• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

39Araf Suresi 199-206



Hatalı Çevrilen Ayetler


39Araf Suresi 199-206


Hatalı Çeviri:
199. (Resûlüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.
200. Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.
201. Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler.
202. (Şeytanların) dostlarına gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürüklerler. Sonra da yakalarını bırakmazlar.
203. Onlara bir mucize getirmediğin zaman, (ötekiler gibi) onu da derleyip getirseydin ya! derler. De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım. Bu (Kur'an), Rabbinizden gelen basîretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır); inanan bir kavim için hidayet ve rahmettir.
204. Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.
205. Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma.
206. Kuşkusuz Rabbin katındakiler O'na kulluk etmekten kibirlenmezler, O'nu tesbih eder ve yalnız O'na secde ederler.



Doğru Çeviri:

199Sen afvı/ malın fazlasını al, “urf” [örf, Kur’ân âyetleri öbeği] ile emret ve câhillerden de mesafeli dur.
200Eğer sana şeytândan bir vesvese gelirse de hemen Allah'a sığın. Kesinlikle O, en iyi işiten, en iyi bilendir.
201,202Kendi kardeşleri onları sapıklığa sürüklediği ve bırakmadığı hâlde şüphesiz Allah'ın koruması altına giren şu kimseler, kendilerine şeytândan bir taif; vesvese, karanlık kuruntu, sırnaşma iliştiği zaman, hatırlarlar/düşünürler. Sonra bir de bakarsın ki onlar görüp bilmişlerdir!
203Onlara bir âyet getirmediğin zaman da, “Kendin onu uyduruverseydin ya!” derler. De ki: “Ben ancak Rabbimden bana ne vahyolunuyorsa ona uyuyorum.” İşte bu Kur’ân, Rabbinizden gelen kalp gözünü açacak beyanlardır, iman eden bir toplum için bir kılavuz ve bir rahmettir.
204Ve esirgenmeniz için Kur’ân öğrenilip-öğretildiği zaman, hemen ona kulak verin ve susun.
205Ve her zaman kendi içinden, korkarak ve alçala alçala, yüksek olmayan bir sesle Rabbini an ve umursamazlardan olma!
206Şüphe yok ki Rabbini iyi tanıyan kişiler, Allah'a kulluk etmekten büyüklenmezler, O'nu her türlü noksanlıklardan arındırırlar ve yalnızca O'na boyun eğip teslim olurlar.



199Sen afvı/ malın fazlasını al, “urf” [örf, Kur’ân âyetleri öbeği] ile emret ve câhillerden de mesafeli dur.
200Eğer sana şeytândan bir vesvese gelirse de hemen Allah'a sığın. Kesinlikle O, en iyi işiten, en iyi bilendir.


Bu ayetlerde Rabbimiz, peygamberimize hitap ederek ona çevresiyle olan ilişkilerini yönlendirmeye yönelik dört temel görev vermiştir:

AFV العفو

العفو [‘afv], "kolay gelen, fazlalık, çokluk, çıkartılıp verilmesi insana ağır gelmeyen, malın nafakadan fazlası/artanı, suyun içtikten sonra bardakta kalanı, ihmal edilen; ekilip biçilmeyen, ayak basılmayan; işe yaramayan arazi" demektir. [Lisânu'l-Arab; c. 6, s. 338-341, "Afv" mad.]

Bu sözcük, beşeri ilişkilerde Türkçedeki "af (bağışlama; değersiz görme, önemsememe)" anlamında, infak konusunda ise "ihtiyaç fazlası", demektir.

A’raf/199, Bakara/219’a bakılabilir.

Allah’ın afvı: Allah’ın kusurları, günahları önemsememesi; silip atması anlamındadır. Ki bu, rüzgârın toprak üstündeki izleri kaybetmesi olayından türetilmiştir.

Aynı kökten gelen âfiyet sözcüğü de Allah’ın bela ve hastalıkları yok etmesi anlamındadır.

Elbise için alınan kumaşın, Terzinin ölçüp biçtikten sonra atılan kısmı da Afvdır.

1- Afvı al: Bu ifade hem malın fazlasını almak [zekât toplamak], hem de hataları bağışlamak, özürleri kabul etmek anlamlarına gelir. Ancak bu ayet indiği dönemde henüz zekât ile ilgili bir yükümlülük bulunmadığından, ifadenin "bağışlamak" diye anlaşılması gerekir. Zaten ayetlerdeki söz akışı da "bağışlamak" anlamına daha uygundur. Bağışlayıcı olmak, insanlara müsamaha ile yaklaşmak ve çevresine karşı sert davranmamak gibi talimatlar, peygamberimize başka ayetlerde de tekrarlanmıştır:

159İşte sen, sırf Allah'ın rahmeti sebebiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için bağışlanma dile. İşlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a işin sonucunu havale et. Şüphesiz Allah, işin sonucunu Kendisine havale edenleri sever. [Âl-i Imran/159]

125Rabbinin yoluna, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Şüphesiz Rabbin Kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, kılavuzlandıkları doğru yolda olanları da en iyi bilendir. [Nahl/125]

2- Urf ile emret: " عرفUrf" sözcüğü, bu surenin adı olan " اعرافa’raf" sözcüğünün tekili olup hem bu surenin baş tarafında, hem de Mürselat suresinin tahlilinde açıkladığımız gibi öncelikle "Kur’an ayetleri öbeği" anlamına gelir. Bu anlama göre, peygamberimizden istenen ikinci husus çevresine Kur’an ayetleri ile emretmesidir. "Urf" sözcüğü ayrıca "örf, güzel ve hayırlı olan şey" anlamına da gelmektedir. "Maruf" kavramı da "urf" sözcüğünün bu anlamdaki türevlerindendir. Ancak; birinci anlamın ikinci anlamı da kapsadığı düşünülürse, sözcüğün buradaki manasını "Kur’an ayetleri öbeği" olarak anlamak daha isabetli görünmektedir.

3-câhillerden de mesafeli dur: "Cahil" sözcüğü, "düşüncesizce hareket eden, inkârcı, bir şey bilmez" anlamlarına gelir. Konunun akışı içerisinde buradaki anlamı ise, "hisleriyle ve tutkularıyla hareket eden, birden bire kızan, düşüncesiz ve kaba insan" demektir. Bu anlama göre Rabbimiz peygamberimizden böyle insanlara aldırmamasını, onların davranışlarından ve kırıcı sözlerinden etkilenerek maneviyatını bozmamasını istemektedir.

63Ve Rahmân'ın; yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın kulları öyle kimselerdir ki onlar, yeryüzünde alçakgönüllülükle yürürler ve cahil kimseler kendilerine lâf attığı zaman "Selâm!" derler.

72Ve Rahmân'ın kulları, yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygın bir şekilde geçerler. [Furkan/63,72]

3Ve onlar, boş şeylerden yüz çeviren kimselerdir, ... [Mü’minun/3]

4- Şeytandan Allah’a sığın: Burada konu edilen şeytan "İblis" olup peygamberimizin dikkati kendi içinden gelebilecek zarara çekilmiş ve içindeki şeytandan [İblis’ten] Allah’a sığınması istenmiştir.

96Sen, kötülüğü en güzel bir şeyle sav. Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri çok iyi biliriz.
97,98Ve de ki: "Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! Ve Rabbim! Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım." [Mü’minun/96–98]

33,34Ve Allah'a çağırıp/yakarıp sâlihi işleyen ve "Ben, Müslümanlardanım" diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır? Ve güzellikle çirkinlik/iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel şeyle sav. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sımsıcak bir yakın'dır.
35Bu olgun davranışa ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak büyük bir pay sahibi olan kavuşturulur.
36Ve eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa hemen Allah'a sığın. Şüphesiz ki O, en iyi duyanın ve en çok bilenin ta kendisidir. [Fussılet/33–36]


98Öyleyse Kur’ân öğrenip öğrettiğin zaman Racim Şeytan’dan; [aklınıza hemen geliveren, iyiden iyiye düşünme sonucu olmayan, sizi mahvedecek mesnetsiz düşünceler üreten yetiden] Allah’a sığın.
99,100Şüphesiz ki iman etmiş ve Rablerine işin sonucunu havale eden kimseler üzerinde Şeytan-ı Racim'in hiçbir zorlayıcı gücü yoktur. Onun zorlayıcı gücü, ancak kendisini, yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın edinenler ve Allah'a ortak koşanların ta kendileri olan kimseler üzerinedir. [Nahl/98–100]

ŞEYTANDAN ALLAH’A SIĞINMAK:

Şeytandan Allah’a sığınmak, "Euzu billahi mineşşeytanirracim [Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım /Allah’ım, şeytandan sana sığınırım, beni ondan koru!]" demek değildir.

Şeytandan Allah’a sığınmak:

-Şeytan tipler ve güçler tarafından dayatılan düşünce ve amelleri hemen Allah’ın gönderdiği Kur’an terazisinde tartmaktır.

-Şeytanın aklımıza, fikrimize zerk ettiği zehirleri Allah’ın Kur’an’da bize ikram ettiği panzehirle tedavi etmektir.

-Doğruyu Allah’tan öğrenip şeytanın bizi saptırmasına engel olmaktır.

-Fırtınaya tutulan geminin hemen limana sığınması gibi, derhal Kur’an’a sarılıp problemleri Kur’an ile çözmektir. Bilinmelidir ki, anlamadan Kur’an okumakla bu problemler çözülemez.

Günümüzde bu konuya örnek olabilecek çok sayıda şeytanî vesvese türü mevcuttur. Bu vesveseler birçok yönden insanların hayatına sokulmaya çalışılmaktadır. Bunlardan bir tanesini somut bir örnek olarak sunmanın yararlı olacağı kanısındayız:

Mütedeyyin olmakla beraber bilgisiz ve sıradan insanlara yüzyıllardır şöyle telkinlerde bulunulmaktadır: "Şu kandil gecesinde şu kadar rekât namaz kılar, şu kadar sayıda tespih çekersen, bütün günahların affolur ve cennete gidersin!" Bu telkin ve öneriler ilk bakışta insanların hoşuna gitmekte, daha doğrusu işlerine gelmektedir. Çünkü insanın dünyaya gelişinden itibaren onun "karin"i olarak faaliyet gösteren şeytan [İblis], bu teklif üzerine hemen harekete geçip bir ham düşünce üretmekte, önerilen bu kolay davranışları yaparak cenneti ucuza elde etme fikrini insana "süslü" göstermektedir. Böylece insan, kendisine yapılan bu tür telkin ve öneriler ile hem Allah’ın bildirdiği dışında bir yolla cennet vadeden şeytanların, hem de bu yolu kendisine süslü gösteren beynindeki İblis’in vesveseleri ile karşı karşıya kalmaktadır. İşte, Rabbimizin kendisine sığınılmasını istediği şeytan vesvesesi bu ve buna benzer kuruntulardan oluşmaktadır. Ancak ayetteki ifadelerden anlaşıldığına göre, bu sığınma lâfla olmamaktadır. Zira ayette "Allah’a sığınırım de!" veya "Allah’a sığınmak istiyorum de!" değil, "Allah’a sığın!" denmektedir.

O hâlde yapılacak iş, yukarıda da söylediğimiz gibi, insanın kendisini sadece Allah’ın sözlerine teslim etmesidir. Nitekim yukarıda verdiğimiz örnek için insan "Cennetin bedeli nedir Ya Rabbi!" diye Allah’a sığınmak isterse, Allah’ın cevabını Kur’an’da bulacak ve bu bedelin "mütteki olmak, ebrardan olmak, malını ve canını Allah’a satmak" olduğunu öğrenerek kendini hem o teklifi yapan yalancı şeytanların, hem de beynindeki İblis’in vesvesesinden kurtarabilecektir.

Sonuç olarak insan mutlaka aklını çalıştırmaya yönelmeli ve bu tarz yalanlarla sürekli vesvese veren şeytanlardan korunmak için Allah’a, O’nun kitabına sığınmalıdır. Böyle yapmalıdır ki, Âdem ve eşi gibi hataya düşmesin.


201,202Kendi kardeşleri onları sapıklığa sürüklediği ve bırakmadığı hâlde şüphesiz Allah'ın koruması altına giren şu kimseler, kendilerine şeytândan bir taif; vesvese, karanlık kuruntu, sırnaşma iliştiği zaman, hatırlarlar/düşünürler. Sonra bir de bakarsın ki onlar görüp bilmişlerdir!


Bu ayetlerde şeytandan Allah’a nasıl sığınılması lâzım geldiği anlatılmakta ve inanmayan kardeşleri tarafından çok büyük etki altında bırakıldıklarında bile, müttekilerin hatırlamak/düşünmek suretiyle Allah’a kulluktan ayrılmayacakları açıklanmaktadır.

* Münâfıklar, kendileri Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmadıkları gibi, sizin de inanmamanızı, böylece onlarla eşit olmanızı arzu ettiler. Onun için, onlar Allah yolunda yurtlarından göç edinceye kadar onlardan yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse, sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınan kimseler yahut sizinle ve kendi toplumlarıyla savaşmaktan göğüsleri daralarak size gelenler hariç onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün; onlardan bir yakın ve bir yardımcı edinmeyin. Sonra, eğer Allah dileseydi onları size musallat ederdi de onlar sizinle savaşırlardı. Artık eğer onlar sizden mesafelenip de sizinle savaşmaz ve size barış teklif ederlerse, Allah sizin için onlar aleyhine bir yol tanımamıştır. [Nisa/89,90]

202. ayetteki " و اخوانهمve ihvanühüm [onların kardeşleri]" ifadesi pek çok yerde yanlış olarak "şeytanın kardeşleri" olarak çevrilmektedir. Hâlbuki ayetin yapısı bu anlamı çıkarmaya engel olup, " همhüm" zamirinin "şeytan" sözcüğüne gönderilmesi mümkün değildir. Zira ayetteki "şeytan" sözcüğü tekil, ona gönderilmek istenen zamir ise çoğuldur. Dolayısıyla " همhüm [onlar]" zamiri "müttekiler" sözcüğüne gönderilip "ihvanühüm" ifadesinin de "müttekilerin kardeşleri" olarak anlamlandırılması gerekir. Ayet, bizim yaptığımız gibi "Hâl cümlesi" şekline getirildiğinde cümlenin anlamında herhangi bir sorun oluşmamaktadır. Zaten "İsim cümlesi" olan ayetin teknik yapısı da buna uygundur. Cümlede "vav" bağlacının ve "hüm" zamirinin bulunuyor olması, ayetin "Hâl cümlesi" olarak anlamlandırılmasını mümkün kılmaktadır.


203Onlara bir âyet getirmediğin zaman da, “Kendin onu uyduruverseydin ya!” derler. De ki: “Ben ancak Rabbimden bana ne vahyolunuyorsa ona uyuyorum.” İşte bu Kur’ân, Rabbinizden gelen kalp gözünü açacak beyanlardır, iman eden bir toplum için bir kılavuz ve bir rahmettir.


Bu ayette, her istenildiğinde ayet veya mucize getiremeyen peygamberimizden, kendisine ayet uydurması yönünde yapılan tahriklere karşı sadece Allah’ın vahyettiğine tâbi olduğunu açıklaması istenmektedir. Çünkü peygamberimiz sadece bir elçidir ve ayet getirmek onun elinde değildir. Allah, dilediği zaman ona vahyeder ve o da kendisine vahyedileni tebliğ eder. Aslında bir peygamberin istenilen anda ayet getirememesi ve vahyi beklemesi, söylediği sözlerin kendi sözü olmayıp vahiy olduğunun kanıtıdır.

* Ve âyetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar: "Bundan başka bir Kur’ân getir yahut bunu değiştir!" dediler. De ki: "Onu kendimin öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım." [Yunus/15]

* Ve ortak koşanlar, kendilerine bir alâmet/gösterge gelirse, ona kesinlikle iman edeceklerine dair en ağır yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: "Alâmetler/göstergeler ancak Allah katındadır." Onlara alâmetler/göstergeler geldiğinde de iman etmeyeceklerini anlamıyor musunuz? [En’am/109]

* Ve "Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, öğrenip öğreteceğimiz bir kitabı bize indirmene kadar asla inanmayız" dediler. Sen de ki: "Rabbim noksanlıklardan arınıktır. Ben, beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!" [İsra/90- 93]

Ayetin son bölümündeki "İşte bu [Kur’an], Rabbinizden gelen basiretlerdir [kalp gözünü açacak beyanlardır], iman eden bir kavim için bir kılavuz ve bir rahmettir" ifadesi müşriklere bir uyarı mahiyetinde olup şu mesajı vermektedir: "Elçiyle ve sizi aşan şeylerle uğraşacağınıza, size kılavuz olacak, sizi aydınlatacak ve size rahmet olup sizi kurtaracak Kur’an’ı araştırın!"


204Ve esirgenmeniz için Kur’ân öğrenilip-öğretildiği zaman, hemen ona kulak verin ve susun.


Bu ayette, Kur’an okunurken onu dinlemenin adabı öğretilmekte ve Kur’an’ın saygıyla, sessiz ve can kulağıyla dinlenilmesi emredilmektedir. Çünkü her kitap gibi Kur’an’dan da ancak böyle istifade etmek mümkündür.

Ayette verilen "Kur’an’ın ciddiyetle dinlenmesi hâlinde ilâhî kelâm olduğunun anlaşılacağı ve ona inanılacağı, böylece de Allah tarafından esirgenip kurtuluşa erileceği" yolundaki mesaj, inanmayanlara yöneliktir. Çünkü müminler, kalp gözünü açan, kılavuz ve rahmet olan ayetleri zaten can kulağıyla dinlemektedirler. Kâfirler ise kendi hayat düzenlerini eskisi gibi sürdürebilmek için hem sürekli Kur’an’a kulaklarını tıkamakta hem de halkı Kur’an’dan uzak tutmaya yönelik çeşitli yollara başvurmaktadırlar:

* Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler: "Üstün gelmeniz için bu Kur’ân'ı dinlemeyin, onun içinde anlamsız şeyler yapın/anlaşılmasını her türlü yolla engelleyin" dediler. [Fussılet/26]


205Ve her zaman kendi içinden, korkarak ve alçala alçala, yüksek olmayan bir sesle Rabbini an ve umursamazlardan olma!


Ayetteki "sabah akşam" ifadesi, Nâs suresinin tahlilinde de belirttiğimiz gibi, "daima, her zaman" anlamında olup burada peygamberimize ve dolayısıyla tüm insanlara Allah’ın nasıl ve ne zaman hatırlanması gerektiği bildirilmektedir.

"Allah’ın anılması, hatırlanması" anlamına gelen "zikrullah" sözcüğü zaman içinde anlam kaybına uğratılarak yozlaştırılmıştır. Bir isim tamlamasından oluşan bu ifadenin doğru anlaşılabilmesi ancak Kur’an’daki bağlamının iyi incelenmesiyle mümkündür. Aksi takdirde sözcüğün tasavvuf terminolojisince zayi edilen gerçek anlamına ulaşılamaz.


206Şüphe yok ki Rabbini iyi tanıyan kişiler, Allah'a kulluk etmekten büyüklenmezler, O'nu her türlü noksanlıklardan arındırırlar ve yalnızca O'na boyun eğip teslim olurlar.


Surenin bu son ayeti, bir önceki ayette geçen "... korkarak ve yalvararak, yüksek olmayan bir sesle ..." ifadesinin açıklaması mahiyetindedir. Ayette, Allah’a karşı derin sorumluluk duyan ve O’nun katında itibarlı olan kulların Allah’a kulluktan büyüklenmedikleri, sürekli O’nu noksan sıfatlardan arındırdıkları ve yalnızca O’na boyun eğdikleri bildirilerek Allah katında muteber birisi olmak için "Allah’a kullukta büyüklenmemek, sürekli O’nu arındırmak ve ürpererek sadece O’na yalvarmak, boyun eğmek gerektiği" mesajı verilmektedir.

Bu mesaj Secde suresinde biraz daha ayrıntılı verilmiştir:

* Gerçekten Bizim âyetlerimize ancak, kendilerine öğüt verildiği zaman boyun eğip teslimiyet göstererek yerlere kapanan ve Rablerinin övgüsüyle birlikte noksan sıfatlardan arındıran ve büyüklük taslamayan kimseler inanırlar. Onların yanları, yan gelip yattıkları yerlerden uzaklaşır; onlar keyfetmezler, onlar korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan bağışlarlar. [Secde/15, 16]*



*İşte Kuran, Araf Suresi






Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim