51Yunus Suresi 37-54
Hatalı Çevrilen Ayetler
51Yunus Suresi 37-54
Hatalı Çeviri:
37. Bu Kur’an Allah’tan başkası tarafından uydurulmuş bir şey değildir. Ancak kendinden öncekini doğrulayan ve o Kitab’ı açıklayandır. Onda şüphe yoktur, o âlemlerin Rabbindendir.
38. Yoksa, Onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler doğru iseniz Allah’tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir sûre getirin.
39. Bilakis, onlar hakkıyla bilmedikleri ve bildirdikleri kendilerine (vakıa olarak) gelmemiş Kur’an’ı yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Şimdi bak, zalimlerin sonu nasıl oldu!
40. İçlerinden öylesi var ki ona (Kur’an’a) inanır, yine onlardan öylesi de var ki ona inanmaz. Rabbin bozguncuları en iyi bilendir.
41. (Resûlüm!) onlar seni yalanlarlarsa de ki: Benim işim bana, sizin işiniz de size aittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım.
42. Onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat sağırlara -üstelik akılları da ermiyorsa- sen mi duyuracaksın?
43. Onlardan sana bakan da vardır. Fakat -hele (gerçeği) göremiyorlarsa- körleri sen mi doğru yola ileteceksin?
44. Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.
45. Allah’ın onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder vaziyette yeniden diriltip toplayacağı gün aralarında birbirleriyle tanışırlar. Allah’ın huzuruna varmayı yalanlayanlar elbette zarara uğramışlardır. Zira onlar doğru yola gitmemişlerdi.
46. Eğer onları tehdit ettiğimiz (azabın) bir kısmını sana (dünyada iken) gösterirsek (ne âlâ); yok eğer (göstermeden) seni vefat ettirirsek nihayet onların dönüşü de bizedir. (O zaman onlara ne olacağını göreceksin). Sonra, Allah onların yapmakta olduklarına da şahittir.
47. Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez.
48. Doğru iseniz bu vaad (azap) ne zamandır? diyorlar.
49. De ki: «Ben kendime bile Allah’ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahibim.» Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler.
50. De ki: (Ey müşrikler!) Ne dersiniz? Allah’ın azabı size geceleyin veya gündüzün gelirse (ne yaparsınız?). Suçlular ondan hangisini istemekte acele ediyorlar!
51. Olacaklar olduktan sonra mı O’na iman edeceksiniz? Şimdi mi? Halbuki onu (azabın gelmesini) istemekte acele ediyordunuz?
52. Sonra o (kendilerine) zulmedenlere, «Ebedî azabı tadın!» denilecek. Kazanmakta olduğunuzdan başkasının karşılığını mı bulacaksınız?
53. «O (azap) bir gerçek midir?» diye senden haber istiyorlar. De ki: Evet, Rabbime andolsun ki o şüphesiz gerçektir ve siz âciz bırakacak değilsiniz.
54. (O zaman) zulmeden herkes yeryüzündeki bütün servete sahip olsa (azaptan kurtulmak için) elbette onu feda eder. Ve azabı gördükleri zaman için için yanarlar. Aralarında adaletle hükmolunur ve onlara zulmedilmez.
Doğru Çeviri:
37Ve bu Kur’ân, Allah'ın astları tarafından uydurulan değildir. Lâkin sadece içinde konu edilenlerin doğrulanması ve Tevrât'ın ayrıntılı olarak açıklanmasıdır. Onda şüphe edilecek hiçbir şey yoktur. Âlemlerin Rabbindendir.
38Yahut “Onu kendisi uydurdu” diyorlar. De ki: “Öyleyse siz benzeri bir sûre meydana getirin, Allah'ın astlarından çağırabileceklerinizi de çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz.”
39Tam tersine, onlar bilgisini kavrayamadıkları ve ilk olarak ortaya çıkması kendilerine henüz gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar. Bunlardan önceki kişiler, böyle yalanlamışlardı. İşte bak şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların âkıbeti nasıl olmuştur.
40Onlardan Kur’ân'a inanacaklar da var, inanmayacaklar da var. Ve senin Rabbin kargaşa çıkaranları en iyi bilendir.
41Ve eğer seni yalanladılarsa hemen de ki: “Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir. Benim yaptıklarımdan siz uzaksınız, ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.”
42Ve onlardan sana kulak veren kimseler vardır. Onlar aklını çalıştırmazlarken sağırlara, sen mi dinleteceksin?
43Onlardan sana bakanlar da var. Fakat sen, körlere, onlar görmeyenler olsalar da sen mi kılavuz olacaksın?
44Şüphesiz ki Allah, insanlara hiçbir şekil ve yolla haksızlık etmez. Velâkin insanlar kendi kendilerine yanlışlar; kendi zararlarına işler yaparak haksızlık ediyorlar.
45Ve insanlar, Allah'ın, onları toplayacağı günde, sanki onlar sadece gündüzden bir saat kalmışlar gibi, aralarında tanışırlar. Allah'a kavuşmayı yalanlayan kişiler, kılavuzlanan doğru yoldan gidenler olmadıklarından kesinlikle ziyana uğramışlardır.
46Ve Biz onlara vaat ettiğimizin bir kısmını sana göstersek de yahut seni vefat ettirsek; geçmişte yaptıklarını, yapman gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırsak da, sonunda onların dönüşü yalnızca Bize olacak. Sonra Allah onların ne yapacaklarına şâhittir.
47Ve her önderli toplum için elçi olacaktır. O elçileri geldiğinde de aralarında hakkaniyet gerçekleştirilmiştir. Ve onlar, haksızlığa uğratılmazlar.
48Ve onlar; “Eğer doğrular iseniz bu vaat ne zamandır?” diyorlar.
49De ki: “Ben, Allah'ın dilediğinin dışında kendim için bir zarar ve bir yarara güç yetiremem.” Her önderli toplum için bir süre sonu vardır. Onların sürelerinin sonu gelince artık ne bir an erteleyebilirler, ne öne alabilirler.
50De ki: “Hiç düşündünüz mü? O'nun azabı size geceleyin uykuda veya gündüzün gelecek olsa!” Suçlular bundan neyi acele isterler?
51Bu azap meydana geldikten sonra mı ona iman edeceksiniz, yoksa şimdi mi? Hâlbuki siz onu acele olsun istiyordunuz.
52Sonra o şirk koşarak, inkâr ederek yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara, “Tadın şu sonsuzluğun azabını!” denilecek. –Kazanmış olduğunuz şeylerden başkası ile mi cezalandırılacaksınız?”–
53Ve “O azap gerçek mi?” diye senden haber almak istiyorlar. De ki: “Evet. Rabbime andolsun ki o, kesinlikle bir gerçektir. Ve siz, âciz bırakanlar değilsiniz.”
54Ve eğer ki, şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapmış olan herkes yeryüzünde ne varsa kendisinin olsa onu feda ederdi; kurtulmalık verirdi. Ve onlar, azabı görünce pişmanlık duyardı. Ve aralarında hakkaniyet kesinlikle gerçekleşecektir. Ve onlar, haksızlığa uğramazlar.
37Ve bu Kur’ân, Allah'ın astları tarafından uydurulan değildir. Lâkin sadece içinde konu edilenlerin doğrulanması ve Tevrât'ın ayrıntılı olarak açıklanmasıdır. Onda şüphe edilecek hiçbir şey yoktur. Âlemlerin Rabbindendir.
38Yahut “Onu kendisi uydurdu” diyorlar. De ki: “Öyleyse siz benzeri bir sûre meydana getirin, Allah'ın astlarından çağırabileceklerinizi de çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz.”
39Tam tersine, onlar bilgisini kavrayamadıkları ve ilk olarak ortaya çıkması kendilerine henüz gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar. Bunlardan önceki kişiler, böyle yalanlamışlardı. İşte bak şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların âkıbeti nasıl olmuştur.
Bu ayetlerde İsra/88’deki konu ele alınarak zanna uyan müşriklerin Kur’an’a bakışları üzerinde durulmuş ve onlara gerekli cevaplar verilmiştir.
"Onu kendisi uydurdu" diyen inançsızlar, "Öyleyse siz benzeri bir sure meydana getirin!" şeklinde Rabbimizin açık bir meydan okumasına muhatap olmuşlardır. Rabbimizin bu meydan okuması başka ayetlerde (İsra/88, Hud/13, Tur/33, 34, Bakara/23) de devam etmiştir.
Bu ayetlerde görüldüğü gibi, Rabbimizin meydan okuması Kur’an’ın tümüyle bir benzerinin getirilmesi teklifiyle sınırlı kalmamış, bu teklif Kur’an’ın on suresinin, bir suresinin, hatta tek bir sözünün benzerinin getirilmesine kadar indirilmiştir. Rabbimiz ayrıca Kur’an’ın bir benzerinin şahıslar tarafından getirilememesi halinde aynı işi herkesin birleşip yardımlaşarak yapmayı denemelerini teklif etmekte, ancak ne yapılırsa yapılsın, bunun asla becerilemeyeceğini bildirmektedir.
Aslında Rabbimiz, bu meydan okuma ile insanları Kur’an üzerinde çalışmaya ve düşünmeye sevk etmektedir. Çünkü bilmektedir ki, insanlar, yapacakları ciddî çalışmalar neticesinde, en azından şu sonuçlara ulaşacaklardır:
*Kur’an, fesahat, belağat ve icaz bakımından eşsiz bir kitap, edebî bir şaheserdir. Oysa Allah elçisi Muhammed (as)’in ne edebî bir geçmişi, ne de yaptığı herhangi bir öğrenimi vardır. Dolayısıyla böyle bir kitabı kendisi yazmış olamaz.
*Kur’an, kendinden evvelki kitapları ve elçileri tasdik etmektedir. Oysa onu elçinin kendisi yazmış olsaydı, mutlaka hevasına uyar, geçmiş kitap ve elçileri tasdik etmek yerine kendisini ön plâna çıkararak her şeyi kendisine mal etmek isterdi.
*Kur’an, içerisinde fiziğe, kimyaya, biyolojiye, astronomiye, kozmolojiye, eğitime, psikolojiye, sosyolojiye ait nice bilgiler bulunması sebebiyle, içeriği ve öğretisi bakımından da eşsiz bir kitaptır. Oysa peygamberimiz, Mekke’de yetişmiş, hayatının her dönemi herkesçe bilinen, çevresinde herhangi bir okul veya öğretici bulunmayan bir kimsedir. Dolayısıyla Kur’an’daki bilgileri bilmesi bir yana, o konuları düşünmesi bile mümkün değildir.
*Kur’an gerçeklere dayanan birçok tarihî olay içermektedir. Allah elçisi Muhammed (as) ise böyle konulardan haberi olmayan bir kişidir. Bu olayları bilmesi de, yanlışsız olarak uydurması da imkânsızdır.
*Kur’an, geçmişe ait olduğu kadar geleceğe [gaybe] ait bilgiler de vermektedir. Bu bilgilerin doğrulukları zaman içinde bir bir ortaya çıkmıştır. Sıradan bir insanın mutlaka doğru çıkan bu tür haberler verebilmesi mümkün değildir. Allah’ın elçisi olduğunu söyleyen ve herkesin kendisine inanmasını bekleyen birinin kendine ait bir takım tahminleri geleceğe ait bilgilermiş gibi söylemesi ve güvenilirliğini riske etmesi düşünülemez. O hâlde bu bilgilerin onun kendi tahminleri olması söz konusu değildir.
*Kur’an, yapısal yönü ile de birçok mucize içermektedir. Öyle ki, geniş hacmine rağmen metninde hiçbir açıdan çelişki, tutarsızlık bulunmamaktadır. Böyle bir kitabın, kapasitesi bu işe yetmeyeceği herkesçe bilinen bir kimse tarafından yazılamayacağı ise ortadadır.
82Onlar hâlâ, Kur’ân'ı gereği gibi düşünmezler mi? Eğer ki o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, kesinlikle onun içinde birçok karışıklıklar bulurlardı. [Nisa/82]
Kur’an üzerinde çalışıp düşünen her insanın tespit edebileceği bu hususlar, Kur’an’ın peygamberimizin eseri olmadığını göstermektedir. 37. ayetteki "Onda şüphe edilecek hiçbir şey yoktur. Âlemlerin Rabbi tarafındandır" ifadesi de buna işaret ederek Kur’an’ın Allah katından vahiy ile indirilmiş bir kitap olduğunu bildirmektedir.
Rabbimizin bu meydan okuyuşu bugün hâlâ geçerli olduğu gibi, kıyamete kadar da geçerli olacaktır. Mucizelerin en büyüğü olan Kur’an’ın içerdiği mucizeler kıyamete kadar tükenmeyecek, insanlar o güne kadar onda birçok yeni mucizelerle karşılaşmaya devam edecektir. Kur’an’da karşılaşılacak her yeni mucize ise onun Allah’tan olduğunu bir kez daha ortaya çıkaracaktır.
Kur’an’ın sadece indiği çağa değil, kıyamete kadar tüm insanlara hitap edecek bir kitap olduğu asla akıllardan çıkarılmamalıdır. Bu hususu göz ardı eden ya da Kur’an’ın bu kadar çok mucize içerebileceğine akıl erdiremeyen bazı cahiller, kendilerinin anlayamadıkları bu tür ayetleri eleştirip itiraz etmişlerdir. 39. ayetteki "Bilakis, onlar bilgisini kavrayamadıkları ve tevili kendilerine henüz gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar" ifadesi, tam da böyle bir duruma işaret etmektedir. Cahillerin kavrayamadıkları ayetlere yaptıkları itirazların bir örneği de aşağıdaki ayetler hakkında olmuştur:
62İkram olarak bu mu daha hayırlı yahut zakkum ağacı mı?
63Şüphesiz Biz onu şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için bir sınav aracı yaptık. 64,65Şüphesiz o zakkum ağacı, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları boynuzlu yılanların başları gibidir.
66İşte, kesinlikle onlar, ondan yiyecekler de karınlarını bundan dolduracaklardır. 67Sonra şüphesiz onlar için, bunun üzerine kaynar su karışımı bir içecek vardır. 68Sonra da şüphesiz dönecekleri yer, kesinlikle cehennemdir. [Saffat/62-66]
43-46Şüphesiz zakkum ağacı, aşırı günahkârların yiyeceğidir. O, erimiş maden gibidir, kızgın bir sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar. [Duhan/43-46]
24Sonra, eğer bunu yapmadıysanız ve asla yapamayacaksınız; öyleyse kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korunun. [Bakara/24]
Yukarıdaki ayetler ile ilgili olarak o günün müşriklerinden Ebu Cehil şu eleştiriyi yapmıştır: "Arkadaşınız [Muhammed], ‘Onun yakıtı taşlar ve insanlardır’ diyerek cehennem ateşinin taşları bile yaktığını iddia ediyor, sonra kalkıp o cehennemin içinde bir ağacın yeşerdiğini söylüyor. Halbuki ateş, ağacı yer, yakar, bitirir. Öyle ise o cehennemde nasıl o ağaç yeşerebilir?"
Müteşabih ayetlerden henüz tevili yapılmamış olanlar hakkında Ebu Cehil gibi ortalığı bulandırmak isteyenlerin olabileceğini haber veren Rabbimiz, bu ayetlerin tevilinin kimler tarafından yapılması gerektiğini de Âl-i Imran suresinde bildirmiştir:
7-9Allah, sana bu kitabı indirendir. Bu kitaptan bir kısmı yasa içeren âyetlerdir ki bunlar, kitabın anasıdır. Diğerleri de benzeşen anlamlılardır. Amma, durum bu iken, kalplerinde kaypaklık/tutarsızlık olan kimseler,
insanları dinden çıkarmak,
ortak koşmaya sürüklemek
ve onun anlamlarından en uygununun tesbitine yeltenmek için hemen ondan benzeşen anlamlı olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun anlamlarından en uygun olanının tesbitini ancak Allah ve –"Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır. Rabbimiz! Bize kılavuzluk ettikten sonra kalplerimizi çevirme! Bize Kendi nezdinden rahmet lütfet! Şüphesiz Sen, bol bol lütfedenin ta kendisisin. Rabbimiz! Şüphesiz Sen, insanları, kendisinde hiçbir şüphe olmayan gün için toplayansın. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez" diyen– o bilgide uzman olanlar bilirler. Ve sadece kavrama yetenekleri olanlar öğüt alırlar. [Âl-i Imran/7-9]
TEVİLİ GELMEMİŞ; HENÜZ GERÇEKLEŞMEMİŞE ÖRNEK:
BAKARA; 259
259Bir kısım küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmişolan o kişilerin hâli de, evlerinin çatıları çökmüş bir kente uğrayan kimse gibidir: O kimse, "Bunu, bu ölümünden sonra Allah nasıl diriltecek?!" diyerek inançsızlığını ortaya koydu. Bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü, sonra diriltti. Allah, "Ne kadar kaldın?" dedi. O, "Bir gün yahut bir günün bir kısmı kaldım" dedi. Allah, "Tam tersi, sen yüz sene kaldın, öyle iken bak yiyeceğine-içeceğine henüz bozulmamış, eşeğine de bak. –Biz, bunu, sen bilesin ve seni insanlar için bir âyet kılalım diye yaptık-O kemiklere de bak, onları nasıl yüksekleştiriyoruz. Sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?" dedi. Böylece ona açıkça belli olunca, "Şüphesiz Allah'ın her şeye güç yetiren olduğunu daha iyi biliyorum" dedi.
40Onlardan Kur’ân'a inanacaklar da var, inanmayacaklar da var. Ve senin Rabbin kargaşa çıkaranları en iyi bilendir.
41Ve eğer seni yalanladılarsa hemen de ki: “Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir. Benim yaptıklarımdan siz uzaksınız, ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.”
42Ve onlardan sana kulak veren kimseler vardır. Onlar aklını çalıştırmazlarken sağırlara, sen mi dinleteceksin?
43Onlardan sana bakanlar da var. Fakat sen, körlere, onlar görmeyenler olsalar da sen mi kılavuz olacaksın?
Bu ayet grubunda peygamberimize kendi çevresindeki insanların davranışları konusunda bilgi verilmekte ve inançsızların ortaya koydukları tepkilerden dolayı kendisini suçlamaması öğütlenmektedir.
İnançsızlar burada " المفسدينmüfsidler [bozguncular]" olarak isimlendirilmiştir. Çünkü inkârları herhangi bir anlamlı sebebe değil, önyargıya ve nefsaniyete dayanmaktadır.
57Ve onlar; "Biz seninle beraber doğru yol kılavuzuna uyarsak, yurdumuzdan atılırız" dediler. Biz onları, Kendi katımızdan bir rızık olarak, her şeyin semerelerinin toplanıp kendisine getirildiği, güvenli, dokunulmaz bir yere/Mekke'ye yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler. [Kasas/57]
31Yine onlar: "Bu Kur’ân, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" dediler. [Zühruf/31]
73Az kalsın onlar seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan başkasını Bize dayandırarak söyleyesin diye sana yanlış yaptırıp seni ateşte yakacaklardı. İşte o takdirde seni halil/iz bırakan bir önder edinirlerdi. [İsra/73]
Kalplerinin [bilinçlerinin] sesini bastıran bu düzenbaz bozguncular, inkâr edişlerinin sebebi olarak Kur'an’ın Allah'ın Kitabı olduğuna ikna edilememelerini gösterirler ve bu hâlleriyle zihinlerde sorular uyandırıp başkalarının da inanmasına engel olmaya çalışırlar. Ne var ki, mazeretlerinde samimî olmadıkları Allah’a gizli değildir. Samimiyetsiz ve kötü niyetli olmalarından dolayı da Rabbimiz tarafından "müfsid"ler olarak anılmaktadırlar.
Esbab-ı nüzul nakilleri bu kimselerden bazılarının içtenlikle Kur'an'ın Allah kelâmı olduğunu kabul ettiklerini, ancak inat ya da kınanma korkusu gibi nedenlerle Kur’an’ı yalanlamaya yöneldiklerini kaydetmektedir:
"Velid b. Muğire, Peygamber Kur'an okurken onu dinler ve şöyle der: ‘Ben biraz önce Muhammed’den bir söz işittim ki, o ne insan ne de cin sözüne benziyor. Allah'a ant olsun, onun sözlerinde bambaşka bir tatlılık ve zarafet var. Sözlerinin başlangıcı sağlam bir hurma ağacına, sonları da o ağacın meyvelerine benziyor. O, yücedir, kimse alt edemez.’
Velid, Kureyş’in ileri gelenlerinden biri idi. Ebu Cehil, Velid'in bu sözünü öğrenince onu azarlamak için doğruca ona gitti. Çünkü Ebu Cehil Peygamber'e kin kusuyordu."
Bir başka nakil:
"Velid, Ebu Bekir'e gelerek ondan Kur'an okumasını istedi. Bunun üzerine Ebu Bekir ona Kur'an'dan biraz okudu. Sonra Kureyş'in ileri gelenlerinin yanına döndü ve ‘İbn Ebi Kebşe'nin [Peygamber'in] dediği ne kadar harika! And olsun ki, o ne şiir, ne sihir, ne de delilik hezeyanıdır. Şüphesiz O Allah'ın kelamıdır’ dedi. Bunun üzerine Kureyş uluları onun iman edip başkasına zarar vereceğinden korktular. Ebu Cehil onun yanına geldi, ayıpladı, kınadı. Dönünceye dek onu fitledi." [İbn-i Kesir; Müddessir Suresi açıklamaları]
41. ayette din seçme hürriyetinin temel ilkesi dile getirilmiştir.
Bu konu ilk önce Kâfirun suresinde ortaya konulmuştu:
1De ki: "Ey kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini kabul etmeyen kişiler! 2Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ben sizin yaptığınız kulluğu yapmam. 3Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/siz de benim yaptığım kulluğu yapmazsınız. 4Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ben asla sizin yapmış olduğunuz kulluğu yapıcı değilim. 5Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/siz de benim yapmakta olduğum kulluğu yapıcı değilsiniz. 6Sizin dininiz/inanç ve yaşam ilkeleriniz sadece sizin için, benim dinim/inanç ve yaşam ilkelerim de sadece benim içindir." [Kâfirun/1-6]
18,19Şüphesiz Allah, sizden o engelleyenleri, savsaklayanları ve sizi kıskanarak, kardeşlerine: "Bize gelin!" diyenleri biliyor. Ve onlar, sıkıntıya ancak, pek az geliyorlar. Derken o korku gelince, sen onları, ölümden baygınlık sarmış kimse gibi gözleri dönerek sana bakıyorlarken gördün. Sonra o korku gidince, iyiliğe kıskançlık ederek size keskin keskin diller sıyırdılar. İşte bunlar iman etmediler de Allah amellerini boşa çıkardı. Ve bu, Allah üzerine çok kolaydır. [Ahzab/18,19]
42. ve 43. ayetlerde ise inkarcılar duyarsızlıkları sebebiyle "kulak veren ama duymayan", "bakan ama görmeyen" kimseler olarak nitelenmektedirler. Bu niteleme, inkarcıların veciz bir ifadeyle kınanması demektir.
4,5İbrâhîm'de ve o'nunla beraber bulunanlarda –İbrâhîm'in babası için, "Senin içinkesinlikle bağışlanma dileyeceğim. Ve Allah'tan olan hiçbir şeye gücüm yetmez" demesi hariç– kesinlikle sizin için güzel bir örnek vardır. Hani İbrâhîm ve İbrâhîm ile beraber olanlar, toplumlarına, "Biz, sizden ve sizin Allah'ın astlarından taptıklarınızdan uzağız. Biz, sizi silip attık. Ve siz, bir tek olarak Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sonsuza dek bir düşmanlık ve buğz belirmiştir. Rabbimiz! Yalnız Sana dayandık, Sana yöneldik. Ve dönüş ancak Sanadır. Rabbimiz! Bizi, kâfirler; Senin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için bir ateşe atılma/imtihan aracı yapma! Bizi bağışla! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, en iyi yasa yapanın, en sağlam yapanın ta kendisisin!" demişlerdi. [Mümtehıne/4, 5]
41,42Seni gördükleri zaman da, "Bu mu Allah'ın elçi olarak gönderdiği? Şâyet tanrılarımıza inanmakta direnmeseydik, gerçekten de bizi neredeyse tanrılarımızdan saptıracaktı" diye seni alaya almaktan başka bir şey yapmıyorlar. Ve onlar, yakında azabı gördükleri zaman, kimin yolca daha sapık olduğunu bilecekler! [Furkan/41-42]
198Siz onları doğru yola çağırsanız da duymazlar. Ve onları sana bakar görürsün, hâlbuki onlar görmezler." [A’raf/198]
46Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri kalpleri ve işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur. [Hacc/46]
44Şüphesiz ki Allah, insanlara hiçbir şekil ve yolla haksızlık etmez. Velâkin insanlar kendi kendilerine yanlışlar; kendi zararlarına işler yaparak haksızlık ediyorlar.
Herkes için bir uyarı mesajı içeren bu ayette Allah’ın kimseye zulmetmediği bildirilmektedir. Bu, cehennemde azap çekecek olanların o duruma bizzat kendi tercihlerinin bir sonucu olarak düşecekleri anlamına gelmektedir. İlk bakışta hiç kimsenin bile bile kendi kötülüğünü istemeyeceği gerekçesiyle akla aykırı gibi görünen bu çıkarsama, aslında tam olarak doğrudur. Zira Allah insanlara işitecek kulaklar, görecek gözler, hissedip akledecek kalpler vermiş ve ayrıca hakk ile batılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırmayı sağlayan kılavuzu [Kur’an’ı], onu tebliğ ve tebyin edecek elçiyle birlikte göndermiştir. Eğer insan, önüne serilmiş bütün bu donanıma itibar etmiyor ve sonucu baştan belli olan yola sapıyorsa, bu onun kendi iradesi ile yaptığı bir tercih demektir.
Dünya hayatında iken geçici çıkarlar uğruna ebedî hayatlarını mahveden bu kimseler, ahirette ise sadece pişmanlık duyacaklardır:
* Onlar derler ki: "Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik." Ve onlar derler ki: "Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashâbı içinde olmazdık." [Mülk/9,10]
Sonuç olarak; ahiret hayatında herkes yaptığını çekecek, ektiğini biçecek, ettiğini bulacaktır.
45Ve insanlar, Allah'ın, onları toplayacağı günde, sanki onlar sadece gündüzden bir saat kalmışlar gibi, aralarında tanışırlar. Allah'a kavuşmayı yalanlayan kişiler, kılavuzlanan doğru yoldan gidenler olmadıklarından kesinlikle ziyana uğramışlardır.
Bu ayette, cehenneme gitmeyi hak etmiş olanların yaşayacakları -mahşer gününe ait- bir tablo canlandırılmaktadır. Haşr alanındaki toplanma sürecinden bir enstantanenin tasvir edildiği bu tablodan anlaşıldığına göre, kendilerine zulmeden insanlar, dünyada ne kadar uzun yaşamış olurlarsa olsunlar, yaşadıkları süreyi az göreceklerdir. O gün bazılarına "sadece gündüzden bir saat", bazılarına "bir akşam veya kuşluğu" kadar, bazılarına da çok kısa olduğu anlamında "bir gün" kadar gelecektir. Dünyada kalış sürelerinin böylesine kısa algılanacağı hususu ayetlerde şöyle anlatılmıştır:
46Sonra onlar onu görecekleri gün, dünyada bir akşam veya kuşluğundan başka durmamış gibidirler.(Naziat/46)
99Biz, sana geçmiş olan şeylerin önemli haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki, sana katımızdan bir Öğüt/hatırlatma [Kur’ân] verdik. 100-102Kim Bizim verdiğimiz Öğüt'ten [Kitap'tan/Kur’ân'dan] yüz çevirirse, şüphesiz o, kıyâmet günü; Sûr'a üflendiği gün, sürekli içinde kalacakları bir yük yüklenecektir. Ve kıyâmet günü onlar için bu ne fena bir yüktür! Biz suçluları o gün, gözleri gövermiş olarak toplayacağız. 103Aralarında fısıldaşacaklar: "Siz dünyada sadece ‘on gün’ kaldınız." –104Biz aralarında ne konuşacaklarını daha iyi biliriz.– Yolca en üstün olan "Siz ancak bir gün kaldınız" diyecektir. [Ta Ha/99-104]
55Ve kıyâmetin kopacağı gün günahkarlar bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı.
56Kendilerine bilgi ve iman verilen kimseler de diyecekler ki: "Andolsun ki Allah'ın yazısında, dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, ölümden sonra dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz."
57Artık o gün şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara mazeretleri yarar sağlamaz. Onlar, bağışlanmazlar da. [Rum/55- 57]
112Allah: "Yeryüzünde yıl sayısı olarak kaç yıl kaldınız?" dedi.
113Onlar: "Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. Haydi, sayanlara sor" dediler.
114Allah: "Siz sadece pek az bir süre kaldınız; keşke siz bilmiş olsaydınız!" dedi. [Müminun/112-114]
Konumuz olan ayetteki "aralarında tanışırlar" ifadesinden, bu kişilerin kabirlerinden çıktıktan sonra birbirlerini -dünyadaki gibi- hemen tanıyacakları anlaşılmaktadır. Ancak bu tanışma, dünyadaki dostluk veya akrabalık ilişkilerinde olduğu gibi insana yarar sağlayacak şekilde değil, birbirlerini azarlamak ve rezil etmek şeklinde bir sonuç verecektir. Bu husus başka ayetlerde (Müminun/101, Mearic/10-15, A’raf/38, Ahzab/67, 68, Sebe'/31-33, Abese/33-37 ) de bildirilmektedir:
Ayetin sonunda yer alan "Allah'a kavuşmayı yalanlayan kişiler, doğru yoldan gidenler olmadıklarından kesinlikle ziyana uğramışlardır" ifadesi, "Onlar, geçiciye aldanıp ebediyi tercih etmediler; malın sahtesini aldıkları için bu ticâretten kâr sağlamadılar, böylece tüm emekleri boşa gitti" anlamına gelmektedir.
46Ve Biz onlara vaat ettiğimizin bir kısmını sana göstersek de yahut seni vefat ettirsek; geçmişte yaptıklarını, yapman gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırsak da, sonunda onların dönüşü yalnızca Bize olacak. Sonra Allah onların ne yapacaklarına şâhittir.
Ayette peygamberimize hitap edilerek tüm topluma bir uyarı yapılmaktadır. Ayetin mesajını şu şekilde takdir etmek mümkündür: "Onlara yapacağımızın bir kısmını sana sağlığında göstersek de, yahut bunu göstermeden senin canını alsak da değişen bir şey olmayacak. Biz onlara yapacağımızı yapacağız. Onların Bize döndürülmelerinden ve toplanılmalarından kaçıp kurtulmaları söz konusu değildir. Biz onların her yaptıklarına tanığız ve onları bir bir yazmaktayız."
Bu ayetin mesajı, Ra’d suresinde de verilmiştir:
* Ve onlara vaat ettiğimizin bir bölümünü sana göstersek yahut sana geçmişte yaptıklarını ve yapman gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırsak, şüphesiz yine de sana düşen sadece tebliğ etmektir. Bize düşen de hesap görmektir. [Ra’d/40]
Gerçekten de onlara vaat edilenlerin bir çoğu, gerek peygamberimiz hayatta iken gerekse onun vefatından sonra, kısım kısım gerçekleşmiştir. Meselâ peygamberimiz hayatta iken gerçekleşen Bedir hezimetinin benzerleri, onun vefatından sonra da binlerce kez tekrarlanmıştır. Ancak şurası muhakkaktır ki, insanların ahirette başlarına gelecekler, bu dünyadakinden daha çoktur.
47Ve her önderli toplum için elçi olacaktır. O elçileri geldiğinde de aralarında hakkaniyet gerçekleştirilmiştir. Ve onlar, haksızlığa uğratılmazlar.
Peygamberlerin kendi ümmetlerine "gelme"lerinin bu dünyada mı yoksa ahirette mi söz konusu edildiği hususuna göre ayetten iki farklı anlam çıkarılabilir. Biz, her iki anlamın da doğru olduğu kanaatindeyiz. Şöyle ki:
Birinci anlam: Peygamberler toplumlarına dünyada iken gelirler ve Allah’ın mesajlarını onlara iletirler.
Bu anlama uygun olarak; bu dünyada her topluma elçiler gönderilmiş, elçi ile gönderilen mesaj muhataplara ulaştığında insanların da bilmemek gibi bir mazeretleri kalmamıştır. Her toplum kendilerine gönderilen mesajdan sorumludur. Mesajı kabul edip hayatlarını buna göre düzenleyenler Allah’ın rahmetine mazhar olacaklar, inkâr edenler ise ahirette veya hem bu dünyada hem de ahirette azaba uğrayacaklardır. Gerek mükâfat gerekse ceza olan karşılıklarda tam bir adaletle hüküm verilecektir. Bu dünyada kendilerine elçi gönderilmemiş olanlar ise, Kur’an’da birçok ayette bildirildiği gibi, cezalandırılmayacaklardır. Ayetten bu anlamın çıkarılmasını destekleyen başka ayetler de vardır:
24Şüphesiz Biz, seni hak ile bir müjdeci, bir uyarıcı olarak gönderdik/elçi yaptık. Her ümmetin de içinde bir uyarıcı kesinlikle gelip geçmiştir. 25Ve onlar seni yalanlıyorlarsa, hiç şüphesiz onlardan önceki kişiler de yalanlamışlardı; elçiler onlara apaçık delillerle, sahifelerle ve aydınlatıcı kitaplarla gelmişlerdi. 26Sonra Ben, kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kişileri tutup yakaladım. Şimdi Beni tanımamak/tanıtmamaya yeltenmek nasıl oldu? [Fatır/24]
15Kim, kılavuzlanan doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için kılavuzlanan doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz, bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. [İsra/15]
133,134Ve inkâr edenler: "Elçiliğini iddia eden bu kişi, Rabbinden bize bir alâmet/gösterge getirse ya!" dediler. Onlara ilk sahifelerde olan apaçık deliller gelmedi mi? Ve eğer Biz, onları bundan önce bir azap ile değişime/yıkıma uğratsaydık, kesinlikle "Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce Senin âyetlerine uysaydık!" diyeceklerdi. [Ta Ha/133, 134]
İkinci anlam: Her peygamber ahirette kendi ümmetinin başına gelir ve yargılanma esnasında toplumuna tanıklık eder.
Toplumlar, başlarında kendilerine gönderilmiş olan elçileri olduğu hâlde ahirette hesaba çekilecekler, elçiler de bu sorgulamada tanık olarak dinleneceklerdir.
Konumuz olan 47. ayetten bu anlamın çıkarılmasına uygun olan ayetler de vardır:
41Her ümmetten bir tanık getirdiğimiz ve seni de işte onların üzerine bir tanık olarak getirdiğimiz zaman bak nasıl?
42İnkâr eden ve Elçi'ye isyan eden kimseler, o gün toprağa karışıp gitmeyi isterler. Allah'tan hiçbir sözü gizleyemezler de. [Nisa/41, 42]
68Ve sûra üflenmiştir de Allah'ın dilediği hariç, göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılıvermiştir. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir de onlar kalkmışlar karşıda bakıp duruyorlar.
69Ve yeryüzü Rabbinin nûruyla aydınlanmış, kitap konulmuş, peygamberler ve tanıklar getirilmiş ve aralarında hak ile karar verilmiştir. Ve onlara haksızlık edilmez. [Zümer/68, 69]
11-13tanıklık edecek elçiler, tanıklık için bekletildikleri "Ayırt etme günü" tanıklık vakti belirlendiği zaman, –"14Ayırt etme günü"nün ne olduğunu sana ne bildirdi!–(Mürselat/11-13)
143Ve işte böyle Biz, siz, insanlar üzerine şâhitler olasınız, Elçi de sizin üzerinize şâhit olsun diye sizi hayırlı bir önderli toplum yaptık. Üzerinde olduğun bu hedefi/stratejiyi belirlememiz de yalnızca, Elçi’ye uyan kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım/bildirelim diyedir. Tesbit ettiğimiz bu hedef/strateji, elbette, Allah'ın kılavuzluk ettiği kimselerin dışındakilere çok büyüktür. Ve Allah, imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. [Bakara/143]
30Elçi de: "Ey Rabbim! Hiç şüphesiz benim toplumum şu Kur’ân'ı mehcur/terk edilmiş bir şey edindiler" dedi. [Furkan/30]
116-118Ve hani Allah demişti ki: "Ey Meryem oğlu Îsâ! Sen mi insanlara: ‘Beni ve annemi, Allah'ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?" Îsâ: "Sen arınıksın, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen, bunu kesinlikle bilmiştin. Sen, benim içimde/özümde olanı bilirsin, ben ise Senin zatında olanı bilmem. Şüphesiz Sen; görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği en iyi bilenin ta kendisisin! Ben, onlara sadece, Senin bana emrettiklerini; ‘Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin’ dedim. Ve ben, içlerinde olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen, beni vefat ettirdin; geçmişte yaptıklarımı ve yapmam gerekirken yapmadıklarımı bir bir hatırlattırdın/beni öldürdün, Sen, onları gözetleyenin ta kendisi oldun. Ve şüphesiz Sen, her şeye en iyi tanık olansın. Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar, senin kullarındır ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapanın ta kendisisin" dedi. [Maide/116-118]
48Ve onlar; “Eğer doğrular iseniz bu vaat ne zamandır?” diyorlar.
49De ki: “Ben, Allah'ın dilediğinin dışında kendim için bir zarar ve bir yarara güç yetiremem.” Her önderli toplum için bir süre sonu vardır. Onların sürelerinin sonu gelince artık ne bir an erteleyebilirler, ne öne alabilirler.
Bu ayette, inkârcıların "Eğer doğru kimseler iseniz bu vaat ne zamandır?" şeklindeki sorularına cevap verilmekte ve bu vaadin Allah’ın bilgisi dahilinde olduğu, Peygamberin ise bu konuda bir bilgisinin bulunmadığı dile getirilmektedir.
Bir benzeri daha önce Ya Sin/48’de de dile getirilen bu soru, inananlara inkarcılar tarafından yöneltilmiştir. Ya Sin suresindeki açıklamamızda da belirttiğimiz gibi, gerçekten öğrenmeye yönelik samimi bir soru değil, inkâr ve istihzaya yönelik bir sorudur. Kâfirlerin bu sorusu Kur’an’da birçok ayette geçmektedir:
* Ve onlar, "Eğer siz doğrulardan iseniz bu vaat ettiğiniz ne zaman?" derler. De ki: "Size günün belirlenmiş bir zamanı vardır ki ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz." [Sebe’/29,30]
* Bir de onlar: "Eğer doğru kimselerden iseniz bu tehdit ne zaman?" diyorlar. De ki: "Kesinlikle bu tehdidin bilgisi, Allah'ın yanındadır. Ben ise yalnızca apaçık bir uyarıcıyım." [Mülk/25,26]
Bu konuda ayrıca Enbiya/38 ve Neml/71 ayetlerine de bakılabilir.
49. ayetin son bölümündeki "Her ümmet için bir ecel vardır" ifadesiyle, her toplumun kendisi için belirlenen süre sonunda yıkılıp gideceği bildirilmiş, dolayısıyla toplumlara mevcut güçlerine güvenmemeleri mesajı verilmiştir.
* Ona inanmayan kimseler kıyâmetin çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise ondan korkuyla titrerler ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki kıyâmetin kopuş zamanı hakkında tartışanlar kesinlikle geri dönüşü olmayan bir sapıklık içindedirler. [Şûra/18]
* Allah, kendi süresinin sonu gelmiş bulunan hiçbir kimseyi asla ertelemez de. Ve Allah, yaptıklarınıza haberdardır. [Münafikun/11]
* Suçluları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de sâlih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz" derlerken bir görsen! [Secde/12]
* Sonra da ne zaman hışmımızı gördüler: "Allah'ın birliğine inandık ve O'na ortak koştuğumuz şeyleri kabul etmedik" dediler. Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine yarar sağlayacak değildi. –Allah'ın, kulları hakkındaki sürüp giden tutumu...– İşte kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler burada kaybettiler, zarara uğradılar. [Mümin/84-85]
50De ki: “Hiç düşündünüz mü? O'nun azabı size geceleyin uykuda veya gündüzün gelecek olsa!” Suçlular bundan neyi acele isterler?
51Bu azap meydana geldikten sonra mı ona iman edeceksiniz, yoksa şimdi mi? Hâlbuki siz onu acele olsun istiyordunuz.
52Sonra o şirk koşarak, inkâr ederek yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara, “Tadın şu sonsuzluğun azabını!” denilecek. –Kazanmış olduğunuz şeylerden başkası ile mi cezalandırılacaksınız?”–
Bu ayet grubu, inkârcıların 48. ayette bahsedilen "Eğer doğrular iseniz bu vaat ne zamandır?" sorusuna verilen ikinci cevaptır. Bu cevabın bir benzeri de Tur suresindedir:
* O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!– [Tur/13-16]
Ayet grubunun en sonunda yer alan "Kazanmış olduğunuz şeylerden başkası ile mi cezalandırılacaksınız?" ifadesi, hiçbir suçlunun kendi suçundan başkasıyla cezalandırılmayacağı ilkesine atıf yapmaktadır.
* Kim, kılavuzlanan doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için kılavuzlanan doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz, bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. [İsra/15]
53Ve “O azap gerçek mi?” diye senden haber almak istiyorlar. De ki: “Evet. Rabbime andolsun ki o, kesinlikle bir gerçektir. Ve siz, âciz bırakanlar değilsiniz.”
54Ve eğer ki, şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapmış olan herkes yeryüzünde ne varsa kendisinin olsa onu feda ederdi; kurtulmalık verirdi. Ve onlar, azabı görünce pişmanlık duyardı. Ve aralarında hakkaniyet kesinlikle gerçekleşecektir. Ve onlar, haksızlığa uğramazlar.
53. ayette, kendilerine onca ikaz yapılmasından sonra hâlâ "O [azap] gerçek mi?" diye soran inkârcılara, vaat edilen azabın gerçek olduğu ve ondan kurtulmanın mümkün olmadığı bir kez daha ifade edilerek ciddî bir uyarı yapılmaktadır. Rabbimizin kimsenin bu azaptan kaçamayacağını bildiren uyarıları pek çoktur. Ya Sin/82, Sebe’/3, Tegabün/7’de görülebilir.
54. ayette Rabbimiz, bütün dünya inkarcıların olsa bile, kıyamet koptuğunda hepsini vermek suretiyle o azaptan kurtulmak isteyeceklerini bildirerek o günkü pişmanlıklarının derecesini ve işin ciddiyetini inkarcılara haber vermektedir. Ancak o gün kimse haksızlığa uğratılmayacak, aralarında doğrulukla ve adaletle hüküm verilecektir:
* Ve hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden yardımın, adam kayırmanın kabul edilmediği, kimseden fidyenin/kurtulmalığın alınmadığı ve hiçbir kimsenin yardım olunmadığı güne karşı Allah'ın koruması altına girin. [Bakara/48]
* Ey iman etmiş kimseler! Kendisinde hiçbir alış-verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir yardımın, iltimasın bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan harcamada bulunun. Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenler, kendi benliklerine haksızlık edenlerin ta kendileridir. [Bakara/254]
* Şüphesiz ki küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş ve bu durumda oldukları hâlde de ölen şu kişilerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın –onu fidye/kurtulmalık verseler bile– asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan da yoktur. [Âl-i Imran/91]
* Andolsun ki Rahmân, onların hepsini kuşatmıştır ve kendilerini bir bir saymıştır. Hepsi de kıyâmet günü Rahmân'a tek başlarına gelirler. [Meryem/94,95]*
*İşte Kuran, Yunus Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz