• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

37Kamer Suresi 33-40



Hatalı Çevrilen Ayetler


37Kamer Suresi 33-40


Hatalı Çeviri:
33. Lût'un kavmi de uyarıcı peygamberleri yalanladı.
34, 35. Biz de üstlerine taş (yağdıran bir fırtına) gönderdik. Ancak Lût ailesi müstesna, katımızdan bir nimet olarak onları seher vaktinde kurtardık. Biz şükredeni işte böyle mükâfatlandırırız.
36. Andolsun ki, Lût onları bizim şiddetli azabımızla uyardı. Fakat onlar bu tehditleri kuşkuyla karşıladılar.
37. Onlar Lût'un misafirlerine karşı kötülük yapmayı planlamışlardı. Hemen biz onların gözlerini silme kör ettik. «Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!» (dedik).
38. Bir sabah kendilerine, yakalarını bir daha bırakmayacak olan bir azap gelip çattı.
39. İşte azabımı ve uyarılarımı tadın! (denildi).
40. Andolsun biz Kur'an'ı, öğüt almak için kolaylaştırdık. O halde düşünüp ibret alan yok mu?


Doğru Çeviri:
33Lût'un toplumu, uyarıları yalanladı.34,35Biz onların üzerine ufak taş yağdıran bir fırtına gönderdik. Lût'un ailesi bundan ayrı tutuldu. Onları katımızdan bir nimet olarak seher vaktinde kurtardık; Biz kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen kimseyi böyle mükâfâtlandırırız.
36Andolsun Lût, onları Bizim yakalamamıza karşı uyarmıştı. Fakat onlar uyarıları kuşku ile karşıladılar 37ve andolsun o'nun konuklarından cinsel yönden yararlanmaya kalkıştılar. Biz de onların gözlerini körleştiriverdik/kabilelerini, soylarını silip süpürüverdik: “Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!”
38Ve andolsun sabah erkenden, onları kararlı bir azap bastırıverdi: 39“Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!”
40Andolsun Biz Kur’ân'ı düşünme/ öğüt için kolaylaştırdık/ hazırladık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen?


33Lût'un toplumu, uyarıları yalanladı.34,35Biz onların üzerine ufak taş yağdıran bir fırtına gönderdik. Lût'un ailesi bundan ayrı tutuldu. Onları katımızdan bir nimet olarak seher vaktinde kurtardık; Biz kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen kimseyi böyle mükâfâtlandırırız.

Bu pasajda farklı bir anlatım dikkati çekmektedir. Lût peygamberin yalanlandığı haber verilerek yapılan girişten sonra kıssanın sonuna geçilmiş ve Lût kavminin cezalandırıldığı bildirilmiştir. Kıssanın başlangıcı ile sonu arasındaki olaylar ise daha sonra anlatılmıştır. Bu üslûp Kur’ân'ın sadece belirli bir mesajı vermek için kullandığı hikâye etme yöntemlerinden biridir.

Lût peygamber ve kavminin kıssası Kur’ân'ın başka yerlerinde ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Bu sûrede sadece Yüce Allah'ın ilâhî mesajı yalanlayanlara ne kadar ağır ve acıklı bir ceza verdiğini vurgulamak ve insanların bundan ders almasını sağlamak amaçlandığından, kıssanın ayrıntılarına girilmemiştir.

Âyette geçen حاصب [hâsib] sözcüğü, "taşları savuran kasırga" demektir. [Lisanü’l Arab, "hsb" mad.] Nitekim başka âyetlerde de Lût kavmi üzerine "balçıktan taşlar" yağdırıldığı bildirilmektedir. Böyle bir âfetten sadece Lût peygamberin eşi dışında yandaşları ile aile bireyleri sağ olarak kurtulabilmiştir. Âyetin ifadesine göre, ilâhî bir lütuf olan bu kurtuluş, onlara şükrediciliklerine karşılık olarak verilmiştir.

SEHER VAKTİ: السّحر [es-seheru] sözcüğü, "sabah vaktinden az önceki zaman" demektir. [Lisanü’l Arab, "shr" mad.] Bu vakit, gecenin son altıda-biri olarak da tanımlanmıştır.

Sözcük, müste'nef [satır başı] bir ifade olan, Onları katımızdan bir nimet olarak seher vaktinde kurtardık cümlesi içinde ise, ya kurtarma vaktini ifade etmekte, ya da kurtarılanlara sağlanan istisnânın ne şekilde sağlandığını anlatmaktadır. Kurtarılanların, kendilerine belâya engel olan bir koruyucu verilmesi veya belânın onlara isabet etmemesi sayesinde bu helâkten kurtulduklarını söylemek mümkünse de, o bölgeden ancak Yüce Allah'ın emri ile uzaklaştıkları için kurtulduklarını söylemek de mümkündür. Buna göre, Onları katımızdan bir nimet olarak seher vaktinde kurtardık ifadesi, "Biz onlara gecenin sonunda o beldeden çıkmalarını emrettik, onlar da çıkıp kurtuldular" anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, seher vakti, "helâk vaktini" işaret etmiş olmaktadır. Seher vaktinde uzaklaştırma ise, "helâkten uzaklaştırma", yani azaptan istisnâ edilme anlamına gelmektedir. Çünkü Rabbimiz hışmını genellikle insanların dinlenme anlarında, hiç beklemedikleri zamanlarda indirmektedir:

4Ve Biz nice kentleri değişime, yıkıma uğrattık. Azabımız onlar gece uyurlarken yahut gündüz dinlenirlerken onlara gelivermişti. [A‘râf/4]

Bu âyetler Rabbimizin dilerse inananları bu dünyada da suçlular arasından kurtaracağına işaret etmektedir. Ancak bu kesin bir vaat değildir. Buna karşılık Rabbimizin inananlar ile inanmayanları âhirette bir tutmayacağı kesindir, taahhüt altındadır:

145Ve herkes sadece Allah'ın bilgisiyle vakitlendirilmiş bir yazgı olarak ölür. Ve kim dünya karşılığını dilerse, kendisine ondan veririz. Kim de âhiret karşılığını isterse ona da ondan veririz. Ve Biz, sahip olduğu nimetlerin karşılığını ödeyenleri karşılıklandıracağız. [Âl-i İmrân/145]

65Ve eğer Kitap Ehli iman etmiş ve Allah'ın koruması altına girmiş olsalardı, kesinlikle onların kötülüklerini örter ve kesinlikle nimeti bol olan cennetlere koyardık. [Mâide/65]


36Andolsun Lût, onları Bizim yakalamamıza karşı uyarmıştı. Fakat onlar uyarıları kuşku ile karşıladılar 37ve andolsun o'nun konuklarından cinsel yönden yararlanmaya kalkıştılar. Biz de onların gözlerini körleştiriverdik/kabilelerini, soylarını silip süpürüverdik: “Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!”

36Andolsun Lût, onları Bizim yakalamamıza karşı uyarmıştı. Fakat onlar uyarıları kuşku ile karşıladılar

Bu âyette Lût peygamberin üzerine düşen görevi yaptığı açıklanmış, Lût kavmine verilen cezanın ise onların yalanlamalarına karşılık olarak verildiği ve ancak uyarıdan sonra uygulandığı vurgulanmıştır.

Aslında bütün peygamberler kavimlerini âhiret azabıyla uyarmışlardır. Uyarı yapılmadan kimse cezalandırılmamış ve cezalandırılmayacaktır:

15Kim, kılavuzlanan doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için kılavuzlanan doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz, bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. [İsrâ/15]

59Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi ana kente göndermedikçe, memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değildir. Zaten Biz, halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler olmayan memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değiliz. [Kasas/59]

Bizim yakalamamız

Bu ifade, Rabbimizin yalanlayıcıları dünyada belâlar ile âhirette de cehennem ile cezalandırdığına dikkat çekmektedir. Bu mesaj Kur’ân'da başka yerlerde de verilmiştir:

12Rabbinin kıskıvrak yakalaması gerçekten çok şiddetlidir. [Burûc/12]

16En büyük bir yakalayışla yakalayacağımız gün, şüphesiz Biz, suçluyu yakalayıp ceza vererek adaleti sağlayanlarız. [Duhân/16]

14-16İşte bu nedenle, yalanlayan, yüz çeviren, en çok mutsuz olacak olan kişiden başkasının girmediği, alevlendikçe alevlenen bir ateşe karşı Ben sizi uyardım. [Leyl/14-16]

38-40İndirilmiş âyetler ve vahiy, tanık olarak saf saf dikildikleri gün, Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] izin verdikleri dışında hiç kimse konuşamaz. Ve o izin verilen, doğruyu söyler: "İşte bu, hak gündür. Artık dileyen Rabbine bir sığınak edinir. Şüphesiz Biz sizi yakın bir azap ile uyardık." O gün, kişi iki gücünün/mal ve çevresinin ne takdim ettiğine bakar/yaptıklarıyla yüz yüze gelir ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişi: "Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım" der. [Nebe/40]


36Andolsun Lût, onları Bizim yakalamamıza karşı uyarmıştı. Fakat onlar uyarıları kuşku ile karşıladılar 37ve andolsun o'nun konuklarından cinsel yönden yararlanmaya kalkıştılar. Biz de onların gözlerini körleştiriverdik/kabilelerini, soylarını silip süpürüverdik: "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!"

"Murat almak" olarak çevirdiğimiz مراودة[müravede] sözcüğü, ارادة [irâde] sözcüğü gibi رود [revd] mastarından türemiş olup مطالبة [mütâlebe] sözcüğüyle eş anlamlıdır. Ancak; mütâlebe sözcüğü somut şeyler için, mürâvede sözcüğü ise soyut şeyler için kullanılır. [Razi; el Mefatihu’l Gayb]

Âyetten anlaşıldığına göre, halktan bazı kişiler Lût peygamberin misafirlerinden ahlâksız istekte bulunmuşlar ve kötü emellerine ulaşmak için Lût (as) 'a baskı yapmışlardır. Lût peygamberin konukları, –Ankebût/31-32'den öğrendiğimize göre– İbrâhîm peygambere gelen elçilerdir. Elçilere karşı takınılan bu ahlâksız tutum üzerine, bu girişimde bulunanların gözleri silinmiştir. Gözlerin silinmesi ifadesinden, ahlâksızların gözlerinin, yüzlerinde izleri bile kalmayacak şekilde kör edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca burada "Ayn" sözcüğünün "soy, kabile, zürriyet" anlamı dikkate alındığında cinsi sapıklık nedeniyle üremelerinin durduğu nesillerinin yok olup gittiği de anlaşılır. Lisanü’l Arab ve Tacü’l Arus’ta açıklandığına göre bu sözcüğün, görme, göz, güneş, pınar, yağmur, mal, altın, insan, hayat, TOPLUM, BELDE HALKI ... gibi yüzden çok anlamı vardır.

AZABI ve UYARILARI TATTIRMA: Haydi, azabımı ve uyarılarımı tadın! ifadesi, yine Arap örfüne göre söylenmiş olup "yaptığının cezasını gereği gibi tat!" anlamına gelir. Nitekim Araplar, "Yaptığından ötürü bu acıyı tat!" derler. Aslında, "Yaptığını tat!" demek, hemen her dilde "cezanı çek!" demektir. Hatta, "Sen suçlusun, bu cezayı hak ettin, cezanı çek, sana acınmaz!" manasında olan bu temenni, cezayı çeken suçlu tarafından işitilmediği bilinmesine rağmen, "Canın çıksın, oh olsun!" şeklinde bile söylenmektedir. Dolayısıyla bu âyetteki Azabımı tadın! ifadesi, "Acıyı tadın!" anlamına, Uyarılarımı tadın! ifadesi de "Yaptıklarınızı tadın!" anlamına gelmektedir. Bir bütün olarak, Azabımı ve uyarılarımı tadın! ifadesi ise, "Uyarılar karşısında gereğini yapmamanız, uyarılara uymamanız ve yanlışı yapmanız sebebiyle hak ettiğinizi tadın" demektir.

Çekilen acının, "acıyı tatma" şeklinde ifade edilmesi, zevklerine düşkün olan inkârcılarla alay edildiğini göstermektedir. Bu alaycı üslup sadece bu âyete mahsus değildir:

–"49,50Tat bakalım! Şüphesiz sen, çok güçlü ve çok üstün biri idin! Şüphesiz işte bu, sizin kendisine kuşku duyup durduğunuz şeydir."– [Duhân/49]

"14Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan/terk ettiğinizden dolayı tadın azabı! Hiç şüphesiz ki Biz cezalandırdık sizi. Ve yapmış olduğunuza karşılık sonsuzluk azabını tadın!" [Secde/14]

Lût peygamber ve kavmi arasında geçen olayların ayrıntıları Hûd/77-83 ve Hicr/61-74. ayetlerde verilmiştir.

Bu olayın [Sodom ve Gomora'nın Yıkılışı] Kitab-ı Mukaddes'te ayrıntılı olarak yer almaktadır. [Tekvin [Yaratılış], 19:1-29]


38Ve andolsun sabah erkenden, onları kararlı bir azap bastırıverdi: 39“Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!”
37. âyetin bir parçası olarak kullanılan bu ifade, burada müstakil bir âyet olarak karşımıza çıkmıştır. Bu ifade ile şimdiki zamana dönülmekte ve kıssanın ilk cümlelerinde açıklandığı gibi, taşları savuran sert kasırga azabı hatırlatılarak bu azabın pençesinde kıvrananlara seslenilmektedir.

38. ayetteki "Kararlı" olarak çevirdiğimiz مستقرّ [müstekırr] sözcüğünün bu anlam ekseninde diğer anlamları da gözetilerek değerlendirilmesi durumunda, âyetin aşağıdaki şekillerde anlaşılması mümkündür:

- Onları savuşturulması mümkün olmayan bir azap bastırıverdi. Sözcüğün bu anlamına göre azap onlara yönelmiş ve onların üzerinde karar kılıp sabitleşmiştir. Hiç kimsenin bu azabı bertaraf etmeye ve ona karşı koymaya gücü yetmez.

- Onları devamlı bir azap bastırıverdi. Sözcüğün bu anlamına göre, söz konusu azap, onların ölümleriyle son bulacak bir azap değildir. Çünkü onlar helâk edildiklerinde cehenneme sürüleceklerdir ve hakk ettikleri azap âhirette de devam edecektir. İnsanın dünyada iken başına gelen belâ ve musibetlerin acıları ölüm ile son bulur ama ölüm bile onları bu âhiret azabından kurtaramaz. Bu azap süreklidir.

- Sadece onların üzerine çullanmış bir azap bastırıverdi. Sözcüğün bu anlamına göre, azap sadece onların üzerinde etkili olan bir azaptır ve başkasına zarar vermez.

40Andolsun Biz Kur’ân'ı düşünme/ öğüt için kolaylaştırdık/ hazırladık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen?
Bu âyet ile ilgili açıklama 17. âyette verilmişti.*


*İşte Kuran, Kamer Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim