50İsra Suresi 11-22
Hatalı Çevrilen Ayetler
50İsra Suresi 11-22
Hatalı Çeviri:
11. İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir!
12. Biz, geceyi ve gündüzü birer âyet (delil) olarak yarattık. Nitekim, Rabbinizin nimetlerini araştırmanız, ayrıca, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için gecenin karanlığını silip (yerine, eşyayı) aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik. İşte biz, her şeyi açık açık anlattık.
13. Her insanın amelini (veya kaderini) boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.
14. Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.
15. Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü üslenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.
16. Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın ederiz.
17. Nuh'tan sonraki nesillerden nicelerini helâk ettik. Kullarının günahlarını bilen ve gören olarak Rabbin yeterlidir.
18. Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız.
19. Kim de ahireti diler ve bir mümin olarak ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.
20. Hepsine, onlara da bunlara da (dünyayı isteyenlere de ahireti isteyenlere de) Rabbinin ihsanından (istediklerini) veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.
21. Baksana, biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.
22. Allah ile birlikte bir ilâh daha tanıma! Sonra kınanmış ve kendi başına terkedilmiş olarak kalırsın.
Doğru Çeviri:
11Ve insan, hayrı davet eder gibi kötülüğü davet eder. Ve insan çok acelecidir.
12Ve Biz, geceyi ve gündüzü iki alâmet/gösterge yaptık. Sonra Rabbinizden bir armağanlar aramanız, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için gecenin alâmetini/göstergesini silip, bir düşünce geliştirici olarak gündüzün alâmetini/göstergesini getirdik. Ve Biz, her şeyi ayrıntılı olarak açıkladık da açıkladık.
13,14Ve her insanın kendi yaptıklarının karşılıklarını, ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. Ve Biz, kıyâmet günü açılmış bulacağı kitabı onun için çıkarırız: “Oku kendi kitabını! Bugün kendi zatın, kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!”
15Kim, kılavuzlanan doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için kılavuzlanan doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz, bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık.
16Ve Biz, bir ülkeyi değişime/yıkıma uğratmak istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi önde gelenlerine, hak yolda olmalarını, hak yolda önderlik yapmalarını emrederiz de onlar, bunun aksine, orada hak yoldan çıkarlar. Artık oranın üzerine Söz hak olur da Biz orayı kökünden darmadağın ederiz.
17Ve Biz Nûh'tan sonraki nesillerden nicelerini değişime/ yıkıma uğrattık. Ve kullarının günahlarını hakkıyla haberdar olan ve en iyi gören olarak Rabbin yeter.
18Her kim çarçabuk geçen dünyayı isterse, istediğimiz kimseye, dilediğimiz şeyi çabuklaştırırız. Sonra onun için cehennemi hazırlarız, kınanmış ve kovulmuş olarak oraya girer. 19Kim de âhireti isterse ve mü’min olarak âhirete yaraşır bir çaba ile âhiret için çalışırsa, işte öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir. 20Hepsine; dünyayı isteyenlere ve âhireti isteyenlere Rabbinin ihsanından veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.
21Onların bir kısmını bir kısmı üzerine nasıl fazlalıklı yaptığımıza bir bak! Elbette âhiret, dereceler bakımından daha büyüktür, fazlalık bakımından da daha büyüktür.
22Allah ile birlikte başka bir ilâh edinme/ tanıma! Yoksa kınanmış ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın.
11Ve insan, hayrı davet eder gibi kötülüğü davet eder. Ve insan çok acelecidir.
Bu ayette, insanların sanki hayra davet ediyormuşçasına şerre davet etmeleri gündeme getirilmiş ve insanoğlu her şeyin hemen oluvermesini isteme yönündeki bu fıtri eğilimi denetleme konusundaki dikkatsizliği sebebiyle eleştirilmiştir. Bu ayet aynı zamanda "kılavuz"un önemine işaret etmektedir. Çünkü kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmeyen insan, Allah tarafından verilen kılavuz sayesinde iyiyle kötüyü birbirinden ayırıp kendisine zarar veren davranışlardan sakınabilir.
İnsanın hayrı çağırır gibi şerri çağırması, Kur’an’ın diğer ayetlerinden yararlanılarak iki şekilde anlaşılabilir:
a- İnsan, yaptığı bir davranışın ne sonuç vereceğini kesin olarak bilmediği için, bazen kendisine zarar verecek olan bir şeyi yararlıymış gibi isteyebilir:
216Ve savaş sizin için hoş olmayan bir şey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi. Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü, zararlı olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz. [Bakara/216]
19Ey iman etmiş kişiler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız/mallarından istifade etmek amacıyla onların sizden ayrılmasını engellemeniz size helal olmaz. Ve onlara verdiğinizin bir kısmını götürmeniz için, açık bir fahişe [çirkin bir hayâsızlık/zina] getirmedikleri sürece onları sıkıştırmayınız. Ve onlarla örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen yollarla ilişkide bulununuz. Ve eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa, siz bir şeyden hoşlanmasanız da Allah, sizin hoşlanmadığınız şeyde birçok hayır oluşturacak olabilir. [Nisa/19]
Bu duruma verilebilecek bir diğer örnek de şudur: İnsanların pek çoğu, başlarına gelen sıkıntı verici herhangi bir olay üzerine "Ölsem de kurtulsam" der. Böyle söylemekteki amacı, kendisine sıkıntı veren o olayın etkisinden kurtulmaktır. Halbuki küçük sıkıntı ve eziyetlerden kurtulmak için ölümü isterken, o güne kadar yaptıkları yüzünden ahirette sürekli azabı hak edip etmediğinin hesabını yapmayı aklına bile getirmemiştir. Kendini Allah’a affettirmek için tövbe edip O’nun istediği gibi bir insan olmaya çabalayacağı yerde, sadece o andaki azaptan kurtulmayı düşünerek kısa yoldan ölümü istemektedir. Oysa bu düşüncesiz ve aceleci tavrıyla azabın en korkunç ve sürekli olanını tercih etmiş olmaktadır.
b- İnsan, eski kavimlerin yaptığı gibi, inanmadığı için azabı isteyebilir:
32Bir vakit de onlar, "Ey Allah'ım! Eğer bu, Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver" demişlerdi. [Enfal/32]
48Bir de duyarsız toplum: "Eğer doğrulardan iseniz bu söz verilen tehdit ne zaman?" diyorlar. [Ya Sin/48]
53Ve senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş/adı konmuş bir süre sonu olmasaydı, azap onlara elbette gelmişti. Ve o azap, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın elbette gelecektir.
54,55Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Şüphesiz cehennem de kesinlikle, kendilerini üstlerinden ve ayaklarının altından bürüdüğü günde kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri kuşatıcıdır. Ve O, "Yapmış olduklarınızı tadın!" der. [Ankebut/53, 54]
Ve Ahkaf/24, 25, Nahl/46, Ra’d/6.
12Ve Biz, geceyi ve gündüzü iki alâmet/gösterge yaptık. Sonra Rabbinizden bir armağanlar aramanız, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için gecenin alâmetini/göstergesini silip, bir düşünce geliştirici olarak gündüzün alâmetini/göstergesini getirdik. Ve Biz, her şeyi ayrıntılı olarak açıkladık da açıkladık.
Bu ayette, gece ve gündüzün düşünenler, akıllarını kullananlar için Allah’ı tanımaya kanıt ve bir ibret olduğu açıklanmaktadır.
Bu açıklama değişik ifadelerle başka ayetlerde de yapılmıştır:
10Ve Biz, geceyi bir elbise yaptık.
11Ve Biz, gündüzü bir geçim zamanı yaptık. [Nebe’/10, 11]
67Allah, içinde dinlenesiniz diye sizin için geceyi, göresiniz diye de gündüzü var edendir. Şüphesiz bunda kulak verecek bir toplum için alâmetler/göstergeler vardır. [Yunus/67]
164Şüphesiz ki göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde,
insanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide,
Allah'ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde,
yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında,
rüzgârları evirip çevirmesinde,
gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için elbette alâmetler/göstergeler vardır. [Bakara/164]
Ve Kasas/71-73, Furkan/61, 62, Mü’minun/80, Zümer/5, Ya Sîn/37, 38.
VAKTİN ÖNEMİ
Saat, gün, ay ve yıl ile ifade edilen "vakit", toplumsal hayatta olduğu kadar dinî hayatta da büyük öneme sahip bir kavramdır. Çünkü dinî hayatta salat, zekat, oruç, hacc gibi ibadetler mevkutedir, yani belli bir zamana göre düzenlenmiştir. İşte, Allah’ın bir ayeti olduğu bildirilen gece ile gündüz, diğer birçok hayatî konuda olduğu gibi "vakit" konusunda da temel bir öge niteliğindedir. Öyle ki, zamanın ölçülmesi ancak gece ile gündüzün varlığı ile mümkün olur.
5O, güneşi bir aydınlık, ay'ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, aya menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile oluşturmuştur. O, bilecek olan bir toplum için âyetleri ayrıntılı olarak açıklar.
6Şüphesiz gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde ve Allah'ın göklerde ve yerde oluşturduğu şeylerde, Allah'ın koruması altına giren bir toplum için nice alâmetler/göstergeler vardır. [Yunus/5, 6]
189Sana hilallerden soruyorlar. De ki: "Onlar, insanlar ve hac/programlı ilâhiyat eğitim dönemleri için zaman ölçüleridir." Evlerinize arka taraflarından girmeniz/dinde Allah'ın ilkelerinden başka ilkeler benimsemeniz, "iyi adamlık" değildir. Ama "iyi adamlık", Allah'ın koruması altına girmektir. Öyleyse, evlerinize kapılarından girin; dini, din sahibi Allah'ın çizdiği çerçevede yaşayın. Ve başarıya erenlerden, kurtulanlardan olmanız için Allah'ın koruması altına girin. [Bakara/189]
96Tan yerini yarıp çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ay'ı hesap ile yapmıştır. Bu, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, çok iyi bilenin belirlemesidir, ayarlamasıdır. [En'âm/96]
Ayette geçen "gecenin ayetini silip, bir gördürücü olarak, gündüzün ayetini kıldık [getirdik]" ifadesi, bir zamanlar Ay’ın da Güneş gibi ısı ve ışık veren bir durumda olduğunu, daha sonra da bu özelliğini kaybedip sadece yansıtan niteliğe büründüğünü düşündürmektedir. Bilindiği gibi, Ay’ın oluşumu ve evrimi hakkında ortaya atılan üç varsayım da [Yer’in bölünmesi, Yer çevresinde yoğunlaşma, Yer yörüngesine yakalanma gibi teoriler] bugüne kadar ispatlanamamış, onlar ışığında Ay’ın ve Yer’in mevcut durumlarına yeterli açıklamalar getirilememiştir. Belki ilerideki zamanlarda Ay’ın oluşumu kesin kanıtlarla izah edilebilir hâle gelecek ve ayetteki ifadenin nasıl anlaşılması lâzım geldiği ortaya çıkacaktır. Bu takdirde bir gerçeğin daha asırlar önceden Kur’an’da açıklanmış olduğu görülecek ve Kur’an’ın bir mucizesi daha gözler önüne serilmiş olacaktır.
Ayetin son cümlesi olan "Ve Biz her şeyi detaylandırdıkça detaylandırdık" ifadesi, "Dininiz ve dünyanız için ihtiyaç duyduğunuz her şeyi detaylıca izah ettik, ortaya koyduk" anlamında olup bu husus Kur’an’da farklı ifadelerle başka ayetlerde de dile getirilmiştir:
38Ve yeryüzünde hiçbir irili-ufaklı kıpırdayan canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi önderli topluluklar olmasın. Biz Kitapta hiçbir şeyi noksan/yetersiz bırakmadık. Sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. [En’âm/38]
89Ve Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden kendi aleyhlerine bir şâhit göndereceğiz. Seni de onların üzerine şâhit getireceğiz. Biz bu kitabı da, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara bir kılavuz, bir rahmet ve bir müjde olarak sana indirdik. [Nahl/89]
164Şüphesiz ki göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde,
insanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide,
Allah'ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde,
yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında,
rüzgârları evirip çevirmesinde,
gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için elbette alâmetler/göstergeler vardır. [Bakara/164]
Ayetin son bölümündeki ifadeler ile "gece" ve "gündüz"ün mecaz anlamları ön plâna çıkmaktadır. Buna göre, "gece" cehaleti ve küfrü, "gündüz" de imanı ve bilgiyi ifade etmektedir.
13,14Ve her insanın kendi yaptıklarının karşılıklarını, ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. Ve Biz, kıyâmet günü açılmış bulacağı kitabı onun için çıkarırız: “Oku kendi kitabını! Bugün kendi zatın, kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!”
15Kim, kılavuzlanan doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için kılavuzlanan doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz, bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık.
Bu ayetlerde birçok uyarıcı noktaya değinilmiştir. Anlaşılması gereken ilk nokta, " طائرtair" sözcüğü ile neyin kast edildiğidir. Daha önce de açıklandığı gibi, "tair" kuş demektir. "Kuş", iğretiliği ifade eder. Nitekim Türkçede "kuş misali" deyimi ile konu edilen şeyin kısa zaman sonra ayrılıp gideceği kastedilir.
Ayetteki "boynuna" ifadesi ise gereklilikten kinayedir. Meselâ, "Bu işi senin boynuna borç kıldım, bu işi bırakamazsın, bu iş için mutlaka sen gereklisin" anlamındaki bir cümleyi, "Bu işi senin boynuna doladım" şeklinde ifade etmek mümkündür.
Ayette geçen "kuşun boyuna dolanması" deyimi, bu durumda, insanın bir anda yapıp geçiverdiği amellerinin bile kendisinden ayrılmayacağı, bu amellerin her zaman insanla birlikte olduğu ve ahirette de birlikte olacağı anlamına gelmektedir.
Diğer taraftan, Arapların "tair" ve "tatayyur" sözcüklerini uğur-uğursuzluk anlamında kullanmalarından hareket ederek "Ve her insanın kendi kuşunu ayrılmayacak şekilde boynuna doladık" ifadesini şu şekilde anlamak da mümkündür: "Biz herkesin kaderini [ölçüsünü, bulacağı karşılığı iyilik ya da kötülük yaptıran etmenleri] kendi boynuna doladık, yapacağı iyi davranışlarla iyi sonuçlara, kötü davranışlarla da kötü sonuçlara ulaşır, yani iyi veya kötü işler sebep ve sonuçlarıyla kişinin kendisindedir." Çünkü Araplar, yapmak istedikleri herhangi bir işin kendilerini hayra mı şerre mi götüreceğini anlamak için kuşların hâllerine bakarlar; ürkütüldüklerinde veya kendi kendilerine uçtuklarında kuşların sağa, sola veya yukarı doğru uçmalarından manalar çıkarırlar, buna göre de yapacakları işin kendileri için mutluluk veya mutsuzluk doğuracağına karar verirlerdi.
Sonuç olarak şöyle söylenebilir: Ayette geçen "tair", insandan sadır olan her türlü davranışlardır. Bunlar kuş gibi uçup gitmezler, kolye gibi herkesin boynuna asılı durumdadırlar:
Her benliğini bulmuş kimse kazancının karşılığında bir rehindir. [Müddessir/38]
Zilzal 7,8Artık her kim, zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı bir şer işlerse onu görecektir. [Zilzal/7-8]
17,18Onun sağından ve solundan (her yanından) yerleşik iki tesbitçi onun her işini tesbit edip dururken, insan hiçbir söz söylemez ki yanında hazır gözetleyen bulunmasın. [Kaf/17, 18]
38,39Her benliğini bulmuş kimse –sağın yaranı hariç– kazancının karşılığında bir rehindir. (müdessir/38, 39)
9-12Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Aslında siz, şüphesiz üzerinizde, yaptığınız şeyleri ezberleyen, saygın yazıcılar olmasına rağmen, Din'i yalanlıyorsunuz.
13Şüphesiz ki "ebrar/iyi adamlar", elbette bol nimet, mutluluk cennetinin içindedirler.
14-16Din-iman tanımayıp kötülüğe batmış olanlar da kesinlikle cehennemdedirler. Din Günü ondan kaybolmamak üzere oraya yaslanacaklardır. [İnfitar/9-16]
13-16O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İstersabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!– [Tur/13-16]
123Bu iş, sizin kuruntularınızla ve Kitap Ehlinin kuruntularıyla değildir. Kim kötülük yaparsa onunla cezalandırılır. Ve o kendisi için Allah'ın astlarından bir yol gösterici, koruyucu yakın ve iyi bir yardımcı bulamaz. [Nisa/123]
28,29 Ve her önderli toplumu, diz çökmüş görürsün. Her önderli toplum, kendi kitabına çağrılır: "Bugün, yapmış olduğunuz amellerin karşılığı size verilecektir. İşte bu, yüzünüze karşı hakkı konuşan Bizim kitabımızdır. Şüphesiz Biz, sizin yaptıklarınızı yazdırıyorduk/birebir kopyalatıyorduk." [Casiye/28, 29]
47Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yeryüzünü çırılçıplak/dümdüz göreceksin. Ve Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık.
48Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: "Şüphesiz sizi ilk önce oluşturduğumuz gibi Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca inanıyordunuz."
49Ve Kitap/amel defteri konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve "Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük-küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış" derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez. [Kehf/47-49]
15. ayetteki "Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez" ifadesi, 14. ayette tahlilini yapmaya çalıştığımız "Her insanın kendi kuşunu ayrılmayacak şekilde boynuna doladık" ifadesinin bir açılımı, farklı bir şekilde anlatımıdır. Her iki ifade de, hiç kimsenin başkasının işlediği suçtan sorumlu tutulmayacağını, hiç bir suçlunun işlediği suçları bir başkasına yükleyemeyeceğini; buna karşılık, güzel ve iyi amelin mükâfatının onu yapana ait olduğunu, bu mükâfattan da bir başkasının yararlanamayacağını anlatmaktadır. Bu ilke Kur’an’da değişik ifadelerle birçok ayette belirtilmiştir:
"38Gerçek şu ki, hiçbir günahkâr bir başka günahkârın günahını çekmez. 39Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başka şey yoktur. 40Ve onun çalışıp didinmesi yakında görülecektir. 41Sonra karşılığı kendisine hiç eksiksiz verilecektir. [Necm/38-41]
164,165De ki: "Allah her şeyin Rabbi iken, ben Allah'tan başka Rabb mi arayayım?" Her kişinin kazandığı yalnız kendisine aittir. Yükünü taşıyan kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra sadece Rabbinizedir dönüşünüz. Böylece Allah, ayrılığa düştüğünüz şeyi size haber verecektir. Ve O, sizi yeryüzünde gidenlerin yerine getirilenler yapan, verdikleriyle sizi sınamak için, kiminizi kiminizin üzerine derecelerle yükseltendir. Şüphesiz Rabbin, kovuşturması çabuk olandır ve şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. [Enam/164, 165]
18Ve günâhkar bir kimse, başkasının günahını çekmez. Eğer çok günahı olan/çok zengin olan bir kimse, günahını çektirmek için birini çağırsa da ondan hiçbir günah alınıp başkasına çektirtilmeyecek. –Bir akrabası olsa bile– Şüphesiz sen ancak Rablerine karşı ıssız yerlerde saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve salâtı ikame edenleri [mâlî yönden ve destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan-ayakta tutanları] uyarırsın. Her kim arınırsa ancak kendisi için arınır. Dönüş de yalnızca Allah'adır. [Fatır/18]
7Eğer küfredecek; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedecek/iyilikbilmezlik edecek olursanız, biliniz ki, şüphesiz Allah size hiçbir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için, küfre; Kendisinin ilâhlığının ve rabliğinin bilerek reddedilmesine/nankörlüğe rıza göstermez. Ve eğer kendinize verilen nimetlerin karşılığını öderseniz, sizin için ona razı olur. Hiç bir taşıyıcı, bir başkasının yükünü çekmez. Sonra dönüşünüz yalnızca Rabbinizedir. Böylece yapmış olduklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı iyi bilendir. [Zümer/7]
Tabiî ki, bu ilke, kişinin önderlik yapmak, teşvik etmek suretiyle sebep olduğu ama fiilen başkaları tarafından işlenen suçlardaki payını ortadan kaldırmamaktadır. Çünkü "herkesin eserlerinden sorumlu tutulacağı" ilkesi, suça azmettirenlerin ve kötü eser bırakanların da suçu işleyenlerin cezasından ayrıca pay alacaklarını bildirmektedir:
24,25Ve onlara: "Rabbiniz ne indirdi?" denildiği zaman, onlar, kıyâmet günü, kendi günahlarını tam olarak yüklenmek ve bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yüklenmeleri için, "Öncekilerin efsaneleri" dediler. Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür! [Nahl/25]
12Şüphesiz ki ölüleri ancak Biz diriltiriz Biz. Onların önceden yapıp gönderdiklerini ve eserlerini de yazarız. Zaten Biz her şeyi bir "apaçık önderde/Kur’ân'da" sayıp tesbit etmişizdir. [Ya Sin/12]
85Kim hayır ve iyiliklere aracı olmakla yardımcı olursa, bundan kendisine bir pay vardır. Kim de kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla yardımda bulunursa, ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye güç yetirendir. (Nisa/85)
DİNDE KUR’AN DIŞI BİR KAYNAK YARATILMAMASI HAKKINDA TARİHTEN BİR OLAY:
İbn Ömer, Rasülullah (as)’ın "Ölü, ehlinin, çoluk çocuğunun ağlaması sebebiyle azâb görür" dediğini rivayet etmiştir. Halbuki Aişe, bu haberin sıhhatini ta'n etmiş, tenkidinin doğruluğuna da, Cenâb-ı Hakk'ın "bir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez" ayetiyle istidlal etmiştir. Çünkü çoluk-çocuğunun ağlaması sebebiyle kişiye azap etmek, kişiyi başkasının suçu sebebiyle sorgulamak olur ki, bu da bu ayetin hükmünün hilafınadır. [Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]
OKUNACAK KİTAP
Burada konu edilen kitap, insanın tüm amellerinin kaydedildiği kitaptır. Öyle ki, amellerin kaydından oluşan bu kitap, tıpkı bir uçağın kara kutusu, bir bilgisayarın ana belleği gibi, insanın içinde bir yerinde dürülü, kapalı durumdadır. Ahirette ise bu kitap açılacak, ekrana taşınacak ve kişiye "Oku kendi kitabını! Bugün nefsin [kendi zatın], kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!" (İsra/14) denilecektir. Eğer kitapta kayıtlı bilgiler mutluluğu gerektiren şeyler ise, mutluluk; mutsuzluğu gerektiren şeyler ise mutsuzluk baş gösterecek, böylece kişi, yargılama için kendisinden başka kimseye ihtiyaç olmayan bir mahkemede, hem sanık hem tanık hem savcı hem de yargıç olacak ve kendi kendisini yargılayacaktır.
28,29 Ve her önderli toplumu, diz çökmüş görürsün. Her önderli toplum, kendi kitabına çağrılır: "Bugün, yapmış olduğunuz amellerin karşılığı size verilecektir. İşte bu, yüzünüze karşı hakkı konuşan Bizim kitabımızdır. Şüphesiz Biz, sizin yaptıklarınızı yazdırıyorduk/birebir kopyalatıyorduk." (Casiye/28, 29)
15. ayetteki "Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur" ifadesiyle kesin ve açık olarak insanın seçme kabiliyetinin bulunduğu vurgulanmakta, nimet veya azap olarak göreceklerinin de onun bu seçiminin sonucu olduğu bildirilmektedir.
ELÇİSİZ, KİTAPSIZ, YASA KONULMADAN CEZALANDIRMA OLMAZ
15. ayetin son bölümündeki "Ve Biz bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık" ifadesiyle, yasasız [şeriatsız] suç olmayacağı; dolayısıyla da yasa konmadan kimsenin cezalandırılmayacağı beyan edilmektedir. Bu ilke aynı zamanda elçilerin ilâhî adaletin uygulanmasındaki önemini belirtmektedir. Çünkü ceza veya mükâfat, elçinin getirdiği bu mesaja göre belirlenmekte ve kişilerin lehinde veya aleyhinde delil olarak bu mesaj kullanılmaktadır. Eğer ortada elçi vasıtasıyla getirilmiş bir mesaj yoksa, insanların adil olarak cezalandırılmaları veya mükâfatlandırılmaları mümkün olmaz. Çünkü böyle bir durumda insanlar doğru yola uymalarını gerektiren bilginin kendilerine ulaşmadığı özrünü ileri sürebilirler. Bu mazeret, onların cezalandırılmamaları talebini haklı kılan bir mazeret olur. Fakat elçinin daveti bir topluluğa ulaştıktan sonra, eğer bu davet o toplum tarafından reddedilmişse, artık insanların böyle bir özür imkânı kalmayacaktır.
59Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi ana kente göndermedikçe, memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değildir. Zaten Biz, halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler olmayan memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değiliz. [Kasas/59]
131İşte bu; Rabbinin, halkı ilgisiz, bilgisiz iken, ülkeleri haksız yere değiştiren/yıkıma uğratan biri olmayışıdır. [En’am/131]
208Ve Biz, sadece kendileri için uyarıcılar olan kenti değişime/yıkıma uğrattık.
209Öğüt! Ve Biz, haksızlık edenler değiliz. [Şuara/208-209]
172,173Hâlbuki senin Rabbin, kıyâmet günü, "Biz, bunlardan bilgisizdik" demeyesiniz yahut "Bundan önce atalarımız ortak koşmuş, biz onlardan sonra gelen kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi değişime/yıkıma uğratacaksın?" demeyesiniz diye, Âdemoğulları'nın sulbünden onların soylarını alır ve onları kendi nefislerine tanık eder; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Derler ki: "Elbette Rabbimizsin, tanıklık ediyoruz."
174Ve işte Biz, düşünsünler diye âyetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz. [A’raf/172- 174]
19Ey Kitap Ehli! Elçilerin arasının kesildiği bir sırada, "Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi" demeyiniz diye, size tebyîn yapan/açıkça ortaya koyan Elçimiz geldi. İşte kesinlikle müjdeleyici ve uyarıcı size geldi. Allah, her şeye en çok gücü yetendir. [Maide/19]
155-157Ve Kur’ân, "Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa; Yahudi ve Hristiyanlara indirildi; biz ise, o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk" veya "Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk" demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. O nedenle, rahmet olunmanız için ona uyun ve Allah'ın koruması altına girin. İşte size de Rabbinizden açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah'ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha yanlış, kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız. [En’am/155, 157]
55-58Ve ansızın azap gelmeden,
kişinin, "Allah'ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim" demesinden
yahut "Allah, bana doğru yolu gösterseydi, her hâlde ben Allah'ın koruması altına girmiş kimselerden olurdum" demesinden
veya azabı gördüğü zaman, "Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden olsaydım" demesinden önce Rabbinizden size indirilenin en güzelini izleyin." [Zümer/55, 58]
Aynı ilkeyi, Yuhanna incilinin 15. Babının 22. Cümlesinde de görüyoruz:
22 Eğer gelmemiş ve onlara söylememiş olsaydım, günahları olmazdı; ama şimdi günahları için özürleri yoktur.
16Ve Biz, bir ülkeyi değişime/yıkıma uğratmak istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi önde gelenlerine, hak yolda olmalarını, hak yolda önderlik yapmalarını emrederiz de onlar, bunun aksine, orada hak yoldan çıkarlar. Artık oranın üzerine Söz hak olur da Biz orayı kökünden darmadağın ederiz.
Bu ayet, "Allah’ın sebepsiz yere bir topluluğu helâk etmek istediği" şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü Allah’ın emrettiği "fısk" değil, "maruf"tur. Toplumun varlık ve güç sahibi önde gelenlerinin ayette dile getirilen fasıklıkları, Allah’ın onlara "fısk"ı emretmesi sebebiyle değil, onların, Allah’ın emrettiği "maruf"u yerine getirmeyerek sapıklık etmeleri sebebiyledir. Dolayısıyla burada toplum, önderlerini ve yöneticilerini seçerken çok dikkatli ve titiz olmaları konusunda uyarılmaktadır. Çünkü suçlu ve sapık önderlerin, kendileriyle beraber içinde yaşadıkları toplumu da felâkete sürüklemeleri kaçınılmazdır:
25Ve sadece sizden kendi benliklerine haksızlık edenlere isâbet etmeyen toplumsal ateşlerden korunun ve hiç şüphesiz Allah'ın, azabı çetin olan olduğunu bilin. [Enfal/25]
Mealini "varlık ve güç sahibi önde gelenler" olarak verdiğimiz sözcüğün orijinali "mütref"tir. "Mütref" sözcüğü "nimet ve refahın kendisini şımarttığı kimse" demektir. Ayette sözü edilen bu tür insanlar, zenginlikleri ve sosyal konumları sayesinde toplumlarında fiilî liderler hâline gelen ve sıradan insanlar tarafından benimsenerek kendilerine uyulan kimselerdir. Ayette dile getirilen yasa [Sünnetullah], bu kimselerin, uyguladıkları zulüm ve fesatla, işledikleri türlü kötülüklerle, Allah’ın koyduğu kurallara karşı sergiledikleri isyanla diğer insanlara örnek olmaları ve onları da kendilerine benzetmeleri durumunda, Allah’ın azabını o toplumun üzerine çekecekleri ve sonuçta da toplum olarak helâk edilecekleri gerçeğidir.
11Her kişi için, iki elinin arasından ve arkasından –Allah'ın işinden olarak–, onu gözetip koruyan izleyiciler vardır. Gerçekte, bir halk, kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah, bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için O'nun astlarından bir yardım eden, koruyan, yol gösteren bir yakın da yoktur. [Rad/11]
Daha sonra da, Gerçekte, bir halk, kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah, bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için O'nun astlarından bir velî [yardım eden, koruyan, yol gösteren] de yoktur buyurularak sosyal bir olguya dikkat çekilmiştir:
53Bu, şüphesiz bir toplum, kendinde olanı değiştirinceye kadar, Allah'ın, o topluma nimet olarak bağışladığını değiştirici olmayışı ve şüphesiz Allah'ın en iyi işiten, en iyi bilen olması nedeniyledir. [Enfâl/53]
Âyetteki, Bu, şüphesiz bir kavim [toplum], kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah'ın, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici olmayışı, şüphesiz Allah'ın en iyi işiten, en iyi bilen olması nedeniyledir ifadesinden anlaşılıyor ki, siyasî, iktisadî ve ahlâkî bozulmaların neticesinde toplumların cezalandırılmasının nedeni, toplumun fertleridir. Zira sünnetullah, beşerî değişimin ilâhî değiştirmeye sebep olacağı şeklinde câri olmaktadır.
Âyetlerden açıkça anlaşıldığına göre, insanların zaman zaman maruz kaldıkları cezalandırma amaçlı musibetler, felaketler, zâlim yöneticiler durduk yerde ortaya çıkmıyor. Bilakis bunlar, insanların kendi yanlış tutum ve davranışları neticesinde meydana geliyor. Yaşanan zillet, esaret, mustaz‘aflık, yoksulluk, o toplumun hayat biçiminin sapıklığa, boş vermişliğe ve bozgunculuğa dönüşmüş olması sebebiyledir. Bu, her zaman ve mekânda siyasî, iktisadî, ictimaî ve askerî açıdan olabilir.
Toplumun değişimi iyi yönde oluşacak, hakktan yana değişim gösterecek olursa, Allah da iyilik-güzellik halk edecektir:
96Ve eğer o kentlerin halkı inansalardı ve Allah'ın koruması altına girselerdi, elbette üzerlerine gökten ve yerden olan bollukları açardık. Velâkin onlar yalanladılar. Biz de onları yapıp durmakta olduklarına karşılık yakalayıverdik. [A‘râf/96]
65Ve eğer Kitap Ehli iman etmiş ve Allah'ın koruması altına girmiş olsalardı, kesinlikle onların kötülüklerini örter ve kesinlikle nimeti bol olan cennetlere koyardık.
66Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrât'ı, İncîl'i ve kendilerine Rablerinden indirilen Kur’ân'ı ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından [her yönden] besleneceklerdi. Onlardan bir kısmı orta yol tutan; bazısına inanıp bazısına inanmayan, inanmadığı hâlde inanmış gözüken önderli bir toplumdur. Ve onlardan çoğunun yapmakta oldukları ne kötüdür! [Mâide/65-66]
103Ve onlar eğer inansalardı ve Allah'ın koruması altına girselerdi, kesinlikle Allah'tan bir ödül, daha iyi olacaktı. Keşke biliyor olsalardı! [Bakara/103]
17Ve Biz Nûh'tan sonraki nesillerden nicelerini değişime/ yıkıma uğrattık. Ve kullarının günahlarını hakkıyla haberdar olan ve en iyi gören olarak Rabbin yeter.
Bu ayetten, 16. ayette bildirilen sosyolojik yasanın işlediği ve Nuh peygamberden itibaren nice helâkin bu yasa çerçevesinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Ayette Allah’ın, kullarının suçlarını hakkıyla bildiğinin ve en iyi gördüğünün vurgulanması ise, O’nun kimseye zulmetmediğini, bu helâkleri herkesin kendi davranışları ile hak ettiğini göstermektedir. Yani, yoldan çıkmış önderler kendilerine uyan halkı da yoldan çıkarmakta, bu sapkınlıklarının bir sonucu olarak ülkelerinin gerilemesine, hatta yıkılmasına yol açmaktadır. Bu, bir toplumun bütün kesimleriyle beraber azaba maruz kalması demektir.
18Her kim çarçabuk geçen dünyayı isterse, istediğimiz kimseye, dilediğimiz şeyi çabuklaştırırız. Sonra onun için cehennemi hazırlarız, kınanmış ve kovulmuş olarak oraya girer. 19Kim de âhireti isterse ve mü’min olarak âhirete yaraşır bir çaba ile âhiret için çalışırsa, işte öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir. 20Hepsine; dünyayı isteyenlere ve âhireti isteyenlere Rabbinin ihsanından veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.
13. ayetin devamı ve açıklaması durumunda olan bu ayetlerde insanlar iki gruba ayrılmıştır. Birinci grubu teşkil eden peşincilere [dünyacılara], bu dünyada kendi istedikleri kadar değil, Allah’ın dilediği kadar verileceği; ancak sonunda hor ve hakir olarak cehenneme girecekleri ihtar edilmektedir. Ahireti isteyip de oraya yaraşır bir çaba gösteren ikinci gruba ise, bu çalışmalarının karşılığının verileceği müjdelenmektedir. Ancak Rabbimiz, bu dünyada yapılacak çalışmaların [amellerin] kabulünü "iman" şartına bağlamış ve bu şartın olmazsa olmazlığını "Kim ahreti isterse ve mümin olarak ona [ahirete] yaraşır bir çaba ile onun [ahiret] için çalışırsa, işte öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir" ifadesi ile vurgulamıştır.
İmansız amelin hiçbir işe yaramayacağı, Kur’an’da pek çok ayette açık ve net olarak ifade edilmiştir:
* Şüphesiz ki küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş ve bu durumda oldukları hâlde de ölen şu kişilerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın –onu fidye/kurtulmalık verseler bile– asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan da yoktur. [Âli Imran/91]
* İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na ulaşmayı bilerek reddetmiş/inanmamış kimselerdi de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitti. Artık kıyâmet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız/hiç bir değer vermeyiz. [Kehf/105]
* Birbirlerine gösterilmiş oldukları hâlde suçlu, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, eşini ve kardeşini, kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye/kurtulmalık versin sonra da kendini kurtarabilsin ister. [Mearic/11-14]
Ve Maide/5, 36,53, Zümer/47, 65, 66, Ahzab/19, Hadid/15, Enam/88, Hud/16, Bakara/217, Âl-i Imran/20-22, Araf/147, Tövbe/18, 69, Muhammed/8, 9, 25-28, Yunus/54, Ra’d/18, Kehf/105, Enbiya/47, Mü’minun/101-108.
21Onların bir kısmını bir kısmı üzerine nasıl fazlalıklı yaptığımıza bir bak! Elbette âhiret, dereceler bakımından daha büyüktür, fazlalık bakımından da daha büyüktür.
Ayette geçen "Onların bir kısmını bir kısmı üzerine" ifadesindeki "kısım" sözcüğü ile cennetliklerin ve cehennemliklerin kastedildiği kabul edilirse; bu iki kesim arasındaki fazlalıkların dünyaya ait mal-mülk, makam-mevki, yeme-içme konularında değil, cehennemliklerde bulunmayan onur, saygı, merhamet, şefkat, sevgi, sorumluluk, sosyal destek, iyi niyet, hakkı ve sabrı tavsiyeleşme gibi meziyetler konusunda olduğu söz konusu olur.
Eğer ayette geçen "kısım"ların, cennetlikler ile cehennemliklerin kendi içlerindeki bir ayırım olduğu kabul edilirse, ayetin birinci cümlesinin takdiri şu şekilde yapılabilir: "Bizim her iki gruba da dünyada iken mubah olan şeyleri nasıl verdiğimize bir bak! Nasıl bazısını bazısına fazlalıklı kılmış ve bir mubahı bir mümine verirken bir diğerine vermemişiz! Yine nasıl bir kâfire verirken bir diğerine vermemişiz!"
Bu farklı vermelerin sebebi Kur’an’da Rabbimiz tarafından şöyle açıklanmıştır:
32Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. [Zühruf/32]
164,165De ki: "Allah her şeyin Rabbi iken, ben Allah'tan başka Rabb mi arayayım?" Her kişinin kazandığı yalnız kendisine aittir. Yükünü taşıyan kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra sadece Rabbinizedir dönüşünüz. Böylece Allah, ayrılığa düştüğünüz şeyi size haber verecektir. Ve O, sizi yeryüzünde gidenlerin yerine getirilenler yapan, verdikleriyle sizi sınamak için, kiminizi kiminizin üzerine derecelerle yükseltendir. Şüphesiz Rabbin, kovuşturması çabuk olandır ve şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. [En’am/165]
71Ve Allah rızık konusunda kiminizi kiminize fazlalıklı kılmıştır. Kendilerine fazlalık verilenler, kendi rızıklarını; yiyip içeceklerini, servetlerini, sözleşmeler gereği himayelerinde bulundurdukları kimselere, hepsi rızıkta eşit olmak üzere vermezler. O hâlde bunlar Allah'ın nimetini bilerek örtbas mı ediyorlar? [Nahl/71]
Konumuz olan ayetin ikinci cümlesinde ahiretin dereceler ve fazlalıklar bakımından daha büyük olduğunun bildirilmesi, dünya nimetlerini elde etmek için gösterilen gayretten daha fazlasının ahiret nimetleri için gösterilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Çünkü ahiret yurdundaki nimetler, dünyadakilere göre çok daha mükemmeldir:
24Cennet ashâbı o gün kalacak yer açısından çok iyi, dinlenecek yer bakımından da daha güzeldir. [Furkan/24]
Diğer taraftan, ahiret yurdunun dereceler bakımından büyük olması, cennet ve cehennemdeki dereceler arası farklılıkların dünyadakine kıyasla daha büyük olduğunu göstermektedir. Yani, dünyadaki en üst derecenin nimetleri ile ahiretteki en üst derecenin nimetleri birbirine denk olmayacağı gibi, dünyadaki en alt derecenin rezilliği ile ahiretteki en alt derecenin rezilliği de birbirine denk değildir. Her iki kıyaslamaya göre de ahiretin nimet veya rezilliğinin dünyadakinden daha büyük olduğuna kuşku yoktur. Kişilerin, farkları büyük olan bu uhrevî derecelerden hangisine girecekleri ise onların dünyada iken ortaya koydukları amellere bağlıdır. Dünyada farklı ameller ortaya koyan insanlar ahirette de farklı dereceler elde edecekler, ya cehennemin değişik tabakalarında zincirler, bukağılar, ateş ve daha nice azap dereceleriyle karşılaşacaklar, ya da cennette değişik nimetlerin bulunduğu sefa derecelerine nail olacaklardır.
22Allah ile birlikte başka bir ilâh edinme/ tanıma! Yoksa kınanmış ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın.
19. ayette amellerin işe yaraması kişinin imanlı olması şartına bağlandıktan sonra, bu ayette imanın izahına başlanmış ve imanın olmazsa olmazı olan "tevhit"e, şirkten arınmaya dikkat çekilmiştir. Zira şirk, kişinin amellerinin yok sayılmasına yol açan küfrün yegâne affedilmeyecek türüdür.
Bu pasajdaki hitap 18. ayette geçen "من men [her kim]"e yönelik iken, bu ayette İltifat sanatı yapılarak söz doğrudan muhataba yöneltilmiştir. Ayetin ilk muhatabı ise peygamberimizdir. Böyle olunca, Kur’an’ın genel üslûbu ve ilkeleri gereği, muhatap tüm zamanların insanları olmaktadır. Dolayısıyla ayeti şöyle takdir etmek mümkünüdür: "Ey insanlar! Allah ile birlikte başka bir ilâh kılmayın [edinmeyin, tanımayın]! Yoksa kınanmış ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsınız."*
*İşte Kuran, İsra Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz