47Şuara Suresi 176-191
Hatalı Çevrilen Ayetler
47Şuara Suresi 176-191
Hatalı Çeviri:
176. Eyke halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladı.
177. Şuayb onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?
178. Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
179. Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
180. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.
181. Ölçüyü tastamam yapın, (insanların hakkını) eksik verenlerden olmayın.
182. Doğru terazi ile tartın.
183. İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.
184. Sizi ve önceki nesilleri yaratan (Allah) dan korkun.
185. Onlar şöyle dediler: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!
186. Sen de, ancak bizim gibi bir beşersin. Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz.
187. Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten azap yağdır.
188. Şuayb: Rabbim yaptıklarınızı en iyi bilendir, dedi.
189. Velhasıl onu yalancı saydılar da, kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten o, muazzam bir günün azabı idi!
190. Doğrusu bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.
191. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Doğru Çeviri:
176Eyke Ashâbı,163 gönderilmişleri [elçileri, mesajları] yalanladı.
177-184Hani Şu‘ayb onlara demişti ki: “Siz Allah'ın koruması altına girmeyecek misiniz? Şüphesiz ki, ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Bu nedenle Allah'ın koruması altına girin ve benim dediklerimi yapın. Buna karşılık ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbi üzerinedir. Ölçeği tam ölçün ve hak yiyenlerden olmayın. Ve doğru terazi ile tartın. Halkın eşyalarını değerinden düşürmeyin ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Ve, sizi ve sizden önceki nesilleri oluşturan o Zat'ın koruması altına girin.”
185-187Onlar: “Sen, kesinlikle büyülenmişlerden birisin. Sen de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsin. Biz senin kesinlikle yalancılardan biri olduğundan eminiz. Şâyet doğrulardan isen, üstümüze gökten bir parça düşürüver!” dediler.
188Şu‘ayb: “Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir” dedi.
189Bunun üzerine o'nu yalanladılar da kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Şüphesiz o büyük bir günün azabı idi.
190Şüphesiz bunda bir alâmet/gösterge vardır. Ama onların çoğu iman ediciler değillerdi.
191Ve şüphesiz Rabbin, kesinlikle en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhametli olanın ta kendisidir.
176Eyke Ashâbı, gönderilmişleri [elçileri, mesajları] yalanladı.
Önemli haberlerin, çarpıcı bilgilerin yedincisi, Eyke ashabı ve Şuayb peygamber hakkında olup bu bilgiler 189. ayete kadar sürmektedir. A’râf suresinin 86. ayetinde "Medyen ashabı" olarak anılmış olan Şuayb peygamberin elçi olarak görevlendirildiği toplum, bu surede "Eyke ashabı" olarak anılmaktadır. Bu durum her iki ismin de aynı kavmi işaret ettiğini göstermektedir.
177-184Hani Şu‘ayb onlara demişti ki: “Siz Allah'ın koruması altına girmeyecek misiniz? Şüphesiz ki, ben sizin için güvenilir bir elçiyim. Bu nedenle Allah'ın koruması altına girin ve benim dediklerimi yapın. Buna karşılık ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbi üzerinedir. Ölçeği tam ölçün ve hak yiyenlerden olmayın. Ve doğru terazi ile tartın. Halkın eşyalarını değerinden düşürmeyin ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Ve, sizi ve sizden önceki nesilleri oluşturan o Zat'ın koruması altına girin.”
185-187Onlar: “Sen, kesinlikle büyülenmişlerden birisin. Sen de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsin. Biz senin kesinlikle yalancılardan biri olduğundan eminiz. Şâyet doğrulardan isen, üstümüze gökten bir parça düşürüver!” dediler.
188Şu‘ayb: “Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir” dedi.
189Bunun üzerine o'nu yalanladılar da kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Şüphesiz o büyük bir günün azabı idi.
177–189. Ayetler
Ayetlerde bildirildiğine göre Şuayb peygamberin kavminden istedikleri şunlardı:
*Ölçeği tam ölçün!
*Doğru terazi ile tartın!
*İnsanların hakkından hiçbir şeyi kısmayın! [Bu madde, beşeri dinlerdeki ücret ve geçim standartlarındaki hakları ortaya koymaktadır. Kimsenin geçim sıkıntısı çekmemesi istenmektedir.]
*Yeryüzünde fesatçılar olarak bozgunculuk etmeyin!
*Sizi ve evvelki ümmetleri yaratandan korkun!
Kavminin Şuayb peygambere verdiği cevap, zaten inançları da birbirine benzeyen Semud kavminin Salih peygambere verdiği cevap ile aynıdır. Hatırlanacak olursa, Semud kavminin elçileri Salih peygambere cevapları şu olmuştu:"Sen, kesinlikle büyülenmişlerdensin! Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir ayet getir."
Müşrik toplumlardan olan Mekkelilerin de kendilerine yapılan çağrıya gösterdikleri tepki yukarıdakilerden farklı değildir:
90-93Ve "Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, öğrenip öğreteceğimiz bir kitabı bize indirmene kadar asla inanmayız" dediler. Sen de ki: "Rabbim noksanlıklardan arınıktır. Ben, beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!" [İsra/90–93]
32Bir vakit de onlar, "Ey Allah'ım! Eğer bu, Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver" demişlerdi. [Enfal/32]
Kıssanın diğer surelerindeki anlatımlarında bazı farklı bilgiler de verilmiştir:
88,89Toplumundan büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: "Ey Şu‘ayb! Ya seni ve seninle beraber inananları kentimizden kesinlikle çıkarırız, ya da bizim dinimize/yaşam tarzımıza dönersiniz!" Şu‘ayb, dedi ki: "İstemesek de mi! Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize/yaşam tarzınıza dönersek, kesinlikle Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah'ın dilemesi dışında ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz bilgisi ile her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a güvenip dayandık." –Ey Rabbimiz! Bizimle toplumumuz arasında hak ile hükmet. Çünkü Sen hükmedenlerin en hayırlısısın!– [A’râf/88, 89]
94Ve ne zaman ki, emrimiz geldi, Şu‘ayb'ı ve o'nunla birlikte inanmış olan kişileri, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ve şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kişileri korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında çöküp kaldılar. 95Sanki onlar orada hiç yaşamadılar. Haberiniz olsun! Semûd toplumu nasıl uzaklaştı ise Medyen'e de öyle kahrolmak/tarihten silinmek vardır. [Hud/94, 95]
87Onlar dediler ki: "Ey Şu‘ayb! Atalarımızın taptıklarını veya mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmeyi sana senin salâtın mı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı içeren dinin mi] emrediyor? Şüphesiz sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın." [Hud/87]
Yüz seksen dokuzuncu ayette geçen "Gölge Günü Azabı" ifadesi dikkat çekicidir. Ayette geçen "gölge günü azabı" ile ilgili olarak klasik eserlerde bir hayli nakil yer almıştır. Bu bilgiler söylenti ve tahminlere dayanmaktadır. Konuyu iyi anlayabilmek için bunlara göz atmakta yarar vardır:
Rivayet olunduğuna göre, Cenâb-ı Hak onlara yedi gün hep rüzgâr estirdi ve onlara kum, toz-toprak musallat etti ve nefeslerini ne bir gölgenin ne bir suyun fayda veremeyeceği şekilde tuttu [kesti]. Böylece onlar çöle çıkmaya mecbur oldular. Allah onları, serinliğini ve tatlı rüzgârını hissettikleri bir bulutla gölgeledi. Hepsi o bulutun altına toplandılar. Bulut onlara öyle bir ateş yağdırdı ki, yanıp gittiler. Rivayet olunduğuna göre, Şuayb [a.s], Ashab-ı Medyen ve Ashab-ı Eyke denen iki ümmete peygamber olarak gönderilmiştir. Bunlardan Medyenliler Cebrail [a.s]'in bir nârasıyla, Eykelller de "O gölgeli-bulutlu günün azabıyla" helak oldular. [Razi; el-Mefatihu’l-Gayb]
Derken onu yalanladılar. Bunun üzerine onları "yevmu'z-zulle azabı" gelip yakaladı." İbn Abbas dedi ki: Çok şiddetli bir sıcak oldu. Yüce Allah da bir bulut gönderdi, altında gölgelenmek üzere ona doğru kaçtılar. Gölgenin altında toplandıktan sonra onların üzerine bir çığlık koptu ve hep helâk oldular.
Bir diğer açıklamaya göre; Yüce Allah bu bulutu başlarının üzerinde tuttu. Sıcaktan adeta alev saçıyordu. Sonunda helak olup öldüler. O gün dünyada görülmüş en büyük günlerden bir gün idi.
Denildiğine göre; yüce Allah onların üzerine çok sıcak bir rüzgâr gönderdi, Ağaçların gölgelerine çekildiler. Yüce Allah, ağaçlığı tutuşturdu ve hepsi de yandılar.
Yine İbn Abbas ve başkalarından rivayete göre, Yüce Allah, üzerlerine cehennem kapılarından bir kapı açtı, üzerlerine son derece şiddetli bir sıcak gönderdi. Nefes alamaz oldular, evlerine girdiler, gölgenin onlara bir faydası olmadı, suyun da bir faydası olmadı. Sıcaktan piştiler, sıcaktan kaçmak için ovaya çıktılar. Yüce Allah üzerlerine bir bulut gönderdi ve bu bulut onları gölgelendirdi. Orada bir miktar serinlik, rahatlık ve hoş rüzgâr buldular, Biri diğerini çağırmaya başladı, hepsi o bulut altında toplanınca yüce Allah, o bulutu alevle tutuşturdu. Altlarından yer sarsıldı, kavrulan çekirgelerin yandığı gibi yandılar ve küle döndüler. İşte Yüce Allah'ın "... yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar. Sanki orada kalmamışlardı" (Hud, 11/67) buyruğu ile "Bunun üzerine onları yevmu'z-zulle azabı gelip yakaladı. Gerçekten o büyük bir günün azabı idi" buyruğunda anlatılan budur.
Yine denildiğine göre; Yüce Allah yedi gün süreyle onları rüzgarsız bıraktı. Üzerlerine sıcağı musallat etti, nefes alamaz oldular. Ne bir gölgenin, ne bir suyun onlara faydası oldu. O bakımdan serinlemek maksadıyla dehlizlere giriyorlardı, fakat oranın dışardan daha sıcak olduğunu görüyorlardı. Nihayet çöle kaçtıiar. Bir bulut onları gölgelendirdi. İşte "ez-zullet" budur. Altında bir serinlik ve bir esinti buldular. Üzerlerine ateş yağdırdı ve yandılar.
Yezid el-Cüreyrî dedi ki: Yüce Allah, geceli gündüzlü yedi gün onlara sıcağı musallat kıldı. Daha sonra uzaklardaki bir dağı yükseltti. Bir adam oraya vardı, altında nehirler, pınarlar, ağaçlar ve soğuk su olduğunu gördü. Hepsi o dağın altında toplandılar. Dağ üzerlerine düştü. İşte "ez-zulle" denilen budur. [Kurtubi, el Camiu li Ahkami’l-Kur’an; Zemahşeri, el-Keşşaf]
Bize göre "Gölge Günü Azabı"nı A’raf ve Hud surelerinde bu kavmin helakini anlatan ayetlerden anlamak mümkündür.
91,92Bunun üzerine o müthiş sarsıntı onları yakalayıverdi, yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. Şu‘ayb'ı yalanlayanlar, sanki orada hiç oturmamış/zenginlik sürmemiş gibi oldular. Şu‘ayb'ı yalanlayanlar var ya, işte ziyana uğrayanlar, kendileri oldular. [A’raf/91, 92]
94Ve ne zaman ki, emrimiz geldi, Şu‘ayb'ı ve o'nunla birlikte inanmış olan kişileri, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ve şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kişileri korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında çöküp kaldılar. 95Sanki onlar orada hiç yaşamadılar. Haberiniz olsun! Semûd toplumu nasıl uzaklaştı ise Medyen'e de öyle kahrolmak/tarihten silinmek vardır. [Hud/94]
Bu ayetlerden anlaşıldığına göre, ya bir yanardağın harekete geçmesiyle lavlar püskürmüş ve yerden kalkan taş toprak büyük bir toz tabakası halinde yükselip bulutumsu bir gölge meydana getirmiştir, ya da müthiş bir depremden önce ortalığı kesif bir sis tabakası kaplamış ve deprem ile birlikte büyük bir toz bulutu oluşmuştur.
190Şüphesiz bunda bir alâmet/gösterge vardır. Ama onların çoğu iman ediciler değillerdi.
191Ve şüphesiz Rabbin, kesinlikle en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhametli olanın ta kendisidir.
190, 191. Ayetler:
Şuayb peygamber ve kavmi de insanlar için bir ibret tablosudur. Dünyada Şuayb peygamberin kavmi gibi yaşayan toplumlar da helâk olacaklardır. İman eden ve salihatı işleyen, kötülere karşı duranlar ise Allah’ın rahmetine nail olacaklardır.
KISSALAR ÜZERİNE GENEL BİR YORUM
Anlatılan kıssalarda peygamberlerin tümünün kendi kavimlerine hep aynı sözü söyledikleri görülmektedir: "Ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum, benim ecrim yalnız âlemlerin Rabbi üzerinedir."
Elçilerin yaptıkları görev karşılığında herhangi bir ücret istememeleri, onların elçiliğinin gerçek bir kanıtıdır. Zira elçiler görevlerini sadece hiçbir çıkar gözetmeden yapmakla kalmamakta, bunun da ötesinde, rahat hayatlarını bırakarak bütün işlerini terk etmekte; adlarının deliye, yalancıya, sihirbaza çıkmasına göğüs germekte; inanmayan yakınlarıyla ilişkilerinin kopmasını göze almakta ve üstüne üstlük bir sürü işkenceye de katlanmak zorunda kalmaktadırlar. Gerçek elçi olmayan birinin geçici çıkarları uğruna bütün bunları göze alması mümkün değildir. Tam aksine, gerçek elçi olmadığı hâlde bu yolla hükümdar ve önder olmak için hareket eden bir kişi, toplumun hoşuna gitmek için onların geleneklerini, önyargılarını kabullenir ve bunlardan yararlanma yoluna gider.
PEYGAMBERİMİZ DE KİMSEDEN BİR ÜCRET İSTEMEMİŞTİR
Yukarıdaki ayetlerden başka daha pek çok ayette görülmektedir ki, Rabbimiz hiçbir peygamberine, yaptığı görev karşılığında herhangi bir ücret istetmemiş ve aldırtmamıştır. Nitekim Hud ve Zariyat surelerinde belirtildiği gibi, İbrahim peygambere müjde getiren elçiler, görevleri karşılığında İbrahim peygamber tarafından yapılmak istenen ikramı reddetmişlerdir. Bu konuda peygamberimize de Furkan, Sad, Kalem ve Sebe surelerinde defalarca aynı şey emredilmiştir. Dolayısıyla peygamberimizin kimseden herhangi bir ücret istemiş olması mümkün değildir. Buna akrabalarının gözetilmesini, sevilmesini istemek de dâhildir. Zira netice itibariyle böyle bir istek de bir çıkardır, menfaat sağlamaktır.
Böyle olmasına rağmen, peygamberimizin yakınlarına, ehlibeytine sevgi duyulmasını istediği yönünde iddiaların bulunduğu yüzlerce rivayetin etkisiyle Furkan suresinin 57. ve Şûra suresinin 23. ayetlerine birer istisna ilâvesi yapılmış ve pek çok mealde Şûra suresinin 23. ayetindeki "yakınlarda sevgi istiyorum" ifadesi, "yakınlarımı, ehlibeytimi sevmenizi istiyorum" şeklinde yorumlanmıştır. Hâlbuki ayette iyelik belirten herhangi bir sözcük ve işaret yoktur. Oradaki ifade de yine "Allah’a giden yolu istemeniz, Allah’a yakınlık için sevgi oluşturmanız" anlamındadır. Aksi durum, yani peygamberimizin yakınları için bir talepte bulunması hâli ise mümkün değildir, zira böyle bir istek elçilik ilkelerine aykırı düşmektedir. Zaten bu ayetlerin siyak ve sibaklarında hitabın hep kâfirlere olmasından anlaşılacağı üzere, muhatap kâfirlerdir ve onlardan bir karşılık, bir mükâfat beklemek anlamsızdır. Çünkü kâfirler peygamberi kabul etmemekte ve onunla kıran kırana mücadele etmektedirler. Böylesi bir çekişmenin olduğu ortamda taraflardan birinin karşı taraftan kendi yakınlarının sevilmesini istemesi ise son derece mantıksızdır.*
163 Ashâb-ı Eyke, “Kızıldeniz sahillerindeki Medyen kentinde yaşayan toplum”dur. Eyke, “ağaçlık, ağaçları birbirine sarmaş-dolaş olmuş bir orman” demektir. Bu toplum, iklimi son derece güzel, verimli bir arazî üzerinde yaşıyorlardı.
*İşte Kuran, Şuara Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz