44Meryem Suresi 51-58
Hatalı Çevrilen Ayetler
44Meryem Suresi 51-58
Hatalı Çeviri:
51. (Resûlüm!) Kitap'ta Musa'yı da an. Gerçekten o ihlâs sahibi idi ve hem resûl, hem de nebî idi.
52. Ona Tûr'un sağ tarafından seslendik ve onu, fısıldaşan kimse kadar (kendimize) yaklaştırdık.
53. Rahmetimizin bir sonucu olarak ona kardeşi Harun'u bir peygamber olarak armağan ettik.
54. (Resûlüm!) Kitap'ta İsmail'i de an. Gerçekten o, sözüne sâdıktı, resûl ve nebî idi.
55. Halkına namazı ve zekâtı emrederdi; Rabbi nezdinde de hoşnutluk kazanmış bir kimse idi.
56. Kitapta İdris'i de an. Hakikaten o, pek doğru bir insan, bir peygamberdi.
57. Onu üstün bir makama yücelttik.
58. İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem'in soyundan, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail (Ya'kub) 'in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara, çok merhametli olan Allah'ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.
Doğru Çeviri:
51Ve Kitap'ta Mûsâ'yı da an/hatırlat. Şüphesiz o arıtılarak saflaştırılmış idi. Ve bir elçi, bir peygamber idi.
52 Ve Biz ona en kutlu aşamanın (elçilik makamının) kenarından; o henüz elçi değilken seslendik ve onu özel bir konuşmada bulunmak üzere yaklaştırdık; elçi yaptık. 53Ve rahmetimizden o'na, kardeşi Hârûn'u bir peygamber olarak ihsan eyledik.
54Ve Kitap'ta İsmâîl'i an/hatırlat. Şüphesiz o, vaadine sadık idi, bir elçiydi, bir peygamberdi. 55Ve o ailesine/çevresine salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] ve zekat'ı; Allah’ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi emrederdi. Ve o Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti.
56Ve Kitap'ta İdris'i an/hatırlat. Şüphesiz O, özü-sözü doğru biriydi, bir peygamberdi. 57Ve Biz O'nu yüce bir mekâna yükselttik.
58İşte bunlar, Âdem'in soyundan, Nûh ile beraber taşıdıklarımızdan, İbrâhîm ve İsrâîl'in soyundan, kılavuzluk ettiğimiz ve seçtiğimiz peygamberlerden Allah'ın kendilerine nimetler verdiği kimselerdir. Onlar kendilerine Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] âyetleri okunduğu zaman ağlayarak ve boyun eğip teslimiyet göstererek yere kapanırlardı.
51Ve Kitap'ta Mûsâ'yı da an/hatırlat. Şüphesiz o arıtılarak saflaştırılmış idi. Ve bir elçi, bir peygamber idi.
Rabbimizin sık sık insanlara hatırlatılmasını istediği ve daha önce birçok ayette adı geçmiş olan Musa peygamber, ilk kez burada şahsiyeti ile ön plâna çıkarılmış ve "arıtılıp saflaştırıldığına" dikkat çekilmiştir. Musa peygamberin şahsiyeti hakkındaki bilgiler, Kasas/34, Ta Ha/9–97 ve Şuara/10–16. ayetlerde daha ayrıntılı olarak verilmiştir.
52 Ve Biz ona en kutlu aşamanın (elçilik makamının) kenarından; o henüz elçi değilken seslendik ve onu özel bir konuşmada bulunmak üzere yaklaştırdık; elçi yaptık. 53Ve rahmetimizden o'na, kardeşi Hârûn'u bir peygamber olarak ihsan eyledik.
Meryem/52 de geçen "ط و ر tvr" ifadesi, klasik anlayışta "طُور tûr" diye okunduğundan "dağ" olarak anlamlandırılmıştır. Kastedilen dağın da Filistin’deki Tûr Dağı olduğu; genel kabul görmüştür.
Ayetteki "ايمن eymen" sözcüğü de "جانب cânib" söcüğü ile birlikte değerlendirilerek "Ona Tûr Dağının sağ tarafından seslendik" anlamı elde edilmiştir. Sonuçta Musa ile ilgili ayetlerdeki tüm "ر و ط tvr"ler; "Tûr Dağı" olarak anlaşılmış ve Musa ile Tûr Dağı birbirinden ayrılmaz olmuştur. Yani Musa’ya yapılan ilk vahiy ve sonraki vahiylerin çoğunun; Medyen ile Mısır arasındaki Tûr Dağı’nda gerçekleştiği kabul edilmiştir.
TÛR – TAVR
Tüm lügatlerde "طور tûr" sözcüğü, "üzerinde ağaç olan dağ" anlamındadır. Ne var ki Medyen ile Mısır arasındaki Tûr Dağı’nda hiç ağaç yoktur.
Ayetteki "طور tvr" sözcüğü, "hal, aşama" anlamına gelen "طَوْرُ tavr" şeklinde de okunabilir ve "ايمن eymen" sözcüğü de "طَور tavr" sözcüğünün sıfatı olur. Sıfat tamlaması olarak "الطور الأيمن et-tavri'l-eymen" de "en kutlu aşama" anlamına gelir. Bu hal, bu aşama, elçilik makamının, elçilik rütbesinin mecaz yoluyla güzel bir şekilde nitelenmesidir.
Ayetteki sözcük, "طور tûr" diye okunur; "ايمن eymen" sözcüğü de "طور tûr" sözcüğünün sıfatı yapılırsa "en kutlu dağ" anlamı oluşur. Sıfat tamlamasıyla yapılan bu niteleme ile de elçilik makamının, elçilik rütbesinin mecaz yoluyla güzel bir anlatımı gerçekleşir.[1] Bu anlatım, Ta Ha/12, Naziat/16’daki "الوادى المقدس mukaddes vadi" ve Kasas/30’daki "الوادى الأيمن el vadi'l-eymen" ifadesinin peygamberlik makamını nitelediği durumlarda da görülmektedir.
Yukarıda açıklananlara göre; Musa’ya "Tûr Dağı’nda vahyedildi" anlayışının yanlışlığı; kendini açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca bu kabulleniş "Vahiy, Musa’ya dağda mı geldi; yoksa vadide mi geldi?" sorununu da karşımıza çıkarmaktadır.
Kur’an’da yalın olarak geçen "طور t v r" sözcükleri "طَوْر tavr" veya طُور tûr olarak okunmasında bir engel bulunmamaktadır. Her iki kıraat de kutlu peygamberlik makamını, rütbesini ifade eder. Mü’minun/20 ve Tin/2’de geçen "طور t v r" tûr diye okunmalıdır. Mü’minun/20’de "وَ شَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ tûri seynâe… ", ve Tin/2’dek "وَ طُورِ سينينَ tûri siniyne" ifadeleri, sıfat tamlaması olarak; "ağaçlıklı, güzel, mübarek, üzerinde ağaçlar olan dağ" anlamındadır. Bu nitelik, "Güney Doğu Toros Dağları’nı[2] ifade etmekte olup bunların Musa ile herhangi bir ilgisi yoktur. Ayrıntılı bilgi Tîn Suresi’nde verilmiştir.
Ayetteki "جانب cânib" sözcüğü ile "الطور الأيمن et-tavri'l-eymen/et-tûri'l-eymen" ifadelerinden oluşan tamlamadan da "en kutlu aşamanın kenarından/ en kutlu dağın kenarından (yani henüz elçi olmadan)" anlamı ortaya çıkar. Bu ayet, Musa’nın henüz elçi olmadan kendisine yapılan ilk vahiyden söz etmekte ve bununla kendisinin elçiliğe atandığını beyan etmektedir. İlk vahiy ile Mekkeli Muhammed’in elçi yapılış anının anlatıldığı; Necm/1-18 ve İsra/1’deki ifade de bunun gibidir. Bu ayetlerdeki anlatımın aynısını Kasas/29,30’da da görmekteyiz.
Tin ve Mü’minun surelerinde geçen “Tûr” sözcüleri Dağ anlamında olup bunlar ile kastedilmiş olan, ağacı bol dağlardır, ormanlık alandır. Açıkçası GÜNEY DOĞU TOROS DAĞLARIDIR. BUGÜN “SİNA DAĞI” OLARAK ADLANDIRILAN DAĞ DEĞİLDİR.
[1] Yerli yabancı literatürde Dağ simgesi kültürel anlamda "İnsanoğlu için ağır, yorucu, zor olabilecek işleri niteler.
[2] TOROS, Anadolu’da Ege denizi kıyılarından – Karia’dan başlayarak- Van Gölü’nün güneyine, dünyada ise Asya’nın doğu sahiline kadar uzanan dağ sisteminin adıdır ve uzandığı yönlere göre isimler alır. Antik yerbilimci Eratosten’in (M.Ö. 274-194) Coğrafya adlı eserinde Toros ismi ilk defa bir sıradağ adı olarak kullanılmıştır. Bilindiği gibi çok eskiden beri "BOĞA" anlamına gelen Toros isminin, bir sıradağa verilen Toros ismi ile nasıl bir bağlantısı olduğunu öncelikle bu ismin kökenine inip onu incelemekle başlayalım: Alman Coğrafyacı Heinrich Kiepert’in "Eski Coğrafya Ders Kitabı" isimli eserinde Toros adının kökünün Sami dil ailesinin bir üyesi olan eski Arameik dilinden olduğu ve "TÛR" kelimesinden oluştuğu belirtilmiştir ve ne dikkat çekicidir ki TÛR kelimesi hem Boğa hem de Dağ anlamına gelmektedir. Kiepert’e göre Tür kelimesi Anadolu yoluyla Eski Yunanca’ya geçmiş ve bu dile göre uyarlanarak Toros biçimini kazanmıştır. (TOROS İSMİNİN KÖKENİ – CEM KÜNCÜ)
"Resul" ve “Nebi” sözcükleriyle ilgili olarak yaptığımız geniş bir açıklama A’râf suresinde bulunmaktadır. Özet olarak tekrarlamak gerekirse; bu iki sözcük arasında bir fark yoktur. Kur’an bu iki ismi kesin bir şekilde birbirinden ayırmamış, aynı şahıs için bir yerde "Resul"ü, başka bir yerde "Nebi"yi kullanmıştır. Bazen de her iki isim bir kişi için kullanılmıştır. Bununla birlikte bazı yerlerde de sanki aralarında teknik bir anlam farkı varmış gibi kullanılmışlardır fakat bu farkın ne olduğu açıkça ortaya konmamıştır.
Rabbimiz İsa peygamber ile ilgili ifrata ve tefrite kaçan anlayışları bertaraf etmek için diğer peygamberlerin de tanıtımını yapmaktadır. Böylece Rabbimizin vahyi ile muhatap olanın sadece İsa peygamber olmadığı ve vahye muhataplığın kişiden kaynaklanmayıp bizzat Allah’ın elinde olduğu bildirilmiş olmaktadır.
54Ve Kitap'ta İsmâîl'i an/hatırlat. Şüphesiz o, vaadine sadık idi, bir elçiydi, bir peygamberdi. 55Ve o ailesine/çevresine salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] ve zekat'ı; Allah’ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi emrederdi. Ve o Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti.
56Ve Kitap'ta İdris'i an/hatırlat. Şüphesiz O, özü-sözü doğru biriydi, bir peygamberdi. 57Ve Biz O'nu yüce bir mekâna yükselttik.
İdris peygamber Kur’an’da ilk kez burada anılmakta olup bir kez de Enbiya suresinde anılacaktır.
Ayetten öğrendiğimize göre, İdris peygamber de sözünde duran, içi dışı doğru bir kişi ve bir elçiydi. Yaptığı kulluk sonucunda Rabbi tarafından yüksek bir mertebeye yükseltilmişti. Bu yüksek mertebe, bize göre, peygamberlik rütbesi ve İsmail peygamberin de ulaştığı Allah’ın hoşnutluğu mertebesidir. İsrailiyatın etkisinde kalan birçok müfessir, İdris peygamberin yükseltildiği mertebeyi onun canlı olarak göklere çıkarıldığını, sonra da cennete yerleştirildiğini anlatan nakillerle açıklamışlardır. Rivayetlerdeki uydurmalar zaman içinde daha da abartılarak "Kırk Sual" ismiyle şöhret olan kitapta efsaneleştirilmiştir. Bu hikâyelerde İdris peygamberin adı Kitab-ı Mukaddes’te [Tekvin; 5. Bab, 18-24. Cümleler] geçen "Hanok" olduğu ileri sürülmüştür. Tevrat Honak’tan şu cümlelerle bahsetmektedir:
İdris peygamberin canlı olarak göğe, cennete çıkışından başka, onun ilk yazıyı yazan, ilk dikiş diken, ilk hesap yapan ve ilk silâh kullanan kişi olduğuna dair de hikâyeler düzülmüştür:
" ... İbn Abbas (r.a), Ka'bu'l-Ahbar'dan ‘Biz onu pek yüce bir yere yükselttik’ ayetini sormuş, o da şöyle demiştir: ‘İdris (a.s)'e, meleklerden bir arkadaşı geldi. Hz. İdris (a.s) ondan ölüm meleğiyle konuşmasını ve canını almayı tehir etmesini istedi. Bunun üzerine bu melek, onu iki kanadı arasına alıp göklere yükseltti. Birden, orada ölüm meleği ile karşılaştılar. Bunun üzerine ölüm meleği o meleğe: ‘Bana görev verildi ve Hz. İdris'in (as) canını dördüncü kat semada al!’ diye emir verildi. Ben de ‘O yeryüzünde iken bu nasıl olur?’ diyordum. Hz. İdris (a.s) bunu duyar duymaz dönüp baktı. Ölüm meleği de onu görüp hemen orada ruhunu aldı.’ Bil ki, Allah Teâlâ onu göklere yükselttiğini beyan buyurarak methetmiştir. Çünkü adet, göklere ancak kadrü kıymeti yüce olan kimsenin yükseltilmesi şeklinde cereyan etmiştir." [Razi; el Mefatihu’l Gayb, Meryem/57 açıklamaları]
İdris peygamber ile ilgili dikkat çekici bir ansiklopedi yazısı da şudur:
HZ. İDRİS (A.S)
Hz. İdris, Hz. Şit Aleyhisselâm’ın torunlarından bir peygamberdir. Kendisine 30 suhuf kitap verildi. Asıl adı Ahnuh [Hanuh]’dur. Kur'an-ı Kerimde, çok kitap okuduğu için ona İdris lakabı verilmiştir. Ayrıca, kendisine peygamberlik, hikmet ve sultanlık verildiği için "Müselles bi’n-ni'me [kendisine üç nimet verilen]" de denilmiştir. İdris Aleyhisselâm'ın Babil veya Mısır'da Münif'de doğup yaşadığı rivayet edilmiştir. Babasının ismi Yerd'dir. Annesinin ismi Berre veya Esvet'tir. Kendisi Adem Aleyhisselâm’ın altıncı göbekten torunudur. Adem’e (a.s) kadar olan nesebi şöyledir: İdris (a.s), Yerd, Mehlail, Kinan, Enus, Sit (a.s), Adem (a.s). İdris Aleyhisselâm’ın pek çok evladı olmuştur. Bunlardan en meşhuru Metüselah'dir, çünkü Resulullah efendimizin nuru İdris Aleyhisselâm’dan sonra ona geçmiştir. Adem Aleyhisselâm'ın oğlu Kabil'in evladından olan bir topluma peygamber gönderilmiştir. Cebrail Aleyhisselâm dört defa gelip ona Allah'ın emir ve yasaklarını bildirmiştir. İdris Aleyhisselâm’ın bunları insanlara 105 veya 120 sene bildirdiği rivayet edilmiştir. Kendisine verilen birçok mucizelerden bazıları, ağaçlarda ne kadar yaprak olduğunu bilmesi, havadaki bulutlara çekilmeleri için emir verebilmesi ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberleri haber vermesi idi. İnsanlara peygamberimizin vasıflarını ve kendisinden sonra vuku bulacak olan Nuh tufanını anlatmıştır. Ama ne yazık ki, kendisine çok az kişi itaat etmiştir. İdris Aleyhisselâm 72 dil konuşurdu ve her kavmi hak dine kendi dili ile davet etmiştir. Kendisi 100 şehir kurmuştur. İnsanlara çok ilimler öğretmiştir. Bunlardan bazıları fen, tıp, astronomi ve daha nice ince ve derin ilimlerdir. Kendisi kalem ile yazan ve iğne ile diken (bunun için ona terzilerin piri de denilmiştir) ilk insandır. Bunlar tabii ki Allah'ın ona bir ihsanıdır. Yeryüzünün meskûn [yerleşilmis] yerlerini dört bölgeye ayırıp her birisine bir vekil tayin etmiştir. Bir müddet sonra Aşure gününde göğe kaldırıldı: "Kitapta İdris'i de an. Hakikaten o, pek doğru bir insan, bir peygamberdi. Onu üstün bir makama yücelttik." (El-Meryem, 56-57). Bir rivayete göre eski Yunanlılar ve daha sonra gelen feylezoflar, fizik, kimya ve tıp ilimlerini İdris Aleyhisselâm’ın kitaplarından almıştır. İdris Aleyhisselâm hakkında dört ayet [Meryem; 56-57; Enbiya 85-86] inmiştir. Allahü Teala mübarek Kur'an-i Kerim'de: "İsmail'i, İdris'i ve Zülkif'i de [yadet]. Hepsi de sabreden kimselerdendi. Onları rahmetimize kabul ettik. Onlar hakikaten iyi kimselerdi" (El-Enbiya/85-86) buyurmuştur. Peygamberimiz Muhammed (s.a.s) de bir hadis-i şerifinde: "Ben [Mirac gecesinde] dördüncü kat semada [gökte] İdris (as) ile karşılaştım. Cibril bana: ‘Bu gördüğün İdris'dir. Ona selâm ver!’ dedi. Ben de ona selâm verdim. O da benim selâmıma cevap verdi. Sonra bana: ‘Merhaba salih kardeş, salih peygamber!" dedi" buyurmustur. (Buhari, Müslim) [Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi, c:1, Hakikat Kitapevi]
58İşte bunlar, Âdem'in soyundan, Nûh ile beraber taşıdıklarımızdan, İbrâhîm ve İsrâîl'in soyundan, kılavuzluk ettiğimiz ve seçtiğimiz peygamberlerden Allah'ın kendilerine nimetler verdiği kimselerdir. Onlar kendilerine Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] âyetleri okunduğu zaman ağlayarak ve boyun eğip teslimiyet göstererek yere kapanırlardı.
Bu ayette, adı anılan peygamberlerin soyları bildirilerek onların hem Allah’ın nimetlerine mazhar olan, hem de Allah’a karşı bilinçle saygı gösteren kimseler oldukları ifade edilmiştir.
Ayette adı geçen peygamberler ile surede haber verilen diğer peygamberlerin soy ilişkisi aşağıdaki gibidir:
-Âdem’in soyundan İdris (as),
-Nuh’un (as) soyundan İbrahim (as),
-İsrail’in [Yakub’un] (as) soyundan da Musa (as), Harun (as), Zekeriyya (as) ve İsa (as) gelmiştir.
Allah’ın ayetleri okunduğunda O’nu tanıyan bilinçli her insanın göstermesi gereken tavır, secde ederek yere kapanmaktır. Duyarsızlar ise ayetleri görmezden gelirler:
* De ki: "Siz Kur’ân'a ister inanın, ister inanmayın; şu daha önce kendilerine bilgi verilenler; Kur’ân onlara okunduğunda onlar, boyun eğip teslimiyet göstererek çeneleri üstü kapanırlar. Ve "Rabbimiz her türlü kusurdan arınıktır. Rabbimizin vaadi kesinlikle gerçekleşecektir" derler." Ve onlar, ağlayarak çeneleri üstü kapanırlar. Ve Kur’ân, onların saygılarını, alçak gönüllüğünü artırır. [İsra/107–109]
* Gerçekten Bizim âyetlerimize ancak, kendilerine öğüt verildiği zaman boyun eğip teslimiyet göstererek yerlere kapanan ve Rablerinin övgüsüyle birlikte noksan sıfatlardan arındıran ve büyüklük taslamayan kimseler inanırlar. Onların yanları, yan gelip yattıkları yerlerden uzaklaşır; onlar keyfetmezler, onlar korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan bağışlarlar. İşte, kişi, kendisi için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan şeyleri bilmiyor! [Secde/15–17]*
*İşte Kuran, Meryem Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz