Biz, "Birikimini taş kalpli toplumuna uygula!" demiştik. Bunun üzerine o taş kalpli toplumdan birçok yöne on iki toplum-belde halkı ayrışmıştı. Oluşan her beldenin halkı, kendi su alacağı yeri kesinlikle öğrendi/işaretledi. -Allah'ın rızkından yiyin, için; keyfinize bakın ve bozgunculuk yaparak yeryüzünde taşkınlık etmeyin.-(Bakara 60)


Araştırmacılar, Jabal al-Lawz dağında İsrailoğullarının kamp yerleri olabileceğini düşündükleri izlere rastladılar.(232)










H- MANNA/BAL/ŞİFA SUYU VE BILDIRCIN

80,81,82) Ey İsrâîloğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve Musa aranızda değilken; içinizde elçi yok iken size söz verdik, üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın/bal indirdik. –Sizi rızıklandırdığımız şeylerin temizlerinden yiyin ve bunda aşırı gitmeyin, sonra üzerinize hoşnutsuzluğum iner. Kimin üzerine de hoşnutsuzluğum inerse, kesinlikle o iner [düşer, mahvolur]. Ve şüphe yok ki Ben, tevbe eden, iman edip sâlihi işleyen, sonra da kılavuzlandığı doğru yolu bulan kimse için çok bağışlayıcıyım.– (Ta Ha Suresi 80)


Ta Ha 80. ayetinde mann (kudret helvası) nimetinin İsrailoğullarına verildiği bildirilir. Aynı şey Kitabı Mukaddes’te “manna” adıyla ifade edilir.(233)

Manna, yüzyıllardır ilgi çeken bir konu olmuştur. Bazı bilim insanları ‘Manna’nın, Sina Yarımadasında ve Suudi Arabistan’da yetişen ılgın bitkisini emen unlu bitin (koşnil) salgıladığı tatlı madde olduğu tanımlanmıştır.(234), (235)

Manna konusunda da çeşitli çarpıtmalar yapılmıştır. Manna gıdasının ortaya çıkışı tamamen biyolojik bir olaydır. Ona, fizik yasalarının dışında olağanüstü anlam verilmemelidir. O, İsrailoğullarının temel besini de değildir. Mann, Allah’ın insanlara verdiği sayısız nimetlerden sadece birisidir. İsrailoğullarının çölde yaşadıkları dönemde Allah’ın sunduğu bu nimetten yararlanmışlardır.

İsrailoğullarının ellerindeki hayvan varlığını hemen tükenmemesi için mümkün olduğu kadar düşük kalorili bir diyet uygulamışlardı. Böylece eldeki hayvan kaynakların ömrünü uzattığı yaygın olarak kanıtlanmıştır.(236)


Ayrıca unlubitin sıcaklığa bağlı olarak 30-90 günlük yaşam döngüsü vardır. Dolayısıyla sadece mayıs ve haziran aylarında manna toplanabilir.(237) Sonuçta bütün yıl boyunca toplanamaz. (Resim 27, 28)


Çıkış’tan sonra İsrailoğullarından bir grup, kısıtlı yiyecek konusunda Musa peygambere karşı isyan etmiştir:

61) Ve hani bir zamanlar siz, "Ey Mûsâ! Biz, tek yemeğe asla dayanamayız, artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın" demiştiniz. Mûsâ da size, "O, üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya/Mısır'a inin, o vakit istediğiniz şeyler sizin olacaktır" demişti. Ve üzerlerine aşağılık ve meskenet damgalandı ve sonunda Allah'tan hoşnutsuzluğa uğradılar. İşte bu, küfretmiş; Allah'ın âyetlerini bilerek reddetmiş olmaları ve peygamberler ile haksız yere savaşmış olmaları nedeniyledir. İşte bu, isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri nedeniyledir.(Bakara 61)


Söz konusu koşnilin konukçuları arasında Tamarix gallica (ılgın, demirhindi) bitkisinin de olduğu ve zararın en çok Tamarix gallica bitkisine yaptığı tespit edilmiştir.(238), (235) Manna Unlubiti, Ortadoğu ve güney Avrupa’da bilinmektedir. Ayrıca bilimsel çalışmalarda Akdeniz çevresindeki ülkelerde ve Orta Asya’da ılgın (demirhindi) bitkisi üzerinde tespit edilmiştir.


160) Ve Biz onları on iki torun liderleri olan oymak topluluğa ayırdık. Ve toplumu kendisinden su istediği zaman Mûsâ'ya, "Birikimini, o taş kalpli toplumuna uygula" diye vahyettik. Hemen o taş kalpli toplumdan on iki toplum/belde halkı oluşuverdi. Halkın her biri su alacağı yeri iyice öğrendi/işaretledi. Ve bulutu da üzerlerine gölge yaptık. Onlara kudret helvası ve bal/bıldırcın indirdik; size rızık olarak ihsan ettiğimiz nimetlerin temizinden yiyiniz! Onlar Bize haksızlık yapmadılar, kendileri kendilerine haksızlık ediyorlardı.(A’raf 160)


57) Ve üstünüze o bulutu gölge yaptık ve üzerinize kudret helvası ve bıldırcın/bal indirdik. -Ve size verdiğimiz rızıkların hoş olanlarından yiyin.- Onlar, Bize karşı haksızlık etmediler, lâkin onlar şirk koşmak sûretiyle kendi benliklerine haksızlık ediyorlardı.(Bakara 57)


Ayetlerden iki milyona yakın insanın sırf manna ve bal ile beslendiği açıklanmıyor. Ayetlerde, Allah’ın kendisine sığınan kullarına insanları hayran bırakan en ufak nimetle bile mükâfatlandıracağı bildirilir. Kimsenin aklına gelmeyecek kadar nimet çeşitliliği sunduğu ifade edilir. Ayrıca yerleşik düzene geçinceye kadar gıda çeşitliliğinin sağlanmasının hayati önem taşıdığı ayetlerden anlaşılıyor.

Ayetin dikkat çektiği bir diğer nokta, kimyasal, biyolojik ve biyokimyasal aktivite sonucu üretilen ballı maddenin araştırılması istenmektedir. Kabuklu bitten dışarı atılan ballı madde; bitkiler, toprak ve insanlarında dâhil olduğu geniş bir canlı topluluğunu etkilemektedir. Bu nedenle yüzlerce yıldır ilgi çekmiştir. Günümüzde de kabuklu bitler ve salgıladığı fumajin (manna) üzerinde çok sayıda çalışma yapılmıştır.








İ- İSRAİLOĞULLARININ ALTIN TUTKUSU VE ALTIN BUZAĞI İSYANI
İsrailoğullarının Mısır’dan çıktıktan sonra Allah’a isyan ettikleri Kur’an’da bildirilmiştir:

A’raf 138-155
138,139) Ve İsrâîloğulları'nı bol sudan/nehirden geçirdik. Derken kendilerine ait putlara tapmakta olan bir topluma rastladılar. Dediler ki: "Ey Mûsâ! Onların nasıl ki tanrıları varsa, sen de bizim için bir tanrı belirle!" Mûsâ dedi ki: "Siz gerçekten câhillik eden bir toplumsunuz. Şu gördüğünüz halkın içinde bulundukları din, yok olmaya mahkûmdur ve bütün yapmakta oldukları da bâtıldır."
140) Mûsâ dedi ki: "O sizi âlemlere fazlalıklı kılmışken, ben size Allah'tan başka ilâh mı arayayım!"
141) Hani bir zaman Biz, size azabın kötüsünü yapan; oğullarınızı öldüren; oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiren, kadınlarınızı utanca boğan Firavun ailesinin elinden de sizi kurtarmıştık. Bunda da sizin için Rabbiniz tarafından büyük sınav vardır.
142) Ve Mûsâ ile otuz geceye sözleştik ve süreyi bir on gece ile tamamladık. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit tam kırk geceye tamamlandı. Ve Mûsâ, kardeşi Hârûn'a, "Toplumum içinde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yoluna uyma!" dedi.
143) Ne zaman ki, Mûsâ, belirlediğimiz vakitte geldi ve Rabbi o'na söz söyledi: Mûsâ, "Ey Rabbim! Göster bana Kendini de nazar edeyim Sana; Seni inceleyeyim, Senin ile ilgili geniş ve derin bilgiye sahip olayım!" dedi. Rabbi o'na dedi ki: "Beni sen asla göremezsin, velâkin şu dağa nazar et; dağı incele, teori geliştir. Eğer nazariyen (teorin/geniş ve derin bilgin), incelemen dağın mekanına tam oturursa; dağın bulunduğu yerin önünü arkasını, altını üstünü, sağını solunu, içini dışını tam ifade ederse işte o zaman sen beni görürsün." Böylece ne zaman ki Rabbi, Musa'nın Dağ gibi sorunları için Musa'yı aydınlattı; Musa'nın dağ gibi sorunlarını yıkıp attı. Mûsâ da dehşete düşüp heyecanla yere kapandı; Rabbine teslimiyet gösterdi. Ayılıp kendine gelince; heyecanı geçince de, "Seni tenzih ederim, Sana döndüm; tevbe ettim ve ben inananların ilkiyim" dedi.
144) Allah dedi ki: "Ey Mûsâ! Mesajlarımla ve kelâmımla seni insanlar üzerine seçtim. Şimdi sana verdiğimi al ve kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyenlerden ol!"
145,146,147) Ve Biz o'nun için o levhalarda her şeyden, bir nasihat ve her şey için bir ayrıntı yazdık. "Haydi, bunları kuvvetle al, toplumuna da en güzel şekilde almalarını emret. Yakında size o hak yoldan çıkanların yurdunu göstereceğim. Yeryüzünde, bütün âyetleri görseler de onlara iman etmeyen, doğrunun yolunu görseler de o yolu tutup gitmeyen, eğer sapıklığın yolunu görürlerse onu yol edinen haksız yere büyüklük taslayan şu kimseleri, âyetlerimizden uzak tutacağım." -Bu, onların âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil; duyarsız, ilgisiz olan kimseler oluşlarındandır.- Âyetlerimizi ve âhiretteki karşılaşmayı yalanlayanların amelleri boşa gitmiştir. Onlar kendi yaptıklarından başka bir şey ile mi cezalandırılırlar?
148) Mûsâ'nın toplumu, Mûsâ'dan sonra, kendi toplumunun süs takılarını bir araya getirerek aldatıcı, tuzağa düşürücü sesi olan, aslında hiç işe yaramayan bir ilâh edindiler; büyük bir sermaye oluşturarak ona tapındılar. -Onun kendilerine bir söz söylemezliğini ve bir yol göstermezliğini görmediler mi?- Onu edindiler ve zâlimlerden oldular.
149) Ne zaman ki, gözlerinin önüne geldi ve sapıtmış olduklarını gördüler, "Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa, kesinlikle biz büyük zarara uğrayanlardan olacağız" dediler.
150) Ve Mûsâ, hoşnut olmadan ve üzüntülü olarak toplumuna döndüğünde, "Bana arkamdan ne kötü bir halef/nesil oldunuz! Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız mı?" dedi. Ve levhaları bıraktı ve kardeşi Hârûn'u kendine çekerek başından tuttu. Hârûn: "Ey anamın oğlu! İnan ki, bu toplum beni güçsüz düşürdü, az daha beni öldüreceklerdi. Onun için bana düşmanları sevindirecek bir şey yapma. Ve beni bu zâlimler toplumu ile bir tutma" dedi.
151) Mûsâ dedi ki: "Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla! Bizi rahmetinin içine al. Ve Sen merhametlilerin en merhametlisisin."
152) Şüphesiz o altına tapanlara Rablerinden bir hoşnutsuzluk, dünya hayatında bir "aşağılık" erişecektir. İşte Biz, uydurmacıları böyle cezalandırırız da.
153) -Kötülükleri işleyip de sonra arkasından dönen o kimseler ve iman edenler için de hiç şüphe yok ki, Rabbin bundan sonra yine de bağışlayıcı ve merhamet edicidir.-
154) Hoşnutsuzluğu Mûsâ'yı rahat bırakınca da levhaları aldı. Onlardaki yazıda da, ancak Rableri için adam olan kimseler için bir kılavuzluk ve rahmet vardı.
155) Ve Mûsâ, belirlediğimiz vakit için toplumuna yetmiş adam seçti. Ne zaman ki, bunları o sarsıntı yakaladı, işte o zaman Mûsâ, "Rabbim!" dedi, "Dileseydin bunları da, beni de daha önce değişime/yıkıma uğratırdın. Şimdi bizi, içimizdeki o aklı ermezlerin yaptıkları yüzünden değişime/yıkıma mı uğratacaksın? O, Senin, saflaşmamız için ateşlere atmandan başka bir şey değildir. Sen bu saflaştırma işlerinle dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğine de kılavuzluk edersin. Sen bizim yardımcımız, kılavuzluk eden yakınımızsın. Artık bizi bağışla, merhamet et, Sen bağışlayanların en hayırlısısın. Ve bize hem bu dünyada bir iyilik yaz, hem de âhirette. Biz gerçekten de Sana döndük." (39A’raf 138-155)

TA HA 83-98
83) Seni toplumundan daha çabuklaştıran nedir ey Mûsâ?
84) Mûsâ: "Onlar, benim izim-öğretim üzerinde olanlardır. Ben de Sen hoşnut olasın diye Sana acele ettim Rabbim" dedi.
85) Allah: "Şüphesiz işte, Biz senden sonra toplumunu imtihan ettik. Samirî de onları saptırdı" dedi.
86) Bunun üzerine Mûsâ hoşnut olmadan ve üzgün olarak hemen toplumuna geri döndü; "Ey toplumum! Rabbiniz size güzel bir vaat ile söz vermedi mi? Şimdi size bu uzun mu geldi, yoksa Rabbinizden size bir hoşnutsuzluk inmesini mi arzu ettiniz de bana olan vaadinizden cayıverdiniz?" dedi.
87) Onlar dediler ki: "Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden caymadık. Fakat biz o toplumun zînetlerinden birtakım ağırlıklar yüklenmiştik. Sonra onları fırlatıp attık. Sonra da işte böylece Samirî kafamıza soktu."
88,89) Samirî onlara bir aldatan, tuzağa düşüren cesedi/altını çıkardı da İsrâîloğulları: "İşte bu, sizin ilâhınızdır ve de Mûsâ'nın ilâhıdır. Ama Mûsâ onu terk ediverdi" dediler. -Peki, onlar görmüyorlar mıydı ki, altın kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara bir zarara ve bir yarara güç yetiremiyordu!-
90,91) Ve andolsun ki Hârûn daha önce onlara: "Ey toplumum! Şüphesiz siz bununla imtihana çekildiniz/dinden çıkıp kendinizi ateşe attınız. Ve şüphesiz sizin Rabbiniz Rahmân'dır [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tır]. Gelin bana uyun ve emrime uyun" demişti. Hârûn'un toplumu: "Mûsâ bize dönüp gelinceye kadar, biz ona tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz" dediler.
92,93) Mûsâ: "Ey Hârûn! Bunların sapıklığa düştüğünü gördüğün vakit, seni benim yolumu takip etmekten engelleyen ne oldu? Yoksa benim emrime karşı mı geldin?" dedi.
94) Hârûn: "Ey anamın oğlu! Sakalımı ve başımı tutma. Şüphesiz ben senin 'İsrâîloğulları arasında ayrılık çıkardın ve benim sözüme bakmadın' demenden korktum" dedi.
95) Sonra da Mûsâ: "Ey Samirî! Senin bu yaptığın nedir?" dedi.
96) Samirî: "Ben onların anlamadıkları bir şeyi anladım da elçinin eserinden bir avuç almıştım, sonra da onu fırlatıp attım. Ve bunu, bana böylece nefsim hoş gösterdi" dedi.
97,98) Mûsâ: "Haydi git. Artık senin için hayat boyunca 'Benimle temas yok' diye söylemen var. Hem senin için asla karşı çıkamayacağın bir buluşma günü daha var. Bir de kulluk edip durduğun ilâhına bak" dedi. -Elbette Biz onu yakacağız, sonra da kesinlikle onu bol suda kökünden yıkacağız. Sizin ilâhınız, ancak Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'tır. Şüphesiz ki O bilgi yönünden her şeyi kuşatmıştır.- (45TA HA 83-98)




Bakara 51-54
51) Ve hani Biz Mûsâ'ya kırk geceyi vaat vermiş, sonra da siz, kendi benliğinize haksızlık ederek, o'nun arkasından altını ilâh edinmiştiniz.
52) Sonra Biz, sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını ödersiniz diye bundan sonra sizi affetmiştik.
53) Ve hani Biz, kılavuzlandığınız doğru yolu bulursunuz diye, Mûsâ'ya, o kitabı ve Furkân'ı vermiştik.
54) Hani bir zamanlar Mûsâ toplumuna, "Ey toplumum! Şüphesiz siz altına tapmakla kendi kendinize haksızlık ettiniz. Gelin hemen Yaratıcınıza tevbe edin de benliklerinizi değiştirin. Böylesi, Yaratıcınız nezdinde sizin için hayırlıdır" demişti. Sonra da Yaratıcınız tevbenizi kabul etti. Şüphesiz Yaratıcınız, tevbeleri çokça kabul eden, çok tevbe fırsatı verenin, engin merhamet sahibinin ta kendisidir. (87Bakara 51-54)


Jebel el Lawz dağlarında İsrailoğullarından isyan edenler hakkında arkeolojik bilgilere ulaşılmıştır.

Bölgede tespit edilen mezarlığın Altın Buzağı İsyanı olarak adlandırılan olayda ölenler ve ardından çıkan veba salgınında ölen binlerce insanın gömüldüğü yer olabileceği araştırmacılar tarafından açıklanmıştır (Çıkış 32:28). İsyanda öldürülen 3.000, veba hastalığından ölenlerin sayısının ise 20.000 kişi olduğu ifade edilmiştir. Sina Dağında şimdiye kadar bulunan tek mezarlıktır. Mezar taşlarının olmadığı tespit edilen ve Suudi yetkililerce İslam Mezarlığı olmadığı kesinleşen bu mezarlığın bir tür toplu mezarlık olduğu konusunda araştırmacıların ısrarı bulunmaktadır.(239) Mezarlık yaklaşık 300-400 metre genişliğinde, hemen hemen bir futbol sahası büyüklüğündedir. Tepedeki görüntülerin analizi, mezarların düzenli dikdörtgen ve kare sıraları halinde yerleştirildiğini ve bu mezarların muhtemelen hepsinin aynı anda kazıldığını gösteriyor.
Mezar taşları çeşitli boyutlardadır. 1990'ların başında Suudi Arabistan'da yaşayan ve bölgeyi keşfeden Amerikalı bir çift olan Jim ve Penny Caldwell, büyük mezar taşlarının tek bir kişi yerine bir aileyi temsil edebileceğini söylüyor. Ne yazık ki, mezar taşlarının çoğunun yanında, mezar soyguncuları tarafından yağmalandığını gösteren delikler var.(240)









I- ALFABE VE TEVRAT’IN YAZILMASI


Alfabe
Dünyanın ilk alfabesi Mısır’da geç tunç çağında bulunmuştur. Alfabenin ortaya çıkışı Mısır’da olmasına rağmen alfabeyi icat edenler Mısırlılar değildir. Musa ve Harun peygamberler ile İbranilerin Mısır’da kaldıkları dönemde oluşturdukları okullarda alfabe çalışmaları yaptıkları anlaşılmıştır. Hiyerogliflerinin kullanıldığı Mısır’da neden bir alfabeye ihtiyaç duyulmuştu? Ya da konuşma dilinin olduğu yerde yazı aracına gerek var mıydı?


Her şeyden önce Mısır Hiyeroglifleri alfabe değildir. Hiyeroglifler, birbirinden kolaylıkla ayırt edilebilecek yüzlerce sembolden oluşur. Her işaret belli bir sesi veya nesneyi temsil eder.(241), (242)




a- Ön-Ünsüz Erken İbrani Alfabesi (Proto-Consonantal Hebrew - PCH)
Sembollerden oluşan hiyeroglifler, herhangi bir konunun açıklanmasında yetersiz kalmaktadır. Bu yüzden sürekli yeni sembollere ihtiyaç duyulmuştur. Hiyerogliflerin sayısı 734 âdete ulaşmasına rağmen sorun pek de çözülebilmiş değildir. Okuma ve yazma için yüzlerce sembolün anlamının bilinmesi gerekiyordu. Bu durum haliyle toplumda okuma yazma bilenlerin sayısını düşük tutacaktır. Dolayısıyla Mısır yazısından toplumsal yarar sağlanamamıştır. Hiyeroglifler sarayın özel amaçlarına hizmet etmiştir.

Peygamberler, Allah’tan aldıkları vahyi insanlara ulaştırmakla görevlendirilmiştir. Allah’ın ilkelerinin hakkıyla insanlara tebliğ edilmesi ve sonraki nesillere ulaştırılması gerekir. Bu yüzden vahiy, hiyeroglif yazı sistemi gibi karmaşık hem yazması hem de okuması çok zor bir yazı aracı ile yazılamazdı. Tam tersine vahiy, herkesin rahatlıkla anlayabileceği, yazıp okuyabileceği bir alfabe ile yazılmalıdır. Bilginin yazı ile kayıt altına alınmasının gerektiği daha ilk ayetlerde emredilmişti. Musa ve Harun peygamberin Mısır’da açtıkları dil okullarında, Mısır hiyerogliflerinden seçilen bazı sembollerin örnek alınarak simgeye verilen sözcüğün ilk sesine tek şekil (ünsüz harf) atanması ile yeni bir alfabe oluşturdukları anlaşılmaktadır.


Yalnız konuşma dili ile Allah’ın mesajlarının insanlığa iletilmesinde ciddi sorunlara yol açabilir.
... Konuşma dili, sözlü iletişimde kullanılan dil türüdür. Standart yazı dili için yukarıda sayılan özellikleri taşıyan bir konuşma dilinden de söz edilebilir. Ancak bunun sınırları yazı dili kadar kesin değildir ve yazı diline göre daha hızlı değişir. Öyle ki zamanla yazı diliyle sözlü dil arasında bir uçurum oluşabilir.(243)


Kısacası, dünya ve ahiret hayatını ilgilendiren Allah’ın çok önemli ilkelerinin yazılı dil (alfabe) ile insanlara ulaştırılması zorunlu hale gelmiştir. Bu nedenle alfabe, ihtiyaçtan kaynaklanan nedenlerden dolayı ortaya çıkmıştır.

Alfabenin icat edilmesi için en elverişli ortam Mısır’da bulunmaktaydı. Mısırbilimci Alan Henderson Gardiner, Mısır’ı İbranilerin okulu olarak değerlendirmektedir.(244)


Mısır’ın, İbraniler için okul olması konusunda Kur’an bakın ne diyor?

87) Ve Biz Mûsâ ile kardeşine, "Toplumunuz için Mısır'da birtakım okullar hazırlayın ve okullarınızı kıble/hedef kılın ve salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun] ve mü'minlere müjde verin!" diye vahyettik. (Yunus 87)

Yunus Suresinde, Musa ve Harun peygambere alfabenin tesis edilmesi için doğrudan emir verilmiştir. Yunus Suresi 87. ayetinden, toplumun ilahiyat eğitimi aldığı da anlaşılabilir. Ancak burada ki özel durum şudur: Tevhid dininin yayılması ve yaşatılması için vahyin yazılı metine geçirilmesi öncelikli hedeftir.

1,2) Oluşturan; insanı embriyondan oluşturan Rabbinin adına öğren-öğret!
3,4,5) Öğren-öğret! Senin Rabbin ise kendilerini üstün biri sayan o kişilerden daha üstün olandır. Senin Rabbin ki kalemle öğretti. O, insana bilmediğini öğretti. (Alak 1-5)

Hem vahyin kayıt altına alınması hem de bağımsız devlet olma yolundaki hedef ve stratejinin belirlenmesi için Mısır’da okullar oluşturulmuştur. Arkeolojik verilerden okulların en az beş farklı yerde olduğu anlaşılmaktadır.

Okulların olduğu yerler şunlardır: Wadi el-Hôl, Serabit el-Khadim(245) Wadi Nasb, Lahun ve Tell el-Daba (Avaris). Bunlardan Wadi el-Hôl, yüzyıllardır çeşitli yazıtların ve edebi eserlerin yazıldığı bir vadinin adıdır. Serabit el-Khadim ve Wadi Nasb, Sina yarımadasında yer alan maden sahalarıdır. Bu maden bölgelerinde çok sayıda Orta Krallık yazıtları bulunur. Lahun ve Tell el-Daba(246) ise İbranilerin ikamet ettikleri kasabalardır.




b- Mısır Okulları

Wadi el Hol Yazıtları:
Wadi el-Hol, Orta Krallık döneminde Yukarı Mısır'da, Luksor ve Hou arasında yaklaşık olarak yarı yolda bulunan bir çöl karakolunun yeridir, ancak buradaki yazıtlar Hanedan Öncesi zamanlardan erken İslam dönemlerine kadar uzanmaktadır.(247) En eski İbranice yazılar Wadi el-Hol’de bulunur. (Resim 30, 31, 32, 33)

Alfabe oluşturulurken Wadi Hol’de bulunan değişik hanedan Mısır yazılarından yararlanıldığı anlaşılıyor. Wadi Hol’de özellikle 12. Hanedan dönemi hiyeroglifleri örnek alınmıştır.

Wadi el Hol özel bir konumdadır. Burası kervan yolları üzerinde ve kervanların konakladıkları bölgedir. Tüccarların, gezginlerin uğrak yeridir. Orta Krallık döneminde burası özel tatil yeri olarak seçilmiştir. Müzik aletlerini çalanların resimlerinin kayalara çizildiği, kadimden beri kayalara yazı ve edebi eserlerin yazıldığı bu yer bir kült merkezi konumundadır. Bölgede tapınak da bulunmaktadır. Orta Krallık döneminde özellikle sanata ve edebiyata önem veren Amenemhat III döneminde burada çok sayıda yazı ve yazıt üretilmiştir. Vadide karakol ve hapishanenin de bulunması köle konumundaki İbranilerin burada bulunmalarını açıklar niteliktedir. Bütün bunlar alt alta konulduğunda alfabe çalışmalarının önemli bir kısmının burada yapıldığını ortaya koyuyor.

Alfabe çalışmalarının yazıtların yoğun olduğu ve kültürel aktivitelerin yapıldığı yerlerde başlaması ilginçtir. Wadi el Hol, çağın edebiyat ve kültürün başkenti olan bir okul konumundadır. Ziyaretçileri hep dönemin kalburüstü insanlarıdır.(248), (249)

Mısır Orta Krallık; dil, edebiyat ve sanatın güçlü olduğu bir dönemi ifade eder. Musa peygamber, edebiyatın zirve yaptığı bu çağda yaşamıştır:(250), (251)

Çağdaş ortamının izolasyonuna ve genel çoraklığına rağmen, Wadi el-Hõl, firavunların antik çağının zirvesinde uzak ve tenha bir yer değildi, daha ziyade Thebes'i kuzeyde Hou ve Batı Çölü'ndeki Kharga ve Dakhla vahalarını Abydos'a bağlayan büyük bir çöl otoyolunun hareketli merkeziydi. ... Wadi el-Hõl'de oyulmuş kaya yazıtları ve tasvirleri, aceleyle yapılmış eskizlerden kişi isimlerine ve bunların ilişkilerine, özenle oyulmuş edebi metinlere kadar uzanmaktadır. Yoğun bir ekonomik faaliyet alanına ek olarak, Wadi el-Hõl, aynı zamanda, "günü tatilde geçirmek" yazıtlarının kanıtladığı gibi, çoğunlukla tanrıça Hathor'a ibadete odaklanan bir dini ayin merkeziydi. Sığır tezahüründe tanrıçanın tasviri ve müzikal ünlülerin temsilleri bulunur.(252), (253)




c- Musa ve Harun Peygamber Dil Bilimcidir
Musa peygamber Mısır dilini, Harun peygamber İbrani dilini yetkin bir şekilde bilmektedir. İkisi Mısır yazı aracı olan hiyerogliflerden alfabe oluşturmuşlardır.(254) Bu noktada Mısır hiyerogliflerini bilen Musa peygamberle İbraniceyi fasih (açık ve düzgün) bir şekilde konuşan Harun peygamberin üzerine büyük iş düştüğü anlaşılıyor. Ortaya çıkan İbrani alfabesi dünyanın ilk alfabesi olmuştur. Daha sonra gelişen tüm alfabeler bu prototipi örnek alarak türemiştir.

Dil bilim açısından kardeş peygamberlerin yetkin oldukları ayetlerde bildirilir:
14) Ve Mûsâ yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz o'na yasa ve bilgi verdik. Ve Biz güzel davrananları işte böyle karşılıklandırırız. (Kasas 14)

18,19) Firavun: "Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde kalmadın mı? Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen nankörlerden birisin de..." dedi. (Şuara 18)

25,33,34,26,27,28,29,30,31,32,35) Mûsâ: "Rabbim! Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız ve Seni çok çok anmamız için göğsümü aç, işimi bana kolaylaştır. Dilimden de düğümü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ve ehlimden; kardeşim Hârûn'u benim için bir vezir kıl, o'nunla arkamı kuvvetlendir. İşimde o'nu bana ortak et. Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun" dedi.(Taha 25-35)

33,34) Mûsâ dedi ki: "Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum."
35) Allah dedi ki: "Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç, iktidar oluşturacağız. Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi izleyenler üstün olanlarsınız." (Kasas 33-35)

Gerçekten de Allah, Musa’yı Harun peygamberle destekleyerek bir güç oluşturmuştur. Hem de esaret altındaki İsrailoğullarını organize etmişlerdir. Firavun buna karşı bir şey yapamamıştır.


Alfabe çalışmaları hakkında Yunus Suresi 87. ayet önemli ipucu veriyor:
87) Ve Biz Mûsâ ile kardeşine, "Toplumunuz için Mısır'da birtakım okullar hazırlayın ve okullarınızı kıble/hedef kılın ve salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun] ve mü'minlere müjde verin!" diye vahyettik. (Yunus 87)


Tevrat’ın yazılabilmesi için alfabe gerekliydi. Alfabenin oluşturulması için de bir örneğinin olması gerekir. Bu örnek Mısır hiyeratik ve hiyeroglif simgelerdir. Model alınan hiyeroglif Amenemhat III dönemine aittir. Bu hiyeroglifi prens Amenemhat IV (Musa) biliyordu. Harun peygamber İbranice dilini fasih kullanan birisidir (Kasas 34). Bu iki peygamber birlikte Tevrat’ın yazıya geçirileceği alfabeyi hazırladıkları Yunus 87 ayetten anlaşılıyor.

Her işaretin sesi veya nesneyi temsil ettiği hiyeroglif yazısı, örnek alınarak alfabe oluşturulmuştur. Ortaya çıkan alfabe hiyeroglife hiç benzememektedir. Hiyeroglifler ile bir konunun karşı tarafa aktarılmasında her zaman ciddi problemler yaşanmıştır. Mısırlılar bu sorunları çözmek için 700’den fazla resim-simge kullanmıştır. Tevrat’ın bu kadar sayıdaki hiyeroglif ile yazıldığını düşünün. Ne Tevrat’ın mesajları hakkıyla insanlara ulaştırılabilirdi ne de kolayca okuma-yazma öğrenilebilirdi. Ortaya çıkan alfabe bu sorunları çözmüş ve dil bilimine çağ atlatmıştır. Kendisinden sonra gelen Fenike, Yunan, Arap, Saba, Mezopotamya gibi (Çin, Japonya gibi doğu dilleri hariç) diller, alfabelerini bu ortak prototipten almışlardır.

Bu konuda Kur’an dışı kaynaklarda da çok önemli kanıtlar vardır. İlk alfabenin İbranice olamayacağına dair itirazlar olsa da bunun bilimsel yönü olmayan tepki ile hareket edilmesinden kaynaklandığını düşünmekteyiz.





d- İlk Alfabenin İcadı Amenemhat III Dönemine Denk Gelir
Her şeyden önce Musa peygamberin sarayda yetiştiği ve kral naibi olması nedeniyle dokuz yıllık yönetici tecrübesi olduğu unutulmamalıdır. O, olgunluk çağına kadar saray tarafından özel olarak yetiştirilmiştir.

Bazı akademisyen ve bilim insanları aşağıda bahsedilecek yazıtların yazarının İbrani olduğu görüşündedir. Yazıtlardaki bazı kelimelerin İbranice Kitabı Mukaddes’te geçen sözcükler olduğu kanıtlanmıştır. Bu nokta çok önemlidir. Yazıtlardaki kelimelerin Kitabı Mukaddes sözcükleriyle aynı olması, kardeş peygamberlerin yazdıklarının İbranice olduğunu yani bu alfabenin de ön-İbranice olduğunu kanıtlar.

Dr Douglas Petrovich, geç tunç çağından kalma 16 yazıtı deşifre etmiştir. Kelimeleri tercüme eden yazar, bunların İbranice olduklarını tespit etmiştir. Yazıtlarda yer alan onlarca sözcüğün İbranice Kitabı Mukaddes’te de geçtiğini kitabında göstermiştir.

Yazar Petrovich, söz konusu olan ilk dil bilimcileri şu şekilde açıklar:
Bir ya da iki belirli İbrani'nin -Tekvin/Yaratılış'ın İncil metninde isimleriyle bilinen ve Mısır'ın en yüksek makamlarında büyümüş ve dolayısıyla şüphesiz ki Orta Mısır (ME) dilini gençliklerinde öğrendiler - dünyanın en eski alfabesinin mucitleriydiler. ME işaret listesindeki yüzlerce hiyeroglif arasından İbranice söz varlığında bilinen ve kullanılan 22 kelimeyi seçerek akrofoni sistemini kullanarak İbrani alfabesini oluşturmuşlardır.(254)

Alfabenin öğrenilmesi, yazılması ve okunması çok kolaydır. İcat, alanında çığır açmıştır:
"Yalnızca bir ömür boyu eğitilmiş bir yazıcı, resmi yazıdaki birçok farklı işaret türünü idare edebilirdi. Bu yüzden bu insanlar Mısır sistemi içinde kaba bir yazı sistemini benimsediler, bir ömür boyu değil, saatler içinde öğrenebilecekleri bir şeydi. Askerler, satıcılar, tüccarlar için faydalı buluş olmuştur."(255)

Yüzlerce işaret kullanmak yerine, ezberlenecek otuzdan az işaret vardı ve bunlar tek sesleri ve yalnızca sesleri belirtmek için kullanılıyordu. Bu az sayıdaki karakter, dildeki her bir kelimeyi temsil etmeye yetiyordu. Ayrıca, karmaşık bir okuma kuralları dizisi uygulamak yerine, alfabe tek, sabit bir okuma yöntemi sundu.(256)


Alfabe hazırlanış aşamasında Amenemhat III’ün dönemindeki Mısır hiyerogliflerin(257), (258) kullanılmış olması, Musa peygamberin alfabe çalışması içinde olduğunu gösterir.
Dört yazıtın Firavun Amenemhat III'ün zamanına ait olduğu bilinen yazıdan daha gelişmiş ve dolayısıyla daha genç olduğunu ortaya çıkaran göreli bir tarihleme sistemi oluşturabildik.
...
Yazıtların kendileri ile ilgili olarak: 353, 349, 357 ve 361'in çekirdek yazısının analizi (daha sonra eklenen ek yazının aksine), hepsi için ortak bir editör olduğunu ve tek bir elin dördünden iki veya üçünü yazdığını gösterir. (Resim 34, 35, 36)
...
Bu dört yazıtın pekâlâ İncil'deki Musa'nın ve onun yakın çevresinin eseri olabileceğini öne sürüyorum.(259)


Ayrıca Wadi el-Hol yazıtlarının, büyük bir kısmı 12. hanedanın sonları ve 13. hanedanın başlarına aittir. Bu veriler, Musa ve İsrailoğullarının Tevrat’ın yazılacağı alfabe ile ilgili alt yapıya sahip olduklarını göstermektedir.(260), (261), (262)

Erken tarih için en iyi kanıt, iki Wadi el-Hol yazıtında bulunur. Bunlar, diğer proto-Sinaitik yazıtlardan daha inandırıcı bir şekilde geç Orta Krallık'a tarihlendirilmiştir. Duvar yazılarıyla dolu bir alanda duvardaki belirgin konumları, muhtemelen diğer yazıların çoğundan önceye ait olduklarını göstermektedir. Orada Mısır'ın Hanedan Öncesi döneminden erken İslam çağına (MÖ 3100 - MS 700 civarı) uzanan yazıtlar bulunmuş olsa da, yazıların büyük bir kısmı 12. hanedanların sonları ve 13. hanedanların başlarına aittir. Darnell, bu akıl yürütmeyi proto-Sinaitik yazıtın paleografik bir analiziyle destekliyor. O, bazı işaretlerin, doğrudan Mısır hiyeroglifinden çizilmek yerine, proto-Sinaitik formlarında hiyeratik-hiyeroglif kombinasyonları gösterdiğine dikkat çekiyor. Bu, "Orta Krallık" yazılarının en karakteristik özelliğidir ve bu nedenle erken tarihlendirmeye güven verir. Darnell ayrıca diğer işaretlerin yöneliminin Wadi el-Hol yazıtları için erken bir tarih gösterdiğini ileri sürer. Örneğin, Wadi yazıtlarında genellikle dikey olarak dururken, Mısır yazıtlarının çoğunda burada olduğu gibi yatay olarak yazılmıştır. Mısır'da, dikey yönelim yalnızca Orta Krallık'ın sonlarında kanıtlanmıştır ve bu argümana potansiyel olarak ağırlık katmaktadır. Darnell'in son notu, Orta Krallık'ın son döneminin Mısır tarihinde büyük bir Asya varlığının tespit edilebildiği ilk nokta olduğudur.
...
Kendi kabullerine göre, yazıtları sanki iki dilin karışımıyla yazılmış gibi okuma yöntemleri nedeniyle, çalışmaları bir "Semitik-Mısır salatası"67 gibi görünüyor. Bu mantıksız görünse de, günümüz kreolleri çok benzer bir temele sahiptir ve Sina'nın kültürel bileşimi göz önüne alındığında, bu mantıksız bir öneri değildir.


Petrovich kitabında, Kitabı Mukaddes’te çok sayıda geçen İbranice sözcük tanımlamıştır. Konunun anlaşılması için bunlardan iki tanesini paylaşmak istiyoruz:



Örnek 1:
Sina 377 yazıtındaki ikinci kelime ôpeh'dir, "fırıncı" anlamına gelir. Yaratılış 40:5’de aynı kelime bulunur.
5 Firavunun sakisiyle fırıncısı tutsak oldukları zindanda aynı gece birer düş gördüler. Düşleri farklı anlamlar taşıyordu.(Yaratılış 40:5)
...
Son olarak, Sina 377, Joseph'in tanıdığı Mısırlı fırıncı (Yaratılış 40:16) için kullanılan aynı İbranice kelimeyi, âpâh "fırıncıyı" doğrular; bu kelime WeH 1'de de tasdik edilmiştir.(263)

Örnek 2
Aşağıdaki çeviri WeH 2 yazıtı için önerilmiştir:
1. kelime; çevreleyen, kuşatan, Habakkuk 1:4’de geçer.
2. kelime; çarpık, eğri, Vaiz 1:15’de geçer.
3. kelime; ızdırabını, Yeşaya 51:23’de geçer.
4. kelime; êl – Allah
"Eğri olanı, ızdırabını kuşatan Allah'tır."(264)

Tercüme edilen en eski yazıtlar şunlardır:
Bu bilinen en eski İbranice mektubun Amenemhat III'ün 18. yılındaki yazısını iki yıl sonra (Amenemhat III'ün 20. yılı) en eski tamamen İbranice yazıt (Sina 377) izledi. Daha sonra bu kralın hükümdarlığının 26. yılında WeH 1 ve 2'yi yazıldı ve son olarak da 29. yılında LBO yazıldı.(265)


Genellikle araştırmacılar söz konusu alfabenin Kenan dili olduğunu belirterek Douglas PETROVICH’in İbrani alfabesi ile ilgili ortaya koyduğu kanıtlar geçiştirilir. Ancak bu ön-ünsüz alfabenin, ilk alfabelerin ortak atası olduğu tüm bilim insanları tarafından kabul görmüştür.




Musa Peygambere Kardeşi Harun Peygamber Yardımcı Atandı

Ayetler:
35) Ve andolsun ki Mûsâ'ya Kitab'ı verdik, kardeşi Hârûn'u da o'nunla birlikte yardımcı, destekçi verdik. (42Furkan 35)

52,53) Ve Biz ona en kutlu aşamanın (elçilik makamının) kenarından; o henüz elçi değilken seslendik ve onu özel bir konuşmada bulunmak üzere yaklaştırdık; elçi yaptık. Ve rahmetimizden o'na, kardeşi Hârûn'u bir peygamber olarak ihsan eyledik. (44Meryem 53)

25,33,34,26,27,28,29,30,31,32,35) Mûsâ: "Rabbim! Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız ve Seni çok çok anmamız için göğsümü aç, işimi bana kolaylaştır. Dilimden de düğümü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ve ehlimden; kardeşim Hârûn'u benim için bir vezir kıl, o'nunla arkamı kuvvetlendir. İşimde o'nu bana ortak et. Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun" dedi. (45Taha 29, 32)

42) Sen ve kardeşin alâmetlerim/göstergelerim ile gidin ve Beni anmakta gevşeklik etmeyin. (45Taha 42)

33,34) Mûsâ dedi ki: "Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum." (49Kasas 33-35)

87) Ve Biz Mûsâ ile kardeşine, "Toplumunuz için Mısır'da birtakım okullar hazırlayın ve okullarınızı kıble/hedef kılın ve salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun] ve mü'minlere müjde verin!" diye vahyettik. (51Yunus 87)

45,46) Sonra da Mûsâ ve kardeşi Hârûn'u âyetlerimizle/alâmetlerimizle/göstergelerimizle ve apaçık bir güç ile Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik/elçi yaptık. Bunun üzerine kendilerinin büyüklüğüne inandılar ve ululuk taslayan bir toplum oldular. (74Mü’minun 45)


Yukarıdaki ayetlerin açık ifadesiyle Allah, Musa peygamberi kardeşi Harun peygamber ile desteklemiştir. Harun peygamberin Musa peygambere ayrıca dil bakımından yardımcı olduğu (Kasas 34-35) ve Mısır’da hazırladıkları okullarda dil çalışmalarında da yardımcı olmuştu. (Yunus 87). Musa ve Harun peygamberin üzerinde çalıştıkları Sinai 357A yazıtında “kardeşim destekliyor” ifadesi tespit edilmiştir.(266)

 





e- Yazı Sahibinin Kimliği
Çıkış öncesinde madenlerde çalışan kölelerin yazdığı bu yazıtların önemi büyüktür. Yazıtların editörünün tek bir kişi olduğu ve bu kişinin Musa peygamber olduğu bildiriliyor. Bazı akademisyenler yazıtları yazanın Musa peygamberin yakınları olduğu görüşündedir:(267)




f- Alfabenin Gelişimi İkonik Yazıdan Lineer Yazıya Geçiş Şeklinde Oldu
İlk alfabenin icat edilmesi ve olgunluğa erişmesi uzun bir süreçte gerçekleşmiştir.(268) Alfabenin gelişim seyri ikonik yazıdan lineere geçiş şeklinde olmuştur. Yani hiyeroglif yazı metodundan daha basit olan doğrusal yazıya geçiş yapılmıştır.

Harfler, hiyeroglif ikonların boyutu küçültülerek yeni ikon halinde oluşturulmuştur. Bu mini ikonlardan oluşan harfler yan yana birleştirilerek ana kök sözcükler bulunmuştur. Ana köklerden de yardımcı kökler türetilmiştir. Bu şekilde elde edilen harfler sayesinde çok sayıda sözcük kombinasyonu kolaylıkla yapılabilir oldu. Bu kök kelime sistemine dayalı ön-İbrani alfabesi diğer alfabelerin gelişmesinin önünü açtı.

Dilde ifade edilen her kelime bir düşüncenin yansımasıdır. Düşünceler yazıya bu şekilde aktarılmaktadır. Yazı okunduğunda beynin görme ile ilgili bölgesindeki nöronlar kelimeye ait şekil enerjilerini alır ve uyarılırlar.(269)


Bağımsız devlet olmanın en önemli şartlarından birisi dil ve alfabedir. Tarihte okuma yazma bilmeyen insanlara uzun süre zulüm uygulanmıştır:
Bin yıldan fazla bir süredir kurumsal devletler ve seçkinler, okuma yazma bilmeyen insanları kültürel ve dini törenlere bağımsız katılımdan men etmişti. Ve şimdi, yüzlerce yıldır, garip, basitleştirilmiş yazı, bu çevrelerde kişisel, güçlü, etkileyici ve hatta belki de büyülü bir araç olarak canlı tutuldu.(270)


Musa peygamberin tablete yazdığı On Emir, büyük ihtimalle taş tablete yazmış olmalıdır. Çünkü kendisi daha önce Sina 353, 349, 357 ve 361 yazıtlarını (azından Sina 349 ve 357) yazdığı gibi taşa yazdığı anlaşılıyor. Zaten Mısır geleneğinde yazıtlar genellikle taş materyallere yazılırdı. Yazıtların bazıları stel adıyla anılır. Serabit al-Khadim’deki yazıtların bir kısmı stel şeklinde yazılmıştır.

Suyun çıktığı Horeb kayasının birkaç yüz metre ilerisinde Jehovahnissi Altar bulunmaktadır. Jehovahnissi sunağını (Çıkış 17:15) Musa peygamberin yaptığı bildirilir. Burada dikkat çeken nokta, sunağı oluşturan üst üste yığılmış taşların yassı olmalarıdır. Bilindiği üzere Musa peygamber döneminde tabletler yazı malzemesi olarak kullanılmıştır.(271), (272) On Emir, bu yassı taşlara yazılmış olabilir.


Musa peygamber, Allah’tan aldığı vahiyleri levhaya yazdığı A’raf Suresinde bildirilir.

145,146,147) Ve Biz o'nun için o levhalarda her şeyden, bir nasihat ve her şey için bir ayrıntı yazdık. "Haydi, bunları kuvvetle al, toplumuna da en güzel şekilde almalarını emret. Yakında size o hak yoldan çıkanların yurdunu göstereceğim. Yeryüzünde, bütün âyetleri görseler de onlara iman etmeyen, doğrunun yolunu görseler de o yolu tutup gitmeyen, eğer sapıklığın yolunu görürlerse onu yol edinen haksız yere büyüklük taslayan şu kimseleri, âyetlerimizden uzak tutacağım." -Bu, onların âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil; duyarsız, ilgisiz olan kimseler oluşlarındandır.- Âyetlerimizi ve âhiretteki karşılaşmayı yalanlayanların amelleri boşa gitmiştir. Onlar kendi yaptıklarından başka bir şey ile mi cezalandırılırlar? (A’raf 145)


150) Ve Mûsâ, hoşnut olmadan ve üzüntülü olarak toplumuna döndüğünde, "Bana arkamdan ne kötü bir halef/nesil oldunuz! Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız mı?" dedi. Ve levhaları bıraktı ve kardeşi Hârûn'u kendine çekerek başından tuttu. Hârûn: "Ey anamın oğlu! İnan ki, bu toplum beni güçsüz düşürdü, az daha beni öldüreceklerdi. Onun için bana düşmanları sevindirecek bir şey yapma. Ve beni bu zâlimler toplumu ile bir tutma" dedi. (A’raf 150)

154) Hoşnutsuzluğu Mûsâ'yı rahat bırakınca da levhaları aldı. Onlardaki yazıda da, ancak Rableri için adam olan kimseler için bir kılavuzluk ve rahmet vardı. (A’raf 154)

 









J- CEBEL EL LAWZ/HOREB DAĞINDA BULUNAN DİĞER KANITLAR
Çıkış’tan sonra İsrailoğullarının Jebel el Lawz dağına geldikleri konusunda pek çok kanıt yukarıda sayılmıştı. Özellikle Kitabı Mukaddes bilginlerinin ilgilendikleri diğer kanıtlar şunlardır:


1- Kaya Resimleri ve Yazıtlar
Jabal al-Lawz ve çevresinde çok sayıda kaya resimlerine rastlanılmıştır. Kaya resimlerinin çoğunun Mısırlı Apis ve Hathor boğası olduğu ileri sürülmüştür. Bu resimlerin sahiplerinin altın buzağı isyanını yapan İsrailoğulları olduğu görüşü hâkimdir. Bu kült kaya resimlerinin bilimsel tarihlendirmeleri henüz yapılmamıştır.

Ayrıca Jabal al-Lawz ve çevresinde çok sayıda yazıt bulunmuştur. Bu yazıtlar hakkında araştırma yapan Dr. Miles Jones, The Writing of God adlı eserinde şunu beyan etmektedir:

Dr. Miles Jones, bu Semudik yazı üzerinde kapsamlı bir araştırma yapıyor.221 The Writing of God adlı eserinin kısa bir özetinde şu ifadeyi kullanır: “Var olan tüm alfabeleri tek bir kaynağa, tek bir başlangıç alfabesine kadar izleyen açık bir tarihsel ve dilsel kaydımız var. İbranice, Sanskritçe, Arapça, Yunanca, Roman ve diğerleri gibi birçok alfabenin form çeşitliliğine rağmen, bunların tümü, Mesih'ten önce ikinci bin yılda Sina'da veya çevresinde meydana gelen ilk atılımdan türetilmiştir.222 Dr. Jones, görüntülerin veya “resimlerin” olmadığı bu en eski karakter senaryosunun Musa'dan gelmiş olabileceğine veya Tanrı'nın onu Musa'ya vermiş olabileceğine inanıyor. Tanrı'nın taş levhalara kendi eliyle yazdığı yazı olabilir (Çıkış 31:18). Musa, Rabbin sözlerini dağın üzerine yazıyordu (Çıkış 24:4). Musa bunu Yetro'dan öğrenmiş olabilir. Bu dil hem proto-İbranice hem de proto-Arapça ve diğer birçok resimsel olmayan yazı için kaynak olabilirdi.

Geleneksel Sina Dağı bölgesinin yakınında Semudik yazı bulundu. Serabit el-Khadim'deki Mısır turkuaz madenlerinde bu eski yazının mükemmel örnekleri bulundu. Bununla birlikte, çeşitli yazıtların anlamı belirlenene kadar, bu sadece orada Sami emekçiler olduğu anlamına gelir ve mutlaka Çıkış'ın İbranilerine aittir diyemeyiz. Jabel al Lawz'ın eteğinde birkaç Semudik yazıt vardır. Bir kez daha, Dr. Jones ve diğerleri, Suudiler kendi yorumlarından bazılarını teklif etmiş olsalar da, hâlâ bunların tam yorumunu belirlemeye çalışıyorlar.223 Dr. Jones tarafından öne sürülen ilginç bir teori, Jabal al Lawz yakınlarında bulunan sandaletlerin petroglifinde ön-İbranice “Kaf” harfini tanımlar. Bu petroglif, onun gibi birkaç tanesinden biridir. Harfin anlamı ve petroglifin, Tesniye 11:24 ve Yeşu 1:3 gibi Mukaddes Kitap referanslarından İsrail ile olası ilişkisi, İbranilerin Jabal al Lawz'da mevcudiyeti için ilginç bir durum oluşturur (Şek. 21). Bu teoriyi doğrulamak için yapılacak daha çok araştırma var ve Dr. Jones tarafından tezinde bu teori lehinde verilen başka argümanlar var. Dr. Jones'un burada sunulan argümanlarının açıklaması çok kısadır ve araştırmasını kabul etmek veya reddetmek için kriter olmamalıdır.(273)

Sina Dağındaki, bu gliflerin çoğu, Musa ve halkı tarafından oraya bırakılmış olan yazılı alfabenin en eski biçimini temsil eder. Eski kültürler, Mısır hiyeroglifleri veya erken Sümer çivi yazısı çizimleri gibi piktografları kullanırken, Jebel al-Lawz çevresinde bulunan semboller ve harfler, gerçek bir alfabenin ilk örneğini çok iyi temsil edebilir. Dr. Jones, bu alfabenin aslında Tanrı tarafından Musa'ya İsrailoğullarının sadece okuyabilecekleri, yazabilecekleri ve kendilerini öğrenebilecekleri değil, aynı zamanda dünyaya Tanrı hakkındaki hakikati öğretmek için bir araç olarak verildiğini öne sürüyor. Elbette, bu teori ne kadar büyüleyici olursa olsun, bu kitabın kapsamı dışındadır. Dağ çevresinde bulunan birçok harf ve sembolün, Paleo-İbranice'nin bir öncüsü olan Proto-Sinaitik yazı olarak adlandırılan şeyle yakın bir bağlantısı olduğu bizim amaçlarımız için vurgulanmaya değer. Belki zamanla bu, İncil'deki arkeologlar, dilbilimciler ve bu alandaki diğer uzmanlar tarafından daha iyi anlaşılacaktır. (274)

Bölgede bulunan resim ve şekil içermeyen yazıtların da araştırılması gerekmektedir.



2- Menora (Yedi Kollu Şamdan) Petroglifi
Menora petrolifi Tebuk bölgesinde bulunmuştur. Menora her ne kadar Jebel el Lawz dağında bulunmasa da bölgenin yakınında keşfedildiği için bahsedilmeye değer bir olgudur:

Bölgenin petroglifleri arasında bir başka potansiyel olarak önemli buluntu, kesinlikle bir menora gibi görünen şeydir. Yedi kollu menora kandili, İsrail'in en eski sembolüdür. Menoranın bu özel petroglifi, daha önce de belirttiğimiz gibi, Mekke valisinin özel doktoru olarak çalışan Dr. Sung Hak Kim tarafından 2006 yılında bulunmuştur. Menora, dağın gerçek tabanında bulunmamakla birlikte, yakınlardaki Tebük bölgesinde bulunmuştur ve önemi göz ardı edilemez.
...
Özetle, görüntü kesinlikle bir menoraya benziyor ve o bölgede yaşayan İsraillilerin açık bir arkeolojik kalıntısı olabilir. Harflerin tam olarak ne zaman oyulduğu, bilim adamları arasında başka bir tartışma konusudur. Daha önce gördüğümüz gibi, Macdonald petroglifleri birinci yüzyıla yakın bir zamana tarihlese de, Al-Bid araştırmasını yürütenler gibi diğer birçok bilim adamı onları göçün zamanı olan Tunç Çağı'nın ortalarına veya sonlarına tarihlendirir.(275)





3- Jetro Mağaraları

El-Bad'daki çok önemli birkaç arkeolojik alan, Musa veya Müslümanların Şuayb (Şuy'ib, Şoayb veya benzeri olarak farklı şekillerde tercüme edilmiştir) dediği kayınpederi Yetro ile yakından ilişkilidir. Aslında el-Bad'ın bir diğer adı da "Yetro Mağaraları" anlamına gelen Muhgair al-Shuaib'dir. Bu küçük kasabanın merkezinde, Jetro ve Musa'nın eski evi olduğuna inanılan yamaca oyulmuş bir grup mağara var. Tüm alan, girişinde bir ziyaretçi merkezi ile büyük bir çitle çevrili bir arkeolojik parka dönüştürülmüştür. Mağaraların bazıları kayaya oyulmuş tek bir odadan biraz daha fazlası iken, diğerleri Petra'da gördüğümüze benzer dekoratif cephelerle bezenmiştir. Bu mağaraların, daha sonra Nebati Arapları tarafından değiştirilen ve kullanılan Midianite konutları olması çok olasıdır. Bu gelenek, bölgedeki birçok erken dönem Arap coğrafyacısı tarafından iyi bir şekilde doğrulanmıştır.14 Örneğin, ünlü dokuzuncu yüzyıl coğrafyacısı Harbi al-Himyari, mağaralardan ve yakınlardaki bazı höyüklerden, aslında Jetro ve Midyanlılara ait olan evlerin kalıntıları olarak söz etmiştir: Dağlarda kayaya oyulmuş evler, evlerin içinde deve kemikleri gibi çürük kemiklerin olduğu mezarlar var. . . . Zullah'ın günlerinde Şuayb halkının evlere girdiğine inanılır. . . . Bu evlerin yanında Shuaib halkının evleri olduğuna inanılan bazı büyük höyükler vardır.15 Daha sonra bu mağaraları işgal eden Nabatyalıların, İsmail'in oğlu Nebaioth'un soyundan ve Edom'un kayınbiraderi olduklarına inanılır (bkz. Yaratılış 25:13; 28:9). 16 MÖ 169'dan MS 106'ya kadar Judea'nın güneydoğusunda kendi bağımsız krallıkları vardı. Ürdün'ün güneyindeki muhteşem Petra şehri onların kuzey başkentiyken, el-Bad'ın üç yüz mil güneyindeki çarpıcı Madain Saleh bölgesi krallıklarının sınırı güneyi işaret ediyordu. Bunun esas olarak Midian'ın eski başkenti olduğu fikrini destekleyen Suudi arkeologlar (SCTNH), El-Bad'de ve çevresinde bol miktarda Midianite çanak çömlek buldular.(276)










K- ÇIKIŞTAN SONRA ÇÖLDE 40 YIL

İsrailoğulları Mısır’dan çıktıktan sonra yerleşik hayata geçinceye kadar bir süre çölde yaşadılar:

M.Ö. 1400’den kalma ve Mısır Soleb’de keşfedilen “YAHVE’nin Şaşuları” (Yahve’nin göçebeleri) yazıtı. Bu yazıt söz konusu “Şaşuları” Edom’un çöllerine, yani günümüzün Ürdün’üne yerleştirmektedir. Bu da ilginç bir şekilde İbranilerin 40 sene çölde geçirdikleri döneme ve coğrafyaya denk gelmektedir.(277)









L- GELENEKSEL MISIR TARİHİNDE KRONOLOJİ SORUNU
Halen kullanılan Mısır kronolojisinde büyük sorunlar bulunmaktadır. Sorun başlıca iki nedenden kaynaklanmaktadır. Birincisi; tarihlerin belirlemesinde hata yapılmasıdır. Arkeologlar ve tarihçiler, uzun zamandan beri antik tarihi bir araya getirmeye çalışırken tarih tahminleri yapmaktadırlar.

Çeşitli arkeolog ekipleri, belirli bir eserin kaç yaşında olduğunu tahmin etmek için bir dizi farklı tarih belirleme yöntemi kullandılar. Örneğin, bir katmanda baskın olan çanak çömlek türü, katmanın tarihini belirlemek için kullanılabilir. Çeşitli tarih belirleme tekniklerinin ardındaki varsayımlar her zaman doğru değildir. Bu bazen eserlerin yanlış bir şekilde 1000 ila 2000 yıl kadar farklı tarihlendirilmesine yol açabilir.

İkincisi ise; Geleneksel Mısır Kronolojinin kullanılmasıdır. Tarih, yalnızca belirli hanedanların tahmini tarihlerine dayanarak birleştirilirse, sonuçlar oldukça hatalı olabilir. Geleneksel Mısır kronolojisi kullanıldığında Mısır ve İsrail tarihinin birbirine uymadığı görülür. Zaman içerisinde tarih aralıklarında hataların varlığı ortaya çıkınca, geleneksel Mısır tarihi, birçok tarihçi ve arkeolog tarafından revize edilmiştir (Özellikle; Sweeney, Velikovski, Fry, Reilly, Ashton & Down).(278), (279)

1- Mısır Kronolojisi
Mısır tarihi MÖ 3. yüzyılda yaşayan Mısırlı tarihçi ve rahip Manetho tarafından yazılmıştır. Eseri günümüze tam olarak gelmemiştir. Manetho, bildiği firavunların listesini otuz sülaleye ayırmıştır. Tarihlendirilmesi yapılan hanedanlar birbiri ardınca gelmezler.

2- Geleneksel Mısır Kronolojisinde Tespit Edilen Hatalar
• İsrail ve Mısır tarihinin 'doğru sıralanması', çağdaş bilgi parçalarının eski tarihin net bir resmini oluşturmak için birbirine bağlayacaktır. Mısır, İsrail ve Mezopotamya kayıtlarını birleştirmek, her ülkenin kayıtlarındaki boşlukları doldurmaya yardımcı olacaktır.
• Kanıtlar şimdi Mısır hanedanlarının üst üste gelebileceğini ve tarihlemenin düşünüldüğü kadar geriye gitmeyebileceğini öne sürüyor.
• Hanedan 2, Hanedan 3 ile çağdaş kabul edilir. İlk ara dönem yoktur. İlk ara dönemin karanlık çağları, ikinci ara dönemin karanlık çağlarıyla karıştırılmıştır.
• Hanedan 7-10, 15-16 olarak tanımlanmıştır. Hanedan 17, Hanedan 16 ile çağdaştır.
• Hanedan 5 ve 6 ile Hanedan 11 ve 12 çağdaştır.
• Mısır tarihi, bir zamanlar Konvansiyonel Kronoloji'ye göre (MÖ 3000 – MÖ 5000) düşünüldüğü kadar eski değildir.
• İlk Mısır hanedanının M.Ö. 2100 civarında başladığı ve Büyük Tufan'ın M.Ö. 2300-2400 civarında olduğu düşünülmektedir.
• Mısır’dan Çıkış, M.Ö. 1445'te 12. hanedanın sona ermesinden hemen sonra gerçekleşti.
• 12. hanedandan önceki herhangi bir geleneksel Mısır tarihi oldukça spekülatif kabul edilir ve sadece yaklaşık değerler içerir.
• Hanedanların bu 'Modern Sıralama', İncil açıklamasına ve Mezopotamya kayıtlarına uyar.
• Hanedanların 'Modern Sıralama', Joseph ve Imhotep'in aynı kişi olduğuna itiraz edenlere yanıt niteliğindedir.(278), (279)
• 6. Hanedanlığın 12. Hanedan ile çağdaş olduğuna ve sözde Birinci ve İkinci Ara Dönemlerin tek ve aynı olduğuna dair başka kanıtlar da var.(280), (281), (282)




3- Mısır Kayıtlarını Toplamak Neden Bu Kadar Zor?
Mısırlılar Çıkış zamanında büyük kayıplar verdiler. Joseph ve ailesinin Mısır'daki 400 yıllık ikametlerinde neler başardıklarını unutmak istemiş olabilirler. Bu, İbranilerin Mısır'daki izleri hakkında tarihsel bilgi bulmanın çok zor olmasının bir nedenidir.(278)

Bunun bir örneği Mısır tarihinde zaten bilinmektedir. Mısır Firavunlarından Akhenaton, çok tanrılı dini terk edip tevhid dinini seçmişti. Ölümünden sonra düşman ilan edilerek, yaptıkları sonraki Firavun tarafından silip yok edildi.(283) Ayrıca, Firavun Thutmose III iktidara geldiğinde, selefi Hatshepsut'un kayıtlarını sildiğini de biliyoruz.(284) Prens olarak yetiştirilen Amenemhat IV (Musa peygamber) Mısırlı adamı öldürdüğü için (Kasas 15) kraliyet onu ölüm cezasına çarptırmıştır. Ardından hafızanın lanetlemesi (damnatio memoriae) uygulamasına tabi tutulmuştur. Sonuçta Amenemhat IV’ün isim ve unvanları heykellerden, kraliyet yazılarından silinmiştir.(7)


Torino Kral Listesi, Mısır bilimciler için en kıymetli kaynaktır. Buna rağmen Torino Kral Listesindeki kâtip hataları, eksiklikler, yanlış sıralamalar, kronolojik boşluklar gibi sorunlar bulunur. Bütün bu konular “The Political Situation in Egypt during the Second Intermediate Period c. 1800-1550” kitabında incelemiştir.(285)


Mısır tarihi hakkında elde edilen bilgilerin önemli bir kısmı “Anıt Yazıtları” veya “Anıt Dikilitaşları” şeklinde tanımlanan kaynaklardan elde edilir. Bu tür kaynaklar genellikle kendi yönetimini yüceltmek için yazılmıştır. Mutlak gerçeği içermezler.(286)

Anıt stelleri, krallar ve hükümdarlar tarafından, bazen ilahi iradenin yerine getirilmesi olarak tanımlanan eylemlerini yüceltmek için dikilirdi. Bu yazıtlar, öznel olmalarına rağmen önemli tarihsel veriler içermektedir.(287)

Mısır ve Hititler arasında yapılan savaşta Mısır mağlubiyetten zor kurtulmuştur. Savaşın galibi yoktur. Ancak Mısır kayıtları savaşı kendilerinin kazandığından övgüyle bahseder.(288)

Tarihsel bilgi bulmanın zor olmasının bir başka nedeni de çoğu bilginin, fetihlerin, doğal afetlerin ve hatta yüzyıllar boyunca erozyon ile kaybolması ya da yok edilmesidir.

Mısır kayıtları taş üzerine klif (resim) olarak yazılmıştır. Bir takım sınırlamaları vardır - 'kod'un ne anlama geldiklerini bilmeniz gerekir. Telaffuz Yunanca ve İngilizce de olduğu gibi gösterilmez ve zamanı belirten damgası yoktur. Hiyeroglifleri yorumlama sanatı bir şekilde kaybolmuştur.

Mısır tarihinde Musa peygamberin adının olmamasının nedenlerinden birisi ve belki de en önemlisi; Çıkış ile beraber Mısır’ın çöküşüdür. Mısırlılar, Musa’yı ve İsrailoğullarını (kölelerini) suçlamalarıdır. Yaşadıkları büyük çöküş nedeniyle Mısır tarihinde bu olaylara yer verilmediği açıktır. Bu kadar önemli bir olayın Mısır tarihinde yer almaması ancak böyle bir bakış açısıyla izah edilebilir.









Geleneksel Mısır Kronolojisi
TarihMısırİsrail
M.Ö. 3000Menes (İlk Hanedan güçlü mezopotamya etkisi gösterir)
Djoser ve Imhotep (İmhotep Djoser'ın rüyasını yorumlar,
kıtlık krizi çözüldü)
M.Ö. 2000İlk Ara Dönem İbrahim (mezopotamyadan Joseph
(Mısır'daki kıtlık krizini çözer)








Revize Kronoloji (Sweeney 1997)
Tarih
MısırİsrailMezopotamya
MÖ + 1300Erken BadarianUbeyd
MÖ 1300Catestrofik YıkımCatestrofik YıkımCatestrofik Yıkım
MÖ 1200Geç Bedarian ve GerzeanKhirbet KerakJamdat Nasr
MÖ 1100-1000Yıkım BölümüYıkım BölümüYıkım Bölümü
MÖ 1000Menes (Erken Hanedan)İbrahimErken hanedan
MÖ 900Djoser ve İmhotepYusuf (Joseph)
MÖ 800Yıkım BölümüYıkım BölümüYıkım Bölümü
MÖ 800Piramit ÇağıHâkimler ÇağıAkkad Çağı
MÖ 700Hyksos dönemiSaulSargon I
                                                                                           
             


             

Modern Kronoloji (Ashton & Down 2006)
TarihMısırİsrail
MÖ 2080Menes (İlk Hanedan)İbrahim
MÖ 1900Djoser (3. Hanedan) + İmhotep Yusuf
MÖ 1531Amenemhet III (6. Firavun 12. Hanedan)Musa
MÖ 1445Neferhotep I (13. Hanedan)Çıkış (Musa)
MÖ 1405-1018Hyksos (15. ve 16. Hanedan)Joshua - Saul
MÖ 1018Amenhotep I ve Thutmosis I (18. Hanedan)Davud
MÖ 950Hatshepsut (18. Hanedan), (Sebe Melikesi)Süleyman
MÖ 929Thutmosis III (18. Hanedan) Jereboam













Gözden geçirilmiş kronolojiyi kullanan modern düşünce, İsrail ve Mısır'ın arkeolojik kayıtları sıraladığı ve eşleştirdiği tarihle çok daha net bir tablo ortaya koyuyor. İbrahim, Menes'in çağdaşı olarak kabul edilir. İncil'deki Yusuf, Imhotep ve Djoser ile aynı dönemde olduğu görülür.

Dikkatle incelendiğinde Ashton ve Down tarafından hazırlanan Modern Kronoloji, tarih sıralaması için kullanıldığında, çelişki ve tarih uyumsuzluklar ortadan kalkmaktadır. Geleneksel Mısır tarihini gözden geçiren arkeolog ve tarihçiler en sonunda hükümdar Djoser ve İmhotep’in (Yusuf) yaşadığı dönemi temel alarak kronolojiyi revize etmişlerdir. Mısır’da büyük izler bırakan Yusuf peygamber, kronolojide mihenk taşı olarak dikkate alınmıştır.





Son Söz:

Buraya kadar Musa peygamber ile ilgili Kur’an ayetlerini ve Kur’an dışı bilgileri aktardık. Bu bilgiler (tarihi, coğrafi, arkeolojik, antropolojik vb), özellikle batılı bilim insanlarının ve akademisyenlerin yıllar süren çalışmalarının ürünüdür. Paylaşılan verilerin Kur’an ayetleriyle tam bir uyum içerisinde olduğu görülüyor. Tüm bu bilgiler 1400 yıl önce Kur’an ayetleri ile haber verildiği için Kur’an’ın hak kitap olduğunun göstergesi olarak değerlendirilmelidir.

Hal böyleyken Muhammed aleyhisselama vahiy indirilmediği iddia edilmiştir. Peygamberimize Hristiyanlardan, Yahudilerden yani ehli kitaptan birilerinin din öğrettiği öne sürülmüştür. Günümüzde de iddialar dillendirilmektedir. Buna yanıtı yine Kur’an veriyor:


52,53) İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden/Kendi işimizden olan ruhu/Kur'ân'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan Allah'ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün işler yalnız Allah'a döner.
(62Şura 52)


103Ve kesinlikle Biz biliyoruz ki, onlar "Sadece, o'na bir beşer öğretiyor" diyorlar. Peygamber'e öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Kur’ân ise apaçık bir Arapça'dır.
(70Nahl 103)


48) Ve sen bundan evvel herhangi bir kitaptan okumuyordun; sen Kur'ân'ı kendiliğinden yazmıyorsun. Eğer böyle olsaydı, bâtıla inananlar kesinlikle kuşku duyacaklardı.
(85Ankebut 48)



Şura 52 ve Ankebut 48. ayette Muhammed’in (as), peygamberlik öncesinde de vahiyle tanışmadığı, dini kültürü bilmediği aktarılır. Nahl 103. ayette ise beşer öğretiyor iddiası reddedilir.

Yüzlerce belki de binlerce akademisyenin son iki yüz yılda Mısır’da elde ettikleri bilgileri daha önce hiçbir insan bilmiyordu, bilemezdi. Çünkü Mısır hiyeroglifleri hanedanlar döneminden sonra unutulmuştu. Rosetta Taşı 1799 yılında bulundu. Rosetta Taşı; Demotik, Hiyeroglif ve Yunanca olmak üzere üç dilde yazılmıştı. Hiyeroglifler bu sayede deşifre edilebildi. Böylece Mısırbilim doğdu ve geçmiş yüzyılların Mısır tarihi yazılabildi.(289)


Kur’an, Musa peygamberin kıssalarını ve bir anlamda da İsrailoğullarının tarihinin bir kısmını açıklıyor. Tüm bu bilgiler ışığında Kur’an’ın hak bir kitap olduğu bir kez daha ortaya çıktığı görülüyor. Her geçen gün yeni elde edilen bilgilerin de Kur’an’ı tasdik edeceğine inancımız tamdır.

Musa peygamberin hayatı örnek alınacak ibretlerle doludur. Musa kıssası gibi nice ilkeleri barındıran Kur’an’ın mesajlarının yalın bir şekilde tüm insanlara ulaştırılması gerekiyor. Bu noktada her Müslümanın üzerine görev düşmektedir.


Bu çalışma nihai değildir. Eksik yanları bulunmaktadır. Ancak yeni yapılacak çalışmalardan Musa peygamber zamanına ait çok sayıda kanıt ortaya çıkacağını düşünmekteyiz.


Kusursuzluk âlemlerin Rabbi Allah’a aittir.


13.01.2021
Hakan KAYILI

Son güncelleme tarihi: 19.04.2024






Resim Açıklamaları:

Resim 1- Fayyum Gölü ve Fayyum havzası
Resim 2- El-Lahun Piramidi'ne kuzeyden bakan Lahun Barajı'nın (Gisr Gadalla) bir görünümü.
Lahun Barajı iki bentten oluşur. Güneyde Gisr El-Bahalawan ve kuzeyde Gisr Gaddala yer alır.
Resim 3- Bahr Yusuf (Yusuf Kanalı)
Resim 4- Kahun Kasabasını bulan Flinders Petrie ve arkeoloji ekibi
Resim 5- Bebek iskeletlerinin bulunduğu sandıklar
Resim 6a- Kahun/Lahun Jinekolojik Papirüsü.
Kahun/Lahun papirüsünde başlıca; Jinekolojik Papirüs, Lahun Matematik Papirüsü, matematiksel metinleri, Veteriner papirüsü ve Festivaller listesi bulunur.
Resim 7- Brooklyn Papirüsü
Resim 8- Mısır 12. hanedan dönemine ait Bilginlerin asası - Liverpool Müzesi
Resim 9- Hawara piramidi
Resim 10- Hawara piramidi
Resim 11- Labirent
Resim 12- Hawara Piramidi ve Labirent
Resim 13- On ikinci hanedan dönemine ait tuğla fırını
Resim 14- Mumya analizi
Resim 15- Mumya analizi
Resim 16- Kan paraziti - Schistosoma haematobium
Resim 17- Kan paraziti konukçusu salyangoz
Resim 18- Ipuwer papirüsü
Resim 19- Sandalet Petroglifi
Resim 20- Bölünmüş Kaya (split rock at Horeb)
Resim 21- Dayk sürüsü Kızıldeniz Çevresi
Resim 22- Bölünmüş Kaya ve dayk görülüyor
Resim 23- Dayk yakından görünüm
Resim 24- Dayklar ve bölünmüş kaya
Resim 25- Bölünmüş kayadaki dayk
Resim 26- On iki sarnıç/kuyu
Resim 27- Manna: unlu bitin (koşnil) salgıladığı tatlı madde
Resim 28- Manna
Resim 29- Mezarlık - Altın buzağı isyanında ölenlerin mezarı olduğu bildirilmiştir.
Resim 30- Wadi el Hol
Resim 31- Wadi el Hol
Resim 32- Wadi el Hol
Resim 33- Wadi el Hol yazıtlar
Resim 34- Serabit el-Khadim – Sinai 353, 349, 357, 361 ve 375a
Resim 35- Sina yazıtları - Sina 375a
Resim 36- Sina yazıtları - Sina 349












Resimler






Resim 1- Fayyum Gölü ve Fayyum havzası








Resim 2- El-Lahun Piramidi'ne kuzeyden bakan Lahun Barajı'nın (Gisr Gadalla) bir görünümü.
Lahun Barajı iki bentten oluşur. Güneyde Gisr El-Bahalawan ve kuzeyde Gisr Gaddala yer alır.










Resim 3- Bahr Yusuf (Yusuf Kanalı)







Resim 4- Kahun Kasabasını bulan Flinders Petrie ve arkeoloji ekibi








Resim 5a- Bebek iskeletlerinin bulunduğu sandıklar












Resim 5b- Bebek iskeletlerinin bulunduğu sandıklardan biri ve Kahun 










Resim 6a- Kahun/Lahun Jinekolojik Papirüsü.
Kahun/Lahun papirüsünde başlıca; Jinekolojik Papirüs, Lahun Matematik Papirüsü, matematiksel metinleri, Veteriner papirüsü ve Festivaller listesi bulunur.






Resim 6b- Kahun/Lahun Jinekolojik Papirüsü









Resim 7- Brooklyn Papirüsü









Resim 8-  Mısır 12. hanedan dönemine ait Bilginlerin asası - Liverpool Müzesi
















Resim 9- Hawara piramidi








Resim 10- Hawara piramidi









Resim 11- Labirent








Resim 12- Hawara Piramidi ve Labirent









Resim 13- On ikinci hanedan dönemine ait tuğla fırını 










Resim 14- Mumya analizi












Resim 15- Mumya analizi









Resim 16- Kan paraziti - Schistosoma haematobium











Resim 17- Kan paraziti konukçusu salyangoz









Resim 18- Ipuwer papirüsü








Resim 19- Sandalet Petroglifi






















Resim 20- Bölünmüş Kaya (split rock at Horeb)










Resim 21- Dayk sürüsü Kızıldeniz Çevresi










Resim 22-  Bölünmüş Kaya ve dayk görülüyor











Resim 23- Dayk, yakından görünüm 











Resim 24- Dayklar ve bölünmüş kaya 










Resim 25a- Bölünmüş kayadaki dayk












Resim 25b- Dayk bölgesinde yoğun su erozyonu görülüyor









Resim 26- On iki sarnıç/kuyu









Resim 27- Manna: unlu bitin (koşnil) salgıladığı tatlı madde








Resim 28- Manna








Resim 29- Mezarlık - Altın buzağı isyanında ölenlerin mezarı olduğu bildirilmiştir.








Resim 30- Wadi el Hol 









Resim 31- Wadi el Hol







Resim 32- Wadi el Hol 









Resim 33- Wadi el Hol yazıtlar











Resim 34- Serabit el-Khadim – Sinai 353, 349, 357, 361 ve 375a 













Resim 35- Sina yazıtları - Sina 375a











Resim 36- Sina yazıtları - Sina 349














Kaynaklar:

1- https://josephandisraelinegypt.wordpress.com/tag/Amenemhet-iv/
02.01.2024 tarihli erişim.

2- The Bible and Egypt, p. 143

3- https://www.hermitagemuseum.org/wps/portal/hermitage/digital-collection/06.+Sculpture/83612/?lng=
02.01.2024 tarihli erişim.

4- İkinci olarak, eğer Hetepti III. Amenemhat'ın karısı olsaydı, onun Medinet Madi tapınağında kocasının yanında bulunmamasının hiçbir açıklaması olmayacaktı; kocasının yanında ona Neferuptah eşlik ediyordu. Stilistik değerlendirmelerin temeli, orijinal dekoratif projenin bir parçası olmayabilir.
Aynı düşüncelere dayanarak Ryholt Amenemhat IV'ün kraliyet kanına sahip olmadığı sonucuna varıyor. Bununla birlikte, Hetepti kralla hiç evlenmemiş olsa ve sadece kraliyet hanımlarından biri olsa bile, hiçbir şey IV. Amenemhat'ın, oğlunun tahta çıkışı sırasında nihayet yüksek statüsüne ulaşan Amenemhat III ve Hetepti'nin oğlu olmasını engellemez. o yalnızca kralın annesi olarak hatırlandı. Aslında IV. Amenemhat'ın selefinden soyuna dair şüphe uyandıran başka ipuçları da var, ancak her ikisi de Medinet Madi'den olan iki belgede (8A: kısa koridorun batı pervazındaki sahne ve merkezi nişin içinde yer alan heykel), "Sonsuz yaşamla bahşedilen Yukarı ve Aşağı Mısır Kralı Makherura, Yukarı ve Aşağı Mısır kralı Nimaatara olan babası için mükemmel bir anıt yaptı [...]". Dodson, Amenemhat IV, Amenemhat III'ü "babası" olarak adlandırsa bile (it.s nsw bit ni-Mrt-R c ), iki kral arasında bir aile bağı olduğu sonucuna kesin olarak varılamayacağına dikkat çekti. (syf 16)

Amenemhat IV'ün tahta çıkmadan önce nasıl bir pozisyona sahip olduğunu söylemek mümkün değil ancak Sobekneferu'nun erkek kardeşi olarak evlat edinilmiş olması, Manetho'nun listesinde kraliçenin neden IV. Amenemhat'ın kız kardeşi olarak anıldığını açıklayabilir. (syf 17)
(4- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, pp. 16-17)

5-https://en.wikipedia.org/wiki/Turin_King_List#:~:text=The%20Turin%20King%20List%2C%20also,(Egyptian%20Museum)%20in%20Turin.
02.01.2024 tarihli erişim.

6- https://pharaohoppressionmosesisraelegyptdynasty.wordpress.com/tag/kahun/
02.01.2024 tarihli erişim.

7- Ancak bana göre Amenemhat'ın kraliyet dışı kökenine dair en önemli ipuçlarından biri, kraliçe Sobekneferu'nun adını sürekli olarak Amenemhat III'le ilişkilendirmesi, ancak asla Amenemhat IV'le ilişkilendirmemesidir. Bu, bazı bilim adamlarının kraliçenin doğrudan selefine karşı gerçek bir hafızanın lanetlemesi (damnatio memoriae) hipotezi kurmasına yol açtı. (syf 16)

Bu heykellerden ilki (A 1), silme girişimine rağmen, göğüs üzerine kazınmış bir yazıt göstermektedir; burada, silme girişimine rağmen, sA r c sıfatını ve ardından Amenemhat IV'ün tahta çıkışı mA c -hrw-rc'nin etrafındaki bir kartuşu ismini okuyabiliyoruz.(syf 60)
(7- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 16, 60)

8- The Political Situation in Egypt during the Second Intermediate Period c. 1800-1550 B.C., p. 209
3.3.1.1 Sobkhotep I ve Sonbef:
On Üçüncü Hanedanlığın ilk iki kralı, Sobkhotep I ve Sonbef, her ikisi de soyadı (filiative nomina) kullanarak Amenemhet adlı bir kralın oğulları olduklarını iddia etti. Amenemhet III'ün öldüğü sırada yaşayan hiçbir oğlu olmadığına inanmak için nedenler olduğundan (aşağıya bakınız), babaları Amenemhet IV olarak tanımlanabilir. Buna göre kardeş olacaklardı.
3.3.1.2 Amenemhet IV:
Ölümünden kısa bir süre önce Amenemhet III, Amenemhet IV'ü kendisine ait ortak vekil olarak seçti. Amenemhet IV, Amenemhet III'ün oğlu gibi görünmüyor. Amenemhet IV'ün Medinet Madi tapınağındaki sahnelerinde, bir Kralın Annesi Hotepti (tam başlık dizesi: iryt-p't hnwt-ßwy mwt-nsw hnmt-nfr-hdt) tasvir edilmiştir.718 IV. Amenemhet'in kabartmalarındaki varlığı açıkça onun annesi olduğuna işaret etmektedir. Önemli olan, kraliçe unvanını taşımamasıdır; bunun anlamı, Amenemhet IV'ün kraliyet kökenli olmadığıdır. Bu tür bir başka gösterge, Amenemhet III'ün kızı gibi görünen Nofrusobk'un kendisini defalarca bu kralla ilişkilendirmesi, ancak Amenemhet IV'ü görmezden gelmesi gerçeğiyle sağlanmaktadır.
Amenemhet III'ün kendi oğlu olmayan bir adamı vekil olarak seçmesi, onun yaşayan hiçbir oğlu olmadığını gösteriyor. Amenemhet III'ün en büyük kızı Nofruptah'a bahşettiği alışılmadık derecede yüksek statünün nedeni, bilinen hiçbir oğlu ve bir oğlunun olmaması olabilir. Durumu, adının genellikle bir kartuş içine alınması ve ardından ‘nhti dt sıfatının gelmesi gerçeğinde yansıtılmaktadır. Her iki özellik de bu dönemde aksi takdirde kralın ayrıcalıklarıydı (ikincisi ‘nh(w) dt biçimindedir), ve ayrıca kraliçenin ayrıcalığı olan wrt-i3mt ve wrt-hst sıfatlarında. Bu, Valloggia'nın Nofruptah'ın Amenemhet IV'ün eşi olduğunu öne sürmesine yol açtı.719 Bununla birlikte, Matzker'in işaret ettiği gibi,720 Nofruptah'a hiçbir zaman kraliçe (hmt-nsw) unvanı verilmemiştir, cenazesinde bile.721 Bu nedenle Nofruptah'ın aslında hiçbir zaman kraliçe olmadığı açıktır. Bununla birlikte, kraliçe lakapları, Amenemhet III'ün, muhtemelen kendi kanının tahtta kalması için Nofruptah'ı halefinin gelecek kraliçesi olarak işaretlediğini öne sürebilir.
(8- The Political Situation in Egypt during the Second Intermediate Period c. 1800-1550 B.C., p. 209)

9- Dams and public safety (Water resources technical publication), Robert B. Jansen, p. 4

10- The evolution of irrigation in Egypt's Fayoum Oasis: State, village and conveyance loss, p. 114

11- Dams and public safety (Water resources technical publication), Robert B. Jansen, pp. 3-6

12- El-lahun'daki barajın yapımı Senusret II'nin Orta Krallık dönemine dayanır. Gisr Bahlawan / Gadalla ismi verilen duvarının kalıntıları hala ayaktadır. Duvarın en kuzey ucunda, Senusret II'nin Orta Krallık el-Lahun piramidi vardır. Surun güney ucunda sekiz kilometre ötede, Gurob Hanedan kentinin kalıntıları vardır.
(12- The evolution of irrigation in Egypt's Fayoum Oasis: State, village and conveyance loss, p. 116)

13- The evolution of irrigation in Egypt's Fayoum Oasis: State, village and conveyance loss, pp. 117-120, 128

14- The evolution of irrigation in Egypt's Fayoum Oasis: State, village and conveyance loss, p. 115

15- El-lahun setinin inşası ile ilgili iki teori ileri sürülür:
Barajın Moeris Gölü'nün boyutunu büyütmek için yapıldığına inanan "rezervuarcılar" ve büyük gölün alanını küçültmek için arazi ıslah kampanyalarının başlatıldığını varsayan ıslahçılar var.
I-Rezervuar Teorisi
I. Amenemhat döneminde, Hawara Kanalı ve Fayyum depresyonunu Nil ile birleştiren Bahr Yusuf, eski Mısırlıların büyük Nil kontrol projelerinden biri oldu. Sonuç olarak göl, Nil ile serbest hidrolik iletişim halinde deniz seviyesinden 18 m yükseklikte tutulabilir ve böylece hem sel kapanı hem de rezervuar olarak hizmet verebilirdi. Şüphesiz önemli dalgalanmalar takip etti, ancak bu seviye Herodot'un gördüğü seviyeye yakındı.
18+ metrelik bir göl seviyesi, Karun Gölü'nü yüksek Nil seviyelerinin akışı ile dengeye getirirdi. Böylece, yaz selleri sırasında su Fayyum havzasından içeri ve dışarı akacaktı. Bu sırada, Rezervuar Teorisini destekleyenler, (büyük olasılıkla) Amenemhat I'in mühendislerinin, insan yapımı daha derin bir geçitle Fayyum'a doğru Bahr Yusuf'un akışını yeniden kanalize ettiğine inanıyorlar.

Rezervuar teorisyenleri, Amenemhat I'in El-Lahun'daki kanalı yeniden yapılandırmasını, Fayyum havzasını, olağanüstü yüksek sel yıllarında Nil Nehri için devasa bir acil taşma rezervuarına dönüştürme çabası olarak görüyorlar.

Garbrecht, Shedhat duvarın inşasının 12. Hanedan döneminde Fayyum'un içindeki akış sularını korumak için inşa edildiğini iddia ediyor. Garbrecht, bunun aşağıdakileri gerçekleştirmek için yapıldığına inanıyor:

(1) Nil Nehri'nden Fayyum'a giden eski bir nehir kolunu temizlemek ve yeniden etkinleştirmek.
(2) Kontrolsüz selleri önlemek ve girişi düzenlemek için Nil vadisi ile çöküntü arasındaki bağlantının barajlar vasıtasıyla kapatılması.
(3) Doğu dağlar ile batıdaki alçakta uzanan buharlaşma gölü arasındaki bataklık ve sazlık platoyu temizlemek ve kurutmak.
(4) Nil Nehri'nin sel sularının bir kısmını depolamak için suni göl oluşturmak. (Garbrecht 1987)
Mehringer ve diğerleri tarafından sunulan paleo-çevresel kanıtlar, Orta Krallıklar sırasında Moeris Gölü seviyesinin 20+ metre kadar yüksek olduğuna dair iyi bir kanıt sunar. Bu da rezervuar hipotezini destekler.

II- Islah Teorisi
Islah Teorisi Rezervuar Teorisinden, al-lahun setinin Fayyum'daki suyu içeride tutmak yerine dışarıda tutmak için inşa edildiğini öne sürerek farklılık gösterir.
Fayyum havzasına su akışını yapay olarak azaltarak ve düzenleyerek, göl yüzeyinin hızlı buharlaşması sağlanacak ve böylece ilave arazi kazanılmıştır. Bu arazi daha sonra bir set ve drenaj kanalları sistemi ile yeniden su basmasına karşı korunmuştur. David, duvarı Crocodilopolis bölgesinde 17.000 dönümlük ek bir alanı geri alan sonraki setleri inşa eden Amenemhat III'e atfeder.

Hanedan yönetimi, Hawara'daki suyolunu tarayıp kanalize etti. Daha sonra yüzlerce kilometre karelik Fayyum'u göl ve bataklık alanlarından ekilebilir tarım alanlarına dönüştürdü. Önceki dönemlerden farklı olarak, Hanedan yöneticileri Fayyum hidrolojisi gibi monolitik projelere yöneldi. İhtiyaç olan büyük emek işgücünü çeşitli bölgelerden getirilip böylesi birleşik çalışmaya yönlendirmiştir.
(15- The evolution of irrigation in Egypt's Fayoum Oasis: State, village and conveyance loss, p. 128)

16- The Bible and Egypt, p. 154

17- Bunun kanıtı olarak, Flinders Petrie, Kahun'da eski krallara ait 21 tane “bok böceği” bulmasını gösterir. Bulunan en son bok böceği Neferhotep'e aittir. Bu nedenle Neferhotep’in Mısır’dan Çıkış firavunu olduğu kabul edilir. Mısır tarihini ilk düzenleyen rahip Manetho'ya göre Hiksoslar Mısır'ı "savaşsız" işgal etmeden önce hüküm süren son kraldı. Khasekemre-Neferhotep’in ordusu suda boğulduğu için Hiksoslar Mısır’ı savaş yapmadan işgal ettiler.
(17- Searching for Moses by David Down, pp. 53-57)

18- Rohl, Pharaohs and Kings: A Biblical Quest, p. 271

19- Royal Executions: Evidence bearing on the Subject of Sanctioned Killing in the Middle Kingdom, Kerry M. Muhlestein, pp. 15-16

20- Royal Executions: Evidence bearing on the Subject of Sanctioned Killing in the Middle Kingdom, Kerry M. Muhlestein, pp. 5-6

21- İnfaz Yasaları:
*İsyankâr düşmanların başlarının kesilmesi, derisinin yüzülmesi ve yakılması, ayrıca onlara kurbanlık katliam muamelesi yapılması, açıkça kraliyet eylemlerinin repertuarının bir parçasıydı. Başının kesilmesi ve yakılması bu çağdan önce ve sonra kanıtlanmıştır, ancak bu, deriye atılmaya ilişkin bilinen tek atıftır ve burada kullanılan terminoloji benzersiz olsa da kazığa atmanın ilk kanıtıdır. Ek olarak, bu cezayı ortaya çıkaran eylem de saygısızlıktır. Başka bir metin, en azından bazı saygısızlık türlerinin ölüm cezası olduğunu gösteriyor: Ugaf (MÖ 1761–59) tarafından yazılan ve daha sonra Neferhotep I (MÖ 1737–26) tarafından gasp edilen bir Orta Krallık yazıtı. Metinle birleştirilen arkeolojik bağlam, stelin tapınak ve mezarlık arasındaki alay yolunun bir bölümünü "kutsal toprak" olarak belirlemek için tasarlandığını açıkça ortaya koymaktadır. (p. 20)
*Bir başka kanıt, saygısızlık için infaz olmasa da kült çağrışımları nedeniyle dikkate alınmaya değerdir. Kush'de Nil kıyılarında inşa edilmiş bir Orta Krallık kalesi olan Mirgissa'daki katliamdan burada bahsedilir çünkü kurban çağrışımları Tôd tapınağındakilere benzer. Mirgissa'da, Orta Krallık bağlamında, idam törenlerine katılmaya zorlanan bir adamın kalıntılarının yanında 175'ten fazla infaz metni bulundu. Yakınlarda pek çok heykelciğin kalıntıları ve bir çakmaktaşı bıçağı vardı. Ritner, bunun geleneksel katliam için geleneksel bıçak olduğunu ikna edici bir şekilde göstermiştir (sayfa 195). Bıçaktan yaklaşık yirmi santimetre uzaklıkta, çene kemiği olmayan bir çanak çömlek kabına baş aşağı gömülmüş bir insan kafatası bulundu. Cesedin geri kalanı atıldı. Muayene, cesedin bir Nubia'lı olduğunu gösterdi. Bu, inkâr edilemez bir şekilde ritüelin kil figürlerinin insan karşılığıydı. Ritner buna "insan kurban etme uygulaması için tartışılmaz kanıt" diyor. (p. 22)
*Orta Krallık'taki suç eylemleri için idam cezasına dair sağlam kanıtlarımız var. Ancak elimizde bulunan parçalar bunun o dönem için standart bir uygulama olduğuna dair mozaik bir izlenim yaratıyor. Örneğin, zina ölüm cezası olarak görülebilir. (p. 25)
*Ritüel insan katliamı, yakma / pişirme, kafa kesme, kazığa oturtma ve yüzme gibi kesinlikle Orta Krallık repertuarının bir parçasıydı. (p. 39)
(21-Royal Executions: Evidence Bearing on the Subject of Sanctioned Killing in the Middle Kingdom, p. 20, 22, 25, 39)

22- Iconography of Humiliation: The Depiction and Treatment of Bound Foreigners in. New Kingdom Egypt, Mark D. Janzen, pp. 20-21, 319

23- https://en.wikipedia.org/wiki/Execration_texts
02.01.2024 tarihli erişim.

24- Kraliyet İnfazları
*Ölüm cezası, Düzenin bir restorasyonuydu ve bu nedenle ritüelleştirildi. Örneğin, Orta Krallık döneminde, Senusret son derece acımasızca davranmakta:
“... bu eve tecavüz edenler, [Majesteleri] aralarında (?)], (Hem) erkek hem de kadınlarda [büyük (?)] Bir katliam yaptı, vadiler (dolu) derisi yüzülmüş ve nakledilmiş dağlar; Teraslardan gelen düşman mangalın üzerine yerleştirildi, yaptıkları yüzünden (ateşle) ateş oldu ... ”191Redford tarafından" derisi yüzülmüş "olarak tercüme edilen kelime srH'dir ve muhtemelen Batı Semitik kökü ile özdeşleştirilecektir. Kılıç için Ugaritik kelime (SlH). "Kazığa" gelince, kullanılan kelime ptXw'dir ve anlamını netleştiren dört paylı belirleyici (dik bağlanmış), büyük olasılıkla aynı eylemi ifade eden Semitik ptH kelimesini takiben.192 Senusret tarafından verilen cezalar son derece serttir ve Asur krallarının yaptıklarını akla getirin.
(24-Iconography of Humiliation: The Depiction and Treatment of Bound Foreigners in. New Kingdom Egypt, Mark D. Janzen, p. 304)

25- Görünüşe göre III. Senusret Tell el-Daba şehrine ilgi duydu ve diğer idari reformlarla birlikte doğu Deltası'ndaki yerleşimlere yönelik daha sıkı bir politika getirdi. Ezbet Helmi'de bulunan ancak hiç şüphesiz Ezbet Rushdi'den nakledilen Amenemhat I'in (Levha 27, A) yazıtlı bir kapısı, iç tarafında III. Senusret’inn yenilenen bir yazıtını taşımaktadır.
(25- Avaris: Capital of the Hyksos, Manfred BIETAK, p. 10)

26- The Kahun Gynaecological Papyrus: ancient Egyptian medicine, Lesley Smith

27- https://afrolegends.com/2018/07/09/african-ancient-medicine-the-kahun-gynecological-papyrus/
02.01.2024 tarihli erişim.

28- The Pyramid Builders of Ancient Egypt: A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID

29- https://www.intechopen.com/chapters/78710
02.01.2024 tarihli erişim.

30- https://www.ucl.ac.uk/museums-static/digitalegypt/med/birthpapyrus.html
02.01.2024 tarihli erişim.

31- The Pyramid Builders of Ancient Egypt: A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID, p. 124

32- The Pyramid Builders of Ancient Egypt: A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID, p. 126

33- The Pyramid Builders of Ancient Egypt: A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID, p. 137

34- The Pyramid Builders of Ancient Egypt: A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID, pp. 126-127

35- Ancient Egyptian health related to women: obstetrics and gynaecology, Bouwer, Debra Susan p. 33

36- The Bible and Egypt, p. 60, 162

37- The Pyramid Builders Of Ancient Egypt A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID, p. 59, 106

38- Tjaru Kalesi ile kanal arasındaki yakın ilişki, kanalın geniş bir hendek olarak savunma amaçlı bir amacı olduğu hipotezini desteklemektedir. Köprü, elbette, Mısır birliklerini kanal boyunca ileri geri hareket ettirmek için gerekliydi. Köprü kalıcı bir demirbaş olsaydı, kalenin yakınlığı onu savunmak için gerekli olurdu ve kabartma kesinlikle bunu öneriyor. İsrailli jeologlar, Karnak'ta tasvir edilen kanalın ve keşfettikleri özelliğin aynı olduğuna inandıkları için, kanalın fotoğraflarında görünmeyen bir bölümünü Tell Abu Sefeh'in yanından geçerek, düşünerek yeniden inşa ettiler.
(38-Israel in Egypt: The Evidence for the Authenticity of the Exodus Tradition James K. Hoffmeier, pp. 184-185, 224)

39- The Pyramid Builders of Ancient Egypt: A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID, p. 92

40- The People of the Cobra Province in Egypt: A Local History, 4500 to 1500 BC, Wolfram Grajetzki, p. 176

41- The People of the Cobra Province in Egypt: A Local History, 4500 to 1500 BC, Wolfram Grajetzki, p. 198

42- Zorla Çalıştırma (Forced Labor)
Eski Krallığın sonunda, zorla çalıştırmanın en aşırı türü olan kölelik yürürlükteydi. Orta Krallıkta, yabancılar kölelerin en büyük bölümünü temsil ediyordu. Genellikle askeri seferlerde elde edilen mahkûmlar, sıklıkla Mısırlılara mülk olarak verildi. Örneğin çiftçi Hekanakht, karısına Yakın Doğu köleleri verdi. Bununla birlikte, birçok yabancı köle, tapınaklarda ve kalelerde zorunlu çalışmaya mahkûm edildi.
(42- The Oxford Encyclopedia of Ancient Egypt. Oxford University Press. 2001)

43- https://en.wikipedia.org/wiki/Papyrus_Brooklyn_35.1446
02.01.2024 tarihli erişim.

44- On İkinci ve On Üçüncü Hanedanlar döneminde yazılmış iki dizi belgeyi içeren bu papirüs, Geç Orta Krallık dönemindeki Mısır uygarlığının sosyal, ekonomik, yasal ve siyasi yönleriyle ilgili olması nedeniyle birçok açıdan son derece önemlidir.
Papirüsün rektosu, muhtemelen Thebes'teki, Amenemhat III’ün 31. yılına tarihlenen zamanında, birkaç tarih formüllerinden ve paleografinin gösterdiği gibi korunmuş “Büyük Hapishane” sabıka kaydının bir bölümünü içeriyor. Raporda, angarya görevlerinde bulundukları yerlerden kaçan ve böylece kaçak hale gelen, çoğu köylü olan, biri kadın olmak üzere seksen kişi listeleniyor Olaya karışan kişiler yeniden yakalanmış ve “Büyük Hapishaneye” gönderilmişti ve papirüs, çeşitli davalarının nasıl çözüldüğünün kayıtlarını içeriyor. Çeşitli (çalışma kamplarından ya da hapishaneden firar zamanları) ilgili yasalara atıfta bulunan ve Orta Krallık Mısır'da kodlanmış bir yasanın varlığının açık kanıtları gibi görünen belirli ifadeler büyük ilgi çekicidir.
Papirüsün rektosunda ayrıca ana metnin çeşitli sütunları arasında bırakılan boşluklara yazılmış üç ekleme yer almaktadır. Ekleme A, ana metin gibi, muhtemelen Amenemhat III zamanından kaynaklanmaktadır. Görünüşe göre, kaçakların zorla çalıştırmadan geri alınmasıyla ilgilenen bir bölge memurunun mektubu. O kadar kötü korunmuş ki, ondan fazla bir şey toplanamıyor.
(44- A Papyrus of the Late Middle Kingdom In the Brooklyn Museum by William C. Hayes)

45- http://www.henryzecher.com/papyrus_ipuwer.htm
02.01.2024 tarihli erişim.

46- The Ipuwer Papyrus and the Exodus, p. 4

47- Kahun’da bulunan papirüslerde; Bir listede, Sokar, Khoiak ve hükümdarlık kralının festivallerini içeren bir dizi festivalden bahsedilir. Ayrıca muhtemelen su altında kalan barajın kesilmesiyle bağlantılı olan bir "Nil'i Alma" festivali de var. Tablo 3, tanrıçanın Kahun tapınağına yaptığı ziyareti kutlamış olabilecek "Herakleopolis Hanımı Hathor Kürek Festivali" ile ilgilidir.
(47- The Pyramid Builders of Ancient Egypt: A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID, p. 134)

48- Ashton and Down, ref. 5, p. 98

49- https://apologiaway1.wordpress.com/2018/03/22/which-came-first-the-pyramids-or-the-flood/
02.01.2024 tarihli erişim.

50- HeKa: Mısır Büyüsünü Kendi Koşullarıyla Anlamak, Dr. Flora Brooke Anthony
Ḥeka: Kozmik Kuvvet
Uzun bir süre boyunca, Mısır büyüsü çalışmaları, ḥeka'ya modern bir Batı merceğinden odaklandı ve bu nedenle büyü kötü olarak anlaşıldı. Gerçekte, ḥeka bundan çok daha geniş ve daha yaygındır. Kavram eski Mısır sihri, dini ve tıbbı arasında net sınırlardan yoksundur. Ḥeka aktif ritüellerle sınırlı değildi, ancak hayata nüfuz eden bir güçtü. Eski Yakın Doğu'da "sihir" negatif bir değere sahip değildi ve uygulayıcıları genellikle tapınak rahipleriydi. Evrenin nasıl işlediğine dair eski Mısır şemasında, sihir ne olumlu ne de olumsuzdu; bunun yerine yok etmek veya korumak için kullanılabilecek kozmik bir güçtü. Mısırlıların ḥeka dediği bu kozmik kuvvet, orijinal bağlamında anlaşılmalıdır. Yoksa kesinlikle yanlış yorumlanacaktır.

Ḥeka Her Şeye Yayılmış Kuvvet
Başlangıç hikâyelerinde, yaratıcı tanrı Atum ḥeka'yı dünyayı yaratmak için kullanır. Sonuç olarak, evrenin her yönü ḥeka'dan yapılmıştır. Bu yaratıcı eylem nedeniyle acteka tanrılar, insanlar, topraklar, su, hayvanlar, bitkiler - her şeyi yaptı. Bu, "zorlayıcılığı ve her yere yayılmışlığı bakımından doğanın yasalarıyla karşılaştırılabilen - her gün devam ettirildiği ve insanlığın yönetildiği, dünyanın yaratıldığı, her yeri kaplayan zorlayıcı bir güce benzetildi."

Tanrı Ḥeka
Tanrı Ḥeka, ḥeka kuvvetinin bir somut örneğidir. Firavun Mısır'ında ḥeka dinin ayrılmaz bir parçasıydı. Bu nedenle, birincil uygulayıcılarının olması şaşırtıcı değildir. Heka'nın genellikle tapınak ve saray kütüphanelerine erişimi olan ve “kaderi defetmek” için okumalar içeren eski kitapları okuyabilen rahiplerdir.

Atma çubukları/asalar (avlanmak için kullanılan erken bir silah) şeklinde olan bu asalar, genellikle bıçak tutan birçok efsanevi yaratıkla süslenmiştir. Bu canlılar “savaşçı”, “koruyucular” (sau) ya da “Tanrılar”dır (neteru).

Cankurtaran / Hayat Veren Ḥeka
Doğumda ölüm yaygın olduğu ve bebek ölüm oranları yüksek olduğu için çocuk doğum ve doğurganlık gerçekten de antik dünyada önemli endişelerdi. Eski Mısırlılar, hamile kadınların ve küçük çocukların, doğum sırasında ölen ve intikamcı olabilecek kadınların hayaletlerinden korunması gerektiğine inanıyorlardı. Ebeler, büyüler, muskalar ve şifalı bitkiler yoluyla kadınları ve küçük çocukları korumaya yardımcı olabilirler.

Mezar Büyüsü
Ḥeka, görünüşte doğumda ve ölümde bir varoluş durumundan diğerine geçişin eşik aşamalarında uyandırıldı. Mısır düşüncesinde hem doğum hem de ölüm yeni “yaşam” aşamalarına geçiş olduğundan, olan kozmik gücü ḥeka'nın yaratılış için gerekli burada da çok önemliydi. Bu nedenle mezar, ḥeka'nın eski Mısır diniyle birlikte çalıştığı bir alandır. Yani HeKa yaratıcı bir güçtü. Yeniden yaratmak için bir kuvvet oldu ve dünyaya yeni bir hayat getirmek için gerekliydi. Mezar ortamı böylece yaratılışın ayrılmaz parçası oldu.

Engerek Boynunu Kesmek: Ḥeka'nın Olumsuz Sonuçlardan Kaçınma
Mezar resimleri ve sahibine sunulan formül ve yiyecek resimleri gibi bunlara eşlik eden metinlerin mezar sahibine sonsuza dek gerçek bir geçim sağlaması bekleniyordu. Bir mezar bağlamında, nihayetinde merhumun yararına, dönüştürücü bir imge ve kelime unsuru vardı. Yine de sihir güçlüdür ve olumsuz sonuçları olabilir.

Örneğin, boynuzlu engerek fonetik ses "f" için bir hiyerogliftir. Ama aynı zamanda bir engerek, tehlikeli bir hayvandır. Mısırlılar, deyim yerindeyse ölüleri hayata döndürmek için cenaze törenleri sırasında varlığının sonuçlarından korkuyorlardı. Ve bu nedenle, bir mezar bağlamında, sihirli bir şekilde canlanıp mumyaya zarar vermemesi için “f” bir bıçakla veya kafası kesilerek yok edilmelidir.

Her Gücü Ḥeka'nın Şeyi Kapsayan
Ḥeka sadece doğumda ve ölümde değil, dünyadaki her insan, tanrı, tanrıça ve nesnede mevcuttu. Eski Mısırlılar dünya görüşünün temel bir bileşeni olan ḥeka'sız bir dünya tasarlayamazlardı. Tanrı ya da insan tarafından zarar vermek ya da korunmak için kullanılabilen ve manipüle edilebilen doğal bir güçtü.

Tıbbın öncülü, dinin güçlü yönüydü ve onsuz Mısırlılar güneşin bir daha doğmayacağını ve ruhlarının öbür dünyaya dayanamayacağını düşünüyorlardı. Ḥeka, kaderin darbelerini yumuşattı ve insanlığın kontrolünün ötesinde bir dünyayı kontrol altına almasına izin verdi.

Mısır bilimciler her zaman modern bilim adamlarının "sihir" olarak anladığı kavramsal alana ḥeka'yı sığdırmaya çalıştılar. Ancak ḥeka bu kategoriye tam olarak uymuyor. Ḥeka, büyücünün kullanılıp bir kenara bırakılabilecek kötü niyetli gücü değildir. [28] Bunun yerine, evreni yaratan ve harekete geçiren bir güçtür, ancak istenen sonucu elde etmek için eylemler, kelimeler, nesneler ve imgeler tarafından da manipüle edilebilir.
(50- https://www.thetorah.com/article/heka-understanding-egyptian-magic-on-its-own-terms)
02.01.2024 tarihli erişim.

51- The World of Middle Kingdom Egypt (2000-1550 BC), p. xi, 126, 129, 130, 133

52- https://tr.wikipedia.org/wiki/Hathor
02.01.2024 tarihli erişim.

53- https://tr.wikipedia.org/wiki/Nil#Nil_ta%C5%9Fk%C4%B1nlar%C4%B1
02.01.2024 tarihli erişim.

54- https://en.wikipedia.org/wiki/Flooding_of_the_Nile
02.01.2024 tarihli erişim.

55- The World of Middle Kingdom Egypt (2000-1550 BC), p.135

56- Studies in the Twelfth Egyptian Dynasty: I-II, p. 6

57- https://answersingenesis.org/archaeology/ancient-egypt/the-pyramids-of-ancient-egypt/
02.01.2024 tarihli erişim.

58- https://www.britannica.com/biography/Amenemhet-III
02.01.2024

59- A cognitive approach to the topography of the 12 th dynasty pyramids, Giulio Magli

60- The Pyramids An Enigma Solved, Prof. Joseph Davidovits and doc. cand. Frédéric Davidovits, p. 169

61- The Pyramids An Enigma Solved, Prof. Joseph Davidovits and doc. cand. Frédéric Davidovits, p. 281

62- The Egyptian Labyrinth, Alan B. Lloyd, pp. 85, 93-95

63- Bahsedilen 3.000 birime genel olarak "odalar" denir, ancak onlar için kullanılan oικoς kelimesinin aslında üç olası anlamı vardır; ilki ve görünüşte en muhtemel olanı "ev, mesken, konut", ikinci "evin bir kısmı, odalar, vb.” ve üçüncüsü “tanrının evi, tapınak”. Üç bin ev ve hatta tapınak gerçekten de hayranlık uyandıracak bir şeydir ve tasarımı ne kadar karmaşık olursa olsun, herhangi bir tapınaktan çok daha geniş bir konsepte işaret eder. Odalarının yarısı yeraltında olan yapılar bağlamında özellikle bu binalar taştan veya kısmen taştan yapılmış ve oymalarla süslenmişse, sıradan bir mesken anlamında “ev” fikri imkânsızdır. Herodot'un buraların Dodekarch'ların mezar yerleri olarak tasarlandığına dair ilave beyanı veya Herodot'un onları inşa ettiğini düşündüğü on iki Geç Dönem krallıklarının, işlevlerinin bir çözümü olarak açıkça savunulamaz olduğu açıktır. Tapınaklar gerçekten de zemin seviyesindeki binaların tanımına uyuyordu, ancak bunların altındaki bu ölçekteki yeraltı mezar yerleri yine Firavun Mısır'ında eşi benzeri görülmemiş bir şeydi.
(63- Pharoah's Gateway To Eternity Uphill, p. 153)

64- New Light on the Egyptian Labyrinth: Evidence from a Survey at Hawara, Inge Uytterhoeven and Ingrid Blom-Boe, p. 115

65- A Virtual Exploration of the Lost Labyrinth Developing a Reconstructive Model of Hawara Labyrinth Pyramid Complex, Narushige Shiode, Wolfram Grajetzki, p. 6

66- An examination of groundwater within the Hawara Pyramid, Egypt, p. 2

67- The Two Labyrinths, H. R. Hall, p. 320

68- Mısır’daki Labirentten etkilenen Girit’teki Minos Labirentinin işlevine bakıldığında; tıpkı Mısır Labirentinde yapıldığı gibi ölüm ve yeniden doğuş konusunu aydınlığa çıkarmak yerine insanları karanlığa sürükleyecek eylemlerin yapıldığı bilinmektedir. Labirentin sütun ve duvarlarında amaca hizmet eden figürlerin bulunduğu bildirilmiştir.
Burada, gökyüzünün Minoslular için ne anlama geldiğini düşündüğüm hakkında daha fazla ayrıntıya girerek Cook'un teorisini detaylandırmak istiyorum. Araştırmamın henüz erken bir aşamasında olmasına rağmen, Girit labirenti efsanelerinin, On İkinci Hanedanlık döneminde Kahun'da ve başka yerlerde Minoslu işçilerin hayranlıkla kullandığı tüm Mısır binalarının en görkemlisinin halk hafızasını birleştirdiğine inanıyorum. (Kemp ve Merrillees 1980, 79-85), daha sonraki Yunan kavramı olan labirent - ölüm ve yeniden doğuşla ilişkili çok büyük ve kafa karıştırıcı bir yerdir.
(68- The astral labyrinth at Knossos, Alexander MacGillivray, p. 330)

69- Bu, Yunanistan'ın efsanevi tarihinde Daedalus'un Girit kralı için kopyaladığı tapınak olarak anılan tapınaktır. Mısır tarihi ve Hawara'daki kazılar, efsanenin doğru olduğunu kanıtlıyor.
11. hanedan döneminden ve 12. yüzyıl boyunca, özellikle Amenemhat III ve seleflerinin saltanatları sırasında, yaklaşık MÖ 2000 Mısır ve Girit arasındaki yakın ticari ilişkilerin kanıtlarını buluyoruz. Giritli zanaatkârlar firavun tarafından istihdam edildi ve bu zamanlarda Mısır'da Girit işçiliğine ait birçok nesne ortaya çıktı. Deadalus'un zanaatını firavunun sarayında öğrenen ve onun güçlü binalarından ilham alan Giritli usta-inşaatçılardan biri olması muhtemel görünüyor. Dr. Hall'un kanıtları bu teoriyi destekliyor gibi görünüyor. Labirenti anlatırken şöyle diyor: “Giriş Parian mermerinden, gerisi siyenitten yapılmıştır. ... Tabii ki, Parian mermeri değildi, belli ki bir tür kristal mermer ya da kuvars damarlı kireçtaşıydı. ... Bu ince ve parlak beyaz taş kullanımı, Mısır tarihinin bu döneminin karakteristik özelliği gibi görünmektedir; parlayan beyaz kuvarsit parlayan beyaz kuvarsit o zamanlar çok kullanılırdı. ... Pliny, antik dünyanın, Lemnos ve İtalya'nın yanı sıra Girit ve Mısır'ın tüm labirentlerinin cilalı taştan kemerli çatılarla kaplı olduğunu kaydeder. ... 11. hanedanın Mentulietep III‘ün mezar tapınağının kazılarında, Bay Somers Clarke'ın bana bildirdiğine göre, Thebaid yakınlarında bulunan, cilalı beyaz kristal mermerden iki gerçek ince kaplama levha parçası bulundu; Bunların, bulundukları konumdan, 11. hanedan dokusunun parçaları olduğuna inanıyorum, daha sonraki bir tarihe ait değil. İçlerinde Knossos'un alçı kaplama levhalarıyla kesin bir paralellik var. Girit ve Mısır'da mimaride parlayan beyaz taşın bu çağdaş kullanımı bana sadece bir tesadüften daha fazlası ve diğerlerinde olduğu gibi bu konuda da bir bağlantıya işaret ediyor gibi görünüyor. ... Erken Minos mimarları, Hawara Labirenti, Sfenks Tapınağı ve Deir-el-Bahari'deki 11. hanedan sütun ve duvarlarının Mısırlı mimarları ile ya gerçekten çağdaştı ya da çok az gerideydi.”
(69- The Labyrinth: Further Studies in the Relation between Myth and Ritual in the Ancient World, S. H. Hooke, p. 19)

70- Sir Arthur Evans'ın Knossos'taki çalışması bize, Theseus ve Minotaur mitinde de bulunan eski inanç ve ritüel modelini yansıtan Girit boğa kültünü ortaya çıkardı. Bu efsane bize Yunanistan'la ve Akropolis'teki en eski tapınakta gerçekleştirilen ve bu tür bir ritüel ve inancın merkezi olarak bir labirent olarak kabul edilebilecek olan yıllık ritüelle bağlantıyı verir.
(70- The Labyrinth: Further Studies in the Relation between Myth and Ritual in the Ancient World, S. H. Hooke, p. 30)

71-The Idea of the Labyrinth From Classical Antiquity Through the Middle Ages, p. 23

72- Her şeyden önce, Labirent, gizemlerin en büyüğü olan Yaşam ve Ölüm ile ilgili faaliyetlerin merkeziydi. Orada insanlar ölümü yenmek ve yaşamı yenilemek için bildikleri her yolu denediler. Labirent, öbür dünyadaki yaşamı korunsun diye ölü kral tanrıyı korudu ve gizledi. Orada yaşayan kral-tanrı, ölü atalarının ölümsüz yaşamlarıyla ilişki kurarak kendi canlılığını yenilemeye ve güçlendirmeye gitti. Labirent, insanların en güçlü duygularının merkeziydi - en yoğun ifade biçimleri orada sevinç, korku ve kederdi. Bu duygular belirli kanallara yönlendirilerek ritüel ve en eski sanat formlarını -sadece müzik ve dans değil, aynı zamanda heykel ve resim de- ürettiler. Labirent, mezar ve tapınak olarak, o günlerde dini ve hayat veren bir öneme sahip olan tüm sanat ve edebiyatın gelişimini destekledi.
(72- The Labyrinth: Further Studies in the Relation between Myth and Ritual in the Ancient World, S. H. Hooke, p. 42)

73-The Idea of the Labyrinth From Classical Antiquity Through the Middle Ages, p. 35

74-The Labyrinth Further Studies in the Relation between Myth and Ritual, p. 24

75- https://www.youtube.com/watch?v=g2BMxATKFHg
Pınarın Kaynağından 142. Bölüm 21-32. dakika; 31.01.2024 tarihli erişim.

76- W. M. Flinders Petrie, Religious life in ancient Egypt, 1924, pp. 208-209

77- Tanrıların önünde duran Firavun otoritesini gösterir. Gökyüzüne çıkabilmeleri için onlara bir merdiven yapmalarını emreder. Ona itaat etmezlerse ne yiyecekleri ne de sunuları olacaktır. Ancak kral bir önlem alır. Konuşan kişi olarak kendisi değil, ilahi güçtür: "Bunu size söyleyen ben değilim, tanrılar, konuşan Sihirdir". Firavun tırmanışını tamamladığında, ayaklarındaki sihir "Gök titriyor", "yer önümde titriyor, çünkü ben bir sihirbazım, sihire sahibim" diyor. Aynı zamanda, tanrıları tahtlarına yerleştiren, böylece kozmosun onun kadimiyetini tanıdığını kanıtlayan kişidir.
(77- C. Jacq, Egyptian Magic, 1985, p. 1)

78- GEÇİT YOLU
Gösterildiği gibi, Hawara'daki piramit koridoruna ana yaklaşım doğudan ziyade güneydendi ve bu nedenle yönlendirme olmasa bile normal bir piramit ilerleme şemasını takip etti. Eğim daha sonra Vadi Tapınağı'nın arkasından kademeli olarak yükselir ve kuzeyindeki dış çevre duvarına ulaşırdı.
Amenemhat III'ün Dahshur piramidinin planını takiben, bu rampa, dış tuğla duvarları arasında 35 arşın (18.31m, de Morgan yaklaşık 18.55m verdi) olacaktı. Bu, 8.55 m genişliğinde, her biri 5 m'lik iki tuğla döşeli yan şeritle çevrili, yine her biri 1.15 m'lik dış tuğla duvarlarla çevrili, toplam genişliği yaklaşık 20.58 m veya yaklaşık 40 arşın olan merkezi bir taş döşemeli bölümden oluşuyordu. Böyle merkezi bir taş döşemeli yolun genişliği, her biri yaklaşık 1.50 m kalınlığındaki yan duvarları dahil olmak üzere yaklaşık 8 m genişliğinde olan I. Senusret'in piramit yolundaki yükselen taş koridorun genişliğine çok yakındı. Bu nedenle, Dahshur'daki taş döşeli alan, rahiplerin tapınaklarda hizmet ederken kullanacağı asıl geçidi desteklemiş olabilir.
Hawara'daki büyük platformun, piramidin yaklaşık 500 arşın (261 m) güneyinde bir noktaya ulaşılana kadar oldukça düzgün bir yüksekliğe sahip olduğu zaten kanıtlanmıştır. Bu nedenle, üst platform büyük platformdan yaklaşık 3 m veya muhtemelen 6 arşın daha yüksekte durduğundan, platformu kesen geçit için eğiminin çok büyük olması gerekmez. Gösterileceği gibi, Vadi Tapınağı'nın konumu net olmasa da Dahshur'daki gibi, kendi yokuşunun tepesindeki büyük platformun üzerinde durmuş olma olasılığı çok yüksektir. Durum böyleyse, diğer Amenemhat örneğiyle aynı büyüklükte, yani 72 m uzunluğunda olduğunu ve piramidin yaklaşık 255-6 m güneyinde Hawara'daki alanda Petrie tarafından işaretlenen tuğla duvarın, Amenemhat'ın konumunu işaret ettiğini varsayarız. Güney cephesi ise, geçidin yaklaşık uzunluğu için aşağıdaki rakamlar hesaplanabilir. Piramit muhafaza genişliği için yaklaşık 255-6m-72m-48 1/2m, 135m verir. Piramidin tapınağının avlusundan önce uzanan 24 m uzunluğunda bir girişi varsa, bu rakamın 11 lm'ye düşürülmesi gerekir. Dolayısıyla bu toplamlar 45'te 1 veya 39'da 1'lik eğim açıları verir. Platformun bir bütün olarak güneye doğru hafifçe eğimli olması veya farklı yüksekliklerde farklı bina sıraları için bir şekilde teraslanmış olması mümkündür. Ancak bu alternatifler Lepsius ve Petrie tarafından verilen gerçeklere uymuyor ve Dahshur'da Amenemhat'ın ikinci piramidi için kullanılan sistem düşünüldüğünde daha az olası görünüyor.
(78- Pharoah's Gateway To Eternity Uphill, p. 119)

79- The Pyramids An Enigma Solved, Prof. Joseph Davidovits and doc. cand. Frédéric Davidovits, p. 284

80- Spencer, Mısır'daki kapsamlı tuğla mimarisi çalışmasından şu sonuca varıyor:
Yanmış tuğlanın Mısır'da her dönem bilindiği, ancak yalnızca dayanıklılığı kerpiç üzerine özel bir avantaj sağlayacağı zaman kullanıldığı sonucuna varılmalıdır. Yanmış tuğlanın kullanımını engelleyen bir faktör muhtemelen ateşleme için gereken yakıtın temini ve maliyeti olabilir.
(80- A. J. Spencer, Brick Architecture in Ancient Egypt, 1979, p. 141)

81- Yanmış tuğlanın bilinçli kullanımının bilinen en eski örneği, Orta Krallık Dönemi'nde (gözlemlenmektedir Nubia'daki kalelerde 11. ve 12. Hanedanları kapsayan); bu kaleler, 30 x 30 x 5 cm boyutlarında zemin döşemesinde kullanılmak üzere inşa edilmiştir.
(81- https://www.islamic-awareness.org/quran/contrad/external/burntbrick)
02.01.2024 tarihli erişim.

82- Petrie, anıtın yapısıyla ilgili olarak, piramidin tuğla ve kum çekirdeğinin altındaki kayanın mezar odasına doğru alçaldığını ve böylece belki de inşaat başlamadan önce sitenin orijinal eğimini işaretlediğini belirtti. Büyük odanın mezar çukurunun etrafındaki tuğla duvarı, tuğlaları sabitlenmeden kum yataklarına basitçe döşenen piramit çekirdeğinin aksine, çamurlu çimento ile harçlanmıştır. Bahsedilen tuğla oda kuzeyden güneye yaklaşık 22m ve doğudan batıya 17m plan ölçüsündedir, bkz. pl. 9. Duvar kalınlığı verilmemiştir, ancak Petrie alt yapıdaki maceralı kazısında duvarın içinde bir tünel açıyordu. İçinde bulunan kaya çukuru yaklaşık 18m+ kuzey-güney ve 13.5m doğu-batı yönündedir. Tuğla duvar, Petrie tarafından "cüce duvar" olarak işaretlendi ve tüm tasarım, Birinci Hanedan mezar çukurlarına ve tuğla odalarına oldukça benziyor. Tuğla duvarın içindeki kaya zemin, çukura giden batıya doğru hafifçe eğimliydi. Mezar odasının çatı levhaları üzerinde gösterilen tuğla kemer, yukarıdaki piramit kütlesinin büyük ağırlığını desteklemeye yardımcı oldu. Petrie raporunun başka bir yerinde, buradaki kayanın "yalnızca sertleştirilmiş bir kum" olduğunu ve bununla kolayca işlendiğini ima edebileceğini söyledi. Her halükârda, mezar boşluğuna giden geçitler için hendekler, mezar çukuru ile aynı zamanda buradan oyulmuştur.
Petrie, elbette, buradaki yeraltı "labirentine" orijinal girişin karşı tarafından girdi ve böylece planı kısmen sıra dışı hale getirdi.
(82- Pharoah's Gateway To Eternity Uphill, p. 130)

83- Delineation of Egyptian mud bricks using magnetic gradiometer techniques, p. 490

84- http://www.tarihpedia.com/misir_piramitler_Amenemhat3/
02.01.2024 tarihli erişim.

85- Kur’an Mesajı Meal Tefsir, Muhammed ESED, Kasas 6. ve 38. ayet açıklamaları

86- Hâmân adı Ahd-i Atîk’in Ester kitabında, İran Kralı Ahaşveroş’un (İbrânîce’de Ahasuerus, Latince’de Assuerus, Grekçe’de Xerxès) veziri olarak geçmektedir. Buna göre Hâmân imparatorluktaki bütün yahudilerin öldürülmesini planlamış, bu konuda kraldan izin almış, fakat yahudi asıllı olan kraliçe Ester’in son andaki müdahalesi üzerine yahudilerin yerine onların düşmanları katledilmiş, vezir Hâmân da oğullarıyla birlikte asılmıştır (Ester, 7/10; 9/7-10).
(86- https://islamansiklopedisi.org.tr/haman)
09.01.2024 tarihli erişim.

87- Ranke, Hermann. Die Ägyptischen Personennamen, Bd. 1: Verzeichnis der Namen. Glückstadt: J.J. Augustin, 1935, Band 1, seite 240

88- Paul Dickson’in Dictionary of Middle Egyptian in Gardiner Classification Order, p. 187

89- 2 Ritüel Ekibin Organizasyonu
Seçkin firavun sosyal yapısının diğer birçok alanıyla ortak olarak, artık geniş bir şekilde "rahip" olarak sınıflandırılan şaşırtıcı bir dizi unvan vardı, ancak bu tür unvanların sahibinin üstlendiği faaliyetler, çevrilmiş unvanların ima ettiği modern beklentilerle eşleşmeyebilir. Uzun biyografik metinler, başarılı bir kariyer boyunca bir dizi rahip unvanının kazanılabileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Muhtemelen bu kişiler, mevkilerinin tamamının görevlerini yerine getirmiyorlardı; bununla birlikte, unvan birikiminin önemli mali faydaları olurdu. Bununla birlikte, her tapınak için her zaman modern din adamlarına benzeyen kalıcı bir rahiplik olmadığı vurgulanmalıdır ve bu aslında Yeni Krallık zamanına kadar oldukça alışılmadık bir durum olabilir. Bunun yerine, rollerin çoğu yarı zamanlı olarak yerine getirildi, kahramanlar yılın geri kalanında Mısır toplumuna tamamen entegre oldular.
En yaygın unvan, kelimenin tam anlamıyla "Tanrı'nın Hizmetkarı" olan ve genellikle "peygamber" veya basitçe "rahip" olarak tercüme edilen hm-ntr idi. Bireylerin çeşitli tanrıların kültleri ve elbette birkaç tapınakta, her zaman aynı kasabada ve hatta bölgede değil. Başlık hem tanrılarla hem de Firavun heykelleriyle ilişkilendirilebilir. Diğer büyük rahip grubu, w’b veya "saf olan" unvanını taşır. Karnak'ta bunların özellikle törensel imgelerle ilgili olduklarına dair çok sayıda kanıt vardır (Kruchten 1989: 251–4). Bunlar genellikle Hm - nTr rahiplerinden daha düşük bir rahip olarak kabul edilirken, bazı kültlerde belirli görevleri yerine getirirlerdi. Bu nedenle, öfkeli tanrıçayı yatıştırma kavramıyla yakından ilişkili olan Sekhmet'in w’b- rahipleri, tıbbi papirüsteki önemli rollerine güvenilebilirse, tıpla ilgileniyorlardı (Von Ka¨nel 1980).
(89- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 256)

90- Eski Krallık'tan itibaren, rahiplerin tapınakların inşasına dâhil olduklarına dair çok sayıda kanıt vardır; bu, küçük değişikliklerden mevcut binaların yenisiyle değiştirilmesine yol açmak için yıkılmasına kadar değişebilir (örn. Strudwick 2005: 271–2; Frood 2007: 77–81). Bu faaliyete katılanlar sadece en kıdemli rahipler değildir. MÖ dördüncü yüzyıla ait Athribis'te, ''Baş Kapıcı"ve ''(Kutsal) Şahinin Baş Koruyucusu"Djedhor, görünüşe göre kapsamlı bir inşaat programından sorumluydu (Jelinkova-Reymond 1956: 104–8). Muhtemelen bu kişilerden bazıları, basitçe proje yönetiminden ziyade tapınakların tasarımına itibar edilebilir. Temel törenleri inşaat işini tamamladı; teorik olarak Firavun'un bir ayrıcalığı olmasına rağmen, bunlar elbette çok çeşitli memurlar ve rahipler tarafından üstlenildi (örn. Cumming 1984: 39–40).
(90- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 269-270)

91- https://en.wikipedia.org/wiki/Nomarch
09.01.2024 tarihli erişim.

92- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 327

93- Grajetzki'nin bir kez daha belirttiği şeyi gözlemlemek ilginçtir: “Hem erken Orta Krallık hem de İkinci Ara Dönem, merkezi hükümetin kendi gücünden endişe duyduğu zamanlar olmuş gibi görünüyor. [.] Her iki dönemde de kralın ülkeyi yönetebilmesi için yerel yöneticilerin yardım ve desteğine ihtiyacı vardı.
(93- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 37)

94- I. Ara Dönem’den Orta Krallığa (M.Ö. 2200-1950): Mısır Devleti’nde “Yayılmacı” İdeolojinin Oluşumu ve Aşağı Nübye’ye Uygulanış, s. 695)

95- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 87

96-Historical and Archaeological Aspects of Egyptian Funerary Culture, p. 35

97- Eski Krallık tarafından, Nil Vadisi'nde (Yukarı Mısır) yirmi iki idari bölge (Eski Krallık spAt) bilinmektedir ve bunların her biri “Bir Nome'un Büyük Derebeyi” (Hry - tpaA) tarafından kontrol ediliyordu; Delta (Aşağı Mısır) başlangıçta daha az ilçe içeriyordu. Delta'nın sürekli kuzeye doğru büyümesi ve kıvrımlı nehir yatakları, Ptolemaios-Roma tapınaklarında kaydedilen geleneksel listelerde yirmi eyalete kadar büyüyen eyaletlere ve yerleşim yerlerine yapılan değişiklikleri ve eklemeleri zorunlu kıldı. Senwosret III yönetimindeki bürokrasi, Thebes'ten kontrol edilen bir "güney başkanı sektörü" (warttp - rs) ve bir "kuzey sektörü" (wartmHtt) dâhil olmak üzere Mısır yönetimini rafine etti (Quirke 1990: 4). Her Waret içinde, eyaletler, orijinal Eski Krallık nome sembollerini korusalar da bir ana kasabanın adını aldı. Her biri için Orta Krallık yöneticileri hem nome başkenti hem de çevresindeki yerleşimleri kapsayan ''belediye başkanı'' (HAty - a) unvanını aldı. Bu idari görevler Yeni Krallık'ta devam etti ve işgal edilen, bir Kush Genel Valisinin kontrolü altına alınan ve giderek Mısırlılaşan Nubia'ya doğru genişledi.
(97- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 326)

98- Nomarşyial ailelerin tasfiyesi, kralın hükümetin kontrolünü elinde tutacağı ve göreceli barışın sağlandığı bir dönemle sonuçlandı. Bunun Sesostris III'ün saltanatının sonunu ve Amenemhat III'ün tüm saltanatını (45 yıl) tanımladığı söylenebilir.
(98-The Fail of the Middle Kingdom, p. 111)

99- Ayrıca tanrılaştırılmış insan kültleri de vardı. Fayum'da Orta Krallık Firavunu Amenemhat III, Marres (M pat -Ra) veya Pramarres ( pr -a p -M pat -Ra ) (Widmer 2002) olarak saygı görürken, Yeni Krallık'ta bilgeler Imuthes ve Amenothes için bir kült kuruldu. Deir el-Bahri tapınağı (Lajtar 2008).
(99- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 278)

100- Bu nedenle, ima ettikleri çatışma artık Birleşme savaşıyla özdeşleştirilemez ve bu, artık Birleşmenin askeri bir zaferin sonucu olduğuna dair herhangi bir kanıt olmadığı anlamına gelir. Elbette bu, belirgin bir olasılık olmaya devam ediyor, ancak Herakleopolitan krallığı üzerindeki Teb baskısının o kadar güçlü hale geldiği ve Orta Mısır'daki nomarşların basitçe bağlılıklarını değiştirdiği göz ardı edilemez. Eğer bu olduysa, Theban'ın ele geçirilmesi bir fetihten ziyade bir darbe olabilirdi ve bu model, Thebaililerin o zamana kadar yeni fethedilen bölgelerde nomarch sistemini terk etme politikasını benimsemişken neden nomarşların Orta Mısır'da iktidarda kaldığını açıklayabilir.
(100- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 88)

101- Ekonomik zorluk şüphemiz doğruysa, dönemin önemli idari yeniliklerinde rol oynadıkları düşünülebilir. Senwosret III altında, beni Hasan'ın nomarch ailesinin önde gelen bir üyesinin konuta terfi ettirildiğini ve bu sıralarda bölgedeki nomarch mezarlarının yapımını durdurduğunu gördük. Aynı fenomen başka yerlerde de gözlemlenebilir, ancak nomarşal ihtişamına sahip bazı taşra mezarları hala Amenemhet III altında inşa edilmiş olsa da en dikkate değer örnekler Qaw el-Kebir'deki devasa mezarlardır. Bununla birlikte, saltanat süresince, nomarşi burada da nihayet sona erdi (Willems 2008: 184–9). Bunun yerine, saraya bağlı resmi büroların devlet işleriyle görevlendirildiği yeni bir sistem geliştirildi. Yeni sistemin işleyişini anlamak ne yazık ki zor. Kaynaklarımızın orantısız bir miktarı Illahun kasabasından geliyor. Şüphesiz önemli bir kasaba yani bir piramit şehri ancak taç tarafından yapay olarak yaratılmış bir yerleşim sınıfının birden fazla temsilcisi var. Buna ek olarak, kraliyet sarayının ya da Theban bölgesindeki angarya işçileri için bir tür çalışma kampı olan sözde "Büyük Olan'ın Muhafazası"nın (x nrt wr) yönetimiyle ilgili birkaç geç dönem Orta Krallık papirüsü vardır. Quirke 1990). Bu kaynaklardan bazıları zaten On İkinci Hanedan'dan sonraya tarihlenmektedir, ancak bunlar Illahun papirüsü ile aynı idari sistemi yansıtmaktadır. Ne yazık ki, kraliyet sarayı, çeşitli "bürolar" ve yerel yönetim arasındaki karşılıklı ilişkiler belirsizliğini koruyor. Yerel düzeyde güç, genellikle HA ty- aimy - rHmw - nTr gibi unvanları birleştiren insanların elindeymiş gibi görünüyor. Bu kombinasyon, çok daha önce "nomarch" çevrelerinde meydana geldi, ancak nomarch mezarlıklarının devasa mezarlarıyla ortadan kaybolması, statülerinin değiştiğini gösteriyor. Unvanların isimleri var olmaya devam etse de bir bütün olarak unvanlardan herhangi bir yetkilinin sorumlu olup olmadığı açık değildir. Bununla birlikte, Mısır'ın güney kesiminde Thebes çevresinde yoğunlaşan bir unvan kümesi için bir atama olan tprsy, "Güneyin Başı" gibi daha büyük bölgesel alt bölümler vardı. Bu gelişmenin bir sonucu olarak Thebes, Itj-tawy'nin bir tür güneydeki muadili haline geldi. Düzinelerce yeni unvan ortaya çıktı ve arkeolojik kayıtlarda bok böceklerinde güçlü bir artış var, bu da ekonomik işlemler üzerinde idari kontrolün artan önemini gösteriyor (Quirke 2004).
Nomarşların tutulması, en azından Orta Mısır'ın büyük bir bölümünde cenaze kültüründeki büyük değişikliklerle el ele gitti. Onikinci Hanedanlığın ortalarında, kökleri Birinci Ara Dönem'in cenaze törenlerine dayanan Tabut Metinleri ve mezar toplulukları toplumun en yüksek katmanları için geçerliliğini korudu. Nomarch'ların ortadan kaybolmasıyla, bu gereçler aniden neredeyse tamamen ortadan kayboldu. Baskın eğilim artık cenaze ekipmanlarını basitleştirmek. Ayrıca, ilahi dünyanın mitolojik kavramlarına dayanan tamamen sembolik öğelere çok daha az vurgu yapılır. Bunun yerine, hayvan ve bitki modellerinin iyi bilinen, büyüleyici betimlemeleri gibi yeni nesneler ortaya çıkıyor (Bourriau 1991: 11–16). Bu fenomenin teolojik açıklamalarının doğru olması pek muhtemel değildir ve belki de ölülerin ara sıra hayatları boyunca çevrelerinde bulunan değerli lüks nesneleri yanlarında götürmüş olmaları daha olasıdır. Bu aynı zamanda oyun tahtalarının ve güzelce süslenmiş kozmetik eşyaların ve doğum ve çocuk bakımıyla ilgili ev büyüsü ritüellerinde kullanılmış gibi görünen sihirli fildişi gibi nesnelerin varlığını da açıklayabilir.
(101- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 96-97)

102- Orta Mısır edebiyatının siyasi veya kültürel açıdan kurucu bir rol oynadığını ileri süren analizlerin çoğu, onun salt estetik ve eğlence nedenleriyle keyif alma potansiyelini hafife alıyor. Mısırlılar mdt nfrt'ye, yani "mükemmel konuşmaya" değer veriyorlardı (Kaplony 1977) ve Orta Mısır edebi metinleri dilsel ustalık konusunda tutarlı bir ilgi gösteriyor.
(102- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 668)

103- Bu sosyal bağlam, eski Mısır yazılarının bazı dikkate değer üslup özelliklerini açıklamaktadır. Günlük konuşmadan uzaklaştırılmasının yanı sıra, yazılar genellikle bilinçli olarak entelektüeldi ve Mısır dilinin özellikle zengin olduğu sesteş sözcükler ve eşsesliler aracılığıyla kelime oyunlarından bol miktarda yararlanılıyordu. (Shakespeare'in kelime oyunlarına olan düşkünlüğünü karşılaştırın.) Mecaz ve deyimler gibi epigramatik ve atasözleri içeren ifadeler de yaygındır. Pek çok eserde hiciv açıkça görülse de metinler nadiren açıkça komiktir. Her şeyden önce, yazılı sözün dili (daha önce belirttiğimiz gibi, yüksek sesle okunmak üzere oluşturulmuştu) elit ideal olan 'mükemmel konuşma'ya uymayı amaçlıyordu: konuşmacının ve eğitimli dinleyici kişinin becerisini ve bilgeliğini yansıtan kelimelerdir.
(103- Writings from Ancient Egypt Toby Wilkinson, p. 17)

104- Diğer birçok antik ve modern kültürde olduğu gibi eski Mısır'da da ilahiler ve dualar arasında net bir ayrım yoktu. Ancak burada ilahi olarak yer alan metinlerin tamamı belirli özellikleri paylaşmaktadır. Hepsi yüksek sesle okunmak üzere bestelendi. Stilleri açık bir şekilde ezbere dayalıdır ve izleyicinin dikkatini çekmek için tekrarlama ve ölçü gibi araçları kullanır. Genel olarak dini yazılara ve özel olarak ilahilere yakışır şekilde, genellikle çok formülseldirler ve hepsi, yerel dilden çok uzak olan (sevgi dolu olanlardan dehşet verici olanlara kadar uzanan) yükseltilmiş bir dil ve imgeler içerir. Dil aynı zamanda eski Mısır yazılarının özel bir özelliği olan metafor açısından da zengindir.
(104- Writings from Ancient Egypt Toby Wilkinson, p. 100)

105- Kralların, Nom'larm etkinliklerini kırarak kendilerine bağlanmasından sonra bunların yararlandıkları arazide Krallık yönetimine geçmiştir. Krallık yönetimine geçen bu arazi aşar karşılığı çiftçilere tahsis edilmiştir.
(105- Eski Mısır'da Toprak Mülkiyeti ve Kadastro Hizmeti, Hüseyin Öksüz, s. 42)

106- Ancak İncil, toprağın Mısır halkına iade edildiğine dair hiçbir işaret vermez. "Arazilerin düzgün bir şekilde restore edilmediğine ve bu beşinci bölümün sadece Sesostris [12. Hanedan firavunu] zamanına kadar haraç olarak ayrıldığına dair kanıtlar var."
(106- http://samuraisinting.blogspot.com/2011/09/joseph-in-egypt_24.html)
10.01.2024 tarihli erişim.

107- Eski Mısır, feodalist bir dünyaydı. Feodalizmde kral teorik olarak her şeye sahip olduğunu iddia eder. Araziyi (topraklarının bir kısmını daha düşük rütbeli diğerlerine kiralayan) prenslerine ve lordlarına kiraladı, ancak kral belli bir kısmını kendisi için ayırdı. Firavun doğal olarak en iyi toprağı kendisine ayırdı. Goshen diyarı Kişisel olarak Firavun’a aittir. Yani Firavun, efendilerine kiralanan toprakları almıyordu. Bu bölgeyi, krallığın bir sonraki en yükseği olan Joseph'e hizmetleri için veriyor. Goshen veya Ramses diyarını teslim almanın bedeli 6. ayette belirtilmiştir: "Ve eğer aralarında faaliyette bulunan birini tanıyorsan, onları benim sığırlarımın hükümdarları yap."
(107- Compendium of World History, vol. II, p. 227)

108- https://istekuran.net/sure/mumin-gafir/
İşte Kur’an, Mümin suresi; 21.01.2024 tarihli erişim.

109- RACÜL
الرّجلRACÜL "Racül" sözcüğü genelde "erkek [kadının karşıtı]" anlamında kullanıldığı için bazı ayetlerde yanlış anlamalara sebep olmaktadır. Dolayısıyla sözcük hem Arap dilindeki hem de Kur'an'daki kullanımı dikkate alınarak tahlil edilmelidir. Arapçada " الرّجلracül", "insan nev'inden erkek" demek olup "kadın"ın karşıtıdır. "Çocukluk dönemini geçince, ihtilam olmaya başlayınca, delikanlı olunca racül olur" da denilmiştir. [(Lisanü'l-Arab; c: 4, s: 84, Tacü'l-Arus; c: 14, s: 263)] Dil kitaplarındaki tahlillere bakıldığında, sözcüğün "ayak" anlamına gelen "ricıl" sözcüğü gibi "rcl" kökünden türediği, bu kökten türeyen sözcüklerin de esas anlamları itibariyle "ayak" anlamı ekseninde oluştukları görülür. Mesela "rical" sözcüğü "ayakları ile yürüyen" anlamından gelişmiştir. "Racül" sözcüğünün çoğulu olan " رجالrical" sözcüğü ile, "رجِلr ricıl" sözcüğünün türevlerinden olan ve "yaya yürümek, piyade" anlamında kullanılan " رجالrical" sözcükleri aynı olup sözcüğün hangi anlama geldiği ancak cümle içindeki kullanımından ayırt edilmektedir. Mesela Bakara/239 ve Hacc/27'de bu sözcük "yaya" anlamında kullanılmıştır. Bu geniş anlamdaki kullanımıyla sözcük, erkek-kadın ayırımı içermeksizin insan türüne verilmiş bir sıfat konumundadır. Daha sonraları anlam daralması olmuş ve sözcük daha çok insanın "erkek" cinsi için kullanılır olmuştur. Allame İbnü'l-Menzur'un tespitlerine göre, Ebu Zeyyad el-Kilabi " فتهايج الرّجلان fetehâyece'r-racülâni [iki racül birbirini kandırdı]" derken, "iki racül" ile kendini ve eşini kastediyordu. [(Lisanü'l Arab; c: 4, s: 83)] Bu tespit aslında "racül" sözcüğünün erkek ve kadın için kullanıldığını göstermektedir. Zebidi de Tacü'l-Arus'ta, Muhkem'de "racl" sözcüğünün "olgunluk ve sertlik" ifade eden bir sıfat olduğundan, " رجل ابوه رجلracülün ebûhü racülün [erkek oğlu erkek]" deyimlerinden bahsedildiğini nakleder. [(Tacü'l-Arus; c:14, s: 263)] Buradan da, insana "racül" denmesinin onun olgunluğundan, çetinliğinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu yönüyle de "racül" sözcüğü, kadın erkek ayırımı içermeksizin "olgun insan" anlamındadır. Benzer şekilde Türkçede de "erkek" sözcüğü, olgunluğun, çetinliğin, yiğitliğin, mertliğin ifadesi olarak, kadın-erkek ayırımı içermeksizin, her iki cins için de "sözünde duran, güç durumlarda arkadaşlarından ayrılmayan, olgun" anlamında kullanılır. Mesela "Erkeklik sende kalsın!" ifadesindeki "erkeklik" sözcüğünün cinsiyetle alakası olmadığı gibi, "Erkek kızmış vesselam!" ifadesi de oldukça yaygın bir kullanımdır. KUR'AN'DA "RACÜL" Kur'an'da " ر ج لrcl" kökünden türemiş sözcük sayısı 73 olup bunların 18 tanesi tekil, tesniye ve çoğul olmak üzere "ayak" anlamındaki "ricıl" kalıbındandır [Bakara/239, Hacc/27, Sad/42, Nur/24, 31, 45, A'raf/124, 195, Maide/6, 33, 66, En'am/65, Ta Ha/71, Şuara/49, Ankebut/55, Ya Sin/65, Mümtehıne/12, İsra/64]. "Erkek" anlamındaki "racül" sözcükleri Kur'an'da nekre [belirtisiz] ve marife [belirli] olmak üzere iki şekilde kullanılmıştır. Marife olarak kullanılanları ve bu sözcüğün karşıt cinsi ile birlikte kullanılanları, açıkça kadın cinsinin karşıtı olan "erkek" anlamındadır [Bakara/282, Nisa/1, 12, 32, 34, 85, 98, 176, A'raf/81, Fetih/25]. Nekre olanların tümü ise mutlak anlamda "olgun insan, adam" anlamında kullanılmıştır [A'raf/46, 48, 63, 69, 155, Yunus/2, Hud/78, Müminun/25, 38, Kasas/20, Ahzab/4, 23, 40, Sebe/7, 43, Ya Sin/20, Zümer/29, Mümin/ 28, Zühruf/31, En'am/9, İsra/47, Kehf/28, 32, Furkan/8, Maide/23, Nahl/43, 76, Yusuf/109, Nur/37, Cinn/6, Sad/62, Tövbe/108]. Bunlardan birkaçı aşağıdadır: (A'râf/46, 48, 49, Nur/37, Ahzab/4, 23) Bu örneklerdeki "racül, rical" sözcüklerinin "erkek, erkekler" olarak çevrilmesi sorun oluşturacağından, kesinlikle uygun değildir. Bize göre bu sözcükler "olgun kişi, kişiler, kimse, kimseler, adam, adamlar" olarak çevrilmelidir. Konumuz olan ayete dönülecek olursa, bize göre bu ifade ile kendilerine vahyedilen elçilerin mutlaka erkek oldukları değil, yeryüzünde yaşayanlardan oldukları açıklanmakta ve müşriklerin "beşerden elçi olmaz, elçi melek olmalı" şeklindeki düşünceleri reddedilmektedir. Nitekim bu husus başka ayetlerde çok açık ifadelerle belirtilmiştir: Furkan/20, Enbiya/8, 9. "Kadın elçi olmaz" hükmü verenlerin, bu iddialarına, Rabbimizin Kur'an'da bizi haberdar ettiği elçiler arasında kadın elçi bulunmamasını gerekçe göstermeleri bize göre yeterli değildir. Çünkü Rabbimiz, gönderdiği elçilerin sayısını ve tümünün kimliğini bize bildirmemiştir: Nisa/163-165, Mümin/78. Bu durumda, Rabbimizin bize bildirmediği elçiler arasında kadın elçilerin olması da mümkündür.
(109- Kur’an’daki Önemli Sözcük ve Kavramlar, Hakkı YILMAZ, s. 464)

110- https://www.youtube.com/watch?v=k0U4Fh1x54o
Pınarın Kaynağından 205. Bölüm 20-26. dakika; 31.01.2024 tarihli erişim.

111- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 15

112- Kralın Annesi Hotepti hakkında, Kral IV. Amenemhat'ın annesi olabileceği dışında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Kralın Annesi unvanına sahiptir. Kralın Kızı, Kralın Kız Kardeşi veya Kralın Karısı gibi unvanlara sahip olup olmadığı bilinmiyor, bu da onun kraliyet ailesinin bir parçası olduğunu gösteriyor. Bunun yerine unvan, onun kraliyet dışı bir kişiden geldiğini ve kraliyet soyunun yeni bir kolunu oluşturduğunu gösteriyor.
(112- https://en.wikipedia.org/wiki/Hetepti_(king%27s_mother)
10.01.2024 tarihli erişim.

113-Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 16

114- Tersine, Hetepti'nin varlığı tek bir belgeyle kanıtlanıyor burada kralın annesi mwt nsw olarak anılır ve IV. Amenemhat'ın yanında temsil edilir.
Amenemhat IV ile On İkinci Hanedan'ın kraliyet ailesi arasındaki olası bağlar hakkında çok az şey biliniyor. Amenemhat IV, Neferuptah ve Sobekneferu'nun birbirleriyle akraba olduğu hala bir spekülasyon meselesidir:
(114- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 5)

115- The Pyramids An Enigma Solved, Prof. Joseph Davidovits and doc. cand. Frédéric Davidovits, p. 268, 283

116- https://www.livescience.com/1554-surprising-truth-great-pyramids-built.html
02.01.2024 tarihli erişim.

117- The Pyramids An Enigma Solved, Prof. Joseph Davidovits and doc. cand. Frédéric Davidovits, p. 75, 268

118- Bağlantılarla kuvvetli bir şekilde sıkıştırılmış kamış saplarını temsil eden bu sütunların başlıkları, Khnum'un aglomerasyon süreci için gerekli olan iki simya ürününü işaret ediyor olabilir. Bu ürünler natron (kostik soda) ve sodyum silikattı (bkz. Ek I, Simya Buluşları). Yanmış kamışın külleri çok yüksek miktarda (ağırlıkça yüzde 70 ila 75) reaktif silika SiO2 içerir. Natron gölleri sazlarla kaplıydı ve natron bu bitkileri ince tabakalar halinde kapladı. Natron hasadı için, kamış sapları toplandı ve tıpkı Khnum Tapınağı'nın sütunlarında bulunan demetlerin taş görüntüleri gibi demetler halinde sıkıldı.
(118- The Pyramids An Enigma Solved, Prof. Joseph Davidovits and doc. cand. Frédéric Davidovits, p. 313)

119- Ocaklarda ekmek yapımından elde edilen muazzam miktarlarda kireç külü, uzun yıllar boyunca otomatik olarak taş yapımı için toplanacaktı.
(119- The Pyramids An Enigma Solved, Prof. Joseph Davidovits and doc. cand. Frédéric Davidovits, p. 156)

120- The Pyramid Builders Of Ancient Egypt A Modern Investigation of Pharaoh's Workforce, A.Rosalie DAVID, p. 25

121- La Nouvelle Histoire des Pyramides Why the pharaohs built the Pyramids with fake stones, Joseph Davidovits

122- The Pyramids An Enigma Solved, Prof. Joseph Davidovits and doc. cand. Frédéric Davidovits, p. 271

123-https://www.livescience.com/58638-science-of-the-10-plagues.html#:~:text=The%20sudden%20appearance%20of%20red,be%20stained%20a%20bloody%20red.
02.01.2024 tarihli erişim.

124- Öte yandan C. Booth, On İkinci Hanedan'ın sonlarında yaşanan bir kıtlığın Kenanlı nüfusa kapı açtığını ve bunun da aynı etnik kökene sahip olmayan Hiksosların gelişine zemin hazırladığını öne sürüyor.
Elimizdeki belgelerden, On İkinci Hanedanlığın sona ermesinden sonra, Mısır ile kıyı kentleri arasında, özellikle de Byblos'la kurulan ilişkilerin devam ettiğini görebiliriz: yerel yöneticiler htty - c unvanını taşımaya devam ediyor. n kpny kendilerini Mısır kralının temsilcileri olarak görüyorlar. Byblos'un hükümdarlarının hala Mısır'ın gerçek kralları olarak On Dördüncü Hanedan yerine On Üçüncü Hanedan'ı tanıması ilginçtir. Bu gerçek, iki rakip hanedanın hükümdarları arasındaki diplomatik temaslar ve karşılıklı anlaşmalardan oluşan belirli bir dengeyi doğruluyor: Mısır'ın Byblos'a yaptığı seferler, kuzey hanedanının kontrolündeki topraklardan geçmek zorundaydı. Ancak daha önce de belirtildiği gibi, bu durum muhtemelen rakip bir hanedanın oluşumunu engellemenin hâlâ meşru hükümdarların çıkarına olduğu bir aşamayı takip etmiştir ve bu aşamada Levant'la temasların azalmasını beklemek makul olurdu. Madencilik seferi şirketlerinde azalma ve Mısır krallarının Nubia veya Mersa limanı gibi sınır bölgelerindeki faaliyetlerinde genel bir azalma Gawasis. Ancak tüm bunlar ne Amenemhat III'ün hükümdarlığı sırasında ne de Amenemhat IV döneminde gerçekleşir.
(124- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 104)

125- Recent Publications on the Environmental History of Egypt, Nicolas Michel, p. 3

126- Holocene Climate Variability and Cultural Changes at River Nile and Its Saharan Surroundings, Johanna Yletyinen, p. 33

127- Famine and Feast in Ancient Egypt, Ellen Morris

128- Climate and the History of Egypt The Middle Kingdom, p. 235

129- Climate and the History of Egypt The Middle Kingdom, p. 257, 261

130- Böylece, güçlü ve muktedir Kral III. Amenemhat'in liderliğindeki Mısırlılar, aşırı yüksek su baskınlarına normal bir durum olarak alıştıktan ve belki de daha yüksek arazilerde tarım yapılabileceği için nüfusları arttıktan sonra, bu olayların sona ermesi pek olası görünmüyor. Aşırı yüksek seller hem nüfusta hem de yeni seviyelerin en iyi şekilde kullanılması için sulama işlerinin yeniden düzenlenmesinde yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar bir yoksulluk dönemini beraberinde getirmelidir. Ayrıca, ortalama sel seviyesindeki bu düşüşün hükümetin istikrarını baltalayan siyasi faktörlerle birleştiğini, aynı zamanda tacın görünürdeki zayıflığının yeni koşullara uyum sağlamayı yavaşlattığını, bir kısır döngü oluşturduğunu ve olması gerekenden daha karanlık bir dönem, yalnızca iklim değişikliklerinden kaynaklanıyor.
(130- Climate and the History of Egypt The Middle Kingdom, p. 262)

131- İşte Kur’an – Rum Suresi 41. ayet

132- Ma’at Doktrini
Musa peygamber firavun ile karşılaştığında mücadele etmesi gereken en temel sorun, kadim Mısır mitolojisinin ürettiği ma’at doktrini olmuştur. Kaos ve karmaşa karşısından düzen ve uyumu koruyup sürdüren bu doktrin firavunlarının tanrısal meşruiyet kaynağını ifade etmiştir. Mısır’ın erken dönemindeki politik bölünmüşlük ve savaşların ardından sağlanan barış ortamı Set ve Horus olarak iki farklı tanrısal unsur ile nitelenmiştir. Bütün Mısır firavunları ma’at’ı tesis etmek, gerçekleştirmek, sürdürmek ve korumakla görevlidirler. Firavunların yönetim başarısı buna bağlıdır. Düzen ve istikrarı kurup sürdürme göreviyle sorumlu olan firavun, sosyal düzen ve adaleti sağlayıp emniyet altına aldığında ma’at’ı gerçekleştirmiş olmaktadır. Firavunlara huzur ve düzenin sağlanması görevi Horus yetkisiyle sağlanmıştır. Böylece kadim Mısır’da düzensizlik ve kaos korkusu üzerine inşa edilmiş güçlü bir ma’at doktrini söz konusudur. Bu doktrin kurulu düzenleri korurken firavunları düzen ve istikrardan sorumlu tanrısal unsur yani Horus olarak nitelemiştir. Musa peygamberin firavun karşısında yüzleştiği en çetin direnç noktası binlerce yıllık mitolojik temel üzerine oturmuş olan bu statükocu yapıdır.
(132- Hz. Musa’nın Yüzleştiği Statüko: Kadim Mısır’ın Ma’at Doktrini, Hakan OLGUN)

133- Writings from Ancient Egypt, Toby Wilkinson, p. 192

134- Climate and the History of Egypt The Middle Kingdom, p. 233, 254

135- Nile River, Impact on Human Health in Egypt from Pharaohs Until Now, pp 248-250

136- Molecular Confirmation of Schistosoma and Family Relationship in two Ancient Egyptian Mummies,

137- https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3598301/
20.01.2024 tarihli erişim.

138- Şistozomiyaz - Schistosomiasis
Şistozomiyaz; şistozomiazis veya bilharyaz olarak adlandırılan, insanlarda görülen, Schistosoma (Şistozoma) cinsinden parazitlerin enfestasyonudur (istilasıdır). Bilharyaz (veya bilharzya, bilharzyoz) ismi 1851'de ilk (üriner) şistozomiyazı tanımlayan Theodor Bilharz'dan gelir. Bu hastalık; salyangoz ateşi, salyangoz humması, Katayama ateşi ve Katayama humması olarak da bilinir. Schistosoma (Şistozoma) türündeki asalak solucanların neden olduğu bir hastalıktır. İdrar yolu veya bağırsakları etkileyebilir. Belirtiler arasında karın ağrısı, ishal, kanlı dışkı veya kanlı idrar bulunur. Hastalığa uzun bir süre önce yakalanmış kişilerde karaciğer hasarı, böbrek yetmezliği, kısırlık veya mesane kanseri görülebilir. Çocuklarda yavaş büyümeye ve öğrenme güçlüğüne neden olabilir.

Yaklaşık 10–15 mm uzunluğundaki bu asalaklar, "kelebek" adıyla tanınan yaprak solucanları Schistosoma cinsindendir. Eskiden bu cinsin Latince adı Buhar zia olduğu için, hastalık bilharziyoz adıyla da bilinir.

Schistosoma (Şistozoma) cinsindeki yaprak solucanlarının 20 kadar türü vardır; bunlardan beşi, insanın çeşitli dokularına yerleşerek şistozomiyaz hastalığına yol açar. Bu asalaklar, insan ya da sığır gibi bir son konağın vücuduna yerleşmeden önce, tatlı sularda yaşayan bazı karından-bacaklı yumuşakçaları ara konak olarak kullanır ve gelişmesinin bir bölümünü bu konağın vücudunda tamamlar. Larva evresindeyken insana bulaşan solucanlar erişkin duruma geldiğinde toplardamarlara yerleşir ve yumurtalarını kana bırakır. Kan dolaşımıyla çeşitli dokulara taşınan bu yumurtalar sonunda idrar ve dışkıyla vücuttan dışan atılarak sulara karışır. Suda çatlayan yumurtalardan miracidium denen minicik larvalar çıkar. Titrek kirpikleriyle suda serbestçe yüzen bu larvalar, bir yumuşakçanın - örneğin bir tatlı su salyangozunun - içine girer ve gelişmesini burada sürdürerek bu kez serkarya denen başka bir larva evresine dönüşür.

Artık bu ara konağa gereksinimi kalmayan serkaryalar salyangozdan ayrılarak yeniden suda yüzmeye başlar. Asalak larvalarıyla kirlenmiş sularda yüzen ya da çıplak ayakla yürüyen insanların derisinden içeri giren serkaryalar önce kan damarlarına geçer, oradan karaciğere giderek olgunlaşır ve gene kan dolaşımıyla vücudun çeşitli yerlerine ulaşarak hastalık belirtilerine yol açar. Böylece asalağın yaşam çevrimi tamamlanmış olur.
(138- https://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eistozomiyaz)
20.01.2024 tarihli erişim.

139- Diet, Disease and Death at Dakhleh: A Histological Examination of Ten Mummies from the Kellis 1 Cemetery in the Dakhleh Oasis, Egypt, p. 293

140- Epidemiology of Schistosomiasis in Egypt: Travel through Time: Review, Rashida M R Barakat, p. 429

141- Hesham Abd-El Monsef, Scot E. Smith, Kamal Srogy Darwish, Impacts of the Aswan High Dam After 50 Years, p. 1878

142- Encyclopedia of Ancient Egypt (Facts on File Library of World History), Margaret R. Bunson, p. 231

143- The Dark Ages in Ancient History. I. The First Dark Age in Egypt, Barbara Bell, p. 23

144- The Ipuwer Papyrus and the Exodus, Anne Habermehl - The Proceedings of the International Conference on Creationism, Article 42

145- Writing Trauma: Ipuwer and the Curation of Cultural Memory, Ellen Morris, p. 236

146- Dams and Public Safety, A Water Resources Technical Publication, Robert B. Jansen, p. 5

147- Watering the Desert: Environment, Irrigation, and Society in the Premodern Fayyūm, Egypt, pp. 79-82

148- Bir an için Amenemhat III'ün Biahmu'daki dev heykeline dönelim. Modern zamanlara sadece üslerinin parçaları hayatta kaldı. Bunlar Petrie tarafından incelendi ve Petrie III. Amenemhat döneminde meydana gelen aşırı yüksek sellerle bağlantılı olarak iki ilgi çekici noktaya dikkat çekti. Petrie (1889:56), temellerin etrafındaki temelin "zemin, içinden düzensiz kaba kum katmanlarının geçtiği siyah çamurdan oluştuğunu; kumun doğal olduğunu ve o kadar kaba ve temiz olduğunu, setin patlamayla gelmiş olması gerektiğini" kaydetti. Fayum'un girişindeki barajlar, bir su kütlesinin önünü süpürmesine ve beraberinde çöl toprağı getirmesine izin veriyordu." Ayrıca Petrie, hasar gören eserlerin onarılmasından söz eden bir yazıt parçası da buldu.
(148- Climate and the History of Egypt The Middle Kingdom, p. 255)

149- Climate and the History of Egypt The Middle Kingdom, p. 259

150- Yol Ağı
Etkili bir yol ağı, Mısır tarihinin çok erken dönemlerinde Nil vadisinde gelişti ve sulama sistemiyle yan yana büyüdü. Sulama kanallarından çıkarılan toprak hendeğin her iki yanına konularak bentler oluşturulmuş, üstüne patika ve yollar yapılmıştır. Bu yükseltilmiş yollar, su baskını sırasında bile sudan korudu. Yolları kullananlara mükemmel görüş sağladı. Bu da onları yolcular için daha güvenli hale getirdi. "Yol" için kullanılan hiyeroglif, aşağıdaki hendekte büyüyen papirüs ile bir set gösteriyor.
Nehir vadisinden çöl yolları, yol ağından ayrıldı. Güzergahların çoğu, şu anda vadiler olarak bilinen, altındaki zemin genellikle sağlam, düz ve büyük engellerden arınmış kuru açık vadiler boyunca ilerliyordu. Nehrin doğu kıyısında, Arap dağlarındaki madenlere ve taş ocaklarına ve Kızıldeniz'e giden yollar vardı ve bu yolların, Eski Mısır tarihinin tüm dönemlerine ait duvar yazıları yol kenarındaki kayaları kapladığı için iyi yolculuk edildiğini biliyoruz. Düzenli aralıklarla açılan kuyular insan ve hayvanlar için su sağlıyordu. Diğer rotalar Nubia'daki madenlerden altın, Sina'dan turkuaz ve Punt ve Koptos'tan ürün taşıyordu.
(150- A Companion to Ancient Egypt, Alan B. Lloyd, p. 381)

151- Israel in Egypt: The Evidence for the Authenticity of the Exodus Tradition Revised Edition, James K. Hoffmeier, p. 200

152-https://www.express.co.uk/news/weird/1279803/Bible-wrong-mistranslation-Greek-Hebrew-Exodus-Red-Sea-Yam-Suph
21.01.2024 tarihli erişim.

153- İşleri daha da karmaşık hale getirmek için, biraz çözülmesi gereken kafa karıştırıcı bir çeviri sorunu da var. İbranice İncil'de deniz geçişinin yerini tanımlamak için kullanılan özel ifade Yam Suph'tur. İbranice Yam kelimesi "deniz" anlamına gelse de bu durumda Suph'un anlamı o kadar açık değildir. Ancak bilim adamları, bunun kesinlikle “kırmızı” anlamına gelmediği konusunda hemfikirler.1 Bu doğru! Hemen hemen her modern İngilizce İncil'de “Kızıl Deniz” olarak tercüme edilen İbranice Yam Suph ifadesi doğru değildir. Peki, bu hatalı çeviri Mukaddes Kitaplarımıza nasıl girdi? Cevap, esasen Yunan coğrafi yanılgılarından kaynaklanmaktadır. Açıklamama izin verin. MÖ üçüncü yüzyılda, Septuagint olarak bilinen Eski Ahit'in Yunanca çevirisi yapıldı. Tercümanlar İbranice Yam Suph tabirine geldiklerinde “Kızıldeniz” anlamına gelen Yunanca Erythra Thalassa tabirini kullandılar. Niye? Çünkü Yunan dünyasının çok güneyde, Arap Yarımadası'nın altında Hint Okyanusu'na ve hatta Basra Körfezi'ne kadar uzanan uçsuz bucaksız deniz için kullandığı isim buydu.2 (22 ve 23. sayfalardaki Harita 4 ve 5'e bakın.) “Kızıldeniz” aslında çok uzak güneydeki o uzak denizi ifade etmek için kullanılan her şeyi kapsayan bir terim. Yine de daha da karmaşıklaşıyor. Bu dönemin Yunan coğrafyacıları, bugün Sina Yarımadası olarak bilinen kara parçası hakkında aslında netliğe sahip değillerdi. Klasik Greko-Romen coğrafyacılar, Süveyş Körfezi ile Akabe Körfezi'ni Arabistan Körfezi adını verdikleri tek bir körfezde birleştirmiş görünüyorlar. O zaman Yunan dünya anlayışında, batıda sadece Mısır ve doğuda Arap Yarımadası vardı. Bugün Sina Yarımadası olarak adlandırılan toprak parçası o kadar belirsizdi ki neredeyse yokmuş gibiydi. (Ekteki Herodot'a Göre Dünya Haritası ve Strabon'a Göre Dünya'ya bakın.) Bütün bunların sonucu, Septuagint'in tercümanlarının İsrail'in güneyindeki bir denizden (yam) söz etmeye başladıklarında, Kızıldeniz'den söz etmeleri gerektiğini varsaydılar, çünkü bu bölge, Kızıldeniz'de bildikleri tek denizdi. Böylece, kelimenin tam anlamıyla bir çeviri kullanmak yerine, kendi yorumlarını eklediler ve günlerinin kusurlu Yunan coğrafi yanılgılarını İncil'e aktardılar. İşte devasa hata kartopu işte burada başladı. Altı yüz yıl sonra, Jerome'un Latince Vulgate çevirisi, aynı zamanda “Kızıl Deniz” anlamına gelen Mare Rubrum kelimelerini kullandı. Gerisi dedikleri gibi tarihtir. Vulgate'in sonraki İnciller üzerinde çok geniş kapsamlı bir etkisi olduğu için, bu hatalı çeviri şimdi Batı geleneğinde tamamen yerleşik hale geldi.

SAZ DENİZİ VEYA SINIR DENİZİ?

Peki, doğru çeviri nedir? Bir deniz geçişini desteklemek için Sina'nın batı tarafında, gelenekçiler Suph'un "sazlara" atıfta bulunan Mısırlı bir ödünç kelime olduğunu savunuyorlar.3 Bu nedenle Yam Suph'un aslında "Kamış Deniz" olarak tercüme edilmesi gerektiğini savunuyorlar.4 Süveyş Körfezi'nin kuzeyindeki göl ve bataklıklarda sazlık yaygın olduğundan, burası deniz geçişinin gerçekleştiği yere yerleşir. Ya da argüman böyle gider.5 Bu görüş, Kamış Denizi Hipotezi olarak bilinir.6 Akademik dünyada bu, açık ara ortak görüş haline geldi. Hatta o kadar ki, aksi görüşler çoğu zaman alayla karşılanmaktadır. Buna rağmen, bu tercümeye şiddetle karşı çıkan bazı âlimler vardır.7 DePauw Üniversitesi'nde dinsel çalışmalar fahri profesörü Bernard F. Batto şöyle diyor: “Popülerliğine rağmen, bu Kamış Denizi hipotezi gerçekten de çürük kanıtlara dayanıyor. Bu kanıtların gözden geçirilmesi ve yeni düşünceler, hipotezin nihayet dinlenmeye bırakılması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.”8 Çok kapsamlı çalışması The Lost Sea of the Exodus'un9 yazarı Glen Fritz, haklı olarak, Reed Sea Hipotezi'nin “İncil coğrafyası değil, dilsel varsayımlar”dan başka bir şey üzerine inşa edilmediğinden bahseder. "Sonun Denizi".11 Fritz'in işaret ettiği gibi, Mukaddes Kitabın Suph kelimesini veya onun türevlerinden birini kullandığı toplam 116 zamandan sadece dört tanesini sazlara veya bir tür bitkiye bağladığı iddia edilebilir.12 Alternatif olarak, sözcük seksen yedi kez "son", "durdurma", "yok olma", "yerine getirme", "tüketme", "engelleyici kısım" veya benzeri anlamlarda kullanılır.13 Bu görüşe göre Yam Suph, vaat edilen toprakların en güney ucundaki denizdir.14 Alternatif olarak şöyledir: “Güneyde, hemen hemen hiç kimsenin sınırını bilmediği, pek bilinmeyen uzak deniz. Karanın sonundaki denizdi.”15 Göreceğimiz gibi, bu görüş Kutsal Yazıların tutarlı tanıklığıyla mükemmel bir şekilde sentezlenir. İbranice Yam Suph ifadesini, bugün Akabe Körfezi olarak bilinen su kütlesine atıfta bulunmak için anladığımızda, Kutsal Yazılarda sürekli olarak İsrail'in güneydoğu sınırına atıfta bulunmak için kullanılan aynı su kütlesi, o zaman birikmiş pusların çoğu ve kafa karışıklığı basitçe ortadan kalkar.
İlk olarak çöl rahipleri arasında ortaya çıkmış gibi görünen bir inanç, sonunda Roma İmparatoru Justinian tarafından doğrulandı. Yüzyıllar geçtikçe bu gelenek daha da kireçlendi. Bütün bunları birleştiren şey, Septuagint'in bölgenin coğrafyasıyla ilgili klasik Yunan yanılgılarıyla bulaşmasıydı. Bu, Yam Suph'un Kızıldeniz olarak hatalı çevirisini üretti. İronik olarak, daha sonra bu hatalı çeviriyi düzeltmeye çalışan bilim adamları, aynı derecede olası olmayan “Reed Sea” çevirisini ürettiler. Bütün bu karışık kargaşanın bir sonucu olarak, bugün modern bilim adamlarının çoğu, mucizevi deniz geçişinin, Süveyş Körfezi'nin kuzeyinde, Sina Yarımadası'nın batı tarafında gerçekleştiği varsayımından yola çıkarak çalıştılar. Çoğu ortalama Hristiyan'ın, Rab'bin denizi tam olarak nerede ayırdığını ve İsrailoğullarının nereden geçtiğini tam olarak anlamaya çalışırken bir şekilde kaybolması şaşırtıcı değildir. Göreceğimiz gibi, bu konuyu uzun süredir çevreleyen karışıklığa rağmen, Kutsal Yazılara döndüğümüzde, deniz geçişinin Akabe Körfezi'nden geçtiği çok açık bir durum ortaya çıkıyor.
(153- Mount Sinai in Arabia, Joel Richardson, p. 20)

154- Israel in Egypt: The Evidence for the Authenticity of the Exodus Tradition Revised Edition, James K. Hoffmeier, p. 209

155- Tjaru Kalesi ile kanal arasındaki yakın ilişki, kanalın geniş bir hendek olarak savunma amaçlı bir amacı olduğu hipotezini desteklemektedir. Köprü, elbette, Mısır birliklerini kanal boyunca ileri geri hareket ettirmek için gerekliydi. Köprü kalıcı bir demirbaş olsaydı, kalenin yakınlığı onu savunmak için gerekli olurdu ve kabartma kesinlikle bunu öneriyor. İsrailli jeologlar, Karnak'ta tasvir edilen kanalın ve keşfettikleri özelliğin aynı olduğuna inandıkları için, kanalın fotoğraflarında görünmeyen bir bölümünü Tell Abu Sefeh'in yanından geçerek, düşünerek yeniden inşa ettiler.
(155- Israel in Egypt: The Evidence for the Authenticity of the Exodus Tradition Revised Edition, James K. Hoffmeier, p. 167)

156- Burada Tjeku, atların ve seyislerinin yerleştirildiği bir yer olarak tanımlanıyor ve şehir belirleyicisi Tjeku ile yazılıyor ve genel bir bölge değil, belirli bir yerin amaçlandığını gösteriyor. Kitchen, "Firavun'un Üç Suyu"nun, Papyrus Anastasi 6'nın "Tjeku" Merneptah Pithom "havuzları (brkf)" ile bir ve aynı olabileceğini öne sürüyor.
(156-Israel in Egypt: The Evidence for the Authenticity of the Exodus Tradition Revised Edition, James K. Hoffmeier, p. 180)

157- Israel in Egypt: The Evidence for the Authenticity of the Exodus Tradition Revised Edition, James K. Hoffmeier, p. 184

158- Özetlemek gerekirse, İncil, İsraillileri Tumilat Vadisi'nin doğu ucundaki Tjeku bölgesine güneydoğu yönünde ilerleyen Avaris / Pi-Ramesses bölgesi Raamses'ten ayrıldığını tasvir eder. Bu Wadi'nin sonunda Timsah Gölü ve yaklaşık yirmi kilometre güneyinde Acı Göllerin en kuzeyi bulunur. Benim hipotezim, Timsah Gölü ve Acı Göller bölgesinin çevresinde bir yerde Etham, Pi-hahiroth, Migdol ve Baal-zephon yer isimleriyle birlikte bir sonraki konu olan "Sazlık Denizi"nin bulunduğu yerdir.
(158- Israel in Egypt: The Evidence for the Authenticity of the Exodus Tradition Revised Edition, James K. Hoffmeier, p. 191)

159- Bazı akademisyenler12 On İkinci ve On Üçüncü Hanedanlıklar arasında gerçek bir ayrılığa inanmazlar, ancak bu sonuncusu, IV. Amenemhat'ın oğulları Sobekhotep ve Sonbef13 ile Sobekneferu arasındaki veraset konusundaki anlaşmazlığın sonucuydu. Ryholt ve Dodson14 dahil olmak üzere "veraset mücadelesi" görüşünün bazı destekçileri, Sobekneferu'nun kraliyet ailesindeki yerinin onun tahta çıkışını açıklamak için yeterli olmadığına, zira Amenemhat IV'ün kendi yerine geçecek kendi çocuklarına sahip olduğuna inanıyor. Kraliçe böylece miras beklentilerini boşa çıkarmış olacaktı, ancak IV. Amenemhat'ın torunları onun ölümünden sonra geri dönecek ve bir öncekinin devamı olarak On Üçüncü Hanedan'ı başlatacaktı. Benzer şekilde N. Grimal, Amenemhat III'ün hükümdarlığından sonra bir kadının tahta geçmesiyle ve hükümet döneminin şiddetli bir şekilde sona ermesiyle sonuçlanan bir kriz olduğunu öne sürüyor. Ancak yazar devam ediyor, tüm bunlar doğrulanamaz çünkü İkinci Ara Dönem'i başlatan On Üçüncü Hanedan ya doğrudan soy yoluyla ya da evlilik yoluyla yasal olarak On İkinci Hanedan'dan türemiş gibi görünmektedir15. F. Cimmino da hemen hemen aynı görüşü paylaşıyor, ancak herhangi bir ayaklanma belirtisi veya travmatik olaya dair hiçbir kanıt olmadığını ekliyor 16.
On Üçüncü Hanedanlığın başlangıcından itibaren, meşruiyet teorisiyle çelişmeksizin, hükümdarlar arasındaki aile bağlarının zayıfladığı ve bazen tamamen ortadan kalktığı konusunda şüphe yoktur. Aynı zamanda, kraliyet gücünü güçlendirmek için bazıları daha önce tartışılmış olan başka mekanizmalar da etkinleştirildi: propaganda kullanımı, belirli unvan veya lakapların kullanılması, belirli bayramların kutlanması vb. Amenemhat III, Amenemhat IV, Sobekneferu ve On Üçüncü Hanedan arasındaki ilişkinin doğası belirsizliğini koruyor. Bununla birlikte, yeni bir hanedanın yükselişinin iktidardaki bir değişimden kaynaklanmış olması ve veraset mekanizmasındaki bir şeyin düzgün çalışmaması muhtemeldir.
Bir kez daha modern çalışmalara ilk yardımın kral listelerinin analizi olduğunu belirtmek isteriz. Daha önce de söylediğimiz gibi, Abydos listesi Sobekneferu'yu atlıyor ve açık propaganda amaçlarıyla Amenemhat IV'ten doğrudan Ahmosis'e gidiyor19. Yalnızca Karnak listesi ve Torino Kanonu, On Üçüncü Hanedan ve İkinci Ara Dönem hükümdarlarının isimlerini taşıyor, ancak ne yazık ki her ikisi de yorum konusunda zor sorunlar sunuyor. Genellikle kralların isimlerini (ve bazen praenominaları) kronolojik sırayla ve hükümdarlık sürelerinin uzunluğunu gösteren Torino Kanonu için bazı açıklamalara ihtiyaç vardır. Metin boşluklarla, özellikle de saltanat sürelerine ilişkin kayıtlarda transkripsiyon hataları ve eksikliklerle doludur. Bu yanlışlıkların çoğu, başlı başına oldukça karmaşık bir dönem olan On Üçüncü Hanedanlık döneminde arttı. Kesin olan şey, On İkinci ve On Üçüncü Hanedanlar arasındaki şu formülle açık bir ayrım vardır: “Yukarı ve Aşağı Mısır kralı Sehotep-ib-ra'nın ardından gelen krallar, yaşam, refah ve sağlık” (nswyt) […]-sA […nswt-]bity […s.Ht]p-ib-ra anx, wDA, snb)20.
(159- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 100)

160- Onomastik çalışmalar, Ryholt'un On Üçüncü Hanedanlık krallarının adlarında soy ve baba adı belirtme yolları üzerine yaptığı çalışmalarla birlikte, onun veraset mücadelesi ve IV. Amenemhat'ın oğulları tarafından On Üçüncü Hanedanlığın başladığı tezini destekleyecektir. Çift (veya üçlü) kraliyet adlarına ilişkin yorumunda, her kralın ve babasının ad sırası, Orta Krallık F(sA)N'ye özgü gramer formunu yansıtır: Ryholt bunları soysal olarak adlandırır isim. Son olarak, On Üçüncü Hanedanlığın ilk krallarının tipik bir özelliği, Ameny- Inyotef - Amenemhat biçimindeki en az iki ismin birlikteliğinden doğan çok uzun ve alışılmadık kompozisyondur. Böyle bir yapı, kralın adının önünde babasının ve bazı durumlarda büyükbabasının adının yer aldığı şeklinde yorumlanmıştır. Soyadı (filiative nomina) kullanma kriterleri, On Üçüncü Hanedanlığın ilk iki kralı Sekhemrekhutawy -Amenemhat-Sobekhotep ve Sekhemkara -Amenemhat- Sonbef, Amenemhat IV'ün oğulları olduğu belirlendi.


Tersine, isimleri bu şekilde yazılmayan krallar Ryholt tarafından gaspçı olarak kabul edilir. Bu tür isimlerin amacı, yeni hanedanın kraliyet krallarının soyunu ifade etmek ve böylece Delta'ya yerleşmiş rakip bir hanedana karşı onların hüküm sürme haklarını talep etmek olabilirdi.
(160- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 101)

161- Kraliyet Ailesi
13. Hanedanlık, yalnızca soyağacının yeniden inşası açısından değil, aynı zamanda kraliyet mirası açısından da pek çok sorun sunuyor. Temel kaynak, kraliyet isimleri, verasetler ve saltanat sürelerinin Ramesside derlemesi olan Torino Kanonu'dur; ancak analiz, hayatta kalan papirüs kopyasının ağır hasar görmüş durumu nedeniyle engellenmektedir. Her ne kadar bilgimiz çağdaş anıtlarla artırılabilse de ortaya atılan çeşitli yeniden inşalarda, hanedanın daha anlaşılmaz bazı kısımları hakkında gerçek bir fikir birliğine varılamayan birçok boşluk ve belirsizlik mevcut.
13. Hanedanlığın bazı krallarının unvanlarının bir özelliği uzunlukları ve formülasyonlarıdır; buna iyi bir örnek 'Ameny-Inyotef-Amen-emhat*'tır. Artık bu tür 'isimlerin' aslında kralın adının yanı sıra babasının ve bu gibi durumlarda büyükbabasının adını da içerdiği kabul ediliyor. Dolayısıyla burada şunu okumalıyız: Amenemhat (VI), (oğlu) Inyotef, ([torunu]oğlu) Ameny (= Amenemhat V)'; bu tür bir düzenleme ‘filiative nomen' (soy adı) olarak bilinir ve bu nedenle hanedanın anlaşılmaz olduğu bilinen soyağacının yeniden inşasında çok önemli bir yardım sağlar.83 Öte yandan, böyle bir isim biçimine sahip olmayan herhangi bir kralın, kraliyet soyundan yoksun olduğu ve dolayısıyla bir 'gaspçı' olarak yargılanması gerektiği yönündeki bir başka öneri, konuyu kesinlikle çok fazla uzatmaktadır.84
Unvan kriterlerini kullanan hanedanın ilk iki kralı I. Sobkhotep ve Sonbef (sırasıyla 'Amenemhat-Sobkhotep' ve 'Amenemhat-Sonbef'), muhtemelen sondan bir önceki hükümdarı Amenemhat IV'ün oğulları olarak kabul edilecektir. 12. Hanedan. Amenemhat IV'ün asil olmayan bir kökene sahip olduğu yönündeki öneriyi (bkz. yukarıda, s. 95) destekleyen bir gerçek de Tarlaların Gözetmeni Ankhu A'nın daha önce unvansız olan annesinin 12. yüzyılın sonlarında aniden Kral'ın Kız Kardeşi haline gelmesidir. Hanedanlığı, kraliyet kardeşinin daha önce Kral'ın Oğlu olmadığını öne sürüyor.
Nerikare'nin ilişkileri - ne de adı - hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Benzer şekilde Nebnuni ve lufeni'nin adları da onların ilişkileri hakkında hiçbir ipucu vermiyor. Bununla birlikte, 'Ameny-Qemau' kalıbı, Qemau'nun V. Amenemhat'ın oğlu olduğunu öne sürerken, Sihomedjhiryotef'in ismine 'Qemau'nun eklenmesi, Sihomedjhiryotef'in kendisinden önceki dört hükümdarlığı yönetmiş gibi görünen Qemau'nun çocuğu olduğunu gösteriyor. Bunların arasında, yukarıda bahsedilen kartuşu 'Ameny-Inyotef-Amenemhat' tarafından muhtemelen hüküm sürmeyen bir Inyotef tarafından Amenemhat V'in torunu olduğu ilan edilen Amenemhat VI'nın saltanatı düşmüş gibi görünüyor.
Hakkında soy bilgisine sahip olduğumuz bir sonraki kral, Torino Kanonunda babasının adı halktan biri olan Nen?[...] olarak anılan II. Sobkhotep'tir. Ancak halefi Reniseneb, isim arabasına bakılırsa Amenemhat VI'nın oğlu gibi görünüyor.
(161- The Complete Royal Families of Ancient Egypt, p. 102)

162- Son zamanlarda, yine kralların isimleri ve ilk isimlerinin onomastik analizinden yola çıkarak, kraliyet ailesi üyeleri arasındaki ilişkileri tanımlamak için başka yöntemler formüle edildi. Belli bir düzenlilik derecesi, On Üçüncü Hanedanlığın, üyeleri aynı adı taşıyan üç makro gruba, yani Amenemhat, Neferhotep ve Sobekhotep58 olarak sınıflandırılmasına olanak tanır. İlk grup hem onomastik yapının hem de diğer arkeolojik değerlendirmelerin önerdiği gibi, On Üçüncü Hanedanlığın ilk kısmına aittir: "On Üçüncü Hanedanlığın tanınmış piramitlerinin çoğunluğunun muhtemelen bu krallar grubuna ait olduğu belirtilmelidir"59, çünkü özellikle yapı olarak Onikinci Hanedan'dakilere çok benziyorlar. Sobekhotep I'den60 Sehotepibra'ya kadar altı kralın yer aldığı ilk grubun, önceki hanedanın yöneticileriyle bir tür ilişkiye sahip olması muhtemeldir. On Üçüncü Hanedan'ın ilk krallarının IV. Amenemhat'tan geldiği varsaymasak da Sobekneferu'nun kısa saltanatının ardından tahtın, kısa süreliğine hüküm sürebilecek hem akrabalar hem de yabancılar olmak üzere daha geniş bir insan grubunun erişimine açıldığı iddia edilebilir. Bu durumlarda, çift isimlerin kullanılmasının, yeni hükümdarların paralel bir hanedanla ilişkili olmaktan ziyade, tahttaki varlıklarını mutlak anlamda meşrulaştırmak için önceki hanedanı hatırlama isteklerini ortaya koyduğu sonucuna varmak daha makul olabilir.
(162- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 103)

163- Ataları bilinmeyen bir dizi kralın ardından, ailesi son derece iyi bilinen bir krala geliyoruz. Tahta çıkmadan önce üst düzey bir yetkili olduğu anlaşılan III. Sobkhotep, ailesine bir sunak, bir kaya yazıtı ve bir dikilitaşın yanı sıra bir dizi bok böceğinin resmini yaptırdı. İlginçtir ki, babası Mentuhotep A'nın halktan biri olduğu açık olmasına rağmen, kardeşlerine Kral'ın Oğlu unvanı verilmiştir.
(163- The Complete Royal Families of Ancient Egypt, p. 105)

164- On Üçüncü Hanedanlık döneminde yayılmış gibi görünen - ancak ilk kez formüle edilmemiş - sözcükler veya unvanlarla doğrulanmış olabilir. Bunlardan biri, kraliyet soyundan olmayan bir kralın dünyevi babasını ifade eden “tanrı'nın Babası”dır (it ntr). Bir başka ilginç örnek, Amenemhat isminin On Üçüncü Hanedan'ın sekiz kralı tarafından kullanılmasıdır; bunlardan altısı onu çift ismin bir parçası olarak kullanmıştır. Bu orijinal seçimin önemine ilişkin olası hipotezlerin ötesinde, şüphesiz önceki hanedana ait büyük krallara gönderme yapmaktadır.

On Üçüncü Hanedanlık döneminde, muhtemelen aile bağları ile kraliyet ailesiyle bağlantısı olmayan birçok soylu iktidara geldi, bu nedenle bu adamlar için ortak bir köken olup olmadığı konusunda spekülasyon yapmak yerinde olacaktır. Başka bir deyişle, "hükümetin hangi dallarının, kendi aile üyelerinin yönetici olmasına izin vererek, krallığın gücünün kaybından kâr elde etmiş olabileceğini belirlemek için bu adamların geçmişlerini araştırmak ilginçtir". Eski kraliyet dışı rollerden gelen kralların soyunun izini sürmenin mümkün olduğu vakalar analiz edildiğinde, onların ana menşe alanlarının askeri, vezirlik, saymanlık gibi işler olduğu ve kraliyet kökenli olmayan kralların daha önceki bir dönemden geldiğine dair hiçbir kanıt olmadığı ortaya çıkıyor.
(164- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 21)

165- Sonuç olarak III. Amenemhat ile IV. Amenemhat'ın hükümdarlıkları arasındaki kurumsal süreklilik, kült ve geleneklerdeki benzer bir sürekliliğe, yani kısaca kültürel bir sürekliliğe tekabül etmiyor gibi görünüyor. Sobekneferu'da olacakların aksine - hâlâ yeni kralın iktidarı ele geçirmesinden önceki bir geçiş aşamasına ait olan Medinet Madi tapınağı hariç - IV. Amenemhat'ın onu kesmeye yönelik güçlü bir arzusu var gibi görünüyor. Amenemhat III'ün ailesiyle olan bağları, tüm doğal sonuçlarıyla birlikte.
(165- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 109)

166- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 17

167- 1959 ve 1966 yılları arasında Güneybatı Arabah'da yapılan kazılar ve keşifler, farklı bir çanak çömlek grubunu ortaya çıkarmıştır. 1969 yılında Beno Rothenberg, bölgede bulduğu bazı çanak çömlekleri, Kuzeybatı Arabistan'da, Medyen şehri olarak tanımlanan yerde bulunan çanak-çömleklerle kıyaslamış ve bunlar vasıtasıyla, Medyen'in orijinal yerini tam olarak belirleyebilmiştir. Çünkü Medyen çanak-çömlekçiliğinin, tek bir üretim merkezinin olduğu düşünülüyor ve bu üretim merkezinin de Tebuk'un 70 km kuzeybatısında bulunan Qurayyah şehri olduğu ifade ediliyor. Arabah'ın güneyinde Kuzey Sina'da, İsrail'de, Edom ve Tina'da da Medyen çanak çömleği bulunmuştur. Bu komşu şehirlerde bulunan çanak-çömlekler analiz edildiğinde, jeolojik kökenlerinin hep aynı olduğu görülmüştür.
Şu sonuca varılmıştır ki; Medyen'in içinde bulunan Qurayyah, Geç Bronz Çağı'nda, Medyen çanak-çömleği üretim merkezi durumundaydı. Ticari kanallar veya kökeni Qurayyah olan insanların trafiğiyle bu çömlekler, Medyen'in dışına diğer bölgelere buradan yayılmıştır.
(167- https://www.yaklasansaat.com/eski_kavimler/israilogullari/tez.asp)
21.01.2024 tarihli erişim.

168- Pilgrimage and Holy Space in Late Antique Egypt, p. 99

169- İslami kaynaklar, en azından M.Ö. 900, Medyen şehrinin, Musa'nın Şuy'ab sürülerini suladığı kuyuyu içerdiğini belirtir.357 Bu gelenekler, erken modern döneme kadar kesintisiz bir süreklilik içinde devam etmiş görünmektedir.358 Bu geleneklerle ilişkili olarak, Medyen yakınlarındaki Sina Dağı.359 Musa ve Yetro hakkındaki İslami gelenekler, eski Medyen bölgesindeki büyük vahayı işgal eden Al-Bad' (Mugha'ir Shu'ayb) kasabasındaki yerel efsanelerde varlığını sürdürmeye devam ediyor.360 Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bu yerel efsaneler, "Musa'nın dağı"nı Al-Bad' yakınlarındaki dağlardan biriyle özdeşleştirme geleneğini içerir (aşağıya bakınız).361
Böylece Yahudi geleneği Sina Dağı, Arabistan'ın kuzeybatısındaki Medyen kenti yakınlarındaki güney Sina yarımadasına yönelik birbiriyle rekabet halindeki Hıristiyan hac geleneklerinin gelişmesinden uzun süre sonra varlığını sürdürdü.362 Al-Bad' kasabası, Musa ve Yetro ile bağlantılı, günümüze kadar uzanan bu geleneğin dönemi LXX/OG'de yaklaşık M.Ö. 250’dir. Modern bilimde, böylesi bir antik ya da tartışmasız Yahudi kökenli bir geleneğe sahip olduğunu iddia edebilir Sina Dağı ile tanımlanan başka bir site yok. Eğer biri "Yahudi geleneğinin Sina Dağı"nı arıyorsa, bundan böyle El-Bad' yakınlarında bir dağ aramak zorunda kalacaktır.
(169- Pilgrimage and Holy Space in Late Antique Egypt, p. 200)

170- Midian, Jethro'nun evi olarak, ancak tüm bu kanıtları modern arkeolojinin sunağı. Bu tezin ilerleyen bölümlerinde bazı arkeoloji biliminin yönleri tartışılacaktır. Kitabın kendisi Al-Bad bölgesindeki yoğun insan trafiğini ve varlığını kabul etti. Paleolitik dönemden günümüze. Nüfusu arttı ve azaldı ve ticaret kervanlarına, hacılara ve diğer yolculara hizmet etti.
(170- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 38)

171- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 64

172- Elbette bu, Yemen'den ve Mısır'a ve diğer kuzey destinasyonlarına altın, sığla ve mür getiren diğer Hegaz bölgelerinden gelen eski ticaret yolunun bir parçasıdır. Ayrıca daha sonra Müslümanların Mekke'ye giden hac yolu olacaktı. … Bu nedenle, bu rota üzerinde ne varsa, antik dünyada iyi kurulmuş ve biliniyordu. Herhangi bir boydaki herhangi bir tarihçi, bu ticaret yolu boyunca vaha, hacı durakları, kasabalar ve tarihi ilgi çekici yerler hakkında bilgi sahibi olacaktır. Bu rota üzerinde, yukarıda belirtildiği gibi Musa'nın (Jethro veya Reuel) kayınpederi olan Midyanlılarla uzun bir bağlantısı olan Medyen şehri [Madiam veya Medyen] vardır.
(172-The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 77)

173- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 81

174- Suudi Arabistan'ın kuzeybatısındaki uygarlık, tarih öncesi dönemden önce başladı, bölge M.Ö. 3. binyılda Ad ve Semud uygarlıklarına tanık oldu; daha sonra Midian uygarlığı ortaya çıktı, Kur'an-ı Kerim'de bahsedilen medeniyet, bize güçlülerin fakirleri yok ettiği ve komuta ettiği bir kültürde yaşayan Peygamber Shu'aib'in hikâyesini anlatıyordu.
(174- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 34)

175- Suudi kitabının 13. Sayfasında (Suudi Arabistan, bu çalışmayı 2002 yılında Al Bid: History and Archeology başlığı altında yayınladı.), Hicaz dağlarının bir kısmı Kuzeybatı Suudi Arabistan'a Midyan dağları denir. 15. sayfada şöyle açıkça yazıyor: “Al-Bid [yani Bad veya Medyen veya Modiama veya Midyan Şehir] Midian olarak biliniyordu. Kuzeybatı Arabistan'da Adom ve Midyan krallıkları döneminde en önemli şehirlerden biriydi. Bu krallıklar, ortaya çıkan diğer Arap krallıkları arasındaydı. M.Ö. ikinci binyıl ve birinci yüzyılın ortasına kadar devam etti.
(175- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 35)

176- Paul Haupt, Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft, vol.63, jahr 1909, seite 506

177- https://en.wikipedia.org/wiki/Midian
21.01.2024 tarihli erişim.

178- Kur’an ve İslam 303-Kasas Suresi 2.Bölüm, 29. dk.
https://www.youtube.com/watch?v=xSYkrdBu7rU
21.01.2024 tarihli erişim.

179- Kur’an ve İslam 384-Kehf Suresi 4.Bölüm, 35. dk.
https://www.youtube.com/watch?v=GsfsK2FMAQI
21.01.2024 tarihli erişim.

180- Paul Haupt, Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft, vol.63, jahr 1909, seite 514

181- İşte Kur’an, Kehf 60-82 Ayetler ve Tahlil:
60) Ve bir vakit Mûsâ, delikanlısına: "Ben iki bilgin kişinin toplandığı yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim" demişti.
61) Bunun üzerine "iki bilgin kişinin toplandığı yer"e vardıklarında ikisi de bunalımlarını/sıkıntılarını terk etti. O zaman bunalım/sıkıntı, bilgin kimse yardımıyla yok olup gitti.
62) Bu şekilde geçtikleri zaman Mûsâ, delikanlısına: "Getir kuşluk yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk" dedi.
63) Delikanlı: "Gördün mü/hiç düşündün mü? O Kaya'ya sığındığımız vakit doğrusu ben bunalımdan/sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle bencilliğim engelledi. Bunalım/sıkıntı, şaşılacak bir şekilde bilgin insanda kaybolup gitti" dedi.
64) Mûsâ, "İşte bu, aradığımızdı!" dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.
Surenin bu ayetlerinde Musa peygamberin eğitim sürecinden bir bölüm nakledilmektedir.

Kıssanın giriş mahiyetindeki bu bölümünde, Musa (as), kafasındaki takıntıları gidermek [bunalımdan kurtulmak] için bilginlerin toplandığı yere gidip sıkıntılarına çare aramayı düşünmektedir. Bu konuda azim ve kararlılık içindedir. Nihayet yola çıkarlar ve "iki bilginin toplandığı yerde" -henüz aradığı yerin burası olduğunu bilmemektedir- ikisi de hutlarından [bunalımlarından, sıkıntılarından] kurtulurlar. Bunalımları denizde [bilgin kişide] çekip gider. Sonra oradan ayrılırlar. Musa (as), delikanlıdan yemek istediği zaman delikanlı, Musa’ya (as) bunalımdan kurtulduğunu, fakat bunu Musa’ya (as) söylemediğini; bilerek, şeytana [İblisine] uyarak böyle yaptığını itiraf eder. Aslında Musa da (as) kendisine problem edindiği konuları halletmiş ve o da bunalımdan kurtulmuştur. Yanındaki delikanlı ile yaptığı bu konuşmadan sonra asıl aradığı yer olan "iki bilginin toplandığı yer"in orası olduğunu anlar ve "işte bu aradığımızdı" der. Böylece geldikleri yoldan hemen geri dönerler.

Bu kıssa Kitab-ı Mukaddes’te yer almadığı için kıssada geçen Musa’nın Tevrat sahibi Musa Peygamber olmadığı, söz konusu kişinin bir başka Musa olduğu ileri sürülmüştür. Hatta bu Musa’nın "Gılgamış [Gılga-Mesh] adının Arapçalaşmış şekli olduğu, Kur’ân’da anlatılan olayın Gılgamış Destanı ile bağlantılı olduğu da iddia edilmiştir. Bazı rivayet tefsirlerinde bu konuyla ilgili çok farklı görüşler ortaya konmuştur.

Bize göre, kıssada adı geçen Musa, Kur’ân’daki özellikleri itibariyle Musa peygambere uygundur. Bu konudaki diğer söylentiler dikkate alınacak bir niteliği haiz değildir.

Musa’nın bu serüveni ne zaman yaşadığına gelince: Musa’nın (as) Mısır’dan Medyen’e yalnız kaçtığını ve orada bir aile kurduğunu biliyoruz. O döneminde Musa garip ve fakir birisidir. Medyen’e yalnız ve bekâr olarak gitmiştir. Orada evlenmiş, Medyen’deki sözleşmesi bittikten sonra da oradan ayrılmıştır. Kasas/29’da, ehli [eşi, çocukları, yakınları ve hizmetçileri] ile birlikte yola çıktıkları bildirilmekte, ancak nereye gitmek istediği belirtilmemektedir. Kıssada anlatılan bu macerayı Medyen’den ayrılış ile henüz vahiy almadan önceki bir dönemde yaşamış olmalıdır.

Mûsâ'nın bunalımı, kendisine Firavun'u öldürerek İsrâîloğulları'nı Mısır'dan çıkarma görevi verildiği zaman bunu neden yapacağı ve nasıl başaracağı konusundaki endişeleridir. Zira bilindiği gibi Musa daha evvel birisini öldürmüş, bu suçu nedeniyle çok üzülmüş ve vicdan azabı çekmiştir.

Mûsâ bu kıssada bunu nasıl başaracağını ve Allah'a savaş açanların öldürülmesi gerektiğini; dolayısıyla da Firavun'u neden öldüreceğini öğrenecektir.

Musa peygamber ile ilgili bu pasajda da Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakim kıssasında olduğu gibi müteşabih [allegorik, sanatsal ifadeli] bir anlatım söz konusudur. Bu nedenle bazı sözcükler üzerinde özellikle durulmalıdır:

MUSA’NIN DELİKANLISI
"فتى Fetâ", "sağlam genç, yiğit delikanlı" demektir. [Lisanü’l Arab, c: 7, s: 21,22] Sözcüğün çoğulu "fityetün"dür. Sözcüğün çoğul hali yine bu surenin baş kısmında [Kehf/10, 13’te] Ashab-ı Kehf için kullanılmıştır. "Fetâ" sözcüğü "filan kişinin fetası /filancanın genç yiğidi" şeklinde herhangi bir şahsa izafe edilerek kullanıldığında, genellikle o şahsın hür veya köle hizmetçilerini ifade eder. Arap dili buna uygundur.

Gencin kimliği ile ilgili Kur’ân’da bilgi verilmemiştir. Ancak Musa’nın Medyen’den ehli/ailesi/yakınları ile birlikte ayrıldığı [Kasas/29] bilinmektedir. Bu genç yiğit Musa’nın (as) ehlinden birisidir; ama oğlu, ama kardeşi, ama uşağıdır. Kur’an’dan anladığımıza göre, Musa (as) Medyen’den zengin birisi olarak ayrılmıştır.

Bu genç ile ilgili birçok rivayet ortaya atılmıştır. Gencin isminin şu veya bu olmasının önemi yoktur. Konunun bize verdiği mesajlar onun ismi ve kimliği üzerine kurulu değildir. Ayrıca kimliğini ön plana çıkaracak şekilde delikanlıya muteber bir isim bulmak da anlamsız ve Kur’ân terbiyesine aykırıdır.

Literatürdeki seyahatnamelere, özellikle de feodal dönem seyahatnamelerine bakıldığında, Marco Polo, Evliyâ Çelebi, Robinson Crusoe, Strabon, Piri Reis, İbn Batuta, Mark Twain, Henry Miller ve Paul Bowles gibi seyyahların/gezginlerin birer hizmetçilerinin/yardımcılarının olduğu görülür.

İKİ DENİZİN TOPLANDIĞI YER
Bugüne kadar ayetlerin Mekkî oluşu ve müteşâbihliği göz ardı edilip olay coğrafi olarak ele alınmıştır. Bu yaklaşım nedeniyle de yeryüzünün her tarafında "iki denizin toplandığı yer" nitelemesine uygun mekânlar aranmıştır. Kimi Karadeniz ve Hazar Denizi arasını, kimi Ermenistan’da Kur ve Res [Aras] nehirleri arasını, kimi Akdeniz ile Kızıldeniz arasını, kimisi de Ürdün ile Kuzum nehirleri arasını bu niteliğe uygun bulmuştur. Söz konusu coğrafî mekânın Antakya, Eyle, Atlas Okyanusu kıyısındaki bir Endülüs şehri, Afrika’da Tanca, Amerika kıtasında Panama olduğunu ileri sürenler olduğu gibi, İstanbul Boğazının Karadeniz’e çıkışı olan Anadolukavağı veya Çanakkale Boğazının çıkışındaki Gelibolu Yarımadası olduğu görüşünü dile getirenler de olmuştur.

Paragrafa göre, Musa’nın gideceği, arayacağı şey " صخرة sahra [kaya]"dır. Hutlarını orada [iki denizin toplandığı yerde veya iki denizi toplayan şeyde] unutmuşlardır. Genç adam, 63. ayette geçen ikrarına göre, Hut’u Sahra’da [Kaya’da] unutmuştur, terk etmiştir, bir bakıma ondan kurtulmuştur. Bu durumda, Sahra [Kaya] ile Mecmeu’l-Bahreyn [İki Denizin Toplandığı Yer] aynı yer veya aynı şeydir.

صخرةSAHRA
"Sahra" "Büyük kaya" demektir. [Lisanü’l Arab, c.7, s. 79] Ayette geçen [صخرة ] Sahra/Büyük Kaya, bugün Kudüs’teki Kubbetü’s-Sahra’nın [Mescid-i Aksa’nın] yakınında bulunan ve "Sahratullah" olarak bilinen Kaya’dır. Yahudiler de orayı "Ağlama Duvarı" olarak anmaktadırlar. Bundan da anlaşılmaktadır ki, Davud ve Süleyman peygamberler, ataları Musa peygamberden bu yana bir ilim merkezi olması sebebiyle Beytü’l-Makdis’i orada inşa etmişlerdir. Söz konusu Kaya’nın kutsal kabul edilmesine de bu olaylar neden olmuş olsa gerektir.

Sahra/Kaya sözcüğü, başına özel isim yapma eki olan "El" takısı alarak " الصّخرة Es-Sahra" olmuş ve böylece özel bir isim haline getirilmiştir. Sözcüğü "Sahratullah" olarak da özel isim haline getirmek mümkündür. Lokman/16’da ise sözcük nekra [belirsiz] olarak yer almıştır.

BAHR [DENİZ]
" البحرBahr" sözcüğü "genişlik ve açık yüzlülük" demektir. Denize "bahr" denmesi genişliğinden, enginliğinden dolayıdır. "Bahr" sözcüğü aynı zamanda "çok bilgili kişi" demektir. [Lisanü’l Arab, c.1, s. 332-335] Mecaz olarak ise "çok bilgili, saygın kişi" demektir. [Tacü’l Arus; c. 6, s. 51] Bilindiği gibi, Türkçemizde de çok bilgili insanlar için "derya gibi adam" deyimi kullanılmaktadır.

Buradan hareketle, ayette geçen "mecmau’l-bahreyn [iki bahrin toplandığı yer]" ifadesinin coğrafi olarak "iki denizin toplandığı, birleştiği yer" demek olmayıp "iki bilgin kişinin toplandığı yer" anlamında olduğunu söyleyebiliriz.

Pasajdan açıkça anlaşıldığına göre, Musa bu "iki denizin buluştuğu yer"e gitmek niyetiyle yola çıkmıştır. "Ben iki denizin toplandığı [iki bilgin kişinin toplandığı] yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim" demesi, bu konudaki kararlılığını göstermektedir. Genç hizmetçisine yaptığı açıklamadan, bilgi toplamak için yıllarını harcamayı göze aldığı anlaşılmaktadır. Daha sonraki ayetlerden de anlaşılacaktır ki, Musa’nın bu seyahatteki amacı ticaret değil, bilgi sahibi olmaktır; zihnindeki problemlerini çözmek, karamsarlıktan ve bunalımdan kurtulmaktır. Zira Musa elçilik görevine hazırlanmadan evvel birçok badirelerden geçirilmiştir, eğitilmiştir.

37Ve andolsun Biz, sana diğer bir defa daha iyilik yapmıştık: "38Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, ‘39Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, 40hani kız kardeşin yürüyordu da ‘Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?' diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir kader üzerine geldin, ey Mûsâ!

41Ve Ben, seni Kendim için yetiştirdim. [Ta Ha/37- 41]

Musa ve delikanlının Kehf suresinde anlatılan yolculukları ve Musa’nın bu yolculuktan öğrendikleri de onu peygamberliğe hazırlama işlemlerindendir.

Pasajda üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da genellikle "balık" diye çevrilen "hut" sözcüğüdür. Sözcükle ilgili olarak daha önce A’raf suresinde yaptığımız açıklamayı, öneminden dolayı kısaca tekrarlamayı yararlı görüyoruz:

HUT
" حوت Hut" sözcüğü, dilbilimcilerinin bir kısmına göre "balık", bir kısmına göre de "büyük balık" demektir. Bu anlamıyla sözcük, tatlı ve tuzlu sularda yaşayan soğukkanlı omurgalıların genel adıdır. Ayrıca eski çağlardan beri burçlar kuşağındaki bir takımyıldızın adı olarak da kullanılmaktadır.

Ancak Kur’an’ı doğru anlamak için sözcüklerin teamüldeki kullanımını değil, gerçek anlamlarını bilmek gerekmektedir.

Sözcüğün kökü olan "حوت hvt", Arap dilinde "hut" ve "havt" olmak üzere iki türlü okunur. Bu okunuşlardan ilki olan "Hut", Bedeviler arasında "ağır ağır da yutsa, çabuk çabuk da yutsa kendisine kâfi gelmeyen [doymayan, doyma duygusu olmayan]" anlamında kullanılmıştır.

"Havt" ise "kuşun suyun çevresinde veya vahşî hayvanın bir şeyin çevresinde dönüp durması, oradan ayrılmaması" anlamındadır. [Lisanü’l-Arab; c: 2, s: 644] Bu anlamlardan anlaşılacağı üzere, "hut" sözcüğü aslında doyma hissi olmadığı ve doyduğunu bilmediği için balıklara yakıştırılmış bir sıfattır, balık demek değildir. Nitekim herkesin bildiği gibi, sularda yaşayan balığın esas adı "semek"tir. Balıklarda doyma hissinin olmaması, yemeye ara verme nedenlerinin doymaları değil de tıkanmaları olması, bugün artık bilimsel bir bilgidir. Balıkların bu özelliklerini bilmeyen amatör akvaryumcuların, günlük ihtiyacın üzerinde yemleme yaptıkları takdirde çatlayarak ölen balıklarla karşılaştıkları bilinen bir durumdur. Balık oburluğunun balık cinsleri itibariyle gösterdiği özellikler ise Su Ürünleri Fakültelerinin araştırma raporlarına da girmiş durumdadır.

Buna göre, "hut" ve "havt" sözcüklerinin anlamlarını "hırs, doyumsuzluk" olarak ifade etmek mümkündür.

"Hut" sözcüğünün Kur’an’da yer aldığı pasajlardaki anlatım dikkate alındığında, sözcüğün daima "sebebiyet mecaz-ı mürseli" şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Yani, sebep olan "hırs ve doyumsuzluk" zikredilmekte fakat hırsın insanda sebep olduğu "bunalım ve karamsarlık" kastedilmektedir. Musa’nın bunalımının nedenini yukarıda açıklamıştık.

Şimdi pasajı tahlile devam edelim:

"Bu şekilde geçtikleri zaman o [Musa], delikanlısına: ‘Getir kuşluk yemeğimizi; gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk’ dedi" ayetinin metnine dikkatle bakıldığında, Musa’nın genç arkadaşından kuşluk yiyeceklerini istediği fakat "hutu getir de yiyelim" demediği görülmektedir. Ancak genç adam yemeği getirdi mi, getirmedi mi; yemeklerini yediler mi, yemediler mi; bize bildirilmemektedir. Musa kuşluk yemeği istediği bir anda, genç adam "Gördün mü? O Kaya’ya sığındığımız vakit doğrusu ben hutu unuttum/terk ettim; ve onu anmamı muhakkak şeytan unutturdu/terk ettirdi. O [Hut], şaşılacak bir şekilde denizde yolunu edindi" demektedir. 61. ayetteki ifadeye göre ise sadece genç adam unutmamış, Musa da hutunu unutmuştur/terk etmiştir; yani dertten kurtulmuş, rahatlamıştır.

HUT’UN BAHRDE [BİLGİN KİŞİDE] KAYBOLMASI:
Musa ve yardımcısının sıkıntıları, karamsarlıkları, bunalımları Büyük Kaya’da bilginler arasında yaşadıkları şeyler vasıtasıyla ortadan kalkmıştır. Sanki denizde bir balığın derin bir deliğe dalıp kaybolup gidişi gibi olmuştur.

Olay deniz ve balık sembolleri ile anlatıldığından, ifadeler dağdağalıdır.

64. ayetteki "O [Musa], ‘İşte bu, aradığımızdı!’ dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler" şeklindeki genel ifadeye göre, Musa’nın aslında aradığı yeri bulduğu fakat aradığı yerin orası olduğunu anlayamadığı anlaşılmaktadır.

Büyük Kaya’nın orada yaşadıkları olaylara- orada deniz gibi bilgiye sahip kimselerle karşılaşıp sıkıntıdan, bunalımdan kurtulmalarına- bakılırsa, Musa’nın varmak istediği yer; iki denizin birleştiği [bilginlerin toplanıp bilgi alışverişi yaptığı, bilgisizleri bilgilendirdikleri, zihinsel problemleri çözdükleri] yer orası olmalıydı. Oraya dönüp bir şeyler daha öğrenmeliydi. Bu nedenle hemen gerisin geri o Büyük Kaya’ya döndüler.

65) Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir bilgi öğretmiştik.
Musa ile delikanlı geri döndüklerinde, iki bilginin buluştuğu o yerde [Kaya’da] bir kişi ile buluşurlar. Bu kişi, Allah’ın kendisine ilim ve rahmet vermiş olduğu bir kuldur.

Kanaatimize göre, Musa ile yardımcısının Sahra’da buldukları bu kul bir peygamberdir. Çünkü ayette "Biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik" denmiştir. Aşağıdaki Kur’an ayetleri, Yüce Rabbimizin bu ifadeyi peygamberlik nimeti için kullandığını göstermektedir:

* Yine onlar: "Bu Kur’ân, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" dediler. Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. [Zühruf/31,32]

* Ve sen Kitab'ın sana vahyedileceğini/indirileceğini ummuyordun. O, ancak Rabbinden bir rahmet olarak verildi. Öyleyse sakın kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere arka çıkma/yardımcı olma. [Kasas/86]

Bilgin Kul’un bir peygamber oluşunun diğer delili ise surenin 66. Ayetindeki "Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen için" ve 82. ayetinde duvar doğrultma işini kendi iradesi ile yapmadığını beyan ediyor olmasıdır. Bu demektir ki, duvar altında duran iki yetime ait gömünün varlığı ve bu gömünün belli bir süre daha bulunduğu yerde korunması gereği ve dolayısıyla bunun icabı olan duvarın doğrultma işi Bilgin Kul’a [peygambere] vahiy ile telkin edilmiştir.

Yukarıdaki delillere dayanarak peygamber olduğunu söylediğimiz "bilgin kul" hakkında Kur’an’da başkaca bilgi verilmemiştir. Bu durumda, onun da Nisa/164 ve Mü’min/78’de peygamberimize adlarının ve kıssalarının haber verilmediği bildirilen Peygamberlerden olduğu anlaşılmaktadır.
66) Mûsâ ona: "Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?" dedi.
Musa "Bilgin Kul" ile tanışmış ve onun bilgin birisi olduğunu, doğru yolu bulma konusunda kendisine çok bilgi verilmiş olduğunu anlamıştır. Ondan "doğru yolu bulma konusunda ona öğretilenlerden öğrenmek için" öğrencisi olmayı istemektedir.
67,68) Âlim ve rahmete mazhar kul: "Şüphesiz sen benimle beraber sabretmeye takat yetiremezsin. Ve kavrayamadığın bilgiye nasıl sabredeceksin!" dedi.
Musa’nın o yöre ve "Bilgin Kul" hakkında bilgisinin olmadığı bellidir. Çünkü o bölgeye yeni gelmiş ve "Bilgin Kul" ile yeni tanışmıştır. Buna karşılık "Bilgin Kul"un ifadelerinden, onun o yörenin insanı olduğu ve bir takım görevleri olduğu anlaşılmaktadır. Zira "Bilgin kul", Musa ile birlikte oldukları takdirde meydana gelmesi muhtemel olaylar karşısında Musa’nın idrakinin bu olayları almayacağını ve sabredemeyeceğini öngörmektedir. Yani "Bilgin kul", belli bir görevi ifa etmek için dolaştığı o bölgede, o bölgeyi iyi tanıdığı için bazı olumsuzluklarla karşılaşabileceğini tahmin edebilmekte ve Musa’nın da bunlara sabredemeyeceğini düşünmektedir.
69) Mûsâ: "İnşallah beni sabreden biri bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem" dedi.
70) Âlim ve rahmete mazhar kul: "O hâlde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana öğüt olarak ondan söz açıncaya kadar."
Pazarlık yapılmış ve "Bilgin Kul", kendisi açıklama yapıncaya kadar tanık olacağı herhangi bir olay hakkında soru sormaması şartıyla Musa’nın kendisiyle beraber gelmesine izin vermiştir.

Dikkat çeken noktalardan biri de, kıssanın bundan sonraki bölümlerinde artık Musa’nın genç yardımcısından söz edilmiyor olmasıdır.
71) Bunun üzerine ikisi yürüdüler; sonunda gemiye bindiklerinde âlim ve rahmete mazhar kul gemide kusurlar oluşturdu. Mûsâ: "İçindekileri suda boğman için mi onu yırttın/kusurlar oluşturdun? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın!" dedi.
72) Âlim ve rahmete mazhar kul: "Ben, 'Şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin' demedim mi?" dedi.
73) Mûsâ: "Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük çıkarma!" dedi.
Bilgin Kul, bindikleri gemide hasar oluşturunca, Musa dayanamaz ve ona "İçindekileri boğman için mi onu yırttın; parçaladın? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın!" der. Bilgin Kul da "Ben, ‘Şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin?’ demedim mi?" diyerek anlaşmayı hatırlatır. Bunun üzerine Musa "Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük çıkarma!" diyerek özür diler.

Bilgin Kul’un kendisi o çevreyi tanıdığı gibi, gemi sahipleri ve yolcular da "Bilgin Kul"u tanıyor ve ona güveniyor olmalılar ki, onun gemiyi yaralamasına engel olmamışlardır. Ne "bilgin kul", ne de o yöre hakkında bilgisi olmayan Musa ise bu işe karşı çıkmıştır.

Bu olayda herhangi bir olağanüstülük, esrarengizlik yoktur. Kulun gaybı bilmesi gibi bir durum da söz konusu değildir.
74) Yine gittiler. Sonunda bir delikanlıya rast geldiler; âlim ve rahmete mazhar kul onu öldürüverdi. Mûsâ: "Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!" dedi.
75) Âlim ve rahmete mazhar kul: "Ben sana 'Kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin' demedim mi?" dedi.
76) Mûsâ: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Kesinlikle kovarsan darılmam" dedi.
Bilgin Kul ile Musa yola devam ederler. Nihayet bir delikanlıya rastlarlar. Bilgin Kul bu delikanlıyı öldürür. Bunun üzerine Musa "Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!" diyerek olayı kınar. Bunun üzerine Bilgin Kul, Musa’ya "Ben sana ‘Kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin’ demedim mi?" diyerek seyahat şartlarını hatırlatır. Musa da "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Kesinlikle tarafımdan özre erdin [kovarsan darılmam]" diyerek tekrar son özrünü bildirir.

Ayette geçen " غلام Gulam" sözcüğünün orijinal anlamı, "cinsel ilişkiye alabildiğine düşkün ve arzulu olan" demektir. Bu özellik, çocukluk yaşından çıkmış kimselerde olur. Bu da delikanlılık çağıdır. Gulam/delikanlı sözcüğü, şeyh/ihtiyar sözcüğünün zıt anlamlısı olarak kullanılır. [Lisanü’l Arab, c.6, s. 664- 666]

Ayetteki "Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey ..." ifadesinden, "gulam"ın erişkin birisi olduğu anlaşılmaktadır. Musa bu katil olayının ancak "kısas" yoluyla yapılabileceğini ileri sürmüştür. Çocuk yaşta birisi başkasını öldürürse ona kısas yapılmaz. Buradaki olay kısasa uygun görüldüğüne göre, "gulam" çocuk değil, erişkin bir delikanlıdır.

Delikanlının öldürülmesine Musa’dan başka karşı çıkan da olmamıştır. Demek ki, "Bilgin Kul"un delikanlıyı niçin öldürdüğünü o beldenin insanları, öldürülen delikanlının yakınları; ana-babası ve herkes bilmektedir. Aksi halde bir yabancının gelip de memleketlerinde kendilerinden bir delikanlıyı öldürüp elini kolunu sallayarak çekip gitmesine kimse kayıtsız kalmazdı.

"Gulam"ın öldürme gerekçesi surenin 80 ve 81. ayetlerinde açıklanmıştır.
77) Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Bunun üzerine onlar da, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Âlim ve rahmete mazhar kul, onu doğrultuverdi. Mûsâ: "İsteseydin bunun karşılığında kesinlikle bir ücret alırdın" dedi.
Bilgin Kul ile Musa yine yola devam ederler ve bir kente uğrarlar. Acıkmış oldukları için o kenttekilerden yiyecek isterler. Kenttekiler onlarla ilgilenmezler. Anlaşılan o ki, "Bilgin Kul" bu kentte tanınmamakta ve bilinmemektedir.

Buna rağmen Bilgin Kul, yıkılmak üzere olduğunu gördükleri bir duvarı tamir edip doğrultur. Musa yaşananlar karşısında yine dayanamaz ve Bilgin Kul’a "İsteseydin bunun karşılığında mutlaka bir ücret alırdın" diye sitem eder.
78,79,80,81,82) Âlim ve rahmete mazhar kul: "İşte bu, aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin birinci anlamlarını haber vereyim: "Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle ben onu kusurlu hâle getirmek istedim. Ötelerinde de bütün güzel, sağlam gemileri gasp edip alan bir kral vardı. Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mü'min kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, anne-babasını azdırmasından ve küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemesinden korktuk. Sonra da 'Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin' istedik. Duvara da gelince; o, şehirdeki iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, -Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım. İşte senin, üzerine sabretmeye takat getiremediğin şeylerin ilk plândaki anlamı!"
Bilgin Kul, "İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabra takat getirmediğin şeylerin tevilini haber vereyim" diyerek Musa’nın siteminden sonra Musa’ya "Gemi olayına gelince ..." diyerek olayları anlatmaya başlar.

GEMİYİ YARALAMA OLAYI
Bilgin Kul, "Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle ben onu kusurlu hale getirmek istedim. Ötelerinde de bütün gemileri gasp edip alan bir kral vardı" diye açıklamada bulunur.

Anlaşılan o ki, Bilgin Kul bu bölgede tanınan ve o yöreyi iyi bilen birisidir. Bunun kanıtı, bindikleri geminin sahiplerini tanıması ve öteki kıyıda hüküm süren zalim kraldan haberdar olmasıdır. Bunları bildiği için gemiyi yaralamış ve zalim kralın gemiye el koymasını engellemiştir. Gemi sahipleri ve gemideki yolcular da "Bilgin Kul"u tanıyıp ona güvenmektedirler ki, ona engel olmamışlar ve gemiye verdiği zararın karşılığını talep etmemişlerdir.

Not: Eldeki mushafta, 79. âyetin metninde " صالحةsâlihatin" ifadesi yoktur. Zemahşeri, Keşşaf’ta Ubyy ve Abdullah ibn-i Mes’ud mushaflarında âyetin " كل سفينة صالحة... küllesefinetin salihatin ..." şeklinde olduğunu bildirir. [Keşşaf/cilt, 2; S. 495; Kehf/79 açıklaması] O nedenle biz, mealde bu ibareyi ve cümledeki "kusurlu hale getirmek istedim" ifadesini dikkate alarak "tüm sağlam, güzel gemileri" diye meallendirdik.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, "Bilgin Kul"un gemideki hasarı kendi iradesi ile yapmış olmasıdır. Bu hususu kendisi de " فاردت ان اعيبها Ben onu kusurlu hale getirmekistedim" diyerek beyan etmiştir. Burada gaybı bilme gibi olağan dışı, sır bir durum söz konusu değildir.

DELİKANLININ ÖLDÜRÜLMESİ
Bilgin Kul, delikanlıyı öldürme gerekçesini ise şöyle açıklamıştır: "Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mümin kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, o ikisini azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk. Sonra da ‘Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin’ istedik."

İfadelere dikkat edilirse, öldürme olayında Bilgin Kul’un yalnız olmadığı görülür. Olayda Bilgin kul ile beraber başkaları da vardır. Kıssaya geleneksel açıklamalar doğrultusunda bakanlar, bu ayetlerdeki "korktuk" ve "istedik" şeklindeki çoğul fiillerin öznelerini uyduramamışlardır. "Bilgin kul"un "Hızır" veya "melek" olduğu iddia edilince, "korkanlar"ın da -hâşâ- Allah ile Hızır veya Allah ile melek olduğu anlamı ortaya çıkmaktadır.

Ayetlerden anlaşıldığına göre, delikanlıyı öldürme olayı resmî otoritenin; toplum olarak yasalara göre verdikleri bir karar gereği olmuştur. "Bilgin Kul" bu kararın infaz memurudur. Bu nedenle, olayı açıklarken " فخشينا korktuk" ve "فاردنا istedik ki" şeklinde çoğul bir ifade kullanmıştır. Eğer delikanlının öldürülmesi o delikanlının yaşadığı kentte yasal bir icraat olmasaydı hem delikanlının yakınlarının hem de şehir halkının [kamu otoritesinin] "Bilgin Kul"a gerekli tepkiyi göstermeleri ve onu cezalandırma yönüne gitmeleri gerekirdi.

Görüldüğü gibi, "delikanlının öldürülmesi" olayının bilinmeyecek, yadırganacak, batın ilmi ile açıklanacak herhangi bir yanı yoktur. Normal, yasal bir bir uygulamadır. Ne var ki, Musa, o yörenin yabancısı olduğundan bunu bilmemektedir. Musa, "Bir can karşılığı olmaksızın masum bir cana mı kıydın?" diyerek bir insanın sadece kısas ile öldürülebilineceğini ileri sürmüştür. Hâlbuki şer’an [yasal açıdan] insan sadece kısas için öldürülmez; Allah’a savaş açanlar da öldürülür:

33,34Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri/eğitime öğretime tabi tutup dönmelerinin sağlanması veya kent yaşamından uzaklaştırılıp çiftliklerde tarım işçiliği yaptırılması, taş ocaklarında çalıştırılmaları yahut sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkilerinin kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. [Maide/33]

Dikkat edilirse, 80. ayette "Delikanlıya gelince, anne-babası mümin kimselerdi. Onun, o ikisini azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk" denilmektedir. Bu ifadeden de delikanlının mümin anne ve babasını dinden çıkarmak için çaba sarf ettiği [Allah ile savaştığı] anlaşılmaktadır. Yani bu durumda Maide suresinin 33. ayetine göre onun öldürülmesi meşru bir olaydır.

DUVAR OLAYI
Bilgin Kul, duvarı doğrultma işinin içyüzünü açıklarken "Duvara da gelince; o, şehirde iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, -Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım" demektedir.

Görüldüğü üzere, Bilgin Kul, "Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi [ فاراد ربّك ]" diyerek işin Allah tarafından yaptırıldığını açıklamaktadır. Ayrıca "Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım" demek suretiyle de sadece duvar olayını kendi görüşüyle yapmadığını beyan etmektedir.

Demek oluyor ki, Bilgin Kul’a bu üç olaydan sadece üçüncü olay vahiy ile bildirilmiştir. Yani "Bilgin Kul"un kendi bilgisi ve iradesiyle gerçekleştirmediği olay sadece duvar doğrultma işidir.

Ayetin orijinalindeki " وما فعلته عن امرى ve mâ fealtühü an emrî" ifadesi, tefsir ve meallerin ekserisinde [hemen hemen hepsinde] "ve ben bunların hiç birini kendi görüşümle yapmadım" diye çevrilmiştir. Bu çeviriye göre, üç olaydan hiç birinde "bilgin kul"un kendi görüşü ile davranmadığı, her üç olayda da aldığı vahiyle hareket ettiği anlaşılmaktadır. Oysa bu çeviri yanlıştır. Doğru çeviri "Ve ben onu [duvarı doğrultmayı] kendi görüşümle yapmadım" şeklindedir.

Rivayetçilerin ve dirayetsizlerin yanlış meal ve tefsirlerinin doğru olabilmesi için ayetin orijinalinin "عن امرى فعلتهن وما Ve mâ fealtühünnean emrî" şeklinde yani çoğul olarak olması gerekirdi. Ancak bu takdirde cümlenin anlamı, "Ben onları kendi görüşümle yapmadım" şeklinde olurdu. Hâlbuki ayetin orijinali böyle değildir. Zamir "onu" şeklinde tekildir.
Bu olaylarla, Musa, Mısır’a döndüğü zaman izleyeceği yolu öğrenmiş oldu.
Sonuç olarak, rivayetlerin, masalların, menkıbelerin ayetin orijinal anlamını ihmal ettirdiği anlaşılmaktadır.
(181- https://istekuran.net/sure/kehf/)
21.01.2024 tarihli erişim.

182- A History of Sinai, Lina Eckenstein, p. 72

183- İsrail'in eski zamanlarına ilişkin geleneğin sağlam noktalarından biri şimdi onun Qades'te kaldığı haberidir. Qades'in konumu, Clay Trumbull'un ve özellikle Musii ve Kühtreiber'in konumla ilgili vermiş oldukları açıklama ile sağlanmaktadır. Adı bugünün ain Qdes (Qadis) bölgesinde Tijahabeduinen korunmuş, ancak onunla birlikte, su bakımından çok daha zengin ve daha verimli olan komşu 'ain el-Qderät birbirine ait olacaktır. Bölge, tepelerle çevrili, hatırı sayılır sayıda insan için bir kamp görevi görecek kadar geniş birkaç geniş ova içerir. Burada ayrıca tahıl yetiştirmeye bile olanak sağlayan geniş ve verimli su yatakları vardır. Bir dizi ağaçtan oluşurlar ve kuşlar, özellikle bıldırcınlar tarafından canlandırılırlar ve "güzel buğday ve arpa tarlaları bunların büyük bir bölümünü kaplar". 3 m kayanın çatlak ve yarıklarından su çıkar". Ortaya çıkan “dere, tüm vadiyi yapay olarak sulayacak kadar suya sahiptir. Buğday, arpa, tütün ve dura burada verimli Gazza ovasından daha iyi gelişir". Her şey yemyeşil bitki örtüsüne sahip bir vaha, geniş bir alanda su bakımından en zengin ve dolayısıyla en verimli yer. Adı, burada eski bir kutsal yer olduğunu gösteriyor. Musa'nın kayadan su fışkırttığı efsanesi bununla açık bir şekilde bağlantılıdır: Kayayı delip geçen pınar, tanrının özel bir armağanı olarak kabul edilir. Bu efsane ile bağlantılı olarak, kaynağın adı Meriba: Haderwasser, ayrıca Massa: Temptation kaynağı veya bahar test etmek. Buranın aynı zamanda yasal kaynak (en-mispat) olarak da adlandırıldığını düşünürsek, en azından Meriba adının daha önce benzer bir anlamı adli su, tahkim yeri - Medine gibi - taşıdığı makul görünüyor. Ayazma çok eski zamanlardan beri burada konaklayan kavimlerin ve muhtemelen geniş bir coğrafyada bulunanların da yargı yeriydi.

Kral'ın asasının bu şekilde yeterince kullanıldığı doğrudur. Kutsal alanın hakkını arayanlar, ayazmada muhalifleriyle toplanıp orada yaşayan tanrıdan, Qades-Merlba'nın elinden veya Merlba-Qades'in sularından bir karar istemek için toplanmış olabilir. Bu nedenle Kades, muhtemelen uzun zamandır geniş bir alana yayılan bir ibadetin merkezi, Muhammed'den çok önce Mekke'ye benzer şekilde, daha geniş bir kabileler çemberi için çölün bir kült merkezi olmuştur. Aynı zamanda yargı yeri olan bu yer, elbette, "kabilelerin, belirli ayinlerle mühürlenmiş bir ittifaklar topluluğu"nun bir uyumunu da varsayar. Aynı zamanda, belirli rahip klanlarının bu tür mescitleridir.
(183- Geschichte des Volkes Israel, Vol. 1, Rudolf Kittel, seite 371)

184- Kadesh-Barnea: Its Importance and Probable Site, With the Story of a Hunt for It: Including Studies of the Route of the Exodus and the Southern Boundary of the Holy Land, p. 59

185- https://en.wikipedia.org/wiki/Kadesh_(biblical)
21.01.2024 tarihli erişim.

186- Kadesh-Barnea: Its Importance and Probable Site, With the Story of a Hunt for It: Including Studies of the Route of the Exodus and the Southern Boundary of the Holy Land, p. 125

187- Kadesh Barnea (water shall flow from the rock) Issar, A. S. p. 1

188- Musa’nın Medyen’de Jethro’nun sürüleri için su çıkarttığı kuyu var.
Birinci bölümde, yazarlar İslami kaynaklardan alıntılar yapıyorlar. Al-Bid'in konusu. El-Yakubi adlı ünlü bir yazar 17. sayfada şöyle diyor:
“Midian, birçok pınarı, ırmağı ve bir farklı etnik gruptan insanların yaşadığı bahçelerin, meyve bahçelerinin ve palmiye ağaçlarının bol olduğu yerdir. " “Eş-Şerif ilk coğrafyacılardan alıntı yaptı, 'kıyıda [Akabe Körfezi], Tebük'ten daha büyük olan Midyan şehridir. Kasabanın içinde Musa'nın kuyusu vardı. Onun üzerine) Şuayb'ın hayvanları için su çıkardı."73(Kaynak: Al-Ansary, 17) Musa'nın kayınpederi Jethro'nun İslami adı Şuayb’dir. Şuayb kabilesinden sonra “Midian adı verildi” 74(Kaynak: Al-Ansary, 17-18)
(188- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 36)

189- Philby, Musil ve Bosworth Musa’nın Medyen’de kuyusu olduğunu onaylar:
Daha önce belirtildiği gibi, İslami kaynaklar yaklaşık M.S. 900’de bize şehir Medyen, Musa'nın sürülerini suladığı kuyusunu içeriyordu. Şu'yab. Philby, Musil ve Bosworth, hepsi bu geleneklerin modern zamanlara kırılmadan devam ettiğine tanıklık ediyor.142 Kalıcı bir İslami gelenek de varlığını sürdürmektedir. Medyen yakınlarındaki Sina Dağını bulur.143 Alois Musil'in eserinde şöyle der:
Al-Bad vahasında dört yerleşim yeri bulduk. En eski biri bana al Malkata gibi geldi; bir sonraki en eski, yerleşim Havra'nın güneyinde ve en sonuncusu, al-Malha ve al-Birg. Havra kesinlikle Nebati kökenlidir. Arapçaya ve klasik yazarlara göre bu vaha antik Medyen ile Arap yetkililerin Medyen'i aynıdır.”144
(189- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 66)

190- Orta Negev Yaylalarının ana üst su kütlesi, esas olarak geçirimsiz marndan oluşan Taqiye Formasyonu'dur. Bu oluşum batıda Kadeş-Barnea'dan doğuda Zin Vadisi'ne kadar tüm Eosen Avdat Yaylası'nın altında yer alır. Yeraltına sızan yağmur suları, Taqiye marnlarının üzerinde sığ yeraltı suyu olarak yoğunlaşabilir. Bu hidrojeolojik durumun bir sonucu olarak, Yaylaların eteklerinde, Taqiye Formasyonu'nun mostralarına yakın elverişli yerlerde bazı kaynaklar ortaya çıkmaktadır.
Vadi el Qudeirat vadisine benzeyen vadi, Eosen Avdat Grubu'na oyulmuş ve aslında Ein el Qudeirat kaynağının vadi yatağından çıktığı noktadan yaklaşık 3 km akış yönünde Taqiye Formasyonu'nun marnlarını kesiyor. İlişki bariz görünüyor, ancak Kadeş-Barnea bölgesinin bağlı olduğu Saad-Nafha-Hallal hattının yerel kıvrım ve fay yapılarının da pınarın konumu üzerinde önemli bir etkisi olabilir. İkinci görüş, Ein el Qudeirat'ın 7 km batı-kuzeybatısında, Saad-Nafha-Hallal çizgisinde yer alan yakındaki Quseima kaynağının varlığıyla eşzamanlı görünüyor. Bu kaynak, Karschon'un (1984) bildirdiği gibi, saatte yaklaşık 50-60 metreküp su deşarjı olan Ein el Qudeirat kadar bol görünmektedir. Ein Quseima kaynağının suyu, Ein el Qudeirat'ın kaynağından bile daha kaliteli görünüyor. 250-300 mg/litre olan rapor edilen klorür içeriği, son baharda meydana gelen miktarın sadece yarısıdır.
(190- Desert environment and agriculture in the Central Negev and Kadesh-Barnea during historical times H.J. Bruins, p. 108)

191- Bölgede yüzeysel tarımın yanı sıra vaha-sulama tarımı ancak çok az noktada yapılabildi. Kuzeydoğu Sina'da yer alan Kadeş-Barnea veya Ein el Qudeirat vadi vahası, bol bir kaynak ve ekilebilir topraklarla donatılmış Sina-Negev çölünün tamamında bu açıdan en seçkin yerlerden biridir. Sulamalı tarım sistemleri açıklanırken, antik su kemerlerinin kalıntıları radyokarbonla tarihlendirilmiştir. Vadi stratigrafisi ve toprak gelişimi, anlatıyla (esas olarak eski İsrail kalelerinden oluşan, Erken Kale, C-14 tarihlerinin önerdiği gibi Geç Tunç çağına kadar uzanıyor olsa da) ve radyokarbonla Tunç çağına ve MS 7. yüzyıla tarihlenen sulu tarımının antik kalıntılarıyla ilgili olarak tarihsel zamanlarda Kadeş-Barnea vadisinde süreçler meydana gelmiştir.
Bu dikkate değer değişiklikler, stratigrafik kanıtlara ek olarak, spesifik toprak gelişiminin tespiti, özellikle de otijenik piritin mikroskobik keşfi yoluyla doğrulanmıştır. Prof. Mook'un (Groningen Üniversitesi) İzotop Fizik Laboratuvarı tarafından belirlenen radyokarbon tarihlerine dayalı ayrıntılı bir kronostratigrafi oluşturulmuştur. Tüm radyokarbon tarihleri, geleneksel C-14 yıllarından tarihsel yıllara kalibre edilmiştir. Runoff Farming District ve Kadeş-Barnea - Quseima bölgesinin taşıma kapasiteleri hesaplandı ve sonuçlar eski nüfus seviyeleri ile karşılaştırılır. Peyzaj, iklim ve tarım tarihi arasındaki ilişkiler değerlendirilir. Vadi büyümesi ve nispeten ıslak bir iklim arasında ve ayrıca vadi yarığı ile nispeten kuru bir iklim arasında açık bir zaman korelasyonu vardır. Orta Negev çölünde, iklimin nispeten yağışlı olduğu son üç bin yılda o dönemlerde, ikinci tur tarımın yerleşik bir nüfus tarafından uygulanmadığı sonucuna varılmasında biraz ironi var. İç ve/veya dış gıda rezervleri, kaçınılmaz kuraklık yılları için bir tampon olarak, yerleşik bir akış tarım toplumunun ayrılmaz bir parçası olmalıdır.
(191- Desert environment and agriculture in the Central Negev and Kadesh-Barnea during historical times H.J. Bruins, p. V)

192- Desert environment and agriculture in the Central Negev and Kadesh-Barnea during historical times H.J. Bruins, p. 125

193- https://istekuran.net/sure/meryem/
İşte Kur’an, Meryem 52-53; 21.01.2024 tarihli erişim.

194- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker

195- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 8

196- https://doubtingthomasresearch.com/
21.01.2024 tarihli erişim.

197- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 7

198- Fire on the Mountain: Geography, Geology & Theophany at Jabal al-Lawz, Glen A. Fritz

199- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 14

200- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, pp. 182-183

201- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 16

202- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 19

203- Geçtiğimiz onlarca yıl boyunca, İncil arkeolojisi alanı laikliğe doğru kayarken, Midian'daki Sina Dağı'nın İncil'deki konumu ve orada bulunan fiziksel kanıtlar hakkında yeni bir veri seli ortaya çıktı. Bir devrilme noktasına ulaşıldı. İncil bilginleri bile artık Mısır'ın Sina Yarımadasını gerçek Sina Dağı'nın yeri olarak desteklemiyor. Bunun başlıca nedeni, Sina Dağı ve Tanrı Dağı olarak da bilinen Horeb Dağı'nın Arabistan'da Medyen dilinde (Ör. 2:15, Ör. 3:1), olduğu Kutsal Yazılar'daki açık tanımdır. "Sina Dağı, Arabistan'da" (Gal. 4:25)
(203- Evidence of the Exodus, Miles R. Jones)

204- "Kutsal Kitap sonrası Sina Dağı ile ilgili Yahudi geleneklerinin aşağıdaki tartışması, Helenistik ve erken Roma dönemlerindeki Yahudilerin, Sina Dağı'na ve göç yolu üzerindeki diğer yerlere hacca çok az ilgi duyduklarını gösterecektir. Sina Dağı'na yapılan hac ziyaretleri, Arabistan'ın kuzeybatısındaki Medyen şehri yakınlarında bir yere gitmiş olmalıdır. M.Ö. 250'den günümüze kadar uzanan sürekli bir gelenek, Sina Dağı'nı ısrarla Medyen şehrinin yakınında konumlandırmıştır. Yahudi Kutsal Yazılarının (LXX/OG) Yunanca versiyonunda Musa'nın kayınpederi olan Jethro'nun memleketi ile özdeşleşmiştir, daha sonraki Yahudi kaynakları Greko-Romen döneminde, erken Hıristiyan kaynakları Bizans dönemine kadar, Klasik İslami kaynaklar ve erken modern dönemden İslami kaynaklar. Bu kaynaklarda bulunan gelenekler, Yahudi geleneği ve yorumu üzerinde herhangi bir etki yapmaktan çoktan vazgeçmiştir. Antik Medyen bölgesini kaplayan modern Suudi Arabistan kasabası Al-Bad'da bulaştı. Hatta Al-Bad' yakınlarındaki dağlardan biri, İncil sonrası erken dönem Yahudi geleneğinin Sina Dağı ile özdeşleştirilebilir."

"İncil ve İncil sonrası kanıtlar tutarlı bir şekilde İsrailli geleneklerin çoğunun Horeb ve Sina'yı Sina Yarımadası'ndaki herhangi bir yerden ziyade Kızıldeniz'in doğusundaki kuzeybatı Arabistan'da bir yerle tanımladığını gösteriyor."

"Kuzeybatı Arabistan'daki son arkeolojik araştırmalar ve kazılar binlerce yazıt, daha önce bilinmeyen arkeolojik alanlar ve bu bölgede çalışan arkeologların ve tarihçilerin henüz sindirmeye başladıkları çok sayıda yeni maddi kanıt ortaya çıkardı. İsraillilerin hac ziyareti için kanıtların azlığı edebi kaynaklarda bu bölgeden bile çok fazla yeni İsrailli hac kanıtı beklemememiz konusunda bizi uyarmalıdır. Fakat o kadar çok yeni malzeme mevcut ki, kuzeybatı Arabistan arkeolojisini görmezden gelmek affedilmez hata haline geldi. Elbette bu bölge de bunu hak ediyor. Üzerinde harcanan tüm çalışmalara rağmen, İsrail ve erken Yahudi tarihi için yalnızca yetersiz kanıt sağlayan Sina Yarımadası'na dikkat çekildiği gibi."

"Philo, Roma döneminden, İskenderiye'nin kuzeybatı Arabistan'daki Sina Dağı'nı bulma geleneğine dair muhtemel bir tanık sunuyor."

"Josephus, tüm eski Yahudi literatüründe Sina Dağı ile ilişkilendirilen kesin bir konuma dair en açık tanıklığı sağlar. Josephus'un tanıklığı, İskenderiye'nin Sina Dağı'nı kuzeybatı Arabistan'daki Medyen şehri yakınına yerleştirme geleneğinin doğrudan doğrulanmasını sunar. Paul örneğinde, Josephus'un Sina Dağı'nın konumu hakkındaki bakış açısı İskenderiye geleneklerinden, Filistin'den gelen yerli geleneklerden, başka bir bölgeden gelen geleneklerden veya çeşitli farklı geleneklerden türetilmiş olabilir."

"Josephus'un kendisi açıkça kuzeybatı Arabistan'da Sina Dağı'nı konumlandırıyor ve burada Sina Dağı'nın 'Madiane şehri' bölgesinde 'dağların en yükseği' olduğunu belirtiyor. 'Madiane' muhtemelen Ptolemy ve Akabe Körfezi'nin doğusundaki kuzeybatı Arabistan'daki diğer kaynaklar."

"Hıristiyan ve İslami gelenekler, kuzeybatı Arabistan'da Sina Dağı'nı konumlandıran Yahudi geleneklerinin kalıcılığına daha açık bir tanıklık sağlar. Üçüncü yüzyılın ortalarında Origen, kuzeybatı Arabistan'da Kızıldeniz'in doğusunda "Madiam şehrini" (Madyan) konumlandırma geleneğini yeniden doğruladı."

"İslami kaynaklar nihayetinde Medyen'i Jethro ve Musa'nın eviyle özdeşleştiren geleneğin aktarımı için birincil yol haline geldi. Bu gelenekler erken modern döneme kadar kesintisiz bir süreklilik içinde devam etmiş görünüyor. Medyen yakınlarındaki Sina Dağı. Musa ve Jethro hakkındaki İslami gelenekler, eski Medyen bölgesindeki büyük vahayı işgal eden Al-Bad' (Mugha'ir Shu'ayb) kasabasındaki yerel efsanelerde hayatta kalmaya devam ediyor. Bu yerel efsaneler, "Musa'nın dağı"nı Al-Bad' yakınlarındaki dağlardan biriyle özdeşleştirme geleneğini içerir."
....
"Jebel al-Lawz, Yahudilerin Helenistik ve erken Roma dönemlerinde Sina Dağı'nı tanımladıkları dağı tanımlamak için muhtemelen en ikna edici seçenek. Yine de mevcut en çekici hipotez."

"Jebel al-Lawz, İncil geleneğindeki Sina Dağı'nı tanımlamak için en ikna edici seçenek olabilir. Yakın Doğu'ya dağılmış diğer birçok dağ gibi, Jebel al-Lawz'ın da yerel Arapların efsanelerinde Sina Dağı ile tanımlandığı bildiriliyor. Ancak Cebel el-Lawz ile ilgili geleneklerin potansiyel antikliği, diğer yerleşim yerleriyle ilişkili geleneklerde paralel değildir. Bu çalışmada daha önce tartışılan kanıtlar, Sina Dağı'nı modern El-Bad'daki eski Medyen bölgesiyle ilişkilendiren geleneklerin olduğunu göstermektedir. En azından MÖ 250'deki LXX/OG'nin en eski bölümlerinin zamanına kadar uzanır. Buna karşılık, Sina Dağı'nı güney Sina Yarımadası'na yerleştiren geleneklerin ortaya çıkması için en erken katı tarih yaklaşık MÖ 350'dir. LXX/OG tercüme edildiğinde Sina Dağı ile tanımlanan dağın, İbranice İncil'in redaksiyonunun sürgün öncesi evrelerinde Sina Dağı ile tanımlanan aynı dağ olup olmadığından emin olamaz. Sina Dağı'nın güney Sina Yarımadası'nda yer alan geleneklerden 600 yıl daha eski yerel geleneklerle ilişkili olan Jebel al-Lawz'a odaklanmak için Preexilic geleneğinin Sina Dağı'nın yerini araştırın."
...
Suudi Arabistan'daki Jabal al Lawz'ın hem konumu hem de kendine has özellikleri nedeniyle bu dağ, şimdiye kadar sunulan Sina Dağı için önerilen en uygun yer olarak adlandırılabilir. Bunun gerçek Sina Dağı olduğuna inanıyorum. Ve kanıtlarla tartışılabileceğini sanmıyorum."
(204- https://www.explorationfilms.com/the-search-for-the-real-mount-sinai.html)
21.01.2024 tarihli erişim.

205- https://en.wikipedia.org/wiki/Jabal_al-Lawz
21.01.2024 tarihli erişim.

206- Al-Bad Vahası
Suudi Arabistan destekli bir arkeolojik araştırmaya göre daha büyük El-Bad bölgesinin: Al-Bid' kasabası Wadi Afal yatağında yer almaktadır. Tarih öncesi dönemden itibaren ve tarihi dönem boyunca sürekli olarak iskân edilen antik bir vahadır. Al-Bid' Midyan olarak biliniyordu. Adom [Edom] ve Midyan krallıkları döneminde kuzeybatı Arabistan'ın en önemli şehirlerinden biridir. Bu krallıklar, MÖ 2. bin yılda ortaya çıkan ve birinci bin yılın ortalarına kadar devam eden diğer Arap krallıkları arasındaydı. Şam [Suriye], Mısır ve Filistin.11 Midyanlılar el-Bad'a çok iyi bir nedenle yerleştiler. Birincisi, yukarıda belirtildiği gibi, Arap Yarımadasını güneyde Sheba'dan kuzeyde Akabe'ye kadar uzanan yoğun bir şekilde seyahat edilen ticaret yolu boyunca iyi yerleştirilmiş bir vahadır. Güney Arabistan'ın ünlü baharatlarını, reçinelerini ve tütsünü taşıyan çok sayıda kervan bu yolculuğu yaptı. El-Bad, gezginlerin kuzeye engebeli Midyan dağlarına ve Edom'un kavurucu kırmızı çöllerine gitmeden önce tatlı su bulabilecekleri bu rota üzerindeki en önemli duraklardan biri olurdu. Kuzeyden geliyorsa, günümüz Eilat'ındaki vahadan yüz mil uzaktaki zorlu vahadan sonraki ilk vaha olurdu. El-Bad sadece gezginler için popüler bir durak olmakla kalmaz, aynı zamanda ender, iyi sulanan topraklar aynı zamanda yerleşimcilerin ev diyebilecekleri ideal bir yer olurdu. Bu hem Midyanlılar hem de Musa'nın Mısır'dan kaçışından sonra geçerli olacaktı. Son olarak, Firavun'dan kaçtıktan sonra İsrailoğulları için en doğal varış noktası olurdu. Biblical Archaeology Society'nin kurucusu Hershel Shanks'in haklı olarak gözlemlediği gibi: Mısır'dan gelen İsrailli birlik, güneydeki vahşi doğada uzun süre hayatta kaldıysa, bunun nedeni, medeniyetin, sulanan ekinlerin ve geçim araçlarının olduğu bir bölgeye yönelmeleriydi. Güney Edom ve Midian bu ihtiyacı karşılıyor ve sanırım oraya yöneldiler.
(206- Mount Sinai in Arabia, Joel Richardson, p. 59)

207- 1. bölümde incelediğimiz gibi, gerçek Sina Dağı'nın yerinin bu kadar belirsiz olmasının en önemli nedenlerinden biri kilise geleneğinin gücünden kaynaklanmaktadır. İmparator Justinian, güney Sina'da Saint Catherine Manastırını yaptırarak çöl keşişlerinin iddialarına derin bir doğrulama sağladı. Doğru olsun ya da olmasın, altıncı yüzyıldan sonra, Roma İmparatorluğu'nun tüm ağırlığı, Aziz Catherine Manastırı'nın Sina Dağı'nın yerini belirlediği Bizans geleneğinin arkasındaydı. Mantıksal çıkarımlar o zaman basitti; Sina Dağı güney Sina Yarımadası'nda olduğundan, deniz geçişi batı tarafında bir yerde olmalıydı. Böylece, son bin altı yüz yıl boyunca, Hıristiyanların çoğunluğu, göçün deniz geçişinin gerçekleştiğini varsaydılar.
(207-Mount Sinai in Arabia, Joel Richardson, p. 19)

208- Bölgeyi birkaç kez ziyaret eden görgü tanıkları şu gözlemlerde bulundular: “Lewz/Maqla'nın tepesinden doğuya bakıldığında, dağın hemen eteğinde [“kutsal bölge] olarak adlandırılan açık bir ova var ve sonra o ovanın ötesinde ova var. Yaklaşık iki mil genişliğinde ve beş mil uzunluğunda geniş bir ovaya açılır(Resim 24). Sıradağının batı tarafında, İsrailoğullarının Refidim'de kamp kurabilecekleri benzer büyüklükte bir ova var. Ayrıca doğu/batı alanlarından daha dar olan bir kuzey/güney koridoru bulunmaktadır. Bu alandaki arazinin mevcut durumu Musa zamanını temsil ediyorsa, hayvanlar için de bol bitki örtüsü sağlayabilir. Mukaddes Yazılardan, Sina çevresindeki en azından Musa'nın zamanında Yetro'nun koyunlarını barındırabileceği açıktır.
Moller bölgeyi, İsraillilerin çadır kurabilecekleri ve hayvan besleyebilecekleri her yöne doğru daha da büyük vadilerle “40 kilometrekare” olarak tanımlıyor.
(208- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 137)

209- Bu ayet, ayakkabının gevşetilmesinin/çıkarılmasının, kardeşin veya akrabanın arazisini miras alma veya fidye alma konusunda herhangi bir iddiadan kurtulmayı gerektirdiğini göstermektedir.
Hitit yasal belgeleri (2. Bin yılın bir Hurri kenti olan Nuzi'den) toprak sahipliği iddiasının (ve dolayısıyla reddinin) bir ayak davasıyla bağlantılı olduğunu doğrulamaktadır. Bir arazi satışında, tapu devri, kişinin araziden ayağını kaldırması veya basması ile onaylanırdı. Eski malik ayağını araziden kaldırır ve yeni malik veya varis, tarla ve/veya ev(ler) üzerindeki hakkını ileri sürerek ayağını yere vurarak arazi üzerinde hak iddia eder (SMN 2390, 2338). Christine Palmer'ın belirttiği gibi, “Ayağını mülkten kaldırmak, sembolik bir vazgeçme eylemidir.”
Hititlerin ayağı kaldırması ve İsraillinin çarıklarını çıkarması aynı şeyi simgeler: toprak üzerinde herhangi bir hak talebinden vazgeçmektir.
Tanrı, Musa'nın ayakkabılarını çıkarmasını sağlayarak onu burayı kutsal bir yer olarak kabul etmeye ve etkili bir şekilde “Bu yere (Sina) kimse sahip çıkamaz” demeye zorlar.
(209- The Burning Bush: Why Must Moses Remove His Shoes?)

210- Mount Sinai in Arabia, Joel Richardson, p. 118

211- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 140

212- Yakın bölgedeki yağış miktarına ilişkin meteorolojik verilerde bazı farklılıklar var gibi görünüyor. Franz, 1980'lerden bir kaynaktan alıntı yapıyor. Geç Tunç Çağı'ndan itibaren yağmur düzeninin değiştiğine ve o dönemde daha çok yağmur yağdığına inananlar var. Ancak öyle yarılmış kayanın çevresinde erozyonun başka "benzeri etkilerinin" olmaması önemlidir.
Southwest Texas State Üniversitesi'nde coğrafya alanında lisansüstü bir araştırmacı ve amatör arkeolog Dr. Glen Fritz D.D.S. Suudi Arabistan'ın jeolojisi hakkında mükemmel bir bilgiye sahiptir. Al Lawz bölgesi hakkında bilgi sahibi olan en iyi arkeologlarla düzenli olarak istişarelerde bulunur. Dr. Fritz Lawz ve Split Rock bölgesinin en son uydu görüntülerinin ve teşhislerinin bulgularını incelemiş ve aşağıdaki sonuçlara varmıştır. Horeb'deki olayı “artezyen sistemi” olarak açıklıyor. Dr. Fritz, alanın mükemmel fotoğrafik kanıtlarını inceleyerek, su akışının "granit alt tabakayı aşındırmak için yeterli süre ve yeterli yüksek enerjide" devam etmiş olması gerektiğini belirtiyor.241
Granit, kristal yapısı nedeniyle normalde yüzey suyu erozyonuna karşı dirençlidir, ancak bazı artezyen kaynakları, daha yüksek çözünmüş karbondioksit konsantrasyonları nedeniyle kimyasal aşınma üretme potansiyeline de sahiptir. Daha yüksek konsantrasyonlar, artezyen kaynaklarının kaynakları olan sınırlı akiferlerde bulunan basınçlı ortam tarafından korunur. Karbondioksit, granitin hidrolizine neden olan zayıf (karbonik) bir asit üretir. Bu işlemde granitteki potasyum feldspat hidrolize edilerek son ürünler kaolinit kil ve silika olur (Marshak 2001).
(212- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, pp. 113-114)


213- Kayanın tabanında oyulmuş derin kanallar vardır. Kayadan su verilmesi sürecini, Musa'nın ona söylendiği gibi vurduğuna inanıyoruz. Yerin derinliklerinden bu yekpare kayanın altından, su fışkıran gayzer geldi […] tepe ve büyük kayanın kendisinin tabanına doğru yolunu buldu.237 Bu sonuçlar profesyonel jeologlar, meteorologlar veya hidrologların fikirleri olmadığı anlaşılıyor. Onlar sadece mümkün olan senaryoları göstermeye çalışıyorlar. Şu anda (8/02) kayanın topladığı birçok fotoğraf ve videoyu inceleyen bir bilim adamı. Caldwells, tabanda ve tüm çevresinde çok kayanın alt kısmında yüksek basınçlı hidrolik erozyonun açık kanıtlarını görüyor. Syf.110

Kayayı ve çevresini gözlemleyen görgü tanığı, bir kez daha kayanın altında düzleşmiş kayalar ile kayanın arkasında ve önünde derin oyuklar ve kanallar fark etti.238 Kayanın hemen altındaki alanın fotoğraflarına bakıldığında, suyun biriktiği ve binlerce insanın erişebildiği doğal bir duraklama yeri gibi görünüyor. Kayanın altındaki “dolusavak” incelendiğinde, kesin erozyon belirtileri, tonlarca su tarafından akışına uğramış gibi küçük “dökülmüş” kaya parçaları olduğu görülüyor. Erozyon belirtilerinin yerleri ve olası kaynakları nedeniyle, yerel ani taşkınların gördüklerine neden olduğu sonucuna varılamaz. Gordon Franz, "Bölge kurak çöl olarak sınıflandırılırken, tropikal musonlar şeklinde yılda 100 mm (4 inç) veya daha az yağmur yağıyor" yorumunu yapıyor.239

Yine burada bazı görgü tanıklarının ifadeleri yardımcı olacaktır:
Sıradağların Maqla ve Lawz'ı içeren batı tarafı çok kurak bir çöl iklimidir. Gerçekten de Suudilerin yayınladığı ve bu batı tarafının Rub al Khali'nin veya Arabistan'ın en elverişsiz çöl bölgesinin bölümleriyle aynı yağışı aldığını gösteren topografik haritalar içeren bir kitap bulduk. Rub al Khali'deki yağış miktarları yılda yarım inç ile on yılda yarım inç arasında değişmektedir… Syf.111

Bu özel kaya setindeki su erozyonunun ani selden kaynaklanmadığından neden eminim ki, bu vadideki birçok kaya tepesinin hiçbirinde bu tür kanallar, oyuklar veya aşındırıcı desenler yoktur. Ani bir sel buna neden olsaydı, vadinin geri kalanını değil, yağmurlar SADECE bu kayanın üzerine yağmak zorunda kalacaktı. Bilimsel olarak düşünen herhangi birinin buna uygulanabilir bir sonuca varabileceğini bilmiyorum. Şimdi, Suudi Arabistan'da genel olarak yağmurlar sadece kışın gelir. Krallığın çeşitli bölgeleri diğerlerinden daha fazla yağış alır. Dağ silsilesinin bu batı kanadı, yukarıda belirtildiği gibi, olağanüstü derecede kurudur. Bununla birlikte, Aralık'tan Şubat'a kadar bulutlar geldiğinde, hâkim rüzgârlar onları batıda Akabe Körfezi'nden uzaklaştırır. Dağlarla karşılaştıkça artarlar ve yağışlarını genellikle doğuya bırakırlar. Bu nedenle Maqla ve Lawz'ın doğu yamaçları görünüşte çok daha yeşildir. Şimdi, unutmayın, tanım gereği hala doğuda bir çöl iklimindeyiz, bu yüzden yemyeşil otlakları kastetmiyoruz. Batı yakasında hiç var olmayan seyrek bitki örtüsü var. Syf.112

Meteorolojik verilerde bazı farklılıklar var gibi görünüyor. Franz, 1980'lerden yakındaki yağış miktarı bir kaynaktan alıntı yapıyor. Geç Tunç Çağı'ndan itibaren yağmur düzeninin değiştiğine ve o dönemde daha çok yağmur yağdığına inananlar var. Bununla birlikte, yarık kayanın çevresinde erozyonun başka "benzeri etkilerinin" olmaması önemlidir.

Southwest Texas State Üniversitesi'nde coğrafya alanında lisansüstü bir araştırmacı ve amatör arkeolog Dr.Glen Fritz D.D.S. sahip Suudi Arabistan'ın jeolojisi hakkında mükemmel bilgi verir. Al Lawz bölgesi hakkında bilgi sahibi olan en iyi arkeologlarla düzenli olarak istişarelerde bulunur. Dr. Fritz, Lawz ve Split Rock bölgesinin en son uydu görüntülerinin ve teşhislerinin bulgularını inceledi ve aşağıdaki sonuçlara vardı. Horeb'deki olayı “artezyen sistemi” olarak açıklıyor. Dr. Fritz, bölgenin mükemmel fotografik kanıtlarını inceleyerek, su akışının "granit alt tabakayı aşındırmak için yeterli süre ve yeterli yüksek enerjide" sürmüş olması gerektiğini belirtiyor. Kendi sözleri:
Granit, kristal yapısı nedeniyle normalde yüzey suyu erozyonuna karşı dirençlidir, ancak bazı artezyen kaynakları, daha yüksek çözünmüş karbondioksit konsantrasyonları nedeniyle kimyasal aşınma üretme potansiyeline de sahiptir. Daha yüksek konsantrasyonlar, artezyen kaynaklarının kaynakları olan sınırlı akiferlerde bulunan basınçlı ortam tarafından korunur. Karbondioksit, granitin hidrolizine neden olan zayıf (karbonik) bir asit üretir. Bu işlemde granitteki potasyum feldspat hidrolize edilir ve son ürünler kaolinit kil ve silika olur (Marshak 2001). Syf. 113

Glen Fritz, bu fenomenin ani seller tarafından üretildiği fikrine yanıt olarak şu gözlemi yaptı:
Artezyen akışına olası diğer tek alternatif, ani sel olaylarını içerecektir. Bununla birlikte, önemli tarihi sel meydana gelse bile, erozyon tek bir tepeye izole edilmeyecektir. Taşkın erozyonu, belirli bir alandaki tüm alt kayalarda yatay bantlar oluşturacaktır ve bu alanda böyle bir model belirgin değildir.243
Dr. Fritz'in bölgenin jeolojisine ilişkin bazı sonuçları, alanın erişilememesi nedeniyle sorgulanabilir. Yine kendisinden alıntı yaparak:
Jeolojinin keşifsel araştırması için filtreler, bant oranları ve temel bileşen analizini içeren dijital işleme teknikleri (bkz. Gardner, Khan ve Al-Hinai 1996; Davis ve Berlin 1989) uygulandı. Bu teknikler, zemin seviyesinde kolayca gözlemlenemeyen yüzey bilgilerinin haritalanmasını sağladı. Havadan bakıldığında, bölgenin granit yüzeyleri, çeşitli fayları, eklemleri veya kırıkları temsil edebilen birçok çizgi veya çizgilenme gösterir. Yüzeylenme [Bölünmüş Kaya] civarında çizgiselliklerin trendinde gözle görülür bir değişiklik meydana gelir. Çizgilerin bükülmesi, bir kesme bölgesinin yüzey ifadesi (Drury 1987) veya gözeneklilik ve geçirgenlik bölgeleri içeren yeraltı çatlaklı anakaya olabilir. Bu tür düzensizlikler yeraltı suyunu toplayabilir ve kanalize edebilir (Gold 1980) veya akışını yüzeye yönlendirmek için hareket edebilir (Marshak 2001). Dijital teknikler, yarık kaya oluşumunun yakınında birleşen bir dizi eklem, kırık veya fay ortaya çıkardı.”Syf.114-115

Fritz daha sonra alanı uydu görüntüsüyle gösterir. Önerilen Horeb Kayası'ndaki çeşitli jeolojik fay hatlarının, eklemlerin veya kırıkların bileşik bir görüntüsüdür. Bu, Landsat 7'den alınan verilere dayanmaktadır. Bu bilgilere dayanarak şu yorumları yapmaktadır:

Çizim sadece yaklaşık 10 mil kareyi kapsamasına rağmen, bu ağın yoğun modeli genel bölge ile karşılaştırıldığında benzersizdi. Bu fay kompleksinin varlığı, altta yatan bir artezyen akiferinin dekompresyonu için tarihi bir mekanizmanın potansiyel kanıtıdır (Gupta 1984). Bu bölgedeki geçirimsiz granit ana kaya içinde sınırlanmış herhangi bir akifer muhtemelen yüksek bir hidrostatik basınca sahip olacaktır. Böyle bir akifer ile iletişimde bir çatlak oluşturabilen veya bir arızayı değiştirebilen sismik aktivite, sıkışan suyun serbest bırakılmasını kolaylaştırabilir. Artezyen akışının hacmi ve süresi, akifer boyutu, oluşumun geçirgenliği ve hidrolik yük basıncı tarafından belirlenecektir.”245

Bu sismik aktiviteye olası bir referans, Mezmur 114:7-8'de bulunur.
Dr. Fritz, yıkanan bölge ve Kaya'nın altındaki “dolusavak” fotoğraflarını inceledikten sonra, bunun tüm bölge için bir anomali olduğunu söyledi. Pürüzlü bir yüzeyin yanında çok düzgün aşınmış bir yüzeye sahip olmak gerçekten eşsiz ve tuhaf bir jeolojik oluşumdur.246
Mukaddes Kitap pasajları ayrıntılı olarak incelenirse,
Yukarıda anlatılan “Rock of Horeb”, ayrıntılara çok iyi uyuyor. Açıkça bu kayanın kendisi, Musa'nın İncil'deki Rephidim'de ayırdığı kaya olduğuna ve Sina Dağı'nın eteklerinin altındaki antik kampta oturduğuna dair kesin bir kanıt vermiyor. Ancak, şimdiye kadar sunulan tarihsel, bilimsel ve diğer kanıtlarla birlikte ele alındığında, makul bir aday gibi görünüyor. Bu elbette Lawz/Sinai tezini destekleyecektir. Syf.116

Bu nedenle, Sina Dağından aşağı akan böyle bir akışın olması muhtemeldir. Orada oldukları en az dokuz artı ay boyunca istikrarlı bir şekilde önemli bir vadi bırakacaktı.247 Bugün vadi, nadir görülen sel baskınları dışında kuru kalıyor. Bununla birlikte, Geç Tunç Çağı'nda, bu akıntının, yaklaşık iki milyon insanın ve hayvanların susuzluğunu karşılamak için oldukça sağlam olması gerektiği düşünülebilir.
Sitenin gerçek bir gözlemci tarafından tanımlanması yine yararlı olacaktır:
Jebel Maqla 248'de çok farklı görünen bir vadi var karşı karşıya olduğunuzda tepelerin soluna inen batı ona bakıyor [Şek. 24]. Bu, dağın tabanındaki çok daha büyük ve daha geniş dere yatağına hizmet eden ana vadidir. Başkaları da olmakla birlikte, genellikle dibe ulaşmadan kırılır ve dağılırlar. Bazen aslında bu ana kanala geri dönerler.
247 Jim ve Penny Caldwell'e göre, dere yatağı sürekli olarak 10-12 fit derinliğinde ve 20-30 fit genişliğindedir.
Çıkış noktasından, vadinin çok uzağında bittiği yere kadar dağa doğru. Penny Caldwell,
Saha Raporu – Jebel Maqla'nın Üssünde, Ocak 2002.
DİP NOT:248 Birkaç mil arayla ikiz zirveler, bölgenin en yükseği olan Jabal al Lawz ve yukarıda Philby tarafından bahsedilen karartılmış bir zirveye sahip Jebel Maqla vardır. Siteye iki isim verilmesinin nedeni bu olabilir. Bu tezin amaçları doğrultusunda Jabal al Lawz Horeb ve Maqla Sina olarak adlandırılacaktır. Horeb'in “Bölünmüş Kayası” al Lawz'ın yamaçlarındadır, dolayısıyla bu İncil'deki hesaba uyacaktır. Jabal al Lawz, Badem Dağı anlamına gelir ve al Maqla, “taş ocağı” anlamına gelir. Syf. 117

Dağın eteğine inildikçe bu dere yatağı iyice belirginleşiyor. Geniş ve su ile çok kazılmıştır. Yer yer altındaki taşlar çoktur ve çok düzgün yıkanmıştır. Diğer yerlerde taşlar seyrek ve bölgede çok yaygın olan kum ve kırma granit havzada... Dere yatağı kurban sunağının arkasına doğru kıvrılıyor 249 ve sonra tüm yol boyunca devam ediyor. Maqla'nın tabanına ve aşağıdaki geniş vadiye. Aslında, büyükbaş petrogliflerin bulunduğu alanın hemen yanından devam ediyor. Bu, Musa'nın buzağıyı alıp ateşle yaktığı, toz haline getirdiği ve sulara döktüğü İncil'deki kayıtla da örtüşür.250 Buradaki bir dere yatağının kanıtı, gerçekten bu gerçek Mt. Sina ise, bulunması gereken doğal fenomen kalıntılarından biridir. Bölgedeki her dağda vadilerin bol olduğu da bir gerçektir. Bu, yukarıdan inen ve drenaj kanıtı gösteren kesik kanalların bulunduğu bölgedeki tek dağ değil. Hepsinde var. Ancak Maqla'daki bu, bölgede bulduğumuz diğerlerinden biraz daha büyük ve aslında çoğundan farklı bir görünüme sahip. Syf. 118

Cebel al-Lawz'ın tepesinde günümüzde açıklanamayan bir kararma olduğunu iddia edecekti (s.99) ve 'tabandan kayaların analizi onların 'yanmış olabileceğini' gösteriyor (s. 98) Jeolog Dr. John Morris bana, incelediği Jebel al Lawz kayasının, geldiği volkanik alan için tipik olan normal metamorfik kaya olduğunu söyledi. Bunda garip bir şey yok, kayaya erimiş bitki belirtisi de yok.261 Bölgenin jeolojisi ile ilgili olarak bu bölümde ifade edilen görüşler, üç üniversite profesörü ile yapılan istişareye dayanmaktadır. Daha sonra belirtilecektir ki, Tanrı'nın dağdaki varlığından kaynaklanan duman, bir yüzeyi kalıcı olarak yaralayabilecek bir kimyasal/termal olayı belirtir.262

2002 yılının Nisan ayında, aşağıdaki kişilerle görüşmeler yapılmıştır: Bölüm Başkanı olan jeolog Nehru E. Cherukupalli Ph.D tarafından gerçekleştirilen bir kaya örneği Brooklyn Koleji ve Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nde Araştırma Görevlisidir) Dr. Ed Bostick, Kennesaw Eyalet Üniversitesi'nde Yer Bilimleri profesörü Dr. Marion Wampler, İzotopik profesörü. Syf.123

Bölgenin jeolojisi ile ilgili olarak bu bölümde ifade edilen görüşler, üç üniversite profesörü ile yapılan istişareye dayanmaktadır. Ayrıca bir jeologa danışan zirvenin görgü tanığını da alıntılamak önemli olacaktır:
İki zirvenin tepeleri yaklaşık iki mil uzaktadır. Maqla [siyah tepe] zirvesindeki kayalar iki farklı türden oluşur. Jim'in yeşiltaş dediği [jeolog bir arkadaş bunu böyle etiketledi] son derece sert ve yoğun, pürüzsüz bir taş, görünüşte çok koyu mavimsi-gri-siyah. Makla'nın tüm üst bölgesine eşit olarak dağıtılır. Diğer kaya siyah görünecek kadar kararmıştır. Bölgedeki dağların geri kalanının tamamen aynı çeşidinden kesinlikle granittir. Çevredeki tüm dağlarda kırmızımsı-pembemsi-kahverengi görünür. Bu kayanın bu zirvelerin dağılımındaki fark, kararmış olmasıdır. Neye göre, bilmiyorum. Yeşil taştan çok daha yumuşak bir dokuya sahiptir.

Georgia Teknoloji Enstitüsü'nde Jeokimya ve Georgia Eyalet Üniversitesi'nde Metamorfik Petroloji ve Jeolojik Kimya alanında uzmanlaşan Jeoloji profesörü Dr. Tim Latour. Cherukupalli tarafından analiz edilen kaya örneği, Suudi Arabistan'daki Al Maqla'dan getiren Bob Cornuke'den alındı. Kaya analizinin tamamı aşağıda basılmıştır: “Kaya tanımı: çok ince taneli yeşilimsi görünümlü bir kaya. İçinde çok fazla tanımlayamadı. Kayanın cilalı ince kesiti incelendikten sonra amfibolit adı verilir: Kaya ince tanelidir ve kristaldir. Amfibol (aktinolitik tip), mavimsi yeşil renkte ve bir miktar klorit ve olası albitik plajiyoklaz feldispat kayayı oluşturur. Opak demir oksitler gibi birkaç yardımcı mineral vardır. Kaya, düşük ila orta amfibolit fasiyesinde metamorfoza uğramıştır ve 2 ila 3 kilobardan fazla olmayan düşük basınçta yaklaşık 500 derece veya daha düşük bir sıcaklıkta metamorfizma geçirmiş olabilir. Tahminime göre kaya, muhtemelen bazaltik veya andezitik bileşime sahip magmatik bir kaya olarak başlamış ve daha sonra başkalaşım geçirmiştir. Toplandığı bölgenin jeolojisini bilmeden kayanın yaşını belirlemek mümkün değil.” Syf.125
(213- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, pp. 110-118, 123, 125)

214- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 106

215- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 105, 109

216- Mount Sinai in Arabia, Joel Richardson, p. 112

217- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 2

218- https://tr.wikipedia.org/wiki/Dayk
23.01.2024 tarihli erişim.

219- Damar kayaçları (yarı derinlik kayaçları) Mağmanın, litosferin üst bölümü olan kabuk içerisindeki yarık ve çatlak gibi süreksizlikleri izleyerek yukarı doğru ilerlemesi sırasında yeryüzüne daha yakın derinliklerde katılaşması sonucu oluşan mağmatik kayaçlara yarı derinlik kayaçları (konkordan/uyumlu Pluton; concordant pluton, sheet intrusion) denir. Yarı derinlik kayaçları, kabuk içerisindeki çatlaklarda damarlar gibi göründüklerinden damar kayaçları olarak da adlandırılırlar. Damar kayaçları yeryüzüne yakın derinliklerde boşluk ve çatlaklarda yavaş soğuma ve daha az basınç nedeniyle gelişen iri, çok iri taneli kristallerden oluşurlar (Şekil 3.5). Kayacın bileşimine göre granit pegmatiti, gabro pegmatiti vb. adlandırılırlar.

Damar kayaçlarında, bulunuş şekillerine göre, yerin derinliklerinden üzerlerinde yer alan çökelik kayaç tabakaları arasına paralel şeklinde sokulup, bu kayaçları kesmemiş, ancak alt kesiminde yer alan dayktan beslenmeye devam ederek üstündeki çökel kayaları tıpkı mantar gibi kabartarak bu şekilde soğuyup şekil almış kayaçlara lakolit (laccolith) denir. Şayet, içerisinde ilerledikleri kayaçların tabakaları ya da diğer tür kayaçların akma düzlemlerine onları kabartmadan ince katman kalınlığında ve paralel gelişmiş iseler bu tür mağmatik kayaçlara sill adı verilir. Lakolit ve Sill’lere konkordan plutonlar adı da verilir. Diskordan plutonlar ise yan kayaç tabakalanmasını keser. Damar sisteminde de görüldüğü gibi tabakaları dik veya eğik bir açıyla kesmesi sonucu oluşan kayaçlara dayk (dike) adı verilir ve dayk benzeri yapılar, tektonik etkenlerle de çökelik kayaçlarda (örn. kum ya da çamur daykları, tuz domları) görülebilir.
(219- Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü, Mühendisler İçin Jeoloji Bilgileri, Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM, Prof. Dr. Erkan GÖKAŞAN, s. 51)

220- The effects of dykes and faults on groundwater flow in an arid land: the Red Sea Hills, Sudan, Mohamed Babiker, Agust Gudmundsson, p. 259

221- The effects of dykes and faults on groundwater flow in an arid land: the Red Sea Hills, Sudan, Mohamed Babiker, Agust Gudmundsson, p. 269

222- Temporal geoelectric behaviour of dyke aquifers in northern Deccan Volcanic Province, India, p. 723

223- Mafic Dyke Swarms in the Arabian-Nubian Shield, Yehuda Eyal and Moshe Eyal, p. 196

224- Mafic Dyke Swarms in the Arabian-Nubian Shield, Yehuda Eyal and Moshe Eyal, p. 208

225- The effects of dykes and faults on groundwater flow in an arid land: the Red Sea Hills, Sudan, Mohamed Babiker, Agust Gudmundsson,

226- The effects of dykes and faults on groundwater flow in an arid land: the Red Sea Hills, Sudan, Mohamed Babiker, Agust Gudmundsson, p. 257

227- On İki Torun Kabile
Musa’nın İsrailoğullarını getirdiği Medyen’de devlet değil kabileler birliği vardı. İsrailoğulları da 12 torun kabile olarak akrabalık bağı ile (kendi kabileleri arasında) bağlanarak toplum olmuşlardır.
MEDYEN BİRLİĞİ (MİDİAN LEAGUE) – 12 TORUN KABİLENİN BAŞLANGICI
İsrail'in komşularının dinleri, genellikle doğanın güçlerini yansıtan evrensel tanrılara sahip, sofistike, hoşgörülü çoktanrıcılardı. Yunan ve Roma dinlerinden çok az farklıydılar ve Doğu ve Batı temasa geçtiğinde, bir panteonun tanrıları diğerindeki eşdeğerleriyle hızlı ve kolay bir şekilde tanımlandı. Kenan ve Mezopotamya'daki temel bir mitsel kalıp, kozmosu teomakiden ortaya çıkan, tanrılar arasındaki bir çatışma olarak tanımlar; burada cennette ve dolayısıyla yeryüzünde krallık, bereket ve yaşam tanrısı olan fırtına tanrısının zaferiyle kurulur. İnsan toplumu, yaratılışın bu düzenlerine katılır, çünkü yeryüzündeki krallık, tam anlamıyla değişmez ve ebedi olan ilahi krallıkta kök salmıştır.

İsrail'in ilk dinini şekillendiren toplumsal metaforlar, tabiri caizse “premonarşik”ti. Daha önce de belirttiğimiz gibi, krallık İsrail'de şüpheliydi ve eski kafalı Yahvistlere göre geçiciydi. İsrail toplumu, özellikle erken dönemde akrabalık temelinde yapılandırıldı ve aşiret toplumu, konfedere bir kabileler birliğine dönüştü; akrabalık yasal kurguyla, yani antlaşmayla genişletildi. Birlikler aynı anda akrabalık grupları olarak kabul edildi, soylarının izini varsayılan bir ataya kadar takip etti, kabileleri az çok yapay, parçalı soy kütükleri ile birbirine bağladı. Aynı zamanda ligin tüm üyeleri akrabalığın görevlerini, yükümlülüklerini ve ayrıcalıklarını genişleten antlaşmaya bağlı birlikler olarak kabul edildi.

Güneyde bu tür bir dizi birlik vardı. Edom, Ammon, Moab, Midian ve Arap birlikleri, özellikle Qedar. Karakteristik olarak, birlikler İlahi Akrabalar veya kendi akrabalarına, birliğin üyelerine veya (aynı şeyi söylemek gerekirse) ahit ortaklarına akrabalık görevlerini üstlenen ahit tanrıları olarak düşünülen koruyucu tanrılar için adlandırıldı.

İsrail'in birliğine Yahve'nin akrabası (fam yahweh) deniyordu. Ammon'da kabile toplumu Milkom'un akrabasıydı, Edom'da Qos'un akrabası, Moab'da Chemosh'un akrabası, Kuzey Arabistan'da Athtar-shamayn'ın akrabası veya ailesiydi (gahl fAthtar-šamayn). Her kabile birliğinin kültü bir tanrı, birliğin patronu, birliğe göçte ve özellikle savaşta önderlik eden ve birliğin unsurları arasındaki ilişkileri düzenleyen kanunu olan İlahi Akrabaya odaklanıyordu.

Güneydeki bu akraba topluluklarının her birinin onomasticon'una (kişisel adların envanteri), birlik tanrısının çağrıldığı teoforik adlar (ilahi bir öğeye sahip isimler) hâkimdi. İsrail'de onomasticon'a Yahweh veya El hâkimdir; Ammon'da, Milkom tarafından (bkz. fotoğraf ve s. 83'teki çizim) veya El. Milkom ve Yahweh isimleri, besbelli, tanrıların patriği olan El'in sıfatları olarak ortaya çıktı. Moab'da isimler, f Athtar/f Aštar'ın bir sıfatı olan Chemosh ile birleştirilir; Edom'da, Qos ile birlikte, muhtemelen Haddu/Hadad'ın bir kült adıdır.

Güneydeki liglerdeki bu onomastik uygulama, Kenan şehir devletlerindeki ve ayrıca onomastikonlarındaki teoforik isimlerde yüksek tanrıların bütün panteonunun çağrıldığı Mezopotamya'daki kullanımla canlı bir tezat oluşturuyor.

İlahi Akraba, Albrecht Alt tarafından tipolojik olarak lig tanrısının öncüsü “babanın tanrısı” olarak adlandırılan ataerkil dinden kaynaklanan bir tanrı türüdür. Bu, babanın tanrısı ya da birlik tanrısı kültünün erken İsrail'de ya da güneyin fersahlarında tek tanrılı olduğu anlamına gelmez. Ancak İsrail'de kıskanç tanrılarının iddiaları, İsrail'deki tektanrıcılığın daha sonraki gelişimi için bir hazırlık olarak tanımlanabilir. İsrail'in lig tanrısı onun birincil hamisiydi ve özel bir lig kültü talep ediyordu. Bir noktada, yalnızca Yehova önemli bir güce ve egemenliğe sahip olarak görülüyordu. Diğer tanrılar güçlerini kaybetti. Diğer tanrıların gerçek bir gücü yoksa dinsel olarak hiçbir ilgileri yoktur ve bu nedenle bu noktadan sonra İsrail'de varoluşsal tektanrıcılıktan söz edilebilir.
(227- Conversations with a Bible Scholar, Frank Moore Cross pp. 75-77)

228- Kuyular / Sarnıçlar
Daha önce Kutsal Bölge olarak adlandırılan Maqla'nın zirvesinin hemen altındaki alanda, belli ki bazı dairesel yapılar var. Cornuke'den alıntı:

Her yapı, iki buçuk fit kalınlığında dış duvarlar oluşturan devasa bir sekoya ağacının dış kabuğundan farklı olmayan üç büyük halkadan oluşuyordu. On sekiz fit çapında, beş fit aralıklı olarak ölçtüler ve tam olarak on iki tane vardı. Ama onlar sütun değildi. Daha çok tören platformlarına veya belki de büyük sarnıçlara benziyorlardı. Daha önce gördüğümüz antik nehir yatağının dibinde yatıyorlardı, bu yüzden belki bir zamanlar İbrani kabileleri için su depolama rezervuarı olarak hizmet ettiler.” Syf. 146

Dağdan su akarken, suyun kuyuların çift duvarlarına sızacağını ve bir dereceye kadar arıtılacağını hissettiler.291 Moller, fotoğrafta önerilen göl yatağının etrafındaki siyah noktalarla “kuyuların” yerleşimini göstermektedir (Şekil 29). Gordon Franz'ın bu konuyla ilgili özeti yararlıdır: Syf. 147

Bölgedeki buluntulara biraz kafa karışıklığı eklemek için Wyatt ve Fasold, yakın alanda yaklaşık 18 ft çapında büyük dairesel yapılar buldular (Williams 1990: 208-10; resim 3; Cornuke ve Holbrook 2000: 124). Williams (1990: resim 3) bunların İsrail kabilelerini temsil eden on iki sütun olduğunu söylüyor, ancak Cornuke bunu dikkate almıyor ve bunların ya tören platformları ya da büyük sarnıçlar olduklarını söylüyor (Cornuke ve Halbrook 2000:124).292 Fotoğraflardan ve çizimlerden bana, muhtemelen kuzeybatı Suudi Arabistan bölgesine özgü mezarlarla bağlantılı büyük taş daireler olan höyükler gibi görünüyorlar. Höyüklerin tarihi ve işlevi bilinmemektedir (Ingraham et al. 1981: 69-71).(Syf. 147)
(228- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, pp. 146-147)

229- Science in School Issue 29 Summer 2014, p. 48

230- https://www.scientificamerican.com/article/to-save-the-redwoods-scientists-debate-burning-and-logging/
23.01.2024 tarihli erişim.

231- The Exodus Case: New Discoveries of the Historical Exodus, Dr. Lennart Möller, p. 783

232- İsrail'in Sina'da daha uzun süre kalması, Kutsal Bölge veya Ahit Alanının bulunduğu Jabal al Lawz/Maqla'nın doğu tarafına seyahat ettikleri için Rephidim'den sonra kamp durakları olacaktı. Orada deneyimledikleri uzun süreli kalışlarla büyük bir insan kitlesi tarafından kamp yapıldığına dair bazı kanıtlar beklenebilir. Caldwell'ler, Lawz/Maqla sıradağlarının doğu yamaçlarından her yöne uzanan geniş düzlüklerin kapsamlı gözlemlerinden, küçük taşlarla yüzlerce kamp çemberini belgelediler. Bu onların Musa döneminde İsrail tarafından kullanıldığını kanıtlıyor mu? Hayır, ama tarihleme çok kesin olmadığı için hala bir olasılık olmaya devam ediyor. Bir kez daha, burası Sina Dağı'nın yeriyse, iki milyon kadar insan için kamp yapmak için yer olmalı ve dokuz aylık bir kampın bazı yapısal kanıtları beklenebilir. Bu yapılar büyük olasılıkla bu kanıt olabilir.
(232- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 152)

233- Ballı madde, Hemiptera takımından genellikle Sternorrhynca olmak üzere, Auchenorrhyncha alttakımına bağlı bazı böcek türlerinin boşaltım (atık) ürünüdür. Şurup kıvamında tatlı bir maddedir. Böcek tarafından emilen bitki özsuyu, sindirim sistemi içinde değiştiğinden, ballı madde, çeşitli sakkaritler ve oligosakkaritler içermektedir. Bazı türlerin ballı maddesinde proteinlerin de olduğu tespit edilmiştir. Ballı madde, ekosistem (salgılayan böcek, bitki, toprak ve diğer canlılar) üzerinde olumlu ve olumsuz çok önemli etkilere sahiptir. Fumajin oluşumu nedeniyle, bitki üzerinde olumsuz etkileri bulunurken, besin döngüsü üzerinde olumlu etkileri bulunmaktadır. Pek çok mikroorganizma, böcekler (karıncalar, balarıları, yaban arıları, parasitoid ve predatörler), kuşlar ve hatta insanlar ballı maddeden besin olarak faydalanmaktadır. Bu nedenle ballı madde, bu canlıların birbiri ve çevresiyle ilişkilerini ve popülasyon yoğunluklarını etkilemektedir. İlk çağlardan beri, insanlar ballı maddeyi bir besin kaynağı olarak, manna ya da salgı balı şeklinde kullanmışlardır. Bal arıları ballı maddeyi toplayarak “Salgı balı, orman balı veya çam balı” üretirler. İnsanlar tarafından severek tüketilen bu bal, ekonomik öneme sahip bir üründür.

İnsan besini olarak ballı madde
Manna, beyaz, kişniş tohumu iriliğinde, sakızımsı yapıda, tatlı bir yiyecek olarak tarif edilir. Bodenheimer (1953), manna’nın Tamarix sp.’de beslenen Trabutina mannipara (Hemprich & Ehrenberg) (Hemiptera: Coccoidea: Pseudococcidae) ve coccoid türünün salgıladığı ballı madde olduğunu, sıcak çöl ikliminde, içeriğindeki suyun hızla buharlaşmasıyla dalların üzerinde veya yerde kristalleştiğini bildirmektedir. “Cennetin ekmeği” gibi isimler de verilen bu besin, kutsal sayılmaktadır (Ben-Dov, 1997). Orta Asya, Avrupa Alpleri ve Kuzey Amerika’da bazı yerli kabile tarafından da yenilen manna, 1968’den beri insan besini olarak kabul edilmiştir (Crozier, 1981).
Sonuç
Yapılan çalışmalar, hemipterlerin salgıladığı ballı maddenin ekosistem üzerindeki şaşırtıcı etkilerini ortaya koymaktadır. Ballı madde salgılayan birçok hemipterin önemli tarımsal zararlılar arasında olması, ballı maddenin ekosistem üzerindeki önemli etkilerinin gözde kaçmasına neden olmaktadır. Örneğin, kelebekler ve arılar gibi birçok tozlayıcı için ballı madde çekici olmakta ve bunun sonucu tarım alanlarındaki meyve tutumu artmaktadır. Tarım alanlarında özellikle biyolojik mücadele uygulamalarında ballı madde salgılayan böcek ve karıncalar dikkatle izlenmeli, öte yandan bu maddenin faydalı böcekler için çekici ve gerekli bir besin olduğu unutulmamalıdır.
(233- Ballı madde salgısı, Honeydew, Gordana Duroviç, Selma Ülgentürk, s. 126)

234- Manna scale, Trabutina mannipara (Hemprich & Ehrenberg) (Homoptera: Coccoidea: Pseudococcidae), Y. Ben-Dov

235- Tamarix gallica, Fransız ılgın, yaprak döken, otsu, dallı bir çalı veya yaklaşık 5 metre yüksekliğe ulaşan küçük bir ağaçtır. Suudi Arabistan ve Sina Yarımadası'na özgüdür. Akdeniz bölgesinde çok yaygındır. Diğer birçok alanda istilacı bir tür olarak bulunur ve genellikle zararlı bir ot haline gelir. İlk olarak 1753'te taksonomist Carl Linnaeus tarafından botanik sınıflandırması için tanımlandı, ancak 1596'dan beri zaten yetiştiriliyordu.
Sonbaharda dökülen kırılgan, odunsu dallara ve onları kaplayan küçük, pul benzeri yapraklara sahiptir. Yaprak şekli, zamanla aşırı kuru koşullara bir adaptasyondur.
Pembe çiçekler küçük, hermafrodittir ve dar, tüy benzeri dikenler üzerinde taşınır. Genellikle yapraklardan daha erken çiçek açarlar, ilki mayıs ayında, bazen ikinci kez ağustos ayında.
Doğal aralığında bitki, nehir kenarları gibi nemli alanlarda, özellikle tuzlu topraklarda yetişir. Gösterişli pembe çiçek başakları için süs bitkisi olarak yetiştirilmiştir. Cezayir ve çevresinde romatizma, ishal ve diğer hastalıklarda tıbbi olarak kullanılmış. Suyu, İsfahan'dan gelen bir İran lezzeti olan gaz için bir malzemedir.
(235- https://en.wikipedia.org/wiki/Tamarix_gallica)
23.01.2024 tarihli erişim.

236- The Exodus Inscriptions at Serabit El-Khadim Five Proto-Sinaitic inscriptions provide unprecedented historical context for ancient Israelite traditions of the Exodus, Michael Shelomo Bar-Ron, p. 94

237- Manna: An Historical Geography (Biogeographica), R.A. Donkin, p. 79

238- Manna scale, Trabutina mannipara (Hemprich & Ehrenberg) (Homoptera: Coccoidea: Pseudococcidae), Y. Ben-Dov, p. 387

239- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 153

240- https://doubtingthomasresearch.com/ancient-graveyard-near-golden-calf-site/
23.01.2024 tarihli erişim.

241- https://tr.wikipedia.org/wiki/M%C4%B1s%C4%B1r_hiyeroglifleri
23.01.2024 tarihli erişim.

242- Mısır hiyeroglifleri, çoğunlukla insanları, bitkileri, hayvanları ve nesneleri gösteren işaretleri kullanan logofonetik bir sistemdir. İşaretler genellikle üç şekilde kullanılmıştır. Hiyeroglif işaretlerinin ilk kullanımı için, bir ve üç ünsüz arasında değişen kod içeren üç tür fonogram vardır. Orta Mısır’ın (ME) tüm ünsüz sesbirimlerini kodlayan ve bu nedenle gramatografik yazı işlevi görme potansiyeline sahip 24 tek sesli (heceli) işaret vardır.
(242- The World's Oldest Alphabet, Douglas Petrovich, p. 4)

243- Bitmeyen Öykü: Alfabe Tartışmaları, -Rapor- s. 14

244- Hemen hemen herkesin hemfikir olduğu bir diğer nokta, alfabenin yaratıcılarının yüksek bir hiyeroglif bilgisine, Orta Mısır-Middle Egyptian (ME) yazısına sahip olmalarıdır. Aslında, Eduard Meyer 1893'te, tamamen sessiz bir alfabenin Mısır hiyerogliflerinden türetilmiş olması gerektiği ilkesini dile getirdi. Dünya çapında bir Mısırbilimci olan Gardiner (1916, 11) ile aynı fikirdeydi. Gardiner, Mısır'ı Samilerin yazmayı öğrendiği okul olarak tanımlamak için "neredeyse belirleyici" dört neden saymıştır: (1) Mısır'ın Levant'a göre coğrafi konumu, diğer tüm ülkelerden daha elverişlidir; (2) Fenike, Yunanca, Saba dili ve ortak prototiplerinden türetilen diğer yazıların ayrışması için önceden düşünülenden daha uzun bir süreye ihtiyaç duyulur; (3) Babil ve Akdeniz yazılarından farklı olarak Mısır, fonetik işaretlerini alfabetik yazının taklit ettiği bir özellik olan ideografik yazısından türetmiştir ve (4) akrofoni ilkesi, Lambdin 1960-21 sessiz alfabesinin türetilmesini açıklamanın doğal bir yoludur.
(244- The World's Oldest Alphabet, Douglas Petrovich, p. 9)

245- Madenlerde mevsimlik çalışan İbrani kölelerin Mısır’da vebanın çıkması nedeniyle madenlerde uzun süre kalmak zorunda oldukları bildirilir. Üstelik bu grubun altın buzağı isyanında rol oynayan karışık topluluk olduğu ileri sürülür.
(245- The Exodus Inscriptions at Serabit el-Khadim, Five Proto-Sinaitic inscriptions provide unprecedented, historical context for ancient Israelite traditions of the Exodus, Michael Shelomo Bar-Ron, p. 14)

246- Verilerin bu kısa özetinden birkaç sonuç çıkarabiliriz. Birincisi, alfabenin mucit(ler)i, harflerin isimlerinin kaynağı olan bir Sami dili konuşuyordu. İkincisi, hiyeroglif işaretleri gözlemlemek ve uyarlamak için bolca fırsata sahip oldukları Mısır ortamında çalıştılar. Üçüncüsü, alfabetik yazının MÖ 19. yüzyılın ortalarında Mısır'ın ücra köşelerine yayılması için, MÖ 20. yüzyılda veya 19. yüzyılın başlarında Mısır'da merkezi bir yerde çalışmış olmaları gerekir. Birkaç olasılık var ama bana göre doğu Nil deltasındaki Avaris şehri (modern Tell el-Dabˤa) bu bölge için en makul seçeneği temsil ediyor. Mısır bilimci Manfred Bietak'ın (2010b) gösterdiği gibi, Habidadum'un kardeşi "Reṯenu'nun prensi" de dahil olmak üzere, Orta Krallık döneminde Sami dili konuşan pek çok kişi bu şehri evi olarak adlandırdı. Tell el-Dabˤa'daki kazılarda orijinal olarak “Reṯenu prensi Di-sobek-em-ḥet”e (Martin 1998) ait olan bir bok böceği mührü ve “Reṯenu prensi” (Bietak 2010a; 2010c). Bu nesneler, Avaris'teki Semitik konuşan topluluk ile Habidadum'un Serabit el-Khadem'deki birliği arasında potansiyel bir bağlantı sağlıyor.
(246- On the Origin of Alphabetic Writing, p. 5)

247- The World's Oldest Alphabet, Douglas Petrovich, p. 36

248- Özlü Edebiyat – Kitabe (Lapidary Literature)
Wadi el-Hol kaya yazıtları, dini içerikli metinlerin yanı sıra edebi besteleri de içerir. Amenemhat III döneminde, bir rahip Dedusobek, yakındaki bir kaya yazıtının yazarına hitaben mektup tarzında bir yazıt oymuştur (şek. 11; Darnell 2002b: 99 - 101 [WHRI 5 sağ dikey çizgiler]). Özlü mektup, Sinuhe'nin Senusret I'e yazdığı mektuptaki listeye yakından paralel olarak birkaç tanrıya bir hitapla açılır.
(248- Wadi el Hol, John Coleman Darnell, p. 5)

249- Wadi el-Hol yazıtı, hikâyenin Ashmoleon Ostracon versiyonundaki çeşitli okumalar için Orta Krallık öncüllerini sunar (olasılıkla tesadüfi değil, pace Parkinson 2009: 125, n. 27). Sitedeki edebi metinler, bunun “eğlence için zorunlu bir sosyal alan” olarak kullanılmasını önermektir (Parkinson 2009: 125 - 126; ayrıca Darnell 2002b: 93 - 94 [WHRI 3], asimetrik lir çalan şarkı söyleyen bir adam) ve zihinsel durumu ortaya koymaktadır. Eğitimli bir Orta Krallık gezgini için seyahat ve çölün edebi ilişkileri.
(249- Wadi el Hol, John Coleman Darnell, p. 6)

250- Orta Krallık, eski Mısır sanatının, dilinin ve edebiyatının klasik dönemidir. Mısır diline girişler her zaman bu dönemin ünlü edebi yapıtlarından başlar; bu nedenle hem akademisyenler hem de öğrenciler kaçınılmaz olarak Orta Krallık'a aşinadır.
(250- Hathor and her Festivals at Lahun, in Miniaci, Grajetzki (eds.), The World of Middle Kingdom Egypt, Zoltán Horváth, page xi)

251- Wadi el-Hol, antik Thebes ve Hiw arasında kabaca eşit uzaklıkta, Farshut Yolu'nun orta noktasına yakın bir kaya yazıt siteleri ve kervansaray birikintileri topluluğudur. Kaya yazıtları, çoğunluğu Orta Krallık'a ait olmak üzere, Hanedan Öncesi ve Kıpti Dönemleri arasında değişmektedir. Çoğu yazıt isimleri ve unvanları kaydeder, ancak diğerleri daha uzundur ve edebi metinler ve derin çöldeki dini kutlamalara göndermeler de dâhil olmak üzere daha sıra dışı içeriğe sahiptir. Arkeolojik kalıntılar, Farshut Yolu boyunca kervanların ve gezginlerin döküntülerini temsil eden Tasya kültürünün Hanedan öncesi mezarlarını ve enkaz höyüklerini içerir. En büyük yatak, geç Orta Krallık'tan Pers Dönemi'ne kadar sürekli bir seramik ve organik malzeme stratigrafik kaydı içerir.
(251- Wadi el Hol, John Coleman Darnell, p. 1)

252- Two Early Alphabetic Inscriptions from the Wadi el-Hôl: New Evidence for the Origin of the Alphabet from the Western Desert of Egypt, p. 74

253- Wadi el-Hõl'in stratejik konumu nedeniyle, yazıtların çoğu askerler ve askeri faaliyetlerle ilgilidir. Amenemhat III döneminde, Theban birlikleri Wadi el-Hõl 13'te garnizon kurmuş gibi görünüyor ve çöl ileri karakolu, İkinci Ara Dönem'e14 askeri bir üs olarak hizmet etmeye devam ederken, Teb'in arka kapısını korurken, Abydos'taki Theban üssü ve Nil ile Kharga Vahası arasındaki bir Theban karakolu. İkinci bin yılın sonlarında, Wadi el-Hõl ve ona bağlı yollar, genellikle barış zamanlarında güvenliği sağlayan yabancı yardımcılarla desteklenen askeri birlikler için bir caddeydi. Gezginler, tüccarlar, hacılar veya rahipler güvenli geçiş ve savaş zamanlarında stratejik manevralar için aynı rotaları kullandılar. İlk iki alfabetik yazıt, askeri bir ortamda faaliyetlerin bu karmaşık birleşimine uyuyor.
(253- Two Early Alphabetic Inscriptions from the Wadi el-Hôl: New Evidence for the Origin of the Alphabet from the Western Desert of Egypt, p. 75)

254- Bir ya da iki belirli İbrani'nin -Tekvin/Yaratılış'ın İncil metninde isimleriyle bilinen ve Mısır'ın en yüksek makamlarında büyümüş ve dolayısıyla şüphesiz ki Orta Mısır (ME) dilini gençliklerinde öğrendiler. Dünyanın en eski alfabesinin mucitleriydiler. Orta Mısır (ME) işaret listesindeki yüzlerce hiyeroglif arasından İbranice söz varlığında bilinen ve kullanılan 22 kelimeyi seçerek akrofoni sistemini kullanarak İbrani alfabesini oluşturmuşlardır.
(254- The World's Oldest Alphabet, Douglas Petrovich, p. 6)

255- Discovery of egyptian ınscriptions ındicates an earlier date for origin of the alphabet, by John Noble Wilford

256- The Birth of the Alphabet from Egyptian Hieroglyphs in the Sinai Desert, Orly Goldwasser, p. 166

257- Düzgün bir şekilde bağlamlandırılan Sina yazıtları, alfabenin kökeni hakkında çok önemli bilgiler sağlar. Daha 1916'da, Mısırbilimci Alan Gardiner (1916), Sina alfabesindeki harflerin çoğunun hiyeroglif işaretlerine benzediğini fark etti ve alfabenin Mısır yazısından türediğini öne sürdü.
Doksan yıl sonra, Gordon Hamilton (2006: 29–253) Sina yazısı ile hiyeroglif ve hiyeratik yazılar arasındaki geniş paralellikleri belgeleyerek Gardiner'in şüphelerini doğruladı. Gardiner gibi, alfabenin Mısır yazı sistemlerinden türediği sonucuna vardı. Son yıllarda, Gardiner ve Hamilton'un sonuçları, alfabenin icadıyla ilgili birkaç hipoteze yol açmıştır. Önde gelen hipotez, Sami dili konuşan bir bireyin Mısır hiyerogliflerinin bir alt kümesini seçmesi ve daha sonra onlara kendi Sami diline dayalı olarak ünsüz değerler atamasıdır.
Mısırbilimci Orly Goldwasser (2006), bu sürecin Sina yazıtlarını şimdiye kadar oluşturulmuş ilk alfabetik metinler haline getirecek olan Serabit el-Khadem'de gerçekleştiğini bile iddia ediyor. Ancak önerisi yaygın kabul görmedi.
Sina yazısının mirası bugüne kadar devam ediyor. Alfabetik yazı yalnızca bir kez icat edildi ve bu nedenle her alfabetik sistem ya Sina yazısının doğrudan bir soyundan geliyor ya da Sina yazısının bir türevinden ilham alıyor. Örneğin bugün kullandığımız Roma alfabesi, Sina alfabesinin doğrudan soyundan gelmektedir. Romalılar alfabeyi Etrüsklerden, Yunanlılardan, Fenikelilerden ve Geç Tunç Çağı öncüllerinden miras alan Etrüsklerden ödünç aldılar (Fischer 2001: 82-89). Roma alfabesindeki A gibi bazı harfler, Sinaitik ve hiyeroglif yazılarındaki piktografik kökenlerinin izlerini bile korumaktadır.
(257- Wandering in the Desert?: A Review of Charles R. Krahmalkov’s “The Chief of Miners Mashe/Moshe, the Historical Moses”, Aren M. Wilson-Wright, pp. 8-10)

258- Sina'da bulunan hiyeroglif yazıtlara ek olarak arkeologlar, bir Sami dilini yazıya geçirmek için fonetik alfabe olarak çeşitli hiyeroglif işaretleri kullanan yaklaşık elli metinden oluşan küçük bir külliyat buldular. Her ne kadar bu yazı biçiminin kesin doğum tarihi bilim adamları arasında hala bir tartışma konusu olsa da “belgenin mantığına göre bu eşit yazının Amenemhat III ve Amenemhat IV dönemlerinde ortaya çıkması bize daha muhtemel görünüyor.”
(258- Amenemhat IV and the End of the Twelfth Dynasty Between the End and the Beginning, p. 83)

259- The Exodus Inscriptions at Serabit el-Khadim, Five Proto-Sinaitic inscriptions provide unprecedented, historical context for ancient Israelite traditions of the Exodus Michael Shelomo Bar-Ron, p. 5

260- Proto-Sinaitic – Progenitor of the Alphabet, Frank Simons, pp. 26-27

261- Two Early Alphabetic Inscriptions from the Wadi el-Hôl: New Evidence for the Origin of the Alphabet from the Western Desert of Egypt, p. 73

262- Amenemhat III, bilinen yirmi sekiz girişimiyle Sina Yarımadası'na diğer On İkinci hanedan hükümdarlarından daha fazla sefer düzenledi. Dolayısıyla, sırf sayılar açısından, Amenemhat III'ün saltanatı, Sina yazıtlarının oluşumu için en olası bağlamı sağlar.
(262- Sinai 357: A Northwest Semitic Votive Inscription to Teššob, Aren Max Wilson, pp. 248-249)

263- The World's Oldest Alphabet, Douglas Petrovich, p. 35

264- The World's Oldest Alphabet, Douglas Petrovich, p. 50

265- The World's Oldest Alphabet, Douglas Petrovich, p. 11

266- Sinai 375A: Üçüncü kelime |H3-H8| Yazarın başlık formülünü kullanması nedeniyle bir kişinin adı olması gereken Sina 375a'da üç bileşenden oluşur: + y + batık. İbranice kelime "kardeş" anlamına gelirken smk fiili (3ms cinsinden) "destekleyici" veya "destekler" anlamına gelir (Tesniye 34:9). "kardeş"in sonuna eklenen hiyeroglif i/, les pronominal ekini oluşturan İbranice l-dass ünlüsü hi req y&d' ye eşdeğerdir. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde, adının anlamı "Kardeşim-destekler" olur.
(266- The World's Oldest Alphabet, Douglas Petrovich, p. 179)


267- Serabit el-Hadim'deki Mine 11'in girişinde bulunan bu P-S (Proto-Sinaitik) yazıtın, tek bir yazar tarafından yazılmış saf, arkaik İbranice olduğu anlaşılıyor.
Sina 349, 357 ve 361 de dâhil olmak üzere burada tartışılan dört eserden ilkidir ve hepsinin tek bir bestecisi var gibi görünmektedir (aynı yazar değil). Bu, ortak temaları ve yazı stilleri nedeniyle birbirlerine karşılıklı destek sağlar. Örneğin, hepsi aynı polemik havasını paylaşır ve bir kafiye içerir. Ancak aynı yazar tarafından yazılmamışlardır. Bu yazıt, Maden L'de bulunan ve aşağıda incelenen (Sina 349 ve 357) iki ek ortak özelliğe dayalı olarak bir araya gelen diğer iki yazıtı birleştirmektedir: üçü de Maden L'de bulundu ve ortak bir yazı stiline sahipler, bu da hepsini aynı yazarı elinin yazmış olabileceğini düşündürüyor.

Sina 353, 357 ve 361 ile ek bir özelliği paylaşır: dikey çizgilerle yazılmıştır.
Sina 349 ve 357'de olduğu gibi, kafiye son dizelerde bulunur.

Sina 353, İbrani yolcuları, tapınağı orada duran Altın İnek ilahı Hathor Ba'alat kültü tarafından baştan çıkarılmamaları için uyaran bir tabela gibi görünüyor. Putu mahallinden temizlemelerini ve kendilerini onun tesirinden uzaklaştırmalarını emreder.

Buradaki İncil ifadeleri ve temaları ışığında, yazının yaşına ilişkin ipuçları, konumun büyük önemi, Sina 353, buradaki kardeş yazıtlar gibi, Altın Buzağı olayı özellikle Mısır'dan Çıkış'la ilgili İsrail geleneklerinin gerçek bir tarihsel temelini güçlü bir şekilde akla getiriyor. Syf. 11

Bu, daha önce oluşturduğumuz tabloyu güçlendirdiği için son derece önemlidir. Ben buna en az dört "Çıkış Yazıtı"ndan biri adını veriyorum ve bunun pekâlâ Musa tarafından yazılmış olabileceğine inanıyorum.

Eğer öyleyse, On Emir için hayal ettiğimiz klasik "taş tabletlere" ne kadar benzediği dikkate alındığında, bu inanç açısından önemli bir kazanımdır. Bunlar da metin sütunları halinde yazılmış olabilir mi? Syf. 14

Dikey metnin Musa'nın yanı sıra büyük bir askeri lider tarafından yazılmış olması tamamen mümkündür. Joshua (kendini kanıtlamak için böyle bir yazıt yapmış olabilecek lider) veya Musa'nın ikinci komutanı Hur’dur. Düşey sütunla ilgili yorumumun en çok Musa'nın yazdığı bir yazıtla tutarlı olduğuna inanıyorum. Üç kişiden yalnızca Musa, Çıkış sırasındaki yazıcı faaliyetiyle hatırlanır. İsrail kampındaki yüksek rütbeli bir yetkiliye duyulan saygının derecesi yalnızca hayal edilebilirken, benim yorumum doğruysa, Musa'nın yazdığı bir yazıtın Arba' gibi daha düşük bir şef tarafından böyle bir itaatkâr onayı garanti edeceğinden yalnızca emin olabiliriz. Syf. 30

2. Hanedan XIII Zamanının İbrani Köleleri Okuyup Yazabiliyordu
Ortalama bir İbrani'nin bu yazıtları okuyup okumadığını merak etmeyelim diye, tezimiz için önemli olan bir başka nokta da hedeflediğimiz zaman dilimindeki Samiler/İbraniler arasında güçlü bir okuryazarlık oranı olmasıdır. Dr. Kerry Muhlestein, Wadi el-Hol yazıtlarının kendilerinin öne sürdüğünün yanı sıra, bu makalenin sınırlarının ötesinde, 13. Hanedan'da bunun için önemli kanıtlar zikretmektedir:5
Brooklyn Papirüsünde adı geçen öğretmenin önerdiği gibi, bazı Mısırlı seçkinler Sami köleler tarafından eğitilmiş bile olabilir. Ayrıca, bazı Asyalılar tapınakta çalıştıkları için, şüphesiz okuryazar rahiplerle düzenli temasları vardı. Bu nedenle, entelektüel düzeyde kültürel bir etkinin gerçekleşmesi için fazlasıyla fırsat vardı. Asyalılar arasında "bazı güçlü kişiliklerin erken Hanedanlık 13'te zaten krallık makamına yükseldiğini" fark ettiğimizde bu fikir güçlenir. 13. hanedan, 'Asyalıların Oğlu' sıfatını taşıyordu. Syf. 56
(267-The Exodus Inscriptions at Serabit el-Khadim, Five Proto-Sinaitic inscriptions provide unprecedented, historical context for ancient Israelite traditions of the Exodus, Michael Shelomo Bar-Ron, p. 11, 14, 30, 56)

268- Orta Tunç Çağı'ndan Geç Tunç Çağı'na kadar Proto-Sinaitik ve Proto-Kenaan alfabesi iki ana aşama gösterir: ikonik ve lineer-doğrusal. Bir Proto-Sinaitik yazıt dışında tümü ikonik varyasyonlar gösterirken, Proto-Kenan yazıtları olarak adlandırılan yazıtlar iki evre gösterir: erken ikonik evre ve sonraki doğrusal evre. Proto-Sinaitik ve Proto-Canaanite ikonik fazı ile Geç Tunç Çağı Kenan dilindeki alfabetik yazının lineer fazı arasında doğrudan bir paleografik evrim çizgisi çizilebilir (Pardee 1997b ve 1997c).

KOMUT SİSTEMLERİNDE İKONİKLİK TANIMI
Benim hipotezime göre, Mısır hiyeroglif sisteminin yüksek ikonikliği, Sina'daki en eski alfabenin icadı için tetikleyici ve araçtı.5 Hiyeroglif yazı sistemi, Mısır temsil kurallarına göre titizlikle çizilmiş birkaç yüz ikonik işaretten oluşur. Gösterilenlere karmaşık bir iç içe geçmiş okuma kuralları ağı aracılığıyla atıfta bulunurlar.6

Beyin araştırmaları alanındaki yeni araştırmalar, alfabetik yazıların yanı sıra Çince ve Japonca gibi daha “ikonik” yazıların, bilim adamları tarafından “posta kutusu” olarak adlandırılan beynin özel bir alanında işlendiğini göstermiştir (Tan ve ark. 2001). Dehaene 2010; Frost 2012 ayrıca Çince ve Japonca için). Her ne kadar bariz nedenlerden dolayı, Mısır hiyerogliflerini ana dili olarak konuşanlar veya okuyucular üzerinde hiçbir zaman araştırma yapılmamış olsa da bu durumda da hiyeroglif yazı sistemini oluşturan küçük görüntüler, beynin resim işlemeye ayrılmış diğer alanlarında değil, esas olarak "posta kutusunda" işlenirdi, yani "okunurdu". Yani “okumak,” esas olarak “posta kutusunda” ve beynin resim işlemeye ayrılmış diğer alanlarında olmaz. Bu sonuçlar, metinde ve resimde ikonikliğin ayrı bir tartışmasını kuvvetle önerir.
(268- From the iconic to the linear: the Egyptian scribes of Lachish and the modification of the early alphabet in the Late Bronze Age, Orly Goldwasser p. 118, 120)

269- Kur'an'ın her ayetini tercüme edip yorumlarken, motamot kelime tercümesi değil, önceki ve sonraki ayetlerin, ayetin bulunduğu surenin ve bütün Kur'an'ın ana fikirlerini göz önünde bulundurup anlamlandırdım. Çünkü her bir kelime, bir düşüncenin yansımasıdır ve bir düşünce, bir anlam taşır. Dolayısıyla her bir kelime, aktif olmayan, yani söze ve amele dönüşmemiş bir anlam enerjisi taşıyıcısı, bir hamal veya bir yük arabası demektir. Bu anlam enerjisini taşıyan kelimeyi görerek okurken, beynin görme ile ilgili bölgesindeki sinir hücreleri /nöronlar veya bir başkasının makamlı veya makamsız sesli okuması sırasında işitme bölgelerindeki sinir hücreleri, kelimeye ait şekil veya ses enerjilerini alır ve uyarılırlar. Böylece kelime, beyin tarafından sadece şekil veya ses olarak algılanmış olur. Ancak henüz bu görme veya işitme aşamasında, kelimenin şekli veya sesi anlamsız ve cansız bir beden, kuru birer odun gibidir. Beyinde sadece ilgili nöronlar /sinir hücreleri uyarılmış ve ancak ne olduğunu anlamadan kelimenin harflerden oluşmuş şeklini görme veya kupkuru bir sesini işitme sağlanmıştır. Örnekleyecek olursak, bu aşamada kelime, misafir olmak istediği evin kapısına kadar gelebilen, fakat kapıyı çalamayan ve içeri giremeyen kişi gibidir. Çünkü beyinde kelimeye ait şekli veya sesi, anlamamızı sağlayacak olan beyin merkezlerine iletecek yollar henüz açılmamıştır. Çünkü bu yolların açılabilmesi için, kelimenin şekil veya ses enerjileri ile birlikte, taşımakta oldukları anlama enerjisinin de birlikte beyne gelmeleri gerekmektedir. İşte eğer ses veya kelimenin harflerinden oluşan şeklinden uyarılmış olan nöronlarda oluşan kuru bir enerji, kelimenin taşımakta olduğu anlam enerjisi ile birlikte beyne gelmişse, bu kupkuru enerji, anlam enerjisi ile birlikte bir güç oluşturarak anlam merkezlerine giden yolları açarlar. Böylece anlam enerjisi, görüleni veya işitileni önce algılama merkezlerindeki hücrelere uğradıktan sonra ancak yoluna devam edebilir ve anlamlandırma merkezlerindeki sinir hücrelerini uyarabilir. Uyarılan bu hücreler de görülen kelimenin şeklinin veya işitilen kelimenin sesinin ne anlam taşıdığının anlaşılmasını sağlamış olurlar. İşte bundan sonra ancak düşünmeye ait tüm beyin birimleri hemen devreye girer ve kelimenin anlamı üzerinde düşünmeye başlarlar. Bu düşünme aktivitesi sırasında oluşan düşünce enerjisi de beyin tarafından benimsenir veya ret edilir. Benimsenirse, kişinin davranışlarına ve yaşam biçimine yansıyıp kişinin duygu, düşünce ve ahlâki davranışını yeniden yapılandırıcı bir etki oluşturmaya başlar. Oluşan bir düşünce enerjisi yoğun ve yeterli güçte ise, bütün vücut hücrelerimize de yansır ve onlarda da olumlu değişikliklere, iç ürperten duygusallığa yol açar. Diğer taraftan da bu düşünce enerjisi, ilahi kayıt sistemi ile haberleşmeyi sağlayan ve kozmik enerji diye tanımlanan özel bir enerji de olduğundan, ilahi kayıt sistemine ulaşıp orada da kayıt edilen enerji olur. Demek ki, kelimeleri anlamak, bütün beyni çalıştırır ve bu sırada başka düşünceler de araya girip akla gelmez, konsantrasyon bozulmaz, dikkat de dağılmaz. Aksine anlamı bilinmeyen kelimeler telaffuz edilirken, beynin düşünme ile ilgili sinir hücreleri, sadece telaffuz edilen bu anlamı olmayan kelimelerle tam devreye giremediği ve meşgul olmayacağı için, bu sırada başka düşünceler de devreye girer ve istenen yoğunlaşma gerçekleşemez. Bilmedikleri dil olan Arapça okuyarak namaz kılan hemen hemen herkesin en sık şikayetlerinin de namaz kılarken tam bir konsantrasyon sağlayamamaları ve çeşitli düşünceleri engelleyememelerinin sebebi işte budur. Sonuç olarak Kur'an okumak, 1) Anlamak, 2) Düşünmek, 3) Öğrenip benimsemek ve 4) Duygulanmak aşamalıdır. Düşünce enerjisi yeterli güçte oluşmuş ise veya ilahi kayıt sistemine gidiş yolunda engelleyici güneş ışınları veya parazit oluşturucu başka elektromanyetik engeller yoksa, İlahi kayıt merkezinde sağlıklı ve net bir şekilde kayıt edilmiş olur. Düşünce enerjisinin yeterli güçte olması için de konsantre olmak çok önemlidir. Kur'an'ın önerdiği 7 temel prensibe baktığımızda, gece güneşin olmadığı, zihnin gündüz telaşından uzak kaldığı sakin anların Kur'an okuma ve dua etmeye en uygun anlar olduğu, bunların yanında ayrıca ön yargısız ve açık, karışık olmayan bilinçte olmanın da temelde yoğun bir konsantrasyonu sağlama amaçlı olduğunu görürüz. Ve yine düşünce enerjisini hem oluşturmak hem de güçlü kılmak amacıyla, Kur'an'ın anlaya anlaya ve düşüne düşüne okunması önerisi de oldukça önemli bir Kur'an önerisidir.

Anlamı bilinmeyen bir dilde Kur'an'ın okunması sırasında kelimenin görülmesi veya okunuşu ile, kişide oluşan duygulanmanın rahatlatmasına bağlı olarak, sadece kişiye sınırlı bir etki olur. Bu ise Kur'an okyanusunun suyunu içemeden, hatta avuçlayamadan sadece seyretmek demek olacaktır.
(269- Allah’ın Tek Dini İslam’a Son Davet Kur’an, Nörolog Prof. Dr. Gazi ÖZDEMİR, s. 16-18)


270- From the iconic to the linear: the Egyptian scribes of Lachish and the modification of the early alphabet in the Late Bronze Age, p. 146

271- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 155

272- New Discoveries of the Historical Exodus by Dr. Lennart Möller, p. 685

273- The Biblical significance of Jabal al Lawz, Charles A. Whittaker, p. 102

274- Mount Sinai in Arabia, Joel Richardson, p. 117

275- Mount Sinai in Arabia, Joel Richardson, p. 141

276- Mount Sinai in Arabia, Joel Richardson, p. 61

277- Mısır’dan Çıkış ve Kenan Fetihleri, Marc Madrigal, s. 7

278- https://josephandisraelinegypt.wordpress.com/feature-article-imhotep-and-joseph-are-the-same-person/
23.01.2024 tarihli erişim

279- Revising the Egyptian Chronology: Joseph as Imhotep, and Amenemhat IV as Pharaoh of the Exodus

280- The Exodus problem and its ramifications : a critical examination of the chronological relationships between Israel and the contemporary peoples of antiquity,, Donovan A. Courville

281- Anne Habermehl’in The Ipuwer Papyrus and the Exodus, isimli makalesindeki “Tartışma” bölümünde 6. ve 12. hanedan döneminin çağdaş olduğu ve her iki hanedanlıkta da ÇIKIŞ ve MISIR’ BELALARI ile ilgili bilgiler olduğunu bildirir.
(281- The Ipuwer Papyrus and the Exodus, Anne Habermehl - The Proceedings of the International Conference on Creationism, Article 42)

282- Bu argümanın bir zorluğundan daha önce bahsetmiştim. Bilim adamlarının Altıncı Hanedan olarak adlandırdığı firavunlar, özellikle I. Pepi, Mısır'daki arkeolojik kanıtlara göre güçlü krallardı. Courville, bu Altıncı Hanedan krallarının aslında bilim adamlarının On İkinci Hanedan firavunları olarak adlandırdıkları; Sesostris I, Sesostris III, Amenemhet III, vb. yönetimi altındaki alt düzey yetkililer olduğunu iddia etmek zorunda ve aynı zamanda On Üçüncü Hanedanlığın On İkinci Hanedan ile paralel olduğunu da ileri sürüyor. Aslında, Altıncı Hanedan krallarının aslında Amalekliler (Hyksos) yönetimi altında ikincil hükümdarlar olarak hayatta kaldıklarını iddia ediyor.59
(282- Moses and Pharaoh: Dominion Religion Versus Power Religion, Gary North, p. 318)

283- https://tr.wikipedia.org/wiki/Akhenaton#Akhenaten'e_isim_de%C4%9Fi%C5%9Fikli%C4%9Fi
23.01.2024 tarihli erişim.

284- https://en.wikipedia.org/wiki/Hatshepsut
23.01.2024 tarihli erişim.

285- The Political Situation in Egypt during the Second Intermediate Period c. 1800-1550, pp. 9-28

286- Early history of the alphabet: an introduction to West Semitic epigraphy and palaeography, Joseph Naveh, p. 4

287- Reconstructing Economic and Political Problems from the Remains of Royal Tombs: Dynasty XIII of Ancient Egypt, Dawn McCormack, p. 37

288- https://tr.wikipedia.org/wiki/Kade%C5%9F_Antla%C5%9Fmas%C4%B1
23.01.2024 tarihli erişim.






 


Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim