88Enfal Suresi 60-68, 70-71, 41, 69, 1-4
Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler
Enfal Suresi 60-68, 70-71, 41, 69, 1-4
Enfal suresinin 1. ayet ile 41. ayetlerinde enfal/ganimetler konusu açıklanır. Ganimetlerin kamu malı olduğu bildirilir. Bu ayetlerin ardından Enfal suresi 69. ayeti okunduğunda bir çelişki olduğu görülür. Çünkü 69. ayette kamu malı olduğu bildirilen ganimetlerin afiyetle yenilebileceği bildirilir. Bu durum, haşa Allah tarafından gelmemiştir. Mushafı düzenleyen heyet tarafından Kur’an’ın anlaşılmaması için bilinçli olarak yapılmıştır. Bu art niyetli çabanın yüzlerce örneğini yazılarda gösterdik. Allah ne dediğini çok iyi bildiği halde Kur’an’da sanki ne dediğini bilmez bir Allah oluşturulmak istenilmiştir.
Mushaf tertip heyetinin, Mushaf’ı tertip ederken kronolojik bir tertip yapmadıkları, necmlere dikkat etmedikleri, bazı paragraflardaki cümlelerin, bütün ayet halindeki cümle ögelerinin gerekli dil bilgisi kurallarına uygun tertip etmediklerini anlaşılmaktadır.
Enfal Suresi 60-68, 70-71, 41, 69. ayetleri ve ardından Enfal 1-4. ayetlerin okunması halinde herhangi bir çelişki oluşmamaktadır. Ayrıca yerleri değişen ayetlerin, pasajda anlam bütünlüğü bozulmadığı ve dil bilgisi kurallarına da uygun olduğu görülür. Böylece ortaya konulmak istenen çelişki Kur’an bütünlüğü içinde ortadan kalktığı görülecektir.
Konunun daha iyi anlaşılması için farklı meallerden Enfal Suresinin okunmasını tavsiye ediyoruz. Önce bahse konu ayetler verilecek daha sonra doğru ayet sıralaması sunulacaktır. Konu ile ilgili analiz aşağıda yer almaktadır.
Hatalı Çeviri:
1. Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber'e aittir. O halde siz (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin.
2. Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.
3. Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir.
4. İşte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler, bağışlanma ve tükenmez bir rızık vardır.
...
41. Eğer Allah'a ve hak ile bâtılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı gün (Bedir savaşında) kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Resûlüne, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.
...
69. Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve temiz olarak yeyin. Ve Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah bağışlayan, merhamet edendir.
Doğru Çeviri:
88 Enfal Suresi 60-68, 70-71, 41, 69, 1-4
60.Ve siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki onlarla, Allah’a düşman olanları, kendi düşmanlarınızı ve Allah’ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını adam edesiniz, hizaya getiresiniz. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.
61.Ve eğer onlar barış için yanaşırlarsa, sen de barışa yanaş! Ve Allah’a işin sonucunu havale et. Şüphesiz Allah, en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisidir.
62,63.Ve eğer onlar, sana hile yapmak isterlerse, bil ki şüphesiz sana Allah yeter. O, seni Kendi yardımıyla ve mü’minlerle güçlendirendir ve mü’minlerin gönüllerini kaynaştırandır. Sen yeryüzünde ne varsa hepsini topluca harcasaydın yine de onların gönüllerini kaynaştıramazdın. Ama Allah, aralarını kaynaştırdı. Şüphesiz O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
64.Ey Peygamber! Sana ve mü’minlerden sana uyan kimselere Allah yeter!
65.Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabreden yirmi kişi olursa ikiyüze gâlip gelirler. Ve eğer sizden yüz olursa, şüphesiz bunlar, anlayışsız bir toplum olduklarından dolayı, kâfirlerden; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişilerden bin kişiyi yenerler.
66.Şimdi Allah, sizden hafifletti ve sizde şüphesiz bir zaaf olduğunu bildi. O hâlde sizden sabreden yüz kişi olursa ikiyüzü yenerler. Ve sizden bin olursa Allah’ın izniyle/ bilgisiyle ikibini yenerler. Ve Allah sabredenlerle beraberdir.
67.Yeryüzünde ağır basmadıkça; savaşta kesin ve tam üstünlük sağlamadıkça, kendisi için esirler oluşturması hiçbir peygambere uygun değildir. Siz, dünya genişliğini istersiniz, Allah da âhireti ister. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
68.Eğer Allah’tan bir yazı olmasa idi, kesinlikle aldığınız şeylerden dolayı size büyük bir azap dokunurdu.
70.Ey Nebi! Esirlerden elinizde olan kimselere de ki: “Eğer Allah sizin kalplerinizde bir hayır bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve günahlarınızı bağışlar. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
71.Ve eğer sana hıyanet etmek isterlerse iyi bilsinler ki bundan önce onlar, Allah’a hâinlik ettiler de Allah, mü’minlere onlardan fazla imkân verdi. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
41.Yine, biliniz ki eğer siz Allah’a, hak ile bâtılın ayrıldığı o gün; iki ordunun karşı karşıya geldiği Bedir günü, kulumuza indirdiğimiz âyetlere iman etmiş iseniz, herhangi bir şeyden ganimet olarak elinize geçirttiğimiz şeyler; artık onların beşte-biri, Allah, Elçi, özellikle de yakınlığı olanlar; yurtlarından çıkarılan fakirler, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar içindir. Ve Allah, her şeye güç yetirendir.
69.Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve hoş olarak yiyin ve Allah’ın koruması altına girin. Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
1.Sana, savaşın bahşişlerinden soruyorlar. De ki: “Enfâl/savaş bahşişleri Allah ve Elçisi/ kamu içindir. Onun için siz, mü’minler iseniz, Allah’ın koruması altına girin, birbirinizle aranızı düzeltin ve de Allah’a ve Elçisi’ne itaat edin.
2-4.Hiç şüphesiz mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen,
O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, iman açısından güç kazanan ve yalnızca Rablerine sonucu havale eden,
salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan]
ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara Rableri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır.
TAHLİL
60.Ve siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki onlarla, Allah’a düşman olanları, kendi düşmanlarınızı ve Allah’ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını adam edesiniz, hizaya getiresiniz. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.
Bu âyette hitap, tüm mü’minlere ve tüm zamanlara yöneltilerek, Siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki, onlarla, Allah’ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve Allah’ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz hakksızlığa uğratılmazsınız buyurulmuş ve böylece mü’minler için askerî strateji belirlenmiştir.
71.Ey iman etmiş kişiler! Önleminizi alın, sonra da onlara karşı ya küçük birlikler hâlinde sefere çıkın veya topluca sefere çıkın.(Nisâ/71)
Âyette önce, gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin denilerek, her türlü askerî silah ve malzeme tedariki emredilmiş, sonra da savaş atları hazırlayın buyurularak, “savaş atları”na vurgu yapılmıştır. Malumdur ki Kur’ân’ın indiği dönemde en iyi savaş aracı at idi. O nedenle âyetteki “at” ifadesi, bugün için, savaş uçağı, tank, denizaltı, güdümlü füze, hatta atom bombası olarak anlaşılmalıdır.
Âyetteki, Allah’ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ifadesiyle, “müşrikler, Yahûdiler ve tüm İslâm düşmanları”; Allah’ın bilip de sizin bilmediğiniz düşmanlar ile de, “münâfıklar ve uzaklardaki düşmanlar” kastedilmektedir:
101.Ve yanınızda bedevi Araplardan münâfıklar var. Medîne halkından da münâfıklığa iyice alışmış olanlar var. Onları sen bilmezsin. Biz biliriz onları. İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da çok büyük bir azaba döndürüleceklerdir. (Tevbe/101)
118.Ey iman etmiş kimseler! Kendi seviyenizde olmayanlardan sırdaş/sıkı arkadaş edinmeyin. Onlar, size fenalık etmekten geri kalmazlar. Onlar, sıkıntıya düşmenizi istediler. Kesinlikle kinleri ağızlarından dışa vurmuştur. Göğüslerinde gizledikleri şeyler de daha büyüktür. Eğer siz, aklınızı kullanacaksanız, Biz, sizin için âyetleri/alâmetleri/göstergeleri kesinlikle açığa koymuşuzdur. (Âl-i İmrân/118)
Evet Müslümanlar güçlü olurlarsa, bilinen ve bilinmeyen düşmanların hepsi korkar; Müslümanlara saldırmak şöyle dursun onları rahatsız bile edemezler. Ayrıca güçlü olmaları gelişmelerine ve ila-yı kelimetullah için gayretlerine de vesile olur.
Âyetteki, Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz hakksızlığa uğratılmazsınız ifadesi ise, bilinen-bilinmeyen düşmanlara karşı en üst düzeyde kuvvet ve teknoloji hazırlamanın infak gibi mâlî bir desteğe muhtaç olduğuna, dolayısıyla Müslümanların ekonomik yönden de çok güçlü olmaları gerektiğine işaret ediyor.
Savaş ve infak konuları daha evvel de birlikte zikredilmişti:
193.Ve de insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek faaliyeti kalmayıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur.
194.Dokunulmazlık ayı, harâm aya karşılıktır. Ve bütün dokunulmazlıklar/ bağlayıcı hükümler, birbirine karşılıktır. O hâlde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının aynıyla saldırın. Ve Allah’ın koruması altına girin. Ve bilin ki Allah, Kendi koruması altına girmiş kişiler ile beraberdir.
195.Ve Allah yolunda malınızı harcayın, kendinizi ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve iyileştirin-güzelleştirin. Şüphesiz Allah, iyileştirenleri-güzelleştirenleri sever. (Bakara/193-195)
61.Ve eğer onlar barış için yanaşırlarsa, sen de barışa yanaş! Ve Allah’a işin sonucunu havale et. Şüphesiz Allah, en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisidir.
62,63.Ve eğer onlar, sana hile yapmak isterlerse, bil ki şüphesiz sana Allah yeter. O, seni Kendi yardımıyla ve mü’minlerle güçlendirendir ve mü’minlerin gönüllerini kaynaştırandır. Sen yeryüzünde ne varsa hepsini topluca harcasaydın yine de onların gönüllerini kaynaştıramazdın. Ama Allah, aralarını kaynaştırdı. Şüphesiz O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
Burada, savaş öncesinde olabilecek gelişmelerden bahsedilmektedir: Ve eğer onlar barış için yanaşırlarsa, sen de ona [barışa] yanaş! Ve Allah’a tevekkül et. Ve eğer onlar, sana hile yapmak isterlerse, Bil ki şüphesiz sana Allah yeter. O, seni Kendi yardımıyla ve mü’minlerle güçlendirendir. Ve onların [mü’minlerin] gönüllerini kaynaştırandır. Sen yeryüzünde ne varsa hepsini topluca harcasaydın yine de onların gönüllerini kaynaştıramazdın. Ama Allah, aralarını kaynaştırdı. Şüphesiz O, azîz’dir, hakîm’dir.
Savaş ânında yapılması gerekenler de şu âyette bildirilmiştir:
35.Öyleyse gevşemeyin ve siz üstün iken barışa çağırmayın. Allah da sizinle beraberdir. Ve Allah, sizin amellerinizi asla eksiltmeyecektir. (Muhammed/35)
Sayı ve teçhizat açısından yeterli olmaları hâlinde Müslümanların savaşı bırakıp barış yapmaları söz konusu olamaz.
Âyette, Ve onların [mü’minlerin] gönüllerini kaynaştırandır. Sen yeryüzünde ne varsa hepsini topluca harcasaydın yine de onların gönüllerini kaynaştıramazdın. Ama Allah, aralarını kaynaştırdı. Şüphesiz O, azîz’dir, hakîm’dir buyurularak Allah’ın, olmaz denilen şeyleri gerçekleştirdiği vurgulanmaktadır:
103.Ve hep birlikte Allah’ın ipine sıkıca sarılın/Allah’ın ipi ile korunun, ayrılmayın ve Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz, birbirinize düşmanlar idiniz de, Allah, kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu. Sonra da siz, O’nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız diye alâmetlerini/ göstergelerini sizin için böyle ortaya koyar. (Âl-i İmrân/103)
7.Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık beslemekte olduğunuz kimseler arasında bir sevgi oluşturur. Allah, en iyi güç yetirendir. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Mümtehine/7)
Âyette, Ve onların [mü’minlerin] gönüllerini kaynaştırandır ifadesiyle, Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki uzlaşmaya işaret edilmektedir. Rasûlullah’ın hicretinden önce birbirlerine düşman olan bu iki kabile arasında savaşlar olur, kan dökülürdü. İslâm sayesinde bunlar kardeş oldular.
Müslümanların yaptıkları savaşların savunma savaşı olması sebebiyle Allah, düşmanların barışa yanaşmaları hâlinde, Rasûlullah’ın da barışa yanaşmasını emretmektedir.
Ayrıca âyette, düşmanın barışa yanaşmasının bir hile gereği olma ihtimali bulunsa bile Rasûlullah’ın çekinmeden barışa yanaşması emredilmekte; Allah’ın yardım edeceği bildirilmektedir.
Buradaki barış, işgal altındaki Müslümanların inanç ve kültürlerinden taviz vermek sûretiyle yaptıkları barış değildir. Ülkeleri işgal altında bulunan Müslümanlar barış yapamaz; ya ölür ya da hicret ederler. Ayrıca, böyle bir duruma düşen mü’min bir topluma yardım etmek, tüm mü’minlerin boyunlarına borçtur; ayrı devletlerin vatandaşları olmalarının hiç önemi yoktur.
64.Ey Peygamber! Sana ve mü’minlerden sana uyan kimselere Allah yeter!
65.Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabreden yirmi kişi olursa ikiyüze gâlip gelirler. Ve eğer sizden yüz olursa, şüphesiz bunlar, anlayışsız bir toplum olduklarından dolayı, kâfirlerden; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişilerden bin kişiyi yenerler.
66.Şimdi Allah, sizden hafifletti ve sizde şüphesiz bir zaaf olduğunu bildi. O hâlde sizden sabreden yüz kişi olursa ikiyüzü yenerler. Ve sizden bin olursa Allah’ın izniyle/ bilgisiyle ikibini yenerler. Ve Allah sabredenlerle beraberdir.
Bu âyetlerde, savaş şartlarında mü’minlere nasıl bir hazırlık ve moral içinde olmaları gerektiği bildirilmektedir. Buna göre;
* Peygamber ve mü’minler rahat olmalıdırlar, Allah onlara her türlü yardımı sağlayacaktır.
* Peygamber mü’minleri savaşa teşvik etmelidir.
* Normal şartlarda sabırlı 1 mü’min 10 kâfiri; 100 mü’min 1.000 kâfiri yener.
* Ama mü’minlerin âyetlerin indiği günlerdeki durumuna göre sabırlı 1 mü’min 2 kâfiri; 100 mü’min 200 kâfiri yener.
Âyetteki, Şimdi Allah, sizden hafifletti ve sizde şüphesiz bir zaaf olduğunu bildi ifadesiyle, daha evvelki ifade çelişmez. Bu nedenle de aralarında nesh söz konusu değildir. Zira âyetler, haber cümlesidir.
1′e 10 oranı, normal şartlardaki durumu, 1′e 2 oranı ise mü’minlerin o anki [âyet indiği zamanki] durumunu haber vermektedir. Bugün ise bu oranın şartlara göre artması veya eksilmesi mümkündür. Elinde uçağı, atom bombası ve modern techizatı olan bir asker yüzbinlere bedeldir. Eğitimsiz, techizatsız bir asker ise bir askeri bile alt edemez. Müslümanların ila-i kelimetullah için yaptıkları savaşlarda düşman askerleri mü’minlerden genelde fazla idi, ama mü’minler gâlip geldi. Şehâdet şerbeti içmek isteyen mü’minlerin karşısında hiçbir ordu duramadı.
Âyette Rasûlullah’a, sabırlı 1 mü’minin 10 kâfire gâlip gelebileceği esasından hareketle Müslümanları teşvik etmesi emredilmektedir. Mesele, sabırda odaklanmakta; sabır ise, “sıkıntı ânında gevşememek, zaafa uğramamak ve boyun eğmemek”tir.
Bu takdirde Allah, sabredenlere yardım edecektir:
123-127.Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye size Bedir’de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin haberci âyetle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabreder ve Allah’ın koruması altına girerseniz, evet sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş /eğiten/ gönderilmiş beş bin haberci âyetle yardım eder. Ve Allah, bu yardımı size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf Allah, kâfirlerden; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah katındandır. Öyleyse Allah’ın koruması altına girin. (Âl-i İmrân/125)
146.Nice peygamberler de vardı ki kendileriyle beraber birçok Allah erleri savaştılar; Allah yolunda kendilerine isabet eden şeylerden gevşemediler, zaafa düşmediler ve boyun eğmediler. Ve Allah, sabredenleri sever. (Âl-i İmrân/146)
...
67.Yeryüzünde ağır basmadıkça; savaşta kesin ve tam üstünlük sağlamadıkça, kendisi için esirler oluşturması hiçbir peygambere uygun değildir. Siz, dünya genişliğini istersiniz, Allah da âhireti ister. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
68.Eğer Allah’tan bir yazı olmasa idi, kesinlikle aldığınız şeylerden dolayı size büyük bir azap dokunurdu.
Savaş hukukundan bahsedilen bu âyetlerde, Rasûlullah ve Bedir’de savaşan arkadaşlarına da serzenişte bulunulmaktadır:
* Yeryüzünde ağır basmadıkça [dünyayı idare edebilir hâle gelmedikçe, tam hükümranlık kurmadıkça], hiçbir peygambere esirler edinmesi uygun değildir.
* Zayıf hâldeyken esir edinmek, dünya metaına kapılmaktır ki bundan sakınılmalıdır.
Serzenişin doğrudan Rasûlullah’a yapılması, onun, Müslümanların esir aldıklarını gördüğü hâlde onlara engel olmaması sebebiyledir.
Bedir’de alınan esirlerin öldürülmeleri, fidye karşılığında serbest bırakılmalarından daha uygun idi; zira o şartlarda, Mekkeli müşrikleri fidye karşılığında serbest bırakmak, geçici dünya malını istemekten başka bir şey değildi. Hâlbuki Müslümanların, kalıcı olan âhireti, dünya malına tercih etmeleri gerekirdi.
69. âyette ise, hatalı olmalarına rağmen, Allah’ın Müslümanları affettiği, esirlere karşılık aldıkları fidyelerden faydalanmalarının helâl kılındığı bildirilmiştir.
...
Savaş esirleriyle ilgili ilâhî hüküm Muhammed sûresi’nde yer almaktadır:
4-6.Artık Allah’ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimselerle karşılaştığınız/ savaştığınız zaman, hemen boyunları vuruş …/ölümüne savaşın. Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman, hemen bağı sıkı bağlayın/sağlam kararlar alın. Sonra harp; bozum yapma işi ağırlıklarını atıp savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da kurtulmalık karşılığı salıverin. İşte! Eğer Allah dileseydi elbette onları cezalandırıp adaleti sağlardı. Fakat böyle olması, sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülen/öldüren/savaşan kimselere gelince; artık Allah, onların amellerini asla boşa çıkarmaz. Allah onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir. (Muhammed/4-6)
...
68. âyetteki, Eğer Allah’tan bir yazı olmasa idi kesinlikle aldığınız şeylerden dolayı size büyük bir azap dokunurdu ifadesiyle kasdedilen “yazı”, aşağıdaki âyetlerde konu edilen ilâhî karardır:
33.Hâlbuki sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma diledikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir. (Enfâl/33)
131.İşte bu; Rabbinin, halkı ilgisiz, bilgisiz iken, ülkeleri haksız yere değiştiren/yıkıma uğratan biri olmayışıdır. (En‘âm/131)
117.Ve senin Rabbin, halkları düzeltici iken, o memleketleri haksız yere değişime/ yıkıma uğratacak değildir. (Hûd/117)
70.Ey Nebi! Esirlerden elinizde olan kimselere de ki: “Eğer Allah sizin kalplerinizde bir hayır bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve günahlarınızı bağışlar. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
71.Ve eğer sana hıyanet etmek isterlerse iyi bilsinler ki bundan önce onlar, Allah’a hâinlik ettiler de Allah, mü’minlere onlardan fazla imkân verdi. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
Yine savaş hukukunun ele alındığı bu âyetlerde, Elçi’nin, Bedir savaşı’nda alınan esirler hakkında ne yapması gerektiği bildirilmektedir. Hitap; elçi, komutan ve devlet başkanı olması hasebiyle zâhiren Rasûlullah’a yönelik olsa da, esasında mü’minlere yöneliktir.
...
71. âyetteki, Ve eğer sana hıyanet etmek isterlerse iyi bilsinler ki, bundan önce onlar, Allah’a hâinlik ettiler de O [Allah], mü’minlere onlardan fazla imkân verdi ifadesindeki emkene fiilinin mahzuf olan mef‘ulü [tümleci], pasajdaki söz akışına göre mü’minlere sözcüğü olarak takdir edilebilir. Bu durumda âyetin anlamı, “onlar, Bedir’de Allah’ın Rasûlü’ne karşı savaşmak sûretiyle Allah’a karşı hâinlik edince, Allah da o mü’minlere, onları öldürme ve esir alma fırsat ve imkânı tanıdı” demek olur.
Bu âyet, Allah’a hâinlik edenlere karşı mü’minlere her zaman yardım edileceği müjdesini vermektedir.
41.Yine, biliniz ki eğer siz Allah’a, hak ile bâtılın ayrıldığı o gün; iki ordunun karşı karşıya geldiği Bedir günü, kulumuza indirdiğimiz âyetlere iman etmiş iseniz, herhangi bir şeyden ganimet olarak elinize geçirttiğimiz şeyler; artık onların beşte-biri, Allah, Elçi, özellikle de yakınlığı olanlar; yurtlarından çıkarılan fakirler, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar içindir. Ve Allah, her şeye güç yetirendir.
Bu âyet grubunda yine Rasûlullah’ın Mekke’deki mücâdelesine göndermeler yapılmak sûretiyle Mekkeli müşriklerin gerçek kimlikleri, İslâm’a ve Müslümanlara karşı takındıkları tavırları, düşünceleri, planları bir kere daha hatırlatılıp onlara karşı yapılması gereken muamelelere değinilmekte, son olarak da Peygamberimizin Medîne’deki göreviyle ilgili yönlendirmeler yapılmaktadır.
Mekke ile ilgili olarak Rasûlullah’a şu vakalar hatırlatılıyor:
* Onlar Mescid-i Harâm’ın velîleri olmadıkları hâlde, her türlü gazabı göze alarak ondan menedip durmuşlardır.
* Onların Beyt’in [Ka‘be’nin] yanındaki salâtları, sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktır. Onlar orada sadece riyakârlık yaparlar.
* Onlar, mallarını, Allah yolundan alıkoymak için sarfetmektedirler ve sarfedeceklerdir. Onların kin ve düşmanlıkları bitmeyecektir.
* Sonra pişmanlık duyacaklar ama fırsat kaçmış olacak. Hem dünyada hem de âhirette cezalandırılacaklar.
34. âyette, Kendileri Mescid-i Harâm’ın velîleri olmadıkları hâlde ondan menedip dururlarken Allah’ın kendilerine azap etmemesi için neleri var? Onun velîleri sadece muttakilerdir buyuruluyor. Mekke’nin ileri gelenleri/Kureyş müşrikleri kendilerini Ka‘be’nin mütevelli heyeti kabul ediyorlardı. Ka‘be ve hacc hizmetlerini kendi aralarında taksim edip olağanüstü kâr elde ediyorlardı. Babalarının malı gibi, istediklerini Mescid-i Harâm’a sokuyor, istemediklerini sokmuyorlardı.
Âyetteki, Onun velîleri sadece muttakilerdir ifadesiyle, müşriklerin-kâfirlerin mescidlere, eğitim ve öğretim kurumlarına asla mütevelli [koruyan, gözeten, ayakta tutan yönetici] yapılmaması gerektiğine de işaret edilmiştir:
24,25.Ve Allah, sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke’nin vadisinde; Hudeybiye’de, Allah’ın dilediği kimseyi rahmetine girdirmesi için, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. Onlar, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini kabul etmeyen ve sizi Mescid-i Haram’dan ve ayarlanmış hedylerin/ hac yapanlara gönderilen yiyeceklerin yerlerine ulaşmasını engelleyen kimselerdir. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle kendilerinden sorumluluğunuz olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı, eğer onlar, birbirinden ayrılmış olsalardı kesinlikle onlardan Allah’ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimseleri acıklı bir azapla azaplandırırdık. (Feth/24,25)
17.Ortak koşanlar, kendilerinin küfrüne; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedişlerine kendileri şâhit olup dururlarken Allah’ın mescitlerini imar etmeleri söz konusu olamaz. İşte onlar, işleri boşa gitmiş kimselerdir. Ve onlar, Ateş içinde sürekli kalacaklardır.
18.Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan], zekâtı/vergisini veren ve sadece Allah’a saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kimseler açar ve yaşatırlar. Artık işte onların, kılavuzlandıkları doğru yol üzere olan kimselerden olmaları beklenir. (Tevbe/17-18)
217.Sana dokunulmaz olan aydan ve o dokunulmaz olan ayda savaşmaktan soruyorlar. De ki: “Onda savaşmak, büyük suçtur. Ve Allah yolundan alıkoymak, O’nu ve Mescid-i Harâm’ı/ilâhîyat eğitim merkezini bilerek reddetmek/ görmezlikten gelmek ve Mescid-i Harâm’ın halkını; orada eğitim-öğretim yapanları ve kısa süreli eğitime katılanları oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyüktür. Ve insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeye sürüklemek, öldürmekten daha büyüktür.” Onlar, eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden döndürmek için sizinle savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Sizden de her kim dininden döner ve kâfir; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden biri olarak can verirse, artık onların bütün amelleri, dünyada ve âhirette boşa gitmiştir. Ve işte onlar, ateşin ashâbıdır. Onlar orada sürekli kalanlardır. (Bakara/217)
35. âyetteki, el çırparak, ıslık çalarak salât etme ifadesiyle de, Mekkeli müşriklerin sosyal yardım faaliyetlerini şaşalı, tantanalı bir şekilde yaptıkları belirtilmektedir. Söz konusu salatın, namaz ile alakası yoktur. Onların maksadı, yardım yapmak değil, reklam ve yatırım yapmak, rabbliklerini ortaya koymaktır ki bu durumları Mâûn sûresi’nde deşifre edilmişti:
1.Âhirette herkesin iyi veya kötü, yaptığı işlerin karşılığını görmesini/ Allah’ın sosyal düzeni belirleyen ilkelerini yalanlayan şu kimseyi gördün mü/ hiç düşündün mü?
2,3.İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse.
4-7.Artık, salâtlarında ilgisiz, duyarsız, gösteriş olsun diye salât eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan; toplumu aydınlatmaya çalışır gözüken] ve basit bir şeylerin bile bir ihtiyaçlıya ulaşmasını engelleyen kişilerin vay haline! (Mâûn/1-7)
Bu konuya ait detay için Mâûn sûresi’ne bakılabilir.
36-37. âyetlerdeki, Şüphesiz, mallarını, Allah yolundan alıkoymak için sarfeden o küfretmiş olan kişiler; yine onu sarfedecekler. Sonra o, bir pişmanlık olacak sonra da Allah’ın, murdarı temizden ayırdetmesi için ve bir de murdar kısmını birbiri üzerine bindirip hepsini bir araya getirmesi, sonra da topunu birden cehenneme koyması için yenileceklerdir. Ve küfretmiş olan kişiler cehenneme toplanacaklar. İşte bunlar, o hüsran içinde kalanların ta kendileridir ifadesiyle de, müşriklere hasret; mal-mülkten, evlattan, vatandan mahrumiyet ve yenilgi tattırılacağı ihtar ediliyor.
38. âyetteki, Eğer bu işe son verirlerse daha önce yaptıkları bağışlanacak ifadesiyle, o kâfirlerin, küfürlerinden vazgeçmeleri hâlinde bağışlanacakları; Yine de dönerlerse, kesinlikle önceki ümmetlerin sünnetleri [onlara uygulanan kurallar] devam etmiş olur ifadesiyle de, inkârlarında ısrar etmeleri hâlinde geçmişteki toplumlar gibi cezalandırılacakları belirtilerek Mekkeli müşrikler tehdit edilmektedir.
Bu konu şu âyetlerde de yer almıştır:
5.Şu dokunulmaz kılınmış aylar/hac ayları çıktığı zaman da o ortak koşanları nerede bulursanız öldürün, onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme yerinde onlar için oturun. Artık, eğer tevbe ederlerse, salâtı ikame ederlerse [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturur, ayakta tutarlarsa] ve zekâtı/vergilerini verirlerse artık onların yollarını serbest bırakın. Şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir. (Tevbe/5)
11.Bundan sonra eğer tevbe ederlerse, salâtı ikame ederlerse [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturur, ayakta tutarlarsa] ve zekâtı/vergilerini verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdirler. Ve Biz âyetleri, bilen bir toplum için ayrıntılı olarak açıklıyoruz. (Tevbe/11)
193.Ve de insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek faaliyeti kalmayıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur. (Bakara/193)
39. âyetteki, Ve fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın ifadeleriyle, mü’minler için Medîne’de sağlam bir yol haritası çizilmesi gerektiğine işaret ediliyor. Buna ilk kez Bakara sûresi’nde işaret edilmişti:
193.Ve de insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek faaliyeti kalmayıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur. (Bakara/193)
Bu âyetlerde zikredilen fitne, “dinden çıkarma, yurttan çıkarma” faaliyetleridir. Müşrikler Müslümanları İslâm dininden vazgeçirmek için maddî ve manevî her türlü gayreti gösteriyorlardı. Buna, 36. âyette, Mallarını, Allah yolundan alıkoymak için sarfeden o küfretmiş olan kişiler; yine onu sarfedecekler ifadeleriyle işaret edilmişti. İşte bu âyetlerde Müslümanlara, bu fitne ortadan kalkıncaya kadar onlarla savaşmaları emredilmektedir.
40. âyette, Ve eğer onlar geri dururlarsa, artık siz, şüphesiz Allah’ın mevlânız olduğunu bilin. O, ne güzel mevlâ, ne güzel yardımcıdır buyurularak, küfürden dönenlere karşı iyi muamele yapılması emredilmekte ve Allah’ın her iki tarafı da [küfürden döneni de affedeni de] ödüllendireceği bildirilmektedir.
41. âyette, Yine, biliniz ki, eğer siz Allah’a iman etmiş, hakk ile bâtılın ayrıldığı o gün; iki ordunun karşı karşıya geldiği o gün [Bedir Günü], kulumuza indirdiğimiz âyetlere iman etmiş iseniz, biliniz ki, herhangi bir şeyden ganimetleştirdiklerimiz; artık onun beşte-biri, Allah, Elçi, yakınlığı olanlar, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar içindir. Ve Allah, her şeye güç yetirendir buyurularak, Bedir savaşında elde edilen dünyevî nimetlerin beşte-birinin Allah ve Rasûlü için [kamu için] ayrılması emredilmiştir. Sûrenin ilk âyetinde ganimetlere dair sorulan sualin cevabı olarak enfalin (ganimetlerin) tümünün Allah ve Elçisine ait olduğu bildirilmişti.
Burada çelişki olmuyor mu?
Bu ayette iki noktaya dikkat edeceğiz:
Birinci ayetteki hüküm genel ve evrenseldir: Enfalin tümü kamuya aittir. 41. Ayetin hükmü ise özel ve bir kerecik uygulamaya yöneliktir. Burada konu edilen ganimetler, Bedir savaşında elde edilen ganimetler ve muhataplar da Bedir savaşına katılan gâzilerdir.
Bu ayetler, Bedir savaşı sonrası hemen inen ayetlerdir. Bedir savaşı, Müslümanların yaptığı ilk savaştı. Henüz savaş hükümleri de nazil olmamıştı. Bu savaş esnasında ve sonrasında birtakım problemler ortaya çıktı. Bu problemlerin çözümü için bu ayetler indi. Kur’an’ın defaten inmeyip de tedrici inişinin gerekçelerinden biri de ortaya çıkan problemlerin çözümüdür:
32Kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler: “Kur’ân o’na bir defada topluca indirilmeli değil miydi?” de dediler. Biz, onu senin kalbine iyice yerleştirelim diye böyle parça parça indirdik. Ve Biz, onu tane tane/ birbirine karıştırmadan vahyettik.
33Onların sana getirdikleri her bir sorunda Biz kesinlikle sana hakkı ve en güzel açıklamayı getirmişizdir. (Furkan/32, 33)
Bedir savaşına katılanların çoğu da surenin 7, 8. ayetlerinde bildirildiği üzere ganimet kapabilmek için savaşa katılmışlardı. Ki İslam dini öncesi Arap kültüründe ganimetlerin hepsi savaşa katılanlar arasında paylaştırılırdı. Âl-i Imran suresinde Bedir savaşına değinilirken Bedir savaşına katılanlardan bazılarının Rasülüllah’ı ganimetlerle ilgili haksızlık yapmakla suçladıkları da görülmektedir.
161Ve hiçbir peygamber için, kamu malına hıyanet olur şey değildir. Ve kim kamu malına ihanette bulunursa kıyâmet günü hainlik ettiği kamu malı ile gelir. Sonra da herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir. Ve onlar, haksızlığa uğramazlar. (Âl-i Imran/161)
Ayette verilen mesaj; savaş ganimetlerinin hepsi kamuya aittir ve olacaktır. Ama bir kerecik olmak üzere bu Bedrin ganimetlerinin beşte biri kamunun diğerleri gâzilere pay edilecektir.
Âyette, ganimetin beşte-dörtlük kısmının ne yapılacağı belirtilmemiştir. Ancak, âyetteki söz akışı ve Rasûlullah’ın uygulaması, kalan kısmın savaşa katılanlar arasında hakkaniyetle paylaştırılması gerektiğini göstermektedir.
Tevbe sûresi’nde hazineden kimlere harcama yapılacağı genel olarak açıklanmıştır:
60Kesinlikle, Allah tarafından bir taksim/zorunlu görev olarak sadakalar/ kamunun gelirleri ancak fakirler, miskinler/ yoksullar, işsizler, o iş üzerine çalışan görevliler/ kamu görevlileri, kalpleri İslâm’a ısındırılacaklar, özgürlüğü olmayan köleler, ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler [askerler, öğrenci ve öğretmenler], yolda kalmışlar içindir. Allah, her şeyi en iyi bilendir ve en iyi yasa koyandır. (Tevbe/60)
Âyetteki, Eğer siz Allah’a iman etmiş, hakk ile bâtılın ayrıldığı o gün; iki ordunun karşı karşıya geldiği o gün [Bedir Günü], kulumuza indirdiğimiz âyetlere iman etmiş iseniz ifadesi, çok ciddi bir ikaz olup, “eğer Allah’a inanmışsanız sadakaları [kamu gelirlerini] böyle taksim edin, inanmıyorsanız ne yaparsanız yapın” demektir. Buradan, taksimatın böyle yapılmaması hâlinde Allah’a iman edilmiş olmayacağı anlaşılıyor.
Âyette, ganimetin öncelikle Allah için olduğu ifade ediliyor ki bundan maksat, –Allah’ın bir hissesi bulunduğunu bildirmek değil– söze tazim üslubu [Allah’ı zikretmek] ile başlamak ve kamu yararını ön plana çıkarmaktır. Çünkü, her şey Allah’ın mülkü ve milkidir. Kur’ân’da Allah’a izafe edilen her şey, “kamu yararını” ifade eder; “Beytullâh”, “nâqatullâh” vs. gibi.
Âyetteki, yakınlığı olanlar ifadesiyle, genellikle Peygamber’in yakınları, Ehl-i Beyt, Kureyş kabilesi, Hâşimoğulları, Muttaliboğulları gibi akrabalarının kasdedildiği ileri sürülmüştür. Hâlbuki Haşr sûresi’nde savaş ganimetlerinden bahsedilirken, yakınlığı olanlar ifadesi, bizzat Allah tarafından açıklanmıştır:
7,8Allah’ın, o kent halkından, Elçisi’ne verdiği fey’ler [savaşmadan zahmetsizce elde edilen gelirler], içinizden yalnız zenginler arasında devlet; gücün getirdiği refah olmasın diye Allah’a, Elçi’ye, yakınlık sahiplerine; göç eden fakirlere –ki onlar, Allah’ın armağan ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah’a ve Elçisi’ne yardım ederler. İşte onlar, doğruların ta kendileridir–, yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah’ın koruması altına da girin. Şüphesiz Allah, kovuşturması/azabı çok çetin olandır. (Haşr/7-8)
“Ganimetlerin tümü, niçin gaziler arasında paylaştırılmayıp hepsi kamuya ayrılıyor?” diye sorulabilir. Bunun birinci nedeni, İslâm’daki savaşın ana gayesinin dünyevî çıkar için olmayışıdır. İkinci nedeni de, yetimler, yoksullar vs.’nin de Allah için savaşa katılmak istediği hâlde imkân bulamamalarıdır. Bunlar savaşa katılamasalar da gönülleri savaşa katılanlarla beraber olmuş ve onların zaferi için dua etmişlerdir.
Ayetteki yakınlığı olanlar, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar içindir ifadesi ise Itnab sanatı (“zikrül has ba’del âm (Genelden sonra özele yer verilmesi)”)[1] ile yer almıştır. Bu sanatla özele vurgu yapılmıştır. Bilindiği üzere bu gurup, Kamunun harcama yapması gerekenlerin içindedir. Bu sanatın cümleye kattığı anlam, “ganimetler kamu içindir; özellikle de yakınlığı olanlar, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar içindir” demektir.
69.Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve hoş olarak yiyin ve Allah’ın koruması altına girin. Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
1.Sana, savaşın bahşişlerinden soruyorlar. De ki: “Enfâl/savaş bahşişleri Allah ve Elçisi/ kamu içindir. Onun için siz, mü’minler iseniz, Allah’ın koruması altına girin, birbirinizle aranızı düzeltin ve de Allah’a ve Elçisi’ne itaat edin.
Âyetteki, sana soruyorlar… ifadesinden anlaşıldığına göre bu âyet, Müslümanlar arasında ganimetle ilgili bir çekişme olması ve bu çekişmenin Rasûlullah’a yansıtılması üzerine inmiş ve sorulan suali cevaplandırarak, Müslümanlar arasında baş gösteren çekişmeyi ortadan kaldırmıştır.
Malum olduğu üzere Bedir savaşı, Müslümanların, İslâm adına yaptıkları ilk savaştır. Daha evvel Bakara sûresi’nde savaşa dair kısa bilgiler verilmiş olsa da bu savaşın olduğu dönemde savaş hukukuna dair ilkeler henüz indirilmediği için Müslümanlar, eski örfe göre hareket etmekteydiler. Önceleri bu ganimetler, ya onları ele geçiren askerlerin, ya kumandanın ya da tüm orduya sahip olan kralın olurdu. Her savaşçı eline geçirdiği ganimetin kendisine ait olmasını bekliyordu. Ama ganimete aldırmayıp düşmanı takip eden, Rasûlullah’ın çevresinde muhafızlık edenler de ganimetten pay istemekteydiler. Bu nedenle de problem ortaya çıkmış, tartışma büyümüştü. Bu hususta nasıl hareket edileceği, 41. âyette bildirilmiştir.
Âyette geçen enfâl sözcüğü, نفل[nefl] sözcüğünün çoğuludur. Nefl ise, “asıl üzerine bir şey eklemek” demektir.[2] Bu sözcük genelde “ganimet” olarak çevrilir. “Ganimet” de, yanlış olarak harbde elde edilen servet olarak anlaşılır. Hâlbuki غنيمة[ğanîmet], “zahmetsiz olarak mal, başarı elde etmek” demektir.[3] Eğer bu kavramlar doğru anlaşılmazsa, İslâm’ın öngördüğü savaşın amacı yanlış anlaşılır.
Bazıları, savaşta elde edilen mallara, “enfâl” denilmesinin nedeninin, bunun geçmiş ümmetlere harâm iken ümmet-i Muhammed’e helâl kılınması” olduğunu iddia etmişlerdir. Bu kesinlikle yanlıştır, zira çapul yoluyla mal elde etmek, Allah’ın doğru bulmadığı bir kazanç şeklidir.
1-5.Soluk soluğa koşanlar, sonra ateş saçanlar, sonra sabahtan baskın yapanlar, derken orada tozu dumana katanlar, sonra bir topluluğun en değerli kaynaklarına, varlıklarına kadar dalanlar kanıttır ki 6kesinlikle insan, Rabbine karşı çok nankördür, 7kendisi de buna kesinlikle tanıktır. 8Şüphesiz o, mal sevgisinden dolayı da kesinlikle çok katıdır.
9-11.Peki, o vurguncu insanlar, kabirlerde olanların diriltilip dışa atıldığı, göğüslerde olanların derlenip toparlandığı zaman, hiç şüphesiz o gün, Rablerinin kendilerine gerçekten haber verici olduğunu bilmezler mi? (Âdiyât/1-11)
İslâm dini, savaşa, ancak ila-yı kelimetullah, savunma ve fitneyi bertaraf için izin verir. İslâm’daki savaşın ana gayesi, fitne ve fesadın ortadan kalkıp din ve imanın güvenceye alınmasıdır. Bu hizmetler yapılırken en ufak bir çıkar düşünülmesine izin vermez. Ana hedef bu iken, savaş şartları gereği bir şeylere de sahip olunuyorsa, işte bu artı değere/gelire “nefl, enfâl, ganimet” denir. Hedef ve amaç olmamasına karşın, bu işin bahşişi mahiyetinde olan bu bahşiş, savaşçılara değil kamuya aittir. O da bunu, Allah’ın emrettiği yerlere taksim eder. Nasıl taksim edileceği de ileriki âyetlerde gelecektir.
...
41. âyette, ganimetlerin 1/5′i kamuya, kalanının da eşit olarak gazilere ait olduğu hükmüyle, savaş ganimetlerinin paylaştırılması hususunda bir devrim gerçekleştirildi; böylece ganimet elde etmek için savaş ortadan kaldırıldı, savaşçının ganimet için her türlü vahşete tevessülü önlendi.
Bu âyetteki enfâl sözcüğü, sadece savaş ekstrasını değil; maden, define, kamu görevlilerine verilen hediyeler vs. her türlü ekstra geliri ifade eder.
2-4.Hiç şüphesiz mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen,
O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, iman açısından güç kazanan ve yalnızca Rablerine sonucu havale eden,
salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan]
ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara Rableri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır.
1. âyette mü’minler iseniz… buyurulmuştu. Burada ise, mü’minin nasıl olduğuna, nasıl olması lazım geldiğine açıklık getirilmektedir: Şüphesiz mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen ve O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, imanca güç kazanan ve yalnızca Rabb’lerine tevekkül eden kimseler, salâtı ikâme eden ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak eden kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara Rabb’leri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır.
Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen ifadesiyle gerçek mü’minlerin birinci niteliği olarak, Allah’a haşyet duyma zikredilmiştir. Yüreklerin ürpermesi, Allah’ı gereği gibi tanımaktan geçer. Zira ancak Allah’ı gereği gibi [tüm sıfatlarıyla] tanıyanların yürekleri ürperir. Çünkü bu bilince erenler kendilerini daima O’nun huzurunda hissederler.
Yüksek makam sahibinin veya çok sevip hayran olduğu birinin yanında bulunan kimse etkilenip heyecanlanır, kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpar.
Ama aynı kişinin makam sahibi olduğunu bilmeyen veya hayran olduğu kişinin yanında olmasına rağmen onu tanımayan kimse etkilenmez, heyecan duymaz:
34,35.Ve Biz, her önderli toplum için, Allah’ın kendilerine hayvanların kusursuzlarından rızık olarak verdikleri üzerine O’nun adını ansınlar diye bir kulluk gösteri yeri/ kulluk biçimi yaptık. İşte, sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. O nedenle, yalnız O’nun için Müslüman olun. Allah anıldığı vakit kalpleri titreyen, kendilerine isabet edene sabreden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan] ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcayan, Allah’a içtenlikle boyun eğen o kimselere müjdele. (Hacc/34-35)
27-29,31.Yine o kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimseler: “Ona Rabbinden bir alâmet/gösterge indirilmeli değil miydi, eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur’ân olsaydı…” diyorlar. De ki: “Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtır ve gönülden bağlanan kimseleri; inanan ve kalpleri Allah’ı anmakla zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş kişileri Kendisine kılavuzlar.” Gözünüzü açın! Kalpler, yalnız ve yalnız Allah’ı anmakla; zihnindeki tüm soru işaretlerini gidermekle rahata kavuşur. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimseler; tuba; güzellikler, müjdeler ve güzel dönüş yeri sadece onlar içindir. Aslında emrin tümü Allah’ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle insanların tümüne kılavuzluk ederdi. İnkâr eden kimseler, Allah’ın vaadi gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez/miadını şaşırmaz. (Ra‘d/27-31)
57.Elbette göklerin ve yerin oluşturulması, insanların oluşturulmasından daha büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar. (Mü’min/57)
23.Allah, sözün en güzelini benzeşen anlamlı olarak, ikişerli bir kitap hâlinde indirmiştir. Ondan, Rablerine saygısı olanların tüyleri ürperir. Sonra derileri ve kalpleri Allah’ın anılmasına karşı yumuşar. İşte bu, Allah’ın rehberidir. Allah, onunla dilediğini kılavuzlar. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösteren biri yoktur. (Zümer/23)
28.İnsanlardan, diğer canlı varlıklardan ve davarlardan da böyle türlü türlü renkte olanlar vardır. Kulları arasında Allah’tan ancak bilginler saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperirler. Hiç şüphesiz Allah çok güçlüdür, çok bağışlayıcıdır. (Fâtır/28)
83,84.Ve onlar, Elçi’ye indirilen Kur’ânı dinledikleri zaman, onun hak olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar: “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şâhitler ile birlikte yaz!” ve “Biz, Rabb’imizin bizi sâlihler toplumu ile birlikte girdirmesini umarken, Allah’a ve haktan bize gelen şeylere neden inanmayalım!” derler. (Mâide/83,84)
Yüreklerin ürpermesinin bir başka ifadesi de, “haşyet” duymadır. Haşyet ise, “bilgi ve idrakin bir sonucu olarak ortaya çıkan hayranlık ve saygının doğurduğu bir hasret kalma, uzak düşme korkusu”dur.[9]
Âyette, hakiki mü’minlerin ikinci niteliğine de, O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, imanca güç kazanan… ifadesiyle işaret edilerek, Allah’ın âyetlerinin onları imanca daha da kuvvetlendirdiği bildirilmiştir.
İmanın güçlenmesiyle ilgili şu âyetler de dikkate alınmalıdır:
172,173.Kendilerine yara dokunduktan sonra Allah ve Elçi’nin davetine katılan kimseler; insanlar kendilerine: “Şüphesiz insanlar size karşı birlik oldular, onlardan ürperin” dediklerinde, bunun, kendilerini inanç yönünden artırdığı ve: “Allah bize yeter. O, ne güzel tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan”dır!” diyen kimseler; onlardan iyileştiren, güzelleştiren ve Allah’ın koruması altına girmiş kimselere büyük bir ödül vardır. (Âl-i İmrân/172,173)
4.O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye mü’minlerin kalplerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusu/moral indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah’ındır. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır. (Fetih/4)
133-135.Ve Rabbinizden bağışlanmaya, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcama yapan, öfkelerini yutan, insanları affeden, çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da kendi kendilerine haksızlık ettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyen, –Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir?– yaptıkları kötü şeylerde bile bile ısrar etmeyen, Allah’ın koruması altına girmiş kişiler için hazırlanmış eni göklerle yer kadar olan cennete koşuşun. Ve Allah, iyilik, güzellik üretenleri sever. (Âl-i İmrân/135)
40,41.Rabbinin makamından korkan ve kendini boş-iğreti arzudan meneden kimseye gelince; artık, hiç şüphesiz cennet, barınağın ta kendisidir. (Nâzi‘ât/40-41)
124.Ve bir sûre indirildiği zaman, içlerinden bir kimse, “O indirilmiş sûre hanginizi iman açısından güçlendirdi?” der. Fakat iman etmiş kimselere gelince, o inen sûre, onları iman açısından ziyadeleştirmiştir; güçlendirmiştir ve onlar sürekli olarak müjdelenip duruyorlar. (Tevbe/124)
22.Mü’minler, birleşik düşman birliklerini gördükleri zaman da: “İşte bu, Allah’ın ve Elçisi’nin bize vaat ettiği şeydir. Allah ve Elçisi doğru söyledi” dediler. Bu, onlara sadece iman ve güvenlik sağlamada artış sağladı. (Ahzâb/22)
Konumuz olan âyetten ve naklettiğimiz diğer âyetlerden anlaşılacağına göre, iman zayıflayıp güçlenebiliyor. Allah’ın âyetleri üzerinde tefekkür edildikçe iman güçleniyor, âyetlere duyarsızlaştıkça da zayıflıyor. *
*İşte Kur’an, Enfal Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz