• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

45Taha Suresi 1-8



Hatalı Çevrilen Ayetler


45Taha Suresi 1-8


Hatalı Çeviri:
1. Tâ. Hâ.
2, 3. Biz, Kur'an'ı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik.
4. (Kur'an) yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir.
5. Rahmân, Arş'a istivâ etmiştir.
6. Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şeyler ile toprağın altında olanlar hep O'nundur.
7. Eğer sen, sözü açıktan söylersen, bilesin ki O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir.
8. Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O'na mahsustur.



Doğru Çeviri:
1Tâ/9, Hâ/5.
2-4Biz, Kur’ân'ı sana sıkıntıya düşesin/mutsuz olasın diye değil, ancak saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kimse için bir öğüt olmak üzere, yeryüzünü ve yüce gökleri oluşturandan bir indirilişle indirdik.
5Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], en büyük taht üzerine egemenlik kurmuştur. 6Göklerde olan şeyler, yeryüzünde olan şeyler, bu ikisinin arasında olan şeyler ve nemli toprağın altında bulunan şeyler yalnızca Rahmân'ındır.
7Sen sesini yükseltirsen, Rahmân şüphesiz gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir. 8Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. En güzel isimler sadece O'nundur.




1Tâ/9, Hâ/5.

ط Ta (9), ه Ha (5),

Sûrenin birinci Âyeti, daha evvel "Kesik Harfler" olarak ifade ettiğimiz bu iki harften oluşmuştur. Tek başlarına herhangi bir anlamları bulunmayan bu harfler, Kur'ân'ın indiği ve Araplar arasında henüz rakamların kullanılmayıp sayıların harflerle ifade edildiği dönemde 9 [dokuz] ve 5 [beş] sayılarını temsil etmekteydi. Kesik harflerle başlayan önceki sûrelerde de açıkladığımız gibi, biz bu harflerin ya Kur'ân'ın maddî yapısı bakımından önemli birer unsûr ya da uyarı niteliği taşıyan ifadeler olduklarını düşünüyoruz. Bu harfler, tam olarak ne anlama geldiklerini ortaya koyacak Kur'ân erlerini beklemektedir.

ط - tâ ve ه - hâ harfleri ile ilgili olarak geçmişte birçok açıklamalar yapılmış ve denmiştir ki:

• Bunlar Allah'ın güzel isimlerinden birer isimdir.

• Peygamberin adıdır.

• Tâ harfi cennetteki "Tuba ağacı'nı", hâ harfi de هاوية - hâviye'yi [cehennemi] temsil eder.

• "Ey insan!" demektir

• وطا - vetâ filinin emir kipidir ve "bas oraya" anlamına gelir. [Kurtubi, el-Câmiu liahkami'l Kur'ân; Râzi, Mefatihu'l-Gayb; Zemahşeri, Keşşâf]

Ancak bu görüşler arasında üzerinde durulmaya değer tek açıklama Tâ-Hâ ifadesinin "Ey insan" demek olduğu şeklindeki görüştür. Çünkü klâsik kaynaklarda Habeş Uk kabilesi ve Süryani dillerinde Tâ-Hâ ifadesinin "ey insan" anlamına geldiği yolunda dil araştırmacılarının yaptığı bazı tespitler yer almaktadır. Ancak Kur'ân'da yabancı dillerden gelen ve Arapçalaşmış yüzlerce sözcük bulunmasına rağmen Tâ-Hâ ifadesinin bu anlamı taşıması mümkün değildir. Zira yapılan tespitler, Kur'ân indiği dönemde bu sözcüğün henüz Arapçalaşmamış olduğu yönündedir. Kur'ân'ın da "Arapça indirildiği" bildirildiğine göre, Kur'ân'ın içinde Arapçalaşmamış bir sözcüğün bulunduğu söz konusu edilemez. Dolayısıyla, Tâ-Hâ ifadesi ile ilgili olarak bugüne kadar yapılmış olan açıklamalar, itibar edilmeyecek, gerçeklerden uzak yakıştırmalardır.


2-4Biz, Kur’ân'ı sana sıkıntıya düşesin/mutsuz olasın diye değil, ancak saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kimse için bir öğüt olmak üzere, yeryüzünü ve yüce gökleri oluşturandan bir indirilişle indirdik.


Görüldüğü gibi, bu Âyetler Meryem Sûresi'nin sonlarında yer alan İşte şüphesiz Biz onu, [Kur'ân'ı] kendisiyle takvâ sahiplerini müjdeleyesin, inat eden kavmi de uyarasın diye senin lisanın üzere kolaylaştırdık ifadesinin devamı mahiyetindedir.

Burada peygamberimize Kur'ân'ın kendisine bir sıkıntı vermek, onu mutsuz etmek için indirilmediği bildirilmekte ve kendisinden tebliğ ve tebyin görevini yaparken başarısız olduğu hissine kapılarak sıkılıp üzülmemesi veya yalanlayıcıların âkıbetlerine üzülerek sıkıntı duymaması istenmektedir.

Bu Âyetlerden ayrıca Kur'ân'ın kimseye sıkıntı vermek üzere inmediği, dolayısıyla peygamberimizin de onu kimseyi üzmeden, kimseyi sıkmadan, yumuşak sözlerle, tatlı dille, güzel yöntemlerle tebliğ ve tebyin etmesi gerektiği anlamı da çıkmaktadır.

Bu Âyetlerin inişiyle ilgili olarak esbâb-ı Nüzûl'de şöyle bir olay nakledilmektedir:

Âlimler, bu âyetin sebe-i nüzûlü ile ilgili bir kaç vecih zikretmişlerdir:

1- Mukâtil şöyle demiştir: Ebû Cehil, Velİd b. Muğire, Mut'im b. Âdiyy ve Nadr b. el- Haris, Hz. 1- 1- Peygamber (s.a)'e: "Şüphesiz ki sen, atalarının dinini terk ettiğin için bir meşakkat ve sıkıntı içindesin" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), "Aksine ben, âlemlere rahmet olmak üzere gönderildim" dedi. Onlar da: "Hayır, aksine sen zahmet çekiyor, zahmet veriyorsun" deyince, Cenâb-ı Hak, onları reddetmek ve Hz. Muhammed (s.a)'e de İslâm'ın sırf barış ve esenlik olduğunu; bu Kur'ân'ın bütün kazançları elde etmeye götüren bir selamet ve bütün mutlulukları elde etmeye bir sebep olduğunu; kâfirlerin içinde bulunduğu durumun ise pür bedbahtlık olduğunu bildirmek üzere bu Âyeti indirdi.

2- Hz. Peygamber (s.a), ayakları şişinceye kadar gece namazı kılmıştı. Bunun üzerine Cebrâîl (a.s) ona, "(Biraz da) nefsine (zaman) bırak. Çünkü onun da senin üzerinde bir hakkı var" dedi. Buna göre Âyetin manası, "Biz, Kur'ân'ı sana, hep ibadet ede ede nefsini helâk etmen ve ona büyük bir meşakkat vermen için indirmedik. Sen ancak dosdoğru, lekesiz ve hoşgörülü bir din ile gönderildin" şeklinde olur. Yine Hz. Peygamber (s.a)'in gece namazına kalktığı zaman, uyumamak için göğsünü bir ipe bağladığı rivayet edilmiştir. Bazıları ise şöyle demişlerdir: "O, tek bir ayağı üzerinde durup ibadet ederdi." Diğer bazıları ise, "O, bütün gece boyunca uykusuz kalırdı. İşte Cenâb-ı Hak, "Zahmet çekesin diye" ifadesi ile bunu kastetmiştir" demişlerdir. Kâdi, "Bu, uzak bir ihtimaldir. Çünkü Peygamber (s.a) bir şeyi yaptığı zaman, şüphesiz onu Allah'ın emri ile yapar. Hz. Peygamber (s.a) bunu, Allah'ın emriyle yapınca, mutluluk babından bir şey olmuş olur. Dolayısıyla da ona, "Biz bunu sana emretmedik" denilmesi doğru olmaz" demiştir.

3- Bazı alimler de şöyle demişlerdir: "Bu Âyetten muradın, "Kendine eziyet etme ve nefsine, şu kâfirlerin küfrüne üzülerek, azâb etme. Şüphesiz ki Biz, Kur'ân'ı sana, ancak onunla öğüt veresin [uyarasın] diye indirdik. Binaenaleyh kim iman eder ve kendisini düzeltirse, kendisi içindir. Kim de inkâr ederse, onun inkârı seni hüzünlendirmesin. Sana düşen ancak tebliğ etmektir" manası olması muhtemeldir. Bu, "Onlar mümin olmayacaklar diye neredeyse kendine kıyacaksın" Şu'arâ Sûresi'nin 3. Âyetinde ve "Onların sözleri seni hüzünlendirmesin" Ya Sin Sûresi'nin 76. Âyetlerinde anlatıldığı gibidir.

4- Âyet, "Şüphesiz ki sen, kavminin küfründen ötürü kınanacak değilsin" manasınadır. Bu, "Onların üzerine Mûsâllat (bir adam) değilsin" Gâşiye Sûresi'nin 22. Âyeti ve "Sen onlar üzerine (görevli) bir vekîl değilsin" En'am Sûresi'nin 107. Âyetlerinde olduğu gibidir. Yani, "Sen onlara tebliğ ettikten sonra, onların küfürlerinden sorumlu değilsin, günahlarından dolayı sorgulanmazsın" demektir.

5- Bu sûre Mekke'de ilk nazil olan sûrelerdendir. Bu dönemde, Hz. Peygamber (s.a) de, düşmanların eziyeti ve hükümranlığı altında idi. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki ona, "Ebediyyen bu durumda kalacağını zannetme. Aksine peygamberliğin galib gelecek, kadr-u kıymetin ortaya çıkacak. Çünkü bu Kur'ân'ı sana, o müşrikler arasında mutsuz kalasın diye indirmedik. Aksine onunla yücelesin ve şereflere nail olasın diye indirdik" demektir. [RAZİ, 2-4. Âyetler ile ilgili açıklamalar]

Bizim kanaatimize göre bu nakillerin tümü sonradan uydurulmuştur. Dikkat edilirse, 3. Âyette Kur'ân'ın haşyet duyanlara bir öğüt olduğu bildirilmiş ve öğüt ile haşyet arasında bir ilişki kurulmuştur. Hatırlanacağı gibi, Furkân ve Yâ-Sîn Sûrelerinde de peygamberin ancak haşyet duyanları uyaracağı bildirilmişti. Bu, ilim sahibi olmayanların haşyet duyamayacakları, -çünkü haşyet, ilimden kaynaklanan bir saygı ve ürperti duygusudur-, öğüt almayacakları ve uyarı kabul etmeyecekleri anlamına gelmektedir. Peygamberimiz ise tebliğde bulunduğu her kişinin öğüt almasını, imana gelmesini ummakta, umduğu gibi olmayınca da üzülüp kahrolmakta, sıkıntı çekmektedir. Rabbimizin Kur'ân'ı sıkıntı versin diye indirmediğini vurgulayan sözleri, peygamberimize bir teselli olmakta, içine düştüğü psikolojik sıkıntıyı gidererek onu rahatlatmaktadır. Nitekim bu mealdeki rahatlatıcı uyarılar peygamberimize sık sık yapılmıştır:

3Onlar; Hıcr 91Kur’ân'ı sihir, şiir, esatir (mitolojik söylentiler), uydurulmuş söz gibi birtakım parçalar, kötü sözler kabul eden kimseler, 3iman edenler olmuyorlar diye sen kendini yıkıma uğratacaksın! [Şu'arâ/3]

76O hâlde onların sözü seni üzmesin. Şüphesiz ki Biz, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını da biliyoruz. [Yâ-Sîn/76]

21,22Haydi, öğüt ver/hatırlat, şüphesiz sen, sadece bir öğütçüsün/hatırlatıcısın. Sen, onların üzerinde bir zorba değilsin. [Ğaşiye/21, 22]

6Sonra da sen onlar bu Kur’ân'a inanmazlarsa, onların yaptıklarından dolayı, üzüntüden neredeyse kendini harap edeceksin! [Kehf/6]

106,107Sen Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Rabbinden sana vahyedilene uy. Ortak koşanlardan da yüz çevir. Ve eğer Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz, seni onlar üzerine bir bekçi yapmadık, sen onlar üzerine işleri belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan biri de değilsin! [En'âm/106, 107]

4. Âyetteki yeryüzünü ve yüce gökleri yaratandan bir indirilişle indirdik ifadesinde, Allah'ın azametine dikkat çeken bir vurgu mevcuttur. Böylece hem peygamberimizin arkasındaki güç ortaya konmuş olmakta, hem de verilen bu bilgi ile müşriklerin haşyet duymalarına imkân sağlanmaktadır.


5Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], en büyük taht üzerine egemenlik kurmuştur. 6Göklerde olan şeyler, yeryüzünde olan şeyler, bu ikisinin arasında olan şeyler ve nemli toprağın altında bulunan şeyler yalnızca Rahmân'ındır.


Bu Âyetlerde de Rabbimiz, Meryem Sûresi'nin son bölümünde olduğu gibi Rahmân adını ön plâna çıkararak beyanlarda bulunmaktadır.

ARŞ'A İSTİVÂ:

Müteşâbih bir anlatım olan arş'a istivâ ifadesi, lâfzen "arşın üstüne kurulmak", mecazen de "en büyük makama sahip olmak, en büyük gücü elinde bulundurmak" anlamına gelir. Allah'ın mekândan münezzeh olduğu hem birçok Âyetle bildirilmiş ve hem de aklen sabit olduğuna göre, bu ifadede sözcüklerin "hakikat" manalarının murat edilmiş olması mümkün değildir. Dolayısıyla Allah'ın arşa istivâ etmesi, Allah'ın en büyük makama sahip olduğu ve en büyük gücü elinde bulundurduğu anlamına gelmektedir.

Necm Sûresi'nin tahlilinde de ifade ettiğimiz gibi, pek çok Âyette Allah'ın sıfatları "istivâ etti" ifadesine benzeyen Müteşâbih ifadelerle tanıtılmıştır. Meselâ, o günkü Araplar arasında kullanımı yaygın olan "gökte olan, tahtta oturan" gibi ifadeler, Kur'ân'da hep Allah'ın gücünü ve kuvvetini anlatmak için kullanılmıştır. Allah'ın gelmesi, inmesi, yaklaşması, eli olması, Âdem ve İblis'le bire bir konuşması, görmesi, işitmesi gibi ifadelerin lâfzî anlamlarıyla anlaşılması Kur'ân'ın rûhuna aykırı bir davranıştır. Dolayısıyla buradaki istivâ etti ifadesi de mecaz anlamdadır ve aşağıdaki Âyetlerde olduğu gibi "egemenlik kurdu, kontrolaltına aldı" demektir:

54Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki oluşturma ve sistemler kurup yürütme sadece O'na özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah, ne cömerttir! [A'râf/54]

29O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için oluşturandır. Sonra da O, semaya egemenlik kurdu; onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi en iyi bilendir. [Bakara/29]

إستوى - İstivâ sözcüğü, yukarıdakilerden başka şu Âyetlerde de aynı anlamda kullanılmıştır:

Necm Sûresi'nin 6; Yûnus Sûresi'nin 3; Ra'd Sûresi'nin 2; Furkân Sûresi'nin 59; Secde Sûresi'nin 4. Âyetleri.

6. Âyet, her nerede olursa olsun Yüce Allah'ın her şeyi bildiğini ve dikkate aldığını anlatmaktadır. Bu husus başka Âyetlerde de dile getirilmiştir:

16Ey oğulcuğum! Şüphesiz ortak koşmak; işlenen kötülük bir hardal tanesi ağırlığında olup da bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerin içinde olsa, Allah onu getirecektir. Şüphesiz Allah, en latif, hakkıyla haberdar olandır. [Lokmân/16]

6De ki: "Onu, göklerdeki ve yerdeki sırrı bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir." [Furkân/6]


7Sen sesini yükseltirsen, Rahmân şüphesiz gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir. 8Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. En güzel isimler sadece O'nundur.


7. Âyeti oluşturan Sen sesini yükseltirsen; O [Rahmân] şüphesiz gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir ifadesi, peygamberimize şu mesajı vermektedir:

"Senin ve arkadaşlarının çektiği işkenceler ve düşmanlarınızın sizi yenmek için yaptığı oyunlar nedeniyle Allah'a sesli olarak şikâyet etmeniz gerekmez. Çünkü Allah her şeyden haberdardır ve O sizin kalplerinizden geçirdiğiniz şikâyetleri bile duyar."

GİZLİNİN GİZLİSİ:

Deyim, gelecekte yapılması plânlanan ve herkesten gizli olan sırları veya plânlı olmasa da insanın içinden geçirdiği ve zihninin bir köşesine attığı düşünceleri yahut da çeşitli sebeplerle farkında olunmadan bilinçaltına itilmiş etkilenmeleri ifade etmektedir. Yani Allah, fiiliyata geçmediği için sorumlu tutmasa da, insanların her türlü tasarımlarını ve kendilerine bile itiraf etmedikleri gizli eğilimlerini hep bilmektedir.

EN GÜZEL İSİM ve SIFATLAR (ESMÂÜ'L-HÜSNÂ) ALLAH'INDIR:

Genellikle birer anlam ifade eden isimlerin "güzel" veya "çok güzel" olarak nitelenmesi, anlamlarının "güzel" veya "çok güzel" olmasına bağlıdır.

Rabbimiz kendisini, kimliğini ve sıfatlarını Kur'ân'da birçok güzel isimle anmıştır. Bunların bir kısmı sadece O'nun zatına ait olan, bir kısmı da O'nun yarattıkları ile ilişkisini yansıtan isimlerdir. Bu isimlerin tümü de anlam ve nitelik itibariyle O'na yakışan isimlerdir. Allah'ı kullarına tanıtan bu isimler, varlık âlemindeki "en güzel" isimlerdir.

Esmâü'l-Hüsn'a = en güzel isimler ifadesi, konumuz olan Âyet grubundaki 8. Âyet de dâhil olmak üzere Kur'ân'da dört yerde geçmektedir. Diğerleri A'râf Sûresi'nin 180; İsrâ Sûresi'nin 110 ve Haşr Sûresi'nin 24. Âyetleridir. Bu ifadenin yer aldığı cümleler yapı itibariyle Kasr ifade etmektedir. Yani esmâü'l-hüsn'a deyimi cümlelere hep "en güzel isimler sadece Allah içindir" vurgusu kazandırmaktadır. Bu, kullara ait olan isimlerin "en güzel" nitelemesi ile nitelenemeyeceği anlamına gelmektedir. Şu hâlde insanlar için ancak "güzel isimler" söz konusu olabilir. Meselâ, bir insan "bilen" olabilir ama "en iyi bilen" sadece Allah'tır. Bu nedenle, Allah'a ait tüm isim ve sıfatlar, "en iyi bilen", "her şeyi bilen" şeklinde mübalâğa kalıplarıyla ifade edilmiştir.

Esmâü'l-hüsn'a ile ilgili geniş bilgi, A'râf Sûresinin 180. Âyetinin tahlilinde verilmiştir.*


136 Âyetteki sözcüklerin “hakikat” anlamları, “Rahmân, Arş üzerine istiva etmiştir [egemenlik kurmuştur]” şeklindedir. Biz Mealde, mecâz anlamı gösterdik.


*İşte Kuran, Taha Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim