• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

49Kasas Suresi 1-35




Hatalı Çevrilen Ayetler


49Kasas Suresi 1-35


Hatalı Çeviri:
1. Tâ. Sîn. Mîm.
2. Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir.
3. İman eden bir kavim için (faydalı olmak üzere) Musa ile Firavun'un haberlerinden bir kısmını sana gerçek şekliyle nakledeceğiz.
4. Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı.
5. Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.
6. Ve o yerde onları hakim kılmak; Firavun ile Hâmân'a ve ordularına, onlardan (İsrailoğullarından gelecek diye) korktukları şeyi göstermek (istiyorduk).
7. Musa'nın anasına: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize (Nil nehrine) bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız, diye bildirdik.
8. Nihayet Firavun ailesi onu yitik çocuk olarak (nehirden) aldı.O, sonunda kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı. Şüphesiz Firavun ile Hâmân ve askerleri yanlış yolda idiler.
9. Firavun'un karısı (sepetin içinden erkek çocuk çıkınca kocasına:) Benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlât ediniriz, dedi. Halbuki onlar (işin sonunu) sezemiyorlardı.
10. Musa'nın anasının yüreğinde yalnızca çocuğunun tasası kaldı. Eğer biz, (vâdimize) inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana çıkaracaktı.
11. Annesi Musa'nın ablasına: Onun izini takip et, dedi. O da, onlar farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi.
12. Biz daha önceden (annesine geri verilinceye kadar) onun süt analarını kabulüne (emmesine) müsaade etmedik. Bunun üzerine ablası: Size, onun bakımını namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak bir aile göstereyim mi? dedi.
13. Böylelikle biz onu, anasına, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın vâdinin gerçek olduğunu bilsin diye geri verdik. Fakat yine de pek çoğu (bunu) bilmezler.
14. Musa yiğitlik çağına erip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böylece mükâfatlandırırız.
15. Musa, ahalisinin habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından olan iki adamı birbiriyle döğüşür buldu. Kendi tarafından olanı, düşmana karşı ondan yardım diledi. Musa da ötekine, bir yumruk vurup ölümüne sebep oldu. (Bunun üzerine:) Bu şeytan işidir. O, gerçekten saptırıcı, apaçık bir düşman, dedi.
16. Musa: Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim (başıma iş açtım). Beni bağışla dedi, Allah da onu bağışladı. Çünkü, çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olan ancak O'dur.
17. Musa: Rabbim! Bana lütfettiğin nimetlere andolsun ki, artık suçlulara (ve suça itenlere) asla arka çıkmayacağım, dedi.
18. Şehirde korku içinde, (etrafı) gözetleyerek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek yine ondan imdat istiyor. Musa ona (yardım isteyene) dedi ki: Doğrusu sen, besbelli bir azgınsın!
19. Musa, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki: Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi, bana da mı kıymak istiyorsun? Demek, düzelticilerden olmak istemiyor da, bu yerde ille yaman bir zorba olmayı arzuluyorsun sen!
20. Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi: Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında müzakere ediyorlar. Derhal (buradan) çık! İnan ki ben senin iyiliğini isteyenlerdenim, dedi.
21. Musa korka korka, (etrafı) gözetleyerek oradan çıktı. «Rabbim! Beni zalimler güruhundan kurtar» dedi.
22. Medyen'e doğru yöneldiğinde: Umarım, Rabbim beni doğru yola iletir, dedi.
23. Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir çok insan buldu. Onların gerisinde de, (hayvanlarını) engelleyen iki kadın gördü. Onlara: Derdiniz nedir? dedi. Şöyle cevap verdiler: Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır.
24. Bunun üzerine Musa, onların yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra (lütfuna) muhtacım, dedi.
25. Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek ona geldi: Babam, dedi, bizim yerimize (hayvanları) sulamanın karşılığını ödemek için seni çağırıyor. Musa, ona (Hz. Şuayb'a) gelip başından geçeni anlatınca o: Korkma, o zalim kavimden kurtuldun, dedi.
26. (Şuayb'ın) iki kızından biri: Babacığım! Onu ücretle (çoban) tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, güçlü ve güvenilir olandır, dedi.
27. (Şuayb) dedi ki: Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden; yoksa sana ağırlık vermek istemem. İnşallah beni iyi kimselerden (işverenlerden) bulacaksın.
28. Musa şöyle cevap verdi: Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, demek ki bana karşı husumet yok. Söylediklerimize Allah vekîldir.
29. Sonunda Musa süreyi doldurup ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafından bir ateş gördü. Ailesine: Siz (burada) bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber yahut ısınmanız için bir ateş parçası getiririm, dedi.
30. Oraya gelince, o mübarek yerdeki vâdinin sağ kıyısından, (oradaki) ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi: Ey Musa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ım.
31. Ve «Asânı at!» (denildi). Musa (attığı) asâyı yılan gibi deprenir görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. «Ey Musa! Beri gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın» (buyuruldu).
32. «Elini koynuna sok; kusursuz, bembeyaz çıkacaktır. Korkudan (açılan) kollarını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır» (diye seslenildi).
33. Musa dedi ki: Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüştüm, beni öldürmelerinden korkuyorum.
34. Kardeşim Harun'un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Zira bana yalancılık ithamında bulunmalarından endişe ediyorum.
35. Allah buyurdu: Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir kudret vereceğiz ki, âyetlerimiz (mucize yardımlarımız) sayesinde onlar size erişemiyecekler. Siz ve size tâbi olanlar üstün geleceksiniz.



Doğru Çeviri:
1Tâ/9, Sîn/60, Mîm/40.

2Bunlar, apaçık/açıklayıcı kitabın âyetleridir.

3Biz, iman edecek bir toplum için Mûsâ ve Firavun'un önemli haberlerinden bir kısmını sana hak ile okuyoruz/takip ettiriyoruz.

4Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kadınlarını utanca boğuyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi.

5Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. 6Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Haman ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.

7Ve Biz Mûsâ'nın anasına vahyettik: “Onu emzir. Eğer o'nun için korkarsan o'nu nehre bırakıver, korkma ve üzülme. Şüphesiz Biz o'nu sana döndüreceğiz ve kendisini elçilerden biri yapacağız.”

8Sonra da Firavun ailesi o'nu, kendileri için bir düşman ve üzüntü olmak üzere “buluntu” olarak aldı. Şüphesiz Firavun, Haman ve bu ikisinin askerleri hata edenler idi.

9Ve Firavun'un kadını: “Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu katletmeyin; Musa’yı diğer israiloğulları çocukları gibi niteliksiz; eğitimsiz- öğretimsiz, mesleksiz bırakmayın”, belki bize bir yararı dokunur, ya da o'nu evlat ediniriz” dedi. Ve onlar, işin farkında olmuyorlar.

10Mûsâ'nın anasının yüreği bomboş sabahladı. –Eğer Biz, inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse o'nu açığa vuracaktı.– 11Ve Mûsâ'nın annesi Mûsâ'nın kız kardeşine, “Onun izini takip et” dedi. O da hemen, onlar farkına varmazken uzaktan o'nu gözetledi.

12Ve Biz daha önce, o'na sütanalarını haram ettik. Bunun üzerine Mûsâ'nın kız kardeşi, “Size, o'nun bakımını sizin adınıza üstlenecek ve o'na öğüt verip eğitecek bir aile göstereyim mi?” dedi.

13Böylelikle Biz o'nu, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. –Velâkin onların pek çoğu bilmezler.

14Ve Mûsâ yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz o'na yasa ve bilgi verdik. Ve Biz güzel davrananları işte böyle karşılıklandırırız.

15Ve Mûsâ, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonra orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından, birbirlerini öldürmeye çalışan iki adam buldu. Sonra kendi tarafı olan, düşmana karşı Mûsâ'dan yardım diledi. Mûsâ da ötekine hemen bir yumruk indirdi, o da hemen ölüverdi. Mûsâ, “Bu, şeytanın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır” dedi.

16Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz kendime haksızlık ettim. Artık beni bağışla!” dedi de Allah o'nu bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir.

17Mûsâ, “Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeylere andolsun ki artık hiçbir zaman suçlulara arka olmayacağım” dedi.

18Sonra da Mûsâ, şehirde korku içinde, etrafı kontrol ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek o'ndan yardım istiyor. Mûsâ ona: “Şüphesiz sen, apaçık bir azgınsın!” dedi.

19Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam; “Ey Mûsâ! Dün bir kişiyi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun ve sen düzelticilerden olmak istemiyorsun” dedi.

20Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için senin hakkında görüşme yapıyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim.”

21Sonra da Mûsâ korka korka, kontrol ederek oradan çıktı. “Rabbim! Beni şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!” dedi.

22Ve Mûsâ Medyen'e doğru yöneldiğinde, “Rabbimin bana yolun doğrusunu göstereceğini umarım” dedi.

23Ve Mûsâ, Medyen suyuna varınca, orada hayvanlarını sulayan insanlardan bir önderli topluluk buldu. Ve Mûsâ, hayvan sulayanlar kadar güçlü olmayan, hayvanlarını geri çeken iki kadın buldu. Dedi ki: “Hâliniz nedir?” Dediler ki: “Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız; babamız da çok yaşlı bir ihtiyardır.”

24Bunun üzerine Mûsâ, ikisi için hayvanları suladı. Sonra gölgeye çekildi de “Rabbim! Şüphesiz ki ben, iyilikten bana indirdiğin şeye muhtacım” dedi.

25Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek Mûsâ'ya geldi. Dedi ki: “Şüphesiz babam, bizim yerimize sulamanın ücretini karşılamak için seni çağırıyor.” Mûsâ, kızın babasına geldi ve kıssaları ona anlattı. Kızın babası; “Korkma, o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış toplumdan kurtuldun” dedi.

26Onun iki kızından biri; “Babacığım! Onu ücretle tut. Şüphesiz ücretle tutulan kimselerin en iyisi, güçlü ve güvenilir olanıdır” dedi.

27Kızların babası dedi ki: “Hac yapılan sekiz yıl bana çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer ona tamamlarsan artık o kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşallah beni sâlihlerden bulacaksın.”

28Mûsâ, “Bu, seninle benim aramdadır; bu iki süreden hangisinin sonunu gerçekleştirirsem demek ki, bana karşı düşmanlık/sorumluluk yok. Ve söylediklerimize Allah vekildir [koruyarak, destekleyerek uygulayandır]” dedi.

29Artık Musa süreyi doldurup yakınlarıyla gece yürüyünce peygamberlik aşamasının dışındayken (henüz elçi yapılmamışken) ateşi; İsrailoğulları’nın perişan halini, onları bu halden kurtarmanın zorluğunu sezdi. Yakınlarına “Siz beklentide olun şüphesiz ben, bir ateş; SIKINTI sezdim. Umarım ki size o SIKINTIDAN bir haber getiririm veya İBRANİLERE DESTEK OLMANIZ, ONLARI ATEŞTEN KURTARMANIZ için o SIKINTIDAN bir parçacık getiririm” dedi.

30-32 Sonra ona vardığında; Bu sıkıntıyı gidermeye karar verdiğinde ağaçtan bolluklu bir toprak parçasının içinde (kendisini bekleyen yüzlerce vahyin içinde) peygamberlik yolunun filizinden; ilk, taze vahylerden olmak üzere kendisine seslenildi: “Ey Musa hiç şüphesiz ki Ben, alemlerin rabbi Allah’ın ta Kendisiyim!” Ve birikimini ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Yeninden kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir toplum olmuşlardır” diye seslenildi.


33,34Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”

35Allah dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç, iktidar oluşturacağız. Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi izleyenler üstün olanlarsınız.”




1Tâ/9, Sîn/60, Mîm/40.

Surenin bu ilk ayeti Şuara suresinin ilk ayeti ile aynı olduğundan, açıklama için Şuara suresinin "huruf-u mukattaa" ile ilgili kısmına bakılmasını öneriyoruz.



2Bunlar, apaçık/açıklayıcı kitabın âyetleridir.

Birinci ayet gibi, bu ayet de Şuara suresinin ikinci ayetiyle aynıdır. Bazı bilginler, bu ayette geçen "apaçık /açıklayıcı kitap" ile Tevrat’ın kastedildiğini ileri sürmüşlerdir. Biz, "apaçık/açıklayıcı kitap"ın Kur’an olduğu inancındayız. Çünkü buradaki " تلكtilke [bunlar]" işaret zamiri ile işaret edilenler [bundan sonra gelen ayetler], Musa peygamberin hayat hikâyesine ait ayetlerdir ve bunların Musa peygambere verilen kitapta bulunması söz konusu değildir.
 
Ayrıca Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurmuştur:

* Elif/1, Lâm/30, Râ/200. İşte bunlar, o yasalar içeren kitabın âyetleridir. İnsanları uyar ve inananlara Rableri nezdinde kesinlikle "kademe sıdk [hoş gelişler, mutlu yaşamlar]" olduğunu müjdele diye kendilerinden, olgun bir adama vahyedişimiz onlara tuhaf mı geldi? Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler, "Hiç şüphesiz bu elçi/bu kitap, kesinlikle apaçık büyüleyici sözler söyleyen bir bilgindir/göz boyayan etkili bilgilerdir" dediler. [Yunus/1,2]

Açıkça anlaşıldığı üzere, Yunus/1, 2. ayetlerde işaret edilen "Hakîm Kitap", Kur’an’dır ve insanları uyarmak, inananlara müjde vermek için kendisine vahyedilen kişi de Allah elçisi Muhammed’dir. Dolayısıyla, konumuz olan 2. ayette " تلك tilke" işaret zamiriyle kastedilenler de Kur’an ayetleri olmalıdır.


3Biz, iman edecek bir toplum için Mûsâ ve Firavun'un önemli haberlerinden bir kısmını sana hak ile okuyoruz/takip ettiriyoruz.

Ayetteki "iman edecek bir kavim" ifadesiyle, bu kıssanın ancak inanacak bir kavme yararı olacağı vurgulanmıştır. Dolayısıyla kıssanın inanmayan, inatla arkasını dönen kimselere fayda vermemesi doğaldır.

Ayette, teb’îz [kısmilik] anlamı içeren " منmin" edatı getirilerek Musa peygamber ve Firavun’a ait kıssalardan birkaçının anlatılacağı ifade edilmiştir. Nitekim suredeki kıssa Musa peygamber ve Firavun’a ait kıssaların tamamı değil, bir bölümüdür. Söz konusu kıssaların tamamına ulaşmak için Kur’an’daki birçok bölümün bir araya getirilmesi gerekir. Bu kıssalar şu surelerdedir: Bakara/47–59, A'raf/103–141, Yunus/75–92, Hud/96–100, İsra/101–104, Meryem/51–53, Ta Ha/1–99, Mü’minun/45–49, Şuara/10–68, Neml/7–14, Ankebut/39–40, Mümin/23–44, Zühruf/46–56, Duhan/17–37, Zariyat/38–40, Naziat/15–26].

Ayette "okuyoruz [takip ettiriyoruz]" şeklinde çevirdiğimiz sözcüğün aslı " تلاوة tilavet" sözcüğüdür. "Tilavet" sözcüğü her ne kadar "okumak" olarak meşhur olmuşsa da, Türkçedeki "okumak" fiili "tilavet" sözcüğünün ifade ettiği anlamı tam olarak karşılamamaktadır.

"Tilavet" sözcüğü, Şems suresinin 2. ayetindeki "Ve takip ettiği zaman Ay’a kasem olsun ki" ifadesinde görüldüğü gibi, "takip etmek, arkasına düşmek, yakın takip" demektir. [Lisanü’l Arab, c:1, s:623-625, "tlv" mad.]

Dolayısıyla konumuz olan ayetteki "tilavet" sözcüğü ile Allah’ın Kendi elçisine vahyini, emirlerini, yasaklarını, kıssalarını dikkatle ve yakından takip ettirmesi kastedilmiştir.
4Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kadınlarını utanca boğuyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi.

Bu ayetle Musa peygamber ve Firavun kıssasına başlanılmış ve Firavun’un genel politikası ilk kez burada açıklanmıştır. Bildirildiğine göre kendisini yüceler yücesi gören Firavun, emri altındaki halkı gruplara ayırmış ve bunlardan israiloğullarını, eğitimsiz, öğretimsiz, mesleksiz bırakmak suretiyle güçsüzleştirmek istemiştir.

Şuara/53-56 ayetlerde Firavun’un hazırladığı orduya İsrailoğulları ile ilgili "Şüphesiz bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir topluluktur. Ve onlar bizim için elbette öfkelidirler. Biz ise, elbette hazırlıklı, tedbirli bekleyen bir cemaatiz." demektedir. Kasas/4’te Rabbimiz "4Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kadınlarını da utanca boğuyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi" diye bilgi vermektedir. Demek oluyor ki Firavun daha evvel israiloğullarını kamplara, partilere, kliklere, hiziplere ayırmış onların birlik olamayacaklarını ummaktadır.

Not:

Firavunun uyguladığı güçsüzleştirme programını ifade eden ayetlerde geçen "katl" ve "zebh" sözcükleri mecâzidir. Bu konuda A’raf suresinin 141. Ayetinin tahlilinde; ayetteki İstihyâ ile ilgili ayrıntılı bilgi de A’râf suresinin 127. ayeti açıklamalarında verilmiştir.

Firavun’un bu politikası, daha sonra karşımıza gelecek başka ayetlerde de açıklanmıştır:

49Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiren, kadınlarınızı utanca boğan Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. –Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.– [Bakara/49]

6,7Ve hani Mûsâ toplumuna demişti ki: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O, sizi işkencenin kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz- öğretimsiz, mesleksiz bırakarak güçsüzleştiren ve kadınlarınızı utanca boğan Firavun ailesinden kurtardı. Ve işte bunda Rabbiniz tarafından, size, çok büyük yıpranarak vereceğiniz bir sınav vardır. Ve hani Rabbiniz ilan etmişti: "Andolsun ki sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını öderseniz, elbette size artırırım ve eğer iyilikbilmezlik ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir." [İbrahim/6, 7]

Ayette geçen "Şüphesiz ki Firavun yeryüzünde yüceldi" ifadesindeki "yüceldi" sözcüğü "tekebbür etti, zorba oldu, büyüklük tasladı ve azdı" anlamlarına gelir. Bununla Firavun’un kuvveti, kudreti kastedilmiştir. İfadede yer alan "yeryüzünde" tümleci ise bütün yeryüzünü değil, sadece Firavun’un idare ettiği beldeyi belirtir.

Yukarıdaki metinden anlaşıldığına göre; Yusuf peygamberin ölümünden sonra Mısır’ın başına geçen yönetici, kendi kavmini [Kıptîleri] İsrailoğullarına karşı baskın hâle getirmek için her vasıtaya başvurmuştur. Yönetim tarafından izlenen bu ırkçı politika sebebiyle İsrailoğulları sadece en ağır işlere koşulmak suretiyle küçük düşürülüp aşağılanmakla kalmamışlar, yeni doğan erkek çocuklarının öldürülmesi gibi insanlık dışı bir uygulamaya da maruz bırakılmışlardır.

Firavun’un bu politikayı hangi gerekçe ile izlediği, yukarıdaki alıntının 10. cümlesinden açıkça belli olmasına rağmen, bu konuda Talmud ve diğer İsrailiyat kalıntılarına itibar edilerek aşağıdakilere benzer birçok hikâye düzülmüştür:

Bir kâhin, Firavun’a, "İsrailoğulları arasında, falanca gecede doğacak bir çocuk sebebiyle, senin mülkün ve devletin yok olup gidecektir" demiş, o belirtilen gecede de oniki erkek çocuk doğmuş, Firavun ise onları öldürtmüştür.

Müfessirlerin ekserisine göre, bu işkence, İsrailoğulları arasında uzun seneler devam etmiştir. Vehb şöyle demektedir: "Kıptîler, Musa [a.s]'yı bulabilmek için, İsrailoğullarından doksanbin kişiyi öldürdü."

Süddî'ye göre Firavun, rüyasında, Beyt-i Makdis yönünden bir ateşin geldiğini; Mısır diyarını da içine aldığını, derken İsrailoğullarını değil de Kıptileri yakıp kül ettiğini görmüş. Böylece de, rüyasını tabircilere sormuş, onlar da, İsrailoğullarının geldiği ve onların içinden Mısır'ın helâkine sebep olacak olan bir adamın açacağını söylemişler. Bunun üzerine Firavun da İsrailoğullanının erkeklerinin öldürülmesini emretmiştir. [Razi; el-Mefatihu’l-Gayb]

FİRAVUN'UN İFSADI

Ayette Firavun’a yönelik olarak geçen "Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi" ifadesiyle Firavun’un erkek çocuklarının mağdur, perişan edilmesi talimatını vermekle yaptığı işin sadece kargaşa çıkarmaktan ibaret bir bozgunculuk mesabesinde olduğuna işaret edilmektedir. Yoksa bu uygulamasıyla Firavun’un Allah’ın takdirine engel olması mümkün değildir.


5Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. 6Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Haman ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim.

Bu ayetlerde, yapılan zulmün ortadan kaldırılmasına yönelik Sünnetüllah, olaya özgü bir üslûpla ifade edilmiştir. Bilindiği gibi, Rabbimiz, rahmeti üzerine borç yazmış ve bunun gereği olarak da insanlığın fesattan kurtulup adil ortamlarda yaşaması için elçi göndermiş, kitap indirmiş, zalimlere hiç müsamaha göstermemiştir. Nitekim tarihe bakıldığında küfür dönemlerine rastlamak mümkündür ama yıkılmadan devam etmiş bir zulüm dönemi görmek mümkün değildir.

6. ayette geçen "çekinmekte oldukları şeyleri" ifadesi, "istemedikleri, başlarına gelmesinden korktukları" anlamına gelmektedir. Bu, onların iktidarlarının son bulması, devletlerinin yıkılması demektir. İlâhî plân bununla da kalmayacak, ayrıca İsrailoğullarının Firavun’un sahip olduğu nimetlere konmaları, çeşitli lütuflara kavuşmaları ve toplumlara önder olmaları şeklinde tezahür edecektir.

HAMAN

Bu isim, bu surenin 6. ve 38. ayetleri ile Mümin suresinin 36. ayetinde olmak üzere Kur’an’da toplam üç kez geçmektedir. Bu ayetlerden anlaşıldığına göre Haman, Firavun’a çok yakın olan birisidir. Ancak bizim görüşümüz, "Haman" isminin o kişinin özel ismi olmayıp unvanı olduğu yolundadır. Büyük bir ihtimalle "Haman" ismi eski Mısır dininde tanrı Amon’a nispet edilen yüksek sınıftan rahiplere verilen "Ha-Amen" unvanının Arapçalaşmış şeklidir. Bu durumda, o çağda Mısır’da hâkim olan Amon kültünü temsil eden en yüksek dereceli rahibin, yönetimde Firavun’dan sonra gelen ikinci adam olması da gayet doğaldır. Ayrıca Haman’dan "kule yapıcısı" olarak söz edilmesi, büyük Mısır piramitlerinin dinsel amacına ve başrahibin piramitlerin baş mimarı olarak üstlendiği fonksiyona işaret ediyor olabilir.

Fakat bazıları, Kur’an’da geçen "Haman" ile Kitab-ı Mukaddes’teki "Haman"ı birbirine karıştırmışlar ve bu karıştırmaya bağlı olarak da konumuz olan ayetle ilgili eleştiride bulunmuşlardır. Onlara göre Haman; Musa peygamberden bin sene sonra yaşamış Pers Kralı I. Artakserkses’in nedimidir (Kitab-ı Mukaddes; Ester). Ancak bu iddia, dünyada Artakserkses’in nedimi olan Haman’dan başka "Haman" isimli bir şahsın yaşamadığı anlamına gelmektedir ki, dünyadan tek bir Haman’ın geçtiğinin kabul edilmesi demek olan bu iddiaya itibar edilmemesi gerekir.


7Ve Biz Mûsâ'nın anasına vahyettik: “Onu emzir. Eğer o'nun için korkarsan o'nu nehre bırakıver, korkma ve üzülme. Şüphesiz Biz o'nu sana döndüreceğiz ve kendisini elçilerden biri yapacağız.”

Yukarıda, 3. ayette konu edilen tilavet [okuma, yakından izletme ve anlatım], o günlerin genel durumu hakkında bilgi veren 4–6. ayetlerden sonra bu ayetten itibaren Yüce Allah’ın Musa’nın anasına vahyetmesiyle başlamış olmaktadır. Buradaki "vahiy", "ilham etme, içe doğurma, kalbe doğurma, gizli bir yolla bilgilendirme" anlamındadır. Vahyin şekilleri ve anlamları ile ilgili olarak Necm suresine bakılabilir.

İsrailoğullarının erkek çocuk doğuran diğer kadınları gibi, Musa’nın (as) annesinin de harcanmaya mahkûm bir erkek çocuk dünyaya getirmesi üzerine, Yüce İrade tarafından ona ilk olarak çocuğun emzirilmesi gizli bir yolla bildirilmiştir. Çocuğun suya bırakılması ile ilgili ilham ise çocuğun tehlikede olduğunu sezmesi koşuluna bağlı olarak verilmiştir.

Musa peygamberin annesine yapılan vahiy, Ta Ha suresinde şöyle yer almıştır:

38Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, ‘39Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, [Ta Ha/38, 39]

Musa peygamberin doğumu Kitab-ı Mukaddes’te ise şöyle anlatılmaktadır:

1- Levili bir adam kendi oymağından bir kızla evlendi.

2- Kadın gebe kaldı ve bir oğlan doğurdu. Güzel bir çocuk olduğunu görünce, onu üç ay gizledi.

3- Daha fazla gizleyemeyeceğini anlayınca, hasır bir sepet alıp katran ve ziftle sıvadı. İçine çocuğu yerleştirip Nil kıyısındaki sazlığa bıraktı.

4- Çocuğun ablası kardeşine ne olacağını görmek için uzaktan gözlüyordu.

5- O sırada Firavun'un kızı yıkanmak için ırmağa indi. Hizmetçileri ırmak kıyısında yürüyorlardı. Sazların arasındaki sepeti görünce, Firavun'un kızı onu getirmesi için hizmetçisini gönderdi.

6- Sepeti açınca ağlayan çocuğu gördü. Ona acıyarak, "Bu bir İbrani çocuğu" dedi.

7- Çocuğun ablası Firavun'un kızına, "Gidip bir İbrani sütnine çağırayım mı?" diye sordu, "Senin için bebeği emzirsin."

8- Firavun'un kızı, "Olur" diye yanıtladı. Kız gidip bebeğin annesini çağırdı.

9- Firavun'un kızı kadına, "Bu bebeği al, benim için emzir, ücretin neyse veririm" dedi. Kadın bebeği alıp emzirdi.

10- Çocuk büyüyünce, onu geri getirdi. Firavun'un kızı çocuğu evlat edindi. "Onu sudan çıkardım" diyerek adını Musa koydu. [Çıkış Bab; 2/1-10. cümleler.]



8Sonra da Firavun ailesi o'nu, kendileri için bir düşman ve üzüntü olmak üzere “buluntu” olarak aldı. Şüphesiz Firavun, Haman ve bu ikisinin askerleri hata edenler idi.

Ayetten anlaşıldığına göre Musa peygamberin annesi bir tehlike sezmiş ve kendisine vahyedildiği gibi bebeğini suya bırakmıştır. Bu noktadan sonra Yüce İrade işe müdahale etmiş, bebeğin Firavun ailesi tarafından "buluntu" olarak alınmasını sağlamıştır. Bu eylem ayette " إلتقاطiltikat" sözcüğü ile ifade edilmiştir. Bu sözcük "bir şeyi almak, bir şeyi aramaksızın, istemeksizin bulmak, kılları yolmak" demektir.

Rabbimiz, bebeğin bulunmasını sağlama nedenini "kendileri için bir düşman ve üzüntü olmak üzere" diye açıklamıştır. Demek ki bebek ve annesi için bir nimet olan bu hadise, Firavun ve Haman için bir ceza durumundadır. Çünkü onlar, kendi yönetimlerine son verecek olan kişinin bulunan çocuk olduğunun farkında değillerdir. Onlar, üzerinde bulundukları küfür ve zulümden dolayı suçludurlar ve Allah da onları ileride helâklerine sebep olacak kimseyi [en büyük düşmanlarını] kendi ellerinde büyütmelerini sağlamak suretiyle cezalandırmıştır.

لقطةLUKATA

Ayetten anlaşıldığına göre, Firavun bebeğe "لقطة lukata" kurallarına göre sahip çıkmıştır. "لقطة Lukata" kuralı Kur’an’da geçmemekle beraber bütün dinlerde ve evrensel hukukta var olan "malı koruma" prensibine dayanması sebebiyle Kur’an’dan onay alır.

"لقطة Lukata", bir hukuk terimi olarak "mülkiyetini veya üzerindeki hakkını terk etme niyeti olmaksızın sahibinin iradesi dışında kaybolmuş ve başkası tarafından bulunup sahibine verilmek üzere alınmış; bulanın sahibini bilmediği, üzerinde sahibinden başkasının tasarruf hakkı olmayan mal" şeklinde tanımlanmıştır. Hukuk alanında "لقطة lukata", tanık göstermekten duyuru yapmaya, sahibine teslim şartlarından bulanın sahibi çıkmayan buluntudan yararlanma koşullarına, kısımlarından vergisine kadar ayrıntılı olarak incelenmiştir.


9Ve Firavun'un kadını: “Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu katletmeyin; Musa’yı diğer israiloğulları çocukları gibi niteliksiz; eğitimsiz- öğretimsiz, mesleksiz bırakmayın”, belki bize bir yararı dokunur, ya da o'nu evlat ediniriz” dedi. Ve onlar, işin farkında olmuyorlar.

Firavun’un kadınının bu ayette geçen "Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlât ediniriz" şeklindeki sözleri gerçekleşmiş ve Musa bebeğin ileriki yıllarda ona büyük faydası olmuştur. Sonradan iman eden bu saygıdeğer kadın, Rabbimiz tarafından tüm insanlığa örnek gösterilmiştir:

11Allah, inanan kimselere de Firavun'un karısını örnek gösterdi. Hani o, "Rabbim! Bana nezdinde cennetin içinde bir ev yap, beni Firavun'dan ve onun işinden kurtar. Ve beni şu şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!" demişti. [Tahrim/11]

9. ayetin sonundaki "Ve onlar, şuurlarını kullanmıyorlar [işin farkında olmuyorlar]" ifadesi bir parantez içi cümle olup Rabbimize aittir. Bu ifadeden "onlar kendi helâklerinin Musa sebebiyle ve onun elinden olacağının farkında değiller" veya "izlendiklerini bilmiyorlar" anlamlarını çıkarmak mümkündür. Ancak bu sözlerin Firavun’un karısına ait olduğu kabul edilerek "İsrailoğulları ve Mısır halkı bizim onu bulduğumuzun farkında değiller" şeklinde de anlaşılabilir.

Firavun’un karısının "onu öldürmeyin" demesi, Firavun’un ve hizmetçilerin bebeğin varlığından rahatsızlık duyduklarını düşündürmektedir. Ama Ta Ha suresinin "Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için" anlamındaki 39. ayetinde bildirildiği gibi, Rabbimiz Firavun’un karısının kalbine bir sevgi bahşetmiş ve onun bebeği sahiplenmesini sağlamıştır.


10Mûsâ'nın anasının yüreği bomboş sabahladı. –Eğer Biz, inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse o'nu açığa vuracaktı.– 11Ve Mûsâ'nın annesi Mûsâ'nın kız kardeşine, “Onun izini takip et” dedi. O da hemen, onlar farkına varmazken uzaktan o'nu gözetledi.

12Ve Biz daha önce, o'na sütanalarını haram ettik. Bunun üzerine Mûsâ'nın kız kardeşi, “Size, o'nun bakımını sizin adınıza üstlenecek ve o'na öğüt verip eğitecek bir aile göstereyim mi?” dedi.

13Böylelikle Biz o'nu, gözü aydın olsun, gam çekmesin ve Allah'ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye annesine geri verdik. –Velâkin onların pek çoğu bilmezler.


Bu ayet grubunda ilâhî plânın nasıl işlediği açık ve net olarak gösterilmektedir. Hatırlanacak olursa, kıssanın bu bölümündeki olaylar, Ta Ha suresinin 40. ayetinin içinde iki cümle ile özetlenmişti:

Hani kız kardeşin yürüyordu da; ‘Sizi onun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi!’ diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni fitnelendirdikçe fitnelendirdik. Sonra da yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir karar üzerine geldin, ey Musa! [Ta Ha/40]

Ayetlerden anlaşıldığına göre, bebeğin kız kardeşi onu saraya kadar izlemiş ve ne olup bittiğini öğrenmek için orada kalmıştır. Bebeğin hiçbir sütanneyi kabul etmemesi üzerine kraliçeye "Size, onun bakımını sizin namınıza üstlenecek ve ona nasihatte bulunacak [eğitecek] bir aile göstereyim mi?" demiştir. Dikkat edilirse, kız kardeş buradaki ifadesinde "uygun bir sütanne" değil de, bebeğe sevgi ve özenle bakacak ve onu eğiterek yetiştirecek bir aile tavsiye edebileceğini belirtmiştir. Çocukların doğumlarından itibaren iyi bakılıp yetiştirilmeleri için kendilerine dadılık da yapabilecek sütannelere verilmesi, varlıklı aileler arasında eskiden beri uygulana gelen bir gelenektir. Bu gelenek Araplarda da vardır ve nitekim peygamberimiz de sütannesi Halime tarafından büyütülmüştür.

Kız kardeşin tavsiyesi üzerine bebeğin ailesine verilmesi, bebeğin annesi bakımından büyük bir bahtiyarlıktır. Çünkü kadın hem öz çocuğunu emzirecek, büyütecek, eğitecek, hem de bu iş için Firavun’dan ücret alacaktır.

Görüldüğü gibi, Allah tarafından yürürlüğe konulan bu esrarlı plânın bir güzel noktası da, Musa’nın (as) Firavun tarafından sarayda bir prens olarak değil, kendi ailesi içinde İsrailoğullarının inancı ve kültürüne göre yetişecek olmasıdır. Nitekim Musa (as) bu plân gereği Firavun sınıfının, halkının bir üyesi olmamış, tam bir İsrailoğlu olmuştur.

Kitab-ı Mukaddes’te ve Talmud’ta çocuğa "Moses [Musa]" isminin Firavun’un sarayında verildiği yazmaktadır. İbranice olmayıp Kıptîce olan bu sözcük "Onu sudan çıkardım" anlamına gelmektedir. Zira Kıptî lisanında "mo"; "su" demektir ve "oshe" de ibarenin diğer kısmına karşılıktır. [Kitab-ı Mukaddes dipnotları]

13. ayetin sonundaki "Velâkin onların pek çoğu bilmezler" ifadesi, "Allah’ın takdirinin ne olduğunu bilmezler" şeklinde anlaşılmalıdır. Çünkü insanlar bir olayın kendileri için iyi veya kötü olacağını, bu konudaki takdiri baştan bilemezler. Dolayısıyla, sonu kendileri için kötü olacak bir olaydan hoşnut olabilir, kendileri için hayır getirecek nahoş görünümlü bir gelişmeden de hoşlanmayabilirler:

11Ve insan, hayrı davet eder gibi kötülüğü davet eder. Ve insan çok acelecidir. [İsra/11]

216Ve savaş sizin için hoş olmayan bir şey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi. Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü, zararlı olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz. [Bakara/216]

19Ey iman etmiş kişiler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız/mallarından istifade etmek amacıyla onların sizden ayrılmasını engellemeniz size helal olmaz. Ve onlara verdiğinizin bir kısmını götürmeniz için, açık bir fahişe [çirkin bir hayâsızlık/zina] getirmedikleri sürece onları sıkıştırmayınız. Ve onlarla örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen yollarla ilişkide bulununuz. Ve eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa, siz bir şeyden hoşlanmasanız da Allah, sizin hoşlanmadığınız şeyde birçok hayır oluşturacak olabilir. [Nisa/19]



14Ve Mûsâ yiğitlik çağına girip oturaklaşınca, Biz o'na yasa ve bilgi verdik. Ve Biz güzel davrananları işte böyle karşılıklandırırız.

Bir kimseye "huküm ve ilim verilmesi", ona peygamberlik verilmesi demektir. Buna göre ayet, Musa peygambere elçilik verildiğini ve hayatının bu döneminde yiğitlik çağına girip oturaklaştığını bildirmektedir. Ayette geçen "yiğitlik çağı", yukarıda mealini verdiğimiz Ta Ha suresinin 40. ayetinden de anlaşılacağı gibi, Musa peygamberin çeşitli badirelerden geçirildikten sonraki çağıdır. Bu durum, Şuara suresinin 18–22. ayetlerinde Musa peygamberin kendi ağzından nakledilmiştir:

18Firavun: "Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde kalmadın mı? 19Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen nankörlerden birisin de..." dedi.
20-22Mûsâ: "Ben, o işi şaşkınlardan olduğum zaman yaptım. Sizden korkunca da hemen sizden kaçtım. Sonra Rabbim bana yasalar-ilkeler bahşetti ve beni elçilerden biri yaptı. O başıma kaktığın nimet de İsrâîloğulları'nı kendine köle edinmiş olmandır" dedi. [Şuara/18-22]

Sünnetüllah’taki "çeşitli badirelerden geçirip olgunlaştırdıktan sonra hüküm ve ilim verme" uygulaması, Yusuf peygamberin hayatında da aynen görülmektedir. O da çeşitli badirelerden geçirilip olgunlaştırıldıktan sonra kendisine ilim ve hikmet verilmiştir. İlim ve hikmet verilmesi, Kur’an bağlamında elçi yapılmakla aynı anlama gelmektedir.

Konumuz olan ayette geçen "olgunlaşma" ile hem bedenî kuvvetlerin kemale ermesinin, hem de zihinsel kuvvetin mükemmelleşmesinin kastedildiği açıktır. Ancak; içsel ve çevresel faktörlere göre kişiden kişiye değişen olgunluk çağının hangi yaşa tekabül ettiği belirtilmemiştir. Rabbimiz bu hususu başka bir ayette belirtmiş ve olgunluk çağına ulaşmayı "kırk seneye gelme" olarak ifade etmiştir:

15Ve Biz insana, ana ve babasına iyileştirmeyi-güzelleştirmeyi yükümlülük olarak ulaştırdık. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle bıraktı/doğurdu. Ve onun taşınması ve ayrılması otuz aydır. Sonunda insan, olgunluk çağına ulaştığı ve kırk seneye geldiğinde: "Rabbim! Bana ve anama-babama ihsan ettiğin nimetlerine karşılık ödememi ve Senin hoşnut olacağın sâlihi işlememi sağla. Benim için soyumun içinde düzeltmeler yap/sâlih kimseler ver. Şüphesiz ben Sana yöneldim. Ve ben şüphesiz müslümanlardanım" dedi. [Ahkaf/15]

Gerçekten de, yapılan araştırmalar insanın bedensel ve zihinsel gelişiminin 40. yaşa kadar sürdüğünü göstermektedir. 40. yaştan sonra bedensel faaliyetlerde gerileme başlarken aklî melekelerde ise artışlar devam etmektedir. Bu durum, olgunluk yaşının 40. yaş olarak kabul görmesine yol açmıştır. Rabbimizin vahiy için 40. yaşı seçmesi bu inceliklerden dolayıdır. Nitekim peygamberimiz de, tarihî belgelere ve tevatüren gelen bilgilere göre 40 yaşlarında iken elçi olarak görevlendirilmiştir.



15Ve Mûsâ, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonra orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından, birbirlerini öldürmeye çalışan iki adam buldu. Sonra kendi tarafı olan, düşmana karşı Mûsâ'dan yardım diledi. Mûsâ da ötekine hemen bir yumruk indirdi, o da hemen ölüverdi. Mûsâ, “Bu, şeytanın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır” dedi.

16Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz kendime haksızlık ettim. Artık beni bağışla!” dedi de Allah o'nu bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir.

17Mûsâ, “Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeylere andolsun ki artık hiçbir zaman suçlulara arka olmayacağım” dedi.

18Sonra da Mûsâ, şehirde korku içinde, etrafı kontrol ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek o'ndan yardım istiyor. Mûsâ ona: “Şüphesiz sen, apaçık bir azgınsın!” dedi.

19Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam; “Ey Mûsâ! Dün bir kişiyi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun ve sen düzelticilerden olmak istemiyorsun” dedi.

20Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için senin hakkında görüşme yapıyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim.”

21Sonra da Mûsâ korka korka, kontrol ederek oradan çıktı. “Rabbim! Beni şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!” dedi.
Musa peygamberin hayatından bir başka kesit içeren bu ayet grubunda iki nokta dikkat çekmektedir.


Birinci nokta: Yukarıdaki paragrafın 15–17, 21. ayetlerinde ve sonra gelen 22, 24. ayetlerde bildirildiğine göre, Musa delikanlılık çağında da Allah’ı tanımakta, O’na yalvarmakta, şeytanın zararlarını bilmekte, tövbe etmekte ve zalime yardım etmemektedir. Bu davranışlar onun Kıpti inanışlarından farklı bir inanca sahip olduğunu göstermektedir. Ki, onun bu inancını İsrailoğulları [ailesi] arasında büyüyerek edindiği, Kur’an’ın kıssa ile ilgili diğer ayetlerinden de anlaşılmaktadır.

İkinci nokta: Musa bir cinayet işlemiş olmasına rağmen Allah onu affetmiştir. Diğer bir ifadeyle Allah, Musa’nın üzerindeki kul hakkını da bağışlamıştır.

Bu ayet grubunda nakledilen olaylar Kitab-ı Mukaddes’te şöyle yer alır:

11- Musa büyüdükten sonra bir gün soydaşlarının yanına gitti. Yaptıkları ağır işleri seyrederken bir Mısırlının bir İbrani'yi dövdüğünü gördü.
12- Çevresine göz gezdirdi; kimse olmadığını anlayınca, Mısırlıyı öldürüp kuma gizledi.
13- Ertesi gün gittiğinde, iki İbrani'nin kavga ettiğini gördü. Haksız olana, "Niçin kardeşini dövüyorsun?" diye sordu.
14- Adam, "Kim seni başımıza kâhya atadı?" diye yanıtladı, "Mısırlıyı öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun?" O zaman Musa korkarak, "Bu iş ortaya çıkmış!" diye düşündü. [Çıkış; 11. Bab: 11–14]

Görüldüğü gibi, Kitab-ı Mukaddes’teki anlatım Kur’an’ın anlatımından farklıdır. Bu da demektir ki, Kur’an, Kitab-ı Mukaddes’teki tahrifatı düzeltmiştir. Kur’an’daki anlatıma göre, olayda Mısırlı Kıpti değil, İsrailoğullarından olan adam suçludur. Görünüşe bakılırsa, Musa olayda duygusal davranmış ve hangi tarafın haklı olduğunu anlamaya çalışmadan İsrailoğullarından olan adamın yardımına koşmuştur. Ama işin aslını öğrenince sadece adamı öldürdüğü için değil, aynı zamanda peşin hükümle hareket ettiği için ciddî bir suç işlemiş olduğunu fark etmiştir.

MUSA’NIN ŞEHİR HALKININ HABERİ OLMADAN ŞEHRE GİRMESİ

15. ayetteki "Ve Musa, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi" ifadesi, Musa’nın yolların ıssız olduğu bir saatte, muhtemelen herkesin evlerinde bulunduğu bir vakitte ve şehir dışındaki bir yerden şehre geldiğini göstermektedir. Anlaşılan o ki, Musa, hayatının o döneminde, genel yerleşim bölgesinden uzak, şehir dışında bir yerde bulunan kraliyet sarayında yaşamaktadır ve şehre de ya sabahın erken saatlerinde, ya bir yaz mevsiminin öğle saatlerinde, ya da bir kış mevsiminin gece saatlerinde gelmiştir.



22Ve Mûsâ Medyen'e doğru yöneldiğinde, “Rabbimin bana yolun doğrusunu göstereceğini umarım” dedi.


Musa peygamberin Mısır’dan kaçarak Medyen’e yöneldiğini bildiren bu ayetten itibaren onun hayatından başka bir kesit anlatılmaya başlanmıştır.

Musa peygamberin başka yere değil de Medyen’e yönelmesi, bize göre, hem Medyen halkının İbrahim peygamberin soyundan geliyor olması, yani Medyenliler ile İsrailoğullarının akraba oluşu, hem de Medyen bölgesinin Firavun’un kontrolünde olmaması gibi nedenlerden dolayıdır. Medyen ile ilgili bilgiler A’râf suresinin tahlilinde verilmiştir.

Ayette görüldüğü gibi, Musa peygamber, yola çıkar çıkmaz Allah’ın kendisine yolun doğrusunu göstereceğine inanarak dua etmiştir. Bu duada geçen "yolun doğrusu" ifadesinden hem Medyen’e giden yolun, hem de zulümden, şirkten, küfürden uzak olan iman ve İslâm yolunun anlaşılması mümkündür.

Kitab-ı Mukaddes’te de Kur’an’ın verdiği bilgilere uygun olarak Musa peygamberin Mısır’dan ayrıldıktan sonra doğruca Medyen’e gittiği, Talmud’ta ise önce Habeşistan’a gittiği, orada krallığa kadar yükseldiği ve daha sonra 67 yaşında Medyen’e gittiği yazmaktadır.



23Ve Mûsâ, Medyen suyuna varınca, orada hayvanlarını sulayan insanlardan bir önderli topluluk buldu. Ve Mûsâ, hayvan sulayanlar kadar güçlü olmayan, hayvanlarını geri çeken iki kadın buldu. Dedi ki: “Hâliniz nedir?” Dediler ki: “Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız; babamız da çok yaşlı bir ihtiyardır.”

24Bunun üzerine Mûsâ, ikisi için hayvanları suladı. Sonra gölgeye çekildi de “Rabbim! Şüphesiz ki ben, iyilikten bana indirdiğin şeye muhtacım” dedi.

25Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyerek Mûsâ'ya geldi. Dedi ki: “Şüphesiz babam, bizim yerimize sulamanın ücretini karşılamak için seni çağırıyor.” Mûsâ, kızın babasına geldi ve kıssaları ona anlattı. Kızın babası; “Korkma, o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış toplumdan kurtuldun” dedi.

26Onun iki kızından biri; “Babacığım! Onu ücretle tut. Şüphesiz ücretle tutulan kimselerin en iyisi, güçlü ve güvenilir olanıdır” dedi.

27Kızların babası dedi ki: “Hac yapılan sekiz yıl bana çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer ona tamamlarsan artık o kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşallah beni sâlihlerden bulacaksın.”

28Mûsâ, “Bu, seninle benim aramdadır; bu iki süreden hangisinin sonunu gerçekleştirirsem demek ki, bana karşı düşmanlık/sorumluluk yok. Ve söylediklerimize Allah vekildir [koruyarak, destekleyerek uygulayandır]” dedi.


Bu ayet grubunda, Musa peygamberin Mısır’dan çıktıktan sonra Medyen’e ne kadar zamanda vardığına ve yolda neler olduğuna dair herhangi bir bilgi verilmeden, doğrudan Medyen’de yaşadıklarına değinilmektedir.

Musa peygamber ile kadınlar arasında geçen konuşmadan anlaşılmaktadır ki; babalarının çok yaşlı olması ve ailelerinde başka bir erkeğin bulunmaması gibi nedenlerle hayvanları sulama işini kadınlar üstlenmek zorunda kalmışlardır. Suyun başında hayvanlarını sulayan diğer çobanlarla başa çıkamadıkları için de onların kendi hayvanlarını sulayıp suyun başından ayrılmalarını beklemek zorundadırlar.

Müslümanlar arasında yaygınlaşmış rivayetlerde bu kadınların babaları Şuayb peygamber olarak geçmektedir. Hatırlanacağı üzere, A’râf suresinin 85-92 ve Şuara suresinin 176, 177. ayetlerinde de Medyen halkına elçi olarak Şuayb peygamberin gönderildiği bilgisi yer almaktadır. Ancak bu, kadınların olgun ve yüksek karakterli bir zat olduğu şüphesiz olan babalarının Şuayb peygamber olduğu anlamına gelmez. Çünkü konu olan ayetlerde kadınların babasının Medyen’de elçilik yaptığına dair bir işaret bulunmadığı gibi, bu kişinin Şuayb peygamber olduğuna dair de açık veya ima yollu bir ifade mevcut değildir. Bu sebeple biz, kadınların isimlerini bile "Ley Ya" ve "Saferiyye" olarak verme cüreti gösteren ciddiyetten uzak nakillere itibar etmiyor ve bu konuda Rabbimizin verdiği bilgilerle yetiniyoruz.

Kitab-ı Mukaddes’te ise kadınların babası olan kişi hakkında, bir yerde Revail [veya Reuel], başka bir yerde de Jethro denilmiş ve bu kişi Medyen’in kâhini olarak gösterilmiştir.

16- Midyanlı bir kâhinin yedi kızı su çekmeye geldi. Babalarının sürüsünü suvarmak için yalakları dolduruyorlardı.
17- Ama bazı çobanlar gelip onları kovmak istedi. Ne var ki, Musa kızların yardımına koştu, hayvanlarını suvardı.
18- Sonra kızlar babaları Reuel'in yanına döndüler. Reuel, "Nasıl oldu da bugün böyle tez geldiniz?" diye sordu. [Çıkış, 2: 16-18:]

1- Musa kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro'nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına sürdü ve Tanrı'nın dağına, Horev'e vardı. [Çıkış, 3: 1: ]

5- Yitro Musa'nın karısı ve oğullarıyla birlikte Tanrı Dağı'na, Musa'nın konakladığı çöle geldi. [Çıkış, 18: 5:]

25-27. ayetlerde anlatılan olaylar, aynı zamanda insanlığa birkaç açıdan ders verici bir nitelik de içermektedir.

Birinci ders: Musa’ya kızını teklif eden zat, "sekiz sene" veya "on sene" hizmet demeyip "sekiz veya on hac dönemi" hizmet istemektedir. Ki burada Musa’nın ilahiyat eğitimi için sekiz veya on kere hacca gönderileceği ima edilmektedir. Musa hacca (İlahiyat eğitimi almak için Mekke’ye) her sene giderse sekiz yıl eder; gitmediği, gidemediği yıllar olursa bu süre uzar. Burada önplana çıkan süre, sekiz ya da on haccın yapılmasıdır, mutlak sekiz ya da on sene hizmet değildir.

Bir diğer dersi merhum Seyyid Kutub şöyle açıklamıştır:

"Yirmi yedinci ayetten öğreniyoruz ki, kızların babası gayet açık ve sade bir dille hangisi olduğunu belirtmeden kızlarından birini Musa'ya öneriyor. Belki de adam; daha önce de belirttiğimiz gibi delikanlı ile arasında karşılıklı güven ortamı oluşan kızının hangisi olduğunu sezmişti. Adam kızını nikahlamasını istiyor ve bundan utanmıyor. Bir aile kurmayı, bir yuva oluşturmayı öneriyor, bunda da utanılacak bir şey yoktur. Sıkılmaya, çekingen davranmaya, dolaylı sözlerle ima etmeye gerek yoktur. Normal fıtrattan sapan, yapay, boş ve anlamsız geleneklere kul-köle olan toplumlarda görülen zorlamalara, törelere gerek yoktur. Butür toplumlarda yaygın bu anlamsız gelenekler babayı ya da kızın velisini, kızını veya kız kardeşini ya da bir yakınını ahlâkını ve dinini beğendiği, evlilik hayatını sağlıklı bir şekilde yürüteceği yeterlilikte olduğunu düşündüğü birine önermesine engel oluştururlar. Bu toplumlarda erkeğin ya da velisinin yahut vekilinin ilk adımı atması bir zorunluluktur. Aksi takdirde teklifin kız tarafından gelmesi yakışık almaz. Bu tür sapık toplumların çifte standartlarından biri de şudur: Bu toplumlarda genç erkekler ve kızlar serbestçe buluşur, birbirleriyle konuşur, kaynaşırlar. Nişan ve evlilik niyeti söz konusu olmadan birbirlerinin vücutlarının gizli yönlerini görürler. Ama nişanlanma önerilince ya da evlilikten söz edilince birden herkesi yapmacık bir utanma alır, araya aşılması güç engeller konur. Açıklığa, sadeliğe ve kolaylığa engel olurlar.

Peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- döneminde babalar kızlarını erkeklere önerirlerdi. Hatta bizzat peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- gidip kendileriyle evlenmesini, olmasa uygun gördüğü biriyle evlendirmesini isterlerdi. Bütün bunlar açık bir dille, tertemiz duygularla, güzel bir edeple ifade edilirdi. Hiç kimsenin onuru incinmez, kesinlikle utanç duymazdı. Nitekim Hz. Ömer -Allah ondan razı olsun- kızı Hafsa'yı Hz. Ebu Bekir'e önermiş ama Hz. Ebu Bekir ses çıkarmamıştı. Sonra Hz. Osman'a teklif etmiş, o da mazeret belirtmişti. Peygamber efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- bunları duyunca "belki de Yüce Allah her ikisinden daha iyi birisini ona nasip eder" diyerek Hz. Ömer'in gönlünü hoş etmişti. Daha sonra peygamberimiz Hz. Hafsa ile evlenmişti. Yine bir gün bir kadın peygamberimizden -salât ve selâm üzerine olsun- kendisiyle evlenmesini istemişti. Fakat peygamberimiz mazeret bildirerek kendisiyle evlenemeyeceğini belirtmişti. Bunun üzerine kadın istediği bir kişiyle evlendirmek üzere velayetini -evlendirme yetkisini- ona bırakmıştı. Peygamberimiz de onu Kur'an'dan iki sure ezbere bilmekten başka mal varlığı bulunmayan bir adamla evlendirmişti. Adam kadına bu iki sureyi öğretmiş, bu da kadının mehri yerine geçmişti.

İşte İslâm toplumu, aile binasını, organik yapısını, bu derece sade ve aydınlık bir ortamda gerçekleştiriyordu. Herhangi bir zorlamaya, lafı evirip çevirmeye, yapmacık ve eğri büğrü tavırlara yer vermeden...

Musa'nın yanındaki yaşlı adam da böyle yapmıştı. Musa'ya bu öneride bulunmuş ve kendisine zorluk çıkarmayacağına, ağır işlere koşturup yormayacağına söz vermişti. Allah'ın izniyle davranışları ve sözüne bağlılığı açısından Musa'nın kendisini iyi bir insan olarak bulmasını dilemişti. Bu da Yüce Allah'a karşı kendisinden söz ederken insanın takınacağı güzel bir edep tavrıdır. Buyaşlı adam da kendisini temize çıkarmıyor, kesinlikle iyi bir insan olduğunu söylemiyor. Sadece öyle biri olmayı ümit ediyor, bu işi de Yüce Allah'ın iradesine bırakıyor.
Musa öneriyi kabul ediyor, sözleşmeyi uyguluyor; aynı açıklık ve dikkatlilikle. Ve Allah'ı şahit tutuyor. [Seyyid Kutub; Fi Zılali’l-Kur’an]


29Artık Musa süreyi doldurup yakınlarıyla gece yürüyünce peygamberlik aşamasının dışındayken (henüz elçi yapılmamışken) ateşi; İsrailoğulları’nın perişan halini, onları bu halden kurtarmanın zorluğunu sezdi. Yakınlarına “Siz beklentide olun şüphesiz ben, bir ateş; SIKINTI sezdim. Umarım ki size o SIKINTIDAN bir haber getiririm veya İBRANİLERE DESTEK OLMANIZ, ONLARI ATEŞTEN KURTARMANIZ için o SIKINTIDAN bir parçacık getiririm” dedi.

30-32 Sonra ona vardığında; Bu sıkıntıyı gidermeye karar verdiğinde ağaçtan bolluklu bir toprak parçasının içinde (kendisini bekleyen yüzlerce vahyin içinde) peygamberlik yolunun filizinden; ilk, taze vahylerden olmak üzere kendisine seslenildi: “Ey Musa hiç şüphesiz ki Ben, alemlerin rabbi Allah’ın ta Kendisiyim!” Ve birikimini ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Yeninden kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir toplum olmuşlardır” diye seslenildi.

33,34Mûsâ dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”

35Allah dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç, iktidar oluşturacağız. Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi izleyenler üstün olanlarsınız.”



Yukarıdaki Âyetlerde görüldüğü gibi, Mûsâ peygamberin kendi ailesi ve yakınları ile birlikte Medyen'den ayrılması hayatındaki yeni bir dönemin başlangıcını oluşturmuştur. Bu Âyet grubu, bundan önce inen sûrelerde daha detaylı olarak aktarılmış olan olayların kısa bir hatırlatması mahiyetindedir. Bu Âyetlerden anlaşıldığına göre, Medyen'den yola çıkan ve aralarında Mûsâ peygamberin kardeşi Hârûn'un da bulunduğu kafile, (Kitab-ı Mukaddes'e göre kafilede Mûsâ peygamberin kayınpederi de vardır;) Mısır'a doğru gitmektedir.

Mûsâ peygamberin hayatının bu döneminde başından geçen olaylar, Kitab-ı Mukaddes'te bu Âyet grubundakinden farklı bir sırada yer almaktadır:

Mûsâ kayınbabası Yitro'nun yanına döndü. Ona, "İzin ver, Mısır'daki soydaşlarımın yanına döneyim Bakayım, hâlâ yaşıyorlar mı ?" dedi, Yitro, " Esenlikle git" diye karşılık verdi. [Çıkış; 4: 18]

Mûsâ'nın kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro, Tanrı'nın Mûsâ ve halkı İsrâîl için yaptığı her şeyi, RAB'bin İsrâilliler'i Mısır'dan nasıl çıkardığını duydu. Mûsâ'nın kendisine göndermiş olduğu karısı Sippora'yı ve iki oğlunu yanına aldı. Mûsâ, "Garibim bu yabancı diyarda" diyerek oğullarından birine Gerşom adını vermişti. Sonra, "Babamın Tanrısı bana yardım etti, beni Firavun'un kılıcından esirgedi" diyerek öbürüne de Eliezer adını koymuştu. Yitro Mûsâ'nın karısı ve oğullarıyla birlikte Tanrı Dağı'na, Mûsâ'nın konakladığı çöle geldi. Mûsâ'ya şu haberi gönderdi: "Ben, kayınbaban Yitro, karın ve iki oğlunla birlikte sana geliyoruz ."Mûsâ kayınbabasını karşılamaya çıktı, önünde eğilip onu öptü. Birbirinin hatırını sorup çadıra girdiler. Mûsâ İsrâilliler uğruna RABB'in Firavun'la Mısırlılara bütün yaptıklarını, yolda çektikleri sıkıntıları, RABB'in kendilerini nasıl kurtardığını kayınbabasına bir bir anlattı. [Çıkış; 18: 1-8]

Mûsâ kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro'nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına sürdü ve Tanrı'nın dağına, Horev'e vardı. [Çıkış, 3: 1]

Mûsâ kayınbabası Yitro'nun yanına döndü. Ona, "İzin ver, Mısır'daki soydaşlarımın yanına döneyim" dedi, "Bakayım, hâlâ yaşıyorlar mı?" Yitro, "Esenlikle git" diye karşılık verdi. [Çıkış, 4: 18]

Ayrıca Kitab-ı Mukaddes ve Talmud'a göre, Mûsâ peygamberin evinde yetiştiği Firavun, o Medyen'de iken ölmüş ve yerine başkası geçmiştir.

29. Âyette, Medyen'den ayrılışın belirlenen sürenin tamamlanmasını takiben olduğu bildirilmiş ancak bu sürenin Mûsâ peygamber ile kayınpederi arasında konuşulmuş sürelerden hangisi olduğu [sekiz sene mi, on sene mi olduğu] bildirilmemiştir. Bu konuda rivâyet mekanizması yine boş durmamış ve süre kimine göre 10 sene, kimine göre 10+10 sene olmuş, kimine göre de peygamberimiz bunu Cebrâîl'e sormuş, Cebrâîl de on yılı tamamladığını haber vermiştir. (!)

Bu âyetlerde, Mûsâ'ya verilen ve Furkan sûresi'nde konu edilen iki âyet farklı ifadelerle açıklanmaktadır. Burada mecâzî ifadeler söz konusu iken, Furkân sûresi'nde hakikat anlamlarıyla ifade edilmiştir:

* Ve andolsun ki Mûsâ'ya Kitab'ı verdik, kardeşi Hârûn'u da o'nunla birlikte yardımcı, destekçi verdik. Sonra da, "Haydi âyetlerimizi yalanlayan o topluma gidin!" dedik. Sonunda da onları parçalayıp yok ettik. [Furkân/35-36]

Meryem/52’de Ayetteki Turr, Tavr, eymen, Canib; Ta Ha 12-13/te de Raa (görmek), Nar (ateş) Anese (hissetmek) Müks (beklentide olmak) sözcükleriyle ilgili ayrıntılı açıklamamız olmuştu. Burada da bazı sözcükleri incelemeye alıyoruz.

تَصْطَلُونَ Tastalun

Musa’nın gördüğü, hissettiği nar (ateş) bildiğimiz fiziki ateş, Musa ısınmak için ateş aramak için yakınlarından ayrıldığı anlayışına göre ayetlerdeki (Kasas/29 ve Neml/7) "تَصْطَلُونَ tastalune" ifadeleri tabii ki ateşe yaslanmak anlamındaki "ص ل ى s l y" kökünden (İftial Babından olup uyum anlamı içermektedir) kabul edilip Musa’nın ısınma peşinde olduğu ve ateş ararken vahye muhatap olduğuşeklinde açıklanmaktadır.
Ayetlerdeki "nar (ateş)" fiziki ateş olmayınca "تَصْطَلُونَ tastalüne" sözcüklerini desteklemek anlamındaki "ص ل و s l v" kökünden kabul edip, bilakis Musa’nın çabasının, kendi soyu olan İbranilere; israiloğullarına destek verme; onları kölelikten kurtarmaya yönelik olduğu anlaşılacaktır.

شَاطِئِ Şatıi

"شَاطِئِ Şatıi" sözcüğü "ağaçların, bitkilerin filizi" demektir. Ki Feth/29’da "شطئه şet’ehü" şekliyle yer alır.

Ağaçtan bir filiz.

Bu ifade yapılan ilk taze vahyleri ifade ederken bir de Kur’an’da yer alan "Ruh üfürülmes"inin ve Ruh’tan (vahy’den) az bir miktar verilmesinin başka bir ifadesidir.
Daha evvel "Ruh üfürülmesi" ifadesiyle kastedilenin Âdem'e ve Meryem’e verilen bilginin ancak koklatma düzeyinde olduğunu açıklamıştık. Bunun kanıtı ise İsra suresinin 85. ayetidir. Ancak hemen belirtilmelidir ki, bize ulaşan vahylerin koklatma düzeyindeki azlığı, Rabbimizin sonsuz bilgisine nispetledir. Yüce Allah’ın sonsuz bilgisi ve bilgeliği Kur’an’da pek çok ayette vurgulanmaktadır:

* De ki: "Rabbimin sözleri için, deniz mürekkep olsa Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenirdi, hatta bir o kadarını daha getirsek bile." [Kehf/109]

* Ve eğer, şüphesiz yeryüzünde ağaçtan ne varsa kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz katılarak onun mürekkebi olsa, Allah'ın sözleri tükenmezdi. Şüphe yok ki Allah en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır. [Lokman/27]

Allah’ın ilmi böylesine sonsuz olunca, O’nun tüm peygamberlerine gönderdiği vahiy bilgilerinin toplamı da ancak bir koklatmadan [üfürmeden] ve bir filizden ibaret olacaktır.

وادى "VADİ"

Ta Ha/ 12’de şeklinde yer almış ve orada "mukaddes vadi"nin peygamberlik yolu olduğunu açıklamıştık. İfade, burada " الوادى الأيمنVadi-i eymen (En kutlu, vadi)" olarak yer aldı. Ki zaten iki ayet birlikte dikkate alındığında vadi ifadelerinin PEYGAMBERLİK YOLU olduğu anlaşılır.

بقعة Buk’a

Ayette yer alan " بقعة Buk’a" normalde "beyaz ve siyah renklerden oluşan, ala renkli toprak parçası" demektir. (Lügatlar) Burada "buk’a (ağaç açısından çok bereketli bir toprak parçası; bir nevi orman" olarak yer almıştır.

Burada uzun ve bereketli geçecek peygamberlik hayatı ve Allah’ın bitmez tükenmez kelâmı konu edilmektedir. Musa’ya verilen vahylerin, Allah’ın bitmez- tükenmez kelamından elçilik yolunda sadece bir filizden ibaret olduğu kinaye yoluyla açıklanmaktadır.

Burada da, –Neml/10'da olduğu gibi– Mûsâ'nın görevden kaçmaya çalıştığı ve uyarıldığı görülmektedir.

30. âyeti sağlıklı anlayabilmemiz için ayetteki bazı ifadelerin öz anlamlarını ve bazı teknik bilgileri dikkate almamız gerekiyor.

Bu açıklamalardan çıkan sonuca göre ayetin meali şöyledir:

30-32Sonra ona vardığında; Bu sıkıntıyı gidermeye karar verdiğinde ağaçtan bolluklu bir toprak parçasının içinde (kendisini bekleyen yüzlerce vahyin içinde) peygamberlik yolunun filizinden; ilk, taze vahylerden olmak üzere kendisine seslenildi: "Ey Musa hiç şüphesiz ki Ben, alemlerin rabbi Allah’ın ta Kendisiyim!" Ve birikimini ortaya at! –Birikimini sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir görünce de dönüp arkasına bakmadan kaçtı.– Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Kesinlikle sen emniyette olanlardansın. Koynundaki gücünü devreye sok, kusursuz, mükemmelce çıkacaksın. Yeninden kanadını kendine çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından iki kesin delildir. Şüphesiz ki onlar, yoldan çıkan bir toplum olmuşlardır" diye seslenildi.

35. Âyette Allah'ın Mûsâ peygambere Seni kardeşinle destekleyeceğiz demesi, Mûsâ peygamberin talebi üzerinedir. Mûsâ peygamberin talebi ve bu talebin Allah tarafından kabul edilmesi, kusurunun giderilmesi başka Âyetlerde de geçmektedir:

* Mûsâ: "Rabbim! Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız ve Seni çok çok anmamız için göğsümü aç, işimi bana kolaylaştır. Dilimden de düğümü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ve ehlimden; kardeşim Hârûn'u benim için bir vezir kıl, o'nunla arkamı kuvvetlendir. İşimde o'nu bana ortak et. Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun" dedi. Allah: "Ey Mûsâ! İstediğin sana verildi." dedi. [Tâ-Hâ/ 25–36]

* Biz o'na en uğurlu Tûr'un yan tarafından seslendik ve o'nu özel bir konuşmada bulunmak üzere yaklaştırdık. 53Ve rahmetimizden o'na, kardeşi Hârûn'u bir peygamber olarak ihsan eyledik. [Meryem/53]

35. Âyetin sonunda yer alan Siz ikiniz ve size tabi olanlar üstün olanlarsınız ifadesinde haber verilen galibiyet ile ya o şartlar altında Mûsâ peygambere verilen hüccet ve delillerin sağlayacağı bir galibiyet ya da başka bir zamanda gerçekleşecek bir devlet galibiyeti kastedilmiştir. Bizim görüşümüze göre birinci şık Âyetin lâfzına daha yakındır.

Yüce Allah, Mûsâ peygambere verdiği destek ve güvenceyi bütün elçilerine vermiş, onları daima korumuş ve muzaffer kılmıştır. Şüphesiz ki, elçilerin izinde yürüyenleri de koruyacaktır:

* Ey iman etmiş kişiler! Sizler Mûsâ'ya eziyet eden kimseler gibi olmayın. İşte, Allah Mûsâ'yı, eziyet edenlerin söylediklerinden temize çıkardı. Ve o, Allah katında mevki sahibi/değerli biri idi. [Ahzâb/69]

* Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O'nun verdiği elçilik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler toplumuna kılavuzluk etmez. [Mâide/67]

* Allah: "Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır. [Mücadile/21]

Ve Mü'min/ 51, Sâffât/ 171–173.

Bu âyetlerde, Mûsâ'nın kusuru ve kusurunun nasıl giderildiği açıklanmaktadır.*




*İşte Kuran, Kasas Suresi





Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim