• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

57Lokman Suresi 12-13, 16-19, 14-15




Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler


57Lokman Suresi 12-13, 16-19, 14-15


Hatalı Çeviri:
12. Andolsun biz Lokman'a: Allah'a şükret! diyerek hikmet verdik. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü övgüye lâyıktır.

13. Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.

14. Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.

15. Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.

16. (Lokman, öğütlerine devamla şöyle demişti:) Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.

17. Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.

18. Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.

19. Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.



Doğru Çeviri:

Necm: 217

12Andolsun ki Biz, Lokman'a “Allah'a, kendine verilen nimetlerin karşılığını öde!” diye, haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler verdik. –Kim kendisine verilen nimetlerin karşılığını öderse kendisi için öder. Kim de iyilikbilmezlik ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övgüye en lâyık olandır.–

13Ve hani bir zaman Lokmân oğluna öğüt vererek, “Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma, hiç şüphesiz ki Allah'a ortak koşmak, kesinlikle büyük bir yanlış davranıştır; kendi zararlarına iş yapmaktır. 16Ey oğulcuğum! Şüphesiz ortak koşmak; işlenen kötülük bir hardal tanesi ağırlığında olup da bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerin içinde olsa, Allah onu getirecektir. Şüphesiz Allah, en latif, hakkıyla haberdar olandır. 17Yavrucuğum! Salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluştur-ayakta tut], iyiliği emret, kötülükten sakındır. Sana isabet edene de sabret. Şüphesiz bunlar, işlerin kesin olanlarındandır. 18Ve insanlara avurdunu şişirme, suratını asma ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Şüphesiz ki Allah, bütün övünen ve kuruntu edenleri sevmez. 19Ve yürüyüşünde mutedil ol, sesinden kıs. Şüphesiz seslerin en anlaşılmazı kesinlikle eşeklerin sesidir” 13demişti.

14Ve Biz insana, anası ve babasını yükümlülük olarak ulaştırdık: –Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir.– “Bana, anana ve babana karşılık öde!” Dönüş, ancak Banadır.

15Ve eğer ki ana-baba bilmediğin bir şeyi Bana ortak koşman üzerinde seni zorlarlarsa, onlara itaat etme. Ve dünyada onlarla iyi geçin ve Bana yönelen kimselerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak Banadır. Sonra da Ben, size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.236



12Andolsun ki Biz, Lokman'a “Allah'a, kendine verilen nimetlerin karşılığını öde!” diye, haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler verdik. –Kim kendisine verilen nimetlerin karşılığını öderse kendisi için öder. Kim de iyilikbilmezlik ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övgüye en lâyık olandır.–


Bu ayette Rabbimiz " لقمانLokman" adında bir kuluna "Allah’a şükretmesi" amacıyla "hikmet" verdiğini bildirmektedir. Sonra da tüm insanlığa şu gerçeği açıklamaktadır: Şükredenin şükrü sadece kendi yararınadır. İnsan şükrederse; ne bunun Allah’a bir katkısı, ne de nankörlük ederse O’na bir zararı vardır. Nankörlük edenin elde edeceği zarar da yine kendisine dokunacaktır.

Lokman’dan söz edilmesinin amacı, Rasülullah’ın getirdiği mesajın daha evvel Lokman tarafından da getirilmiş olduğu, Lokman hakkında duyumları bulunan Mekkeli müşriklerin tevhid inancının tebliğini yadırgamamaları gerektiği mesajını vermektir.


"LOKMAN" KİMDİR?

Kur’an’da Lokman’ın kimliği hakkında bilgi verilmemekte, sadece "hikmet verilmiş" bir zat olarak tanıtılmaktadır. Yapmış olduğu görevlerden sadece oğluna öğütleri nakledilmektedir.
Klasik kaynaklarda ise Lokman’ın kimliğine dair birçok nakil yer almaktadır:

Lukman'ın babasının adı Bâûrâ, onun Nâhûr, onun Tareh'dir ki, bu da İbrahim'in babası Âzer'dir. Nesebini Muhammed b. İshak böylece vermektedir.

Nesebinin: Lukman, babası Anka, babası Serûr olduğu da söylenmiştir. O, Eyle ahalisinden Nuyalıdır. Bunu da es-Süheylî zikretmiştir.

Vehb dedi ki: "Lukman, Eyyub'un kızkardeşinin oğlu idi." Mukatil de şöyle demektedir: "Lukman'ın Eyyub'un teyzesinin oğlu olduğu zikredilir."

Zemahşerî de şöyle demiştir: "Lukman'ın babasının adı Bâûrâ olup Eyyub'un kızkardeşinin oğlu ya da teyzesinin oğludur. Âzer'in çocuklarından olduğu da söylenmiştir. Bin yıl bir süre kadar yaşamış, Dâvûd (a.s) ona yetişmiş ve ondan ilim öğrenmiştir. Dâvûd (a.s)'ın peygamber olarak gönderilmesinden önce fetva verirdi. Ancak ona peygamberlik verilince, fetva vermeyi kesti. Kendisine bu husus hatırlatılınca bu sefer ‘Bu konuda benim fetvama ihtiyaç kalmayıp yükümlülükten kurtarılmış olduğuma göre; ben böyle bir şeyi nasıl kabul etmem!’ demiştir."

Vakidî der ki: "Lukman, İsrail oğulları arasında hâkimlik yapardı." Said b. Müseyyeb de şöyle demiştir: "Lukman, Mısır siyahîlerinden kalın dudaklı, siyahî bir kişi idi. Yüce Allah ona hikmeti vermiş, ancak peygamberlik vermemişti. Te'vil âlimlerinin çoğunluğu onun Allah'ın veli bir kulu olup peygamber olmadığı şeklindeki bu görüşü benimsemişlerdir."
İkrime ve Şa'bî onun peygamber olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşe göre burada "hikmet"ten kasıt, peygamberlik olur. Doğrusu ise onun Yüce Allah'ın öğrettiği hikmet dolayısıyla hakîm bir adam olduğudur.

Hikmet ise itikadî konularda dinde fakihlikte [bilgi sahibi olmakta] ve aklî hususlarda doğruluk demektir. İsrailoğulları arasında hâkimlik yapardı. Siyah tenli, ayakları çatlak ve kalın dudaklı yani dudakları büyük bir kişi idi. Bu açıklamayı da İbn Abbas ve başkaları yapmışlardır.

İbn Ömer yoluyla gelen hadiste o şöyle demiştir: Ben Rasûlullah (sav)'ı şöyle buyururken dinledim: "Lukman bir peygamber değildi. Fakat o çokça tefekkür eden, oldukça güzel bir yakîn [kesin inanç] sahibi bir kimse idi. Yüce Allah'ı sevmişti, Allah da onu sevmiş, bu bakımdan ona hikmeti lütfetmişti. Onu hak ile hükmeden bir halife olmak hususunda da muhayyer bırakmıştı. O da şöyle demişti: Rabbim, eğer sen beni muhayyer bırakıyor isen, ben esenlikte olmayı kabul eder ve belayı terk ederim. Eğer benden kat'î olarak halife olmamı istiyor isen, bunu da dinleyip itaat ederim. Çünkü Sen beni o zaman koruyacaksın." Bunu İbn Atiyye zikretmektedir. [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]

Lokman, Habeş'li marangoz bir köleydi. Efendisi ona: Bize şu koyunu kes, demişti. Lokman o koyunu [oğlağı] kestiğinde efendisi: Ondaki en temiz ve hoş iki parçayı çıkar, dedi. Lokman dilini ve kalbini çıkardı. Allah'ın dilediği kadar bir zaman geçtikten sonra efendisi: Bize şu oğlağı kes, diye emretti. Lokman oğlağı kestiğinde: Ondaki en pis ve murdar iki parçayı çıkar, dedi. Lokman yine dilini ve kalbini çıkardı. Efendisi ona: Ondaki en temiz ve hoş iki parçayı çıkarmanı emrettiğimde sen bu ikisini çıkardın. Ondaki en pis ve iğrenç iki parçayı çıkarmanı emrettiğimde de yine bu ikisini çıkardın, dedi. Lokman: Temiz ve hoş oldukları zaman bu ikisinden daha temiz; pis oldukları zaman da bu ikisinden daha pis hiç bir şey yoktur, dedi. [İbn Cerîr]

O, Lokman İbn Anka İbn Sedon'dur. Oğlunun ismi ise Süheylî'nin rivayet ettiği bir görüşe göre Sârân'dır. [İbn Kesir]
Bu konudaki çağdaş çalışmalardan da iki örnek veriyoruz:

Halk arasında [yeterli kanıtlara dayanmasa da] Aesop [Ezop] ile özdeşleştirilen Lokman, eski Arap geleneğinde köklü bir yeri olan, dünyevî üstünlüklere ve kazançlara değer vermeyen ve ruh olgunluğu için çaba gösteren bilge kişilerin bir prototipidir. M.S. 6. yüzyılda yaşamış olan ve daha çok Nâbiğa ez-Zübyânî müstear adıyla tanınan Ziyâd b. Muâviye'nin bir şiirinde övüldükten sonra Lokman kişiliği, İslam'ın zuhurundan uzun zaman önce, hikmeti ve ruhî olgunluğu yansıtan sayısız efsanelerin, kıssaların odak noktası haline geldi. İşte bu sebeple Kur'an, bu efsanevî şahsiyeti -tıpkı 18. surede kullanılan aynı derecede efsanevî el-Hıdr [Hızır] şahsiyeti gibi- insanın uyması gereken davranış tarzları konusundaki öğütlerin bir anlatım vasıtası olarak kullanmıştır. [Muhammed Esed; Kur’an Mesajı]

Lokman, Arabistan'da âlim va hakîm bir kimse olarak tanınırdı. İmru'el-Kays, Lebid, A'aşa, Tarafa gibi cahiliye şairleri, şiirlerinde kendisini zikretmiştir. Bazı tahsil görmüş Araplar da Lokman'ın hikmetli sözlerini ihtiva eden Sahife-i Lokman isimli bir külliyata sahipti. Rivayetlere göre Hicret'ten üç yıl önce Rasûlullah'ın (s.a.) Medine ahalisinden etkilediği ilk kişilerden biri de Süveyd b. Samit idi. Süveyd, Hacc için Mekke'ye gitmişti. Rasûlullah orada her zamanki gibi çeşitli yerlerden gelen hacılara İslâm'ı tebliğ etmekteydi. Süveyd onun konuşmasını dinleyince şu beyanda bulundu: "Ben de senin vaz'ettiğine benzeyen bir şey var." Rasûlullah onun ne olduğunu sorunca "Lokman'ın Külliyatı" dedi. Sonra Rasûlullah'ın (s.a.) isteği üzerine bir kısmını okudu. Rasûlullah bunun üzerine şöyle dedi: "Bu sözler güzel, fakat bende ondan daha güzel bir söz var." Sonra Kur'an'dan tilâvette bulundu ve Süveyd bunun Lokman'ın hikmetinden daha iyi olduğunu kabul etti (İbn Hişam cilt: 2, sh: 67-69, Usdu'l-Gabe, cilt: 2, sh: 378). Tarihçilere göre bu şahıs [Süveyd b. Sâmit] kabiliyet, şecaat, asalet ve şairliği sebebiyle Medine'de Kâmil [Yetkin] lakabıyla tanınırdı. Fakat Rasûlullah'la (s.a.) karşılaştıktan sonra Medine'ye dönünce bir süre sonra patlak veren Buâs Savaşında öldürüldü. Kabilesinden olanlar onun Rasûlullah ile görüştükten sonra müslüman olduğu kanaatindeydiler.

Tarihî açıdan Lokman tartışmalı bir şahsiyettir. Cehaletin karanlık çağlarında, yazılı tarih diye bir şey yoktu. Tek bilgi kaynağı asırlarca dilden dile dolaşan rivayetlerdi. Bunlara göre bazı insanlar Lokman'ın Ad kavmine mensup olduğu ve Yemen Meliki olduğu düşüncesindeydi. Mevlânâ Seyyid Süleyman Nedvî "Ard el-Kur'an" adlı eserinde bu rivayetlere dayanarak Lokman'ın Ad kavminin ilâhî azaba helâk edilmesinden sonra Hz. Hud'un yanında kurtulan müminlerin kuşağından ve Ad yönetimi altındaki Yemen meliklerinden biri olduğu yolunda görüşünü açıklar. Fakat sahabeden bazı âlimler ve tabiinden bazılarından gelen diğer rivayetler bu görüşü desteklemez. İbn Abbas'a göre Lokman, Habeşî bir köleydi; aynı görüşü Ebu Hureyre, Mücahid, İkrime ve Halid er-Rabi de paylaşır. Cabir b. Abdullah Ensari'ye göre o, Nübah'a mensuptu. Said b. el-Müseyyeb ise onun Mısırlı bir Habeşî olduğunu söyler. Bu üç görüş birbirine benzemektedir.
Araplar o günlerde genellikle siyahîlere "Habeşî" derlerdi ve Nübah, Mısır'ın Güneyinde, Sudan'ın Kuzey'inde bir bölgedir. Dolayısıyla aynı şahsa "Mısırlı", "Nûbî" yahut "Habeşî" demek kelimelerdeki farklılığa rağmen bir ve aynı şeydir. Ayrıca Süheyli'nin Ravdu el-Unuf'da ve Mes'udi'nin Mürûcu’z-Zeheb'te getirdiği açıklamalar bu Sudanlı kölenin hikmetinin Arabistan'a nasıl yayıldığı meselesine de ışık tutmaktadır. İkisi de menşe itibariyle Nûbî olan bu şahsın Medyen ve Eyle [şimdiki Akabe] yöresinde yaşadığında müttefiktirler. Arapça konuşmasının ve hikmetinin Arabistan'a yayılmasının nedeni budur. Süheyli ayrıca, Lokman el-Hakem ile Lokman b. Ad'ın iki ayrı şahıs olduğunu, ikisini bir ve aynı şahıs olarak mutalaa etmenin doğru olmadığını beyan eder (Ravd al-Unuf, Cilt 1, sh. 266; Mes'udi, Cilt, 1, sh. 57).

Burada bir başka şeyin daha açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Müsteşrik Derenbourg'un Emsal: Lokman Hakim [Fables De Loqman Le Sage] adıyla neşrettiği Paris'teki Arapça el yazması, Lokman külliyatıyla alakası olmayan uydurma bir nüshadır. Bu masallar M.S. 13.YY’da yaşamış biri tarafından derlenmiş bir kitabın tercümesidir ve yazar yahut mütercimi kitabı Lokman el-Hakim'e izafe etmiştir. Müşteşrikler böyle araştırmaları hep özel bir hedefi gözeterek yaparlar. Kur'an kıssalarının tarihle ilgisi olmayan masallar olduğu ve dolayısıyla onlara güvenilemeyeceğini ispat etmek için böyle sahte ve uydurma metinleri gündeme getirirler. B. Heller'in Eneyclopaedia of Islam'a yazdığı "Lokman" maddesini okuyan, bu adamları harekete geçiren gerçek dürtüyü anlamakta gecikmeyecektir. [Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an]

Lokman pasajının ilk ayetinde çok önemli üç noktaya değinilmiştir:

1-Lokmana "hikmet" verilmesinin amacı Allah’a şükür ettirmektir.

2-Şükredenin şükrü kendi yararınadır.

3-Nankörlük edenin Allah’a herhangi bir zararı yoktur.

Bu ayette Allah’ın elçi göndermesinin, kitap indirmesinin ana amacı ortaya konmuştur. Allah’ın elçi göndermesinin, kitap indirmesinin amacı kullarının kendisine şükretmesini sağlamaktır.

Bilindiği üzere, daha evvel "Hikmet"in "zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş olan; kanun, düstur ve ilkeler"; Şükür’ün de "insanların Allah’ın kendilerine verdiği nimetlere karşı nimetin karşılığını Allah’a vermeleri" demek olduğunu detaylıca açıklamıştık.

7Eğer küfredecek; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedecek/iyilikbilmezlik edecek olursanız, biliniz ki, şüphesiz Allah size hiçbir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için, küfre; Kendisinin ilâhlığının ve rabliğinin bilerek reddedilmesine/nankörlüğe rıza göstermez. Ve eğer kendinize verilen nimetlerin karşılığını öderseniz, sizin için ona razı olur. Hiç bir taşıyıcı, bir başkasının yükünü çekmez. Sonra dönüşünüz yalnızca Rabbinizedir. Böylece yapmış olduklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı iyi bilendir. [Zümer/7]

43-45Öyleyse, Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru/koruyan dine çevir. O gün onlar, Allah'ın, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere armağanlarından karşılık vermesi için bölük bölük ayrılırlar. Şüphesiz O, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri sevmez. Kim küfrederse; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse, artık bu reddi/inanmayışı kendi aleyhinedir. Kim de sâlihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek/rahat bir yer hazırlamış olurlar. [Rum/43- 45]



13Ve hani bir zaman Lokmân oğluna öğüt vererek, “Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma, hiç şüphesiz ki Allah'a ortak koşmak, kesinlikle büyük bir yanlış davranıştır; kendi zararlarına iş yapmaktır. 16Ey oğulcuğum! Şüphesiz ortak koşmak; işlenen kötülük bir hardal tanesi ağırlığında olup da bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerin içinde olsa, Allah onu getirecektir. Şüphesiz Allah, en latif, hakkıyla haberdar olandır. 17Yavrucuğum! Salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluştur-ayakta tut], iyiliği emret, kötülükten sakındır. Sana isabet edene de sabret. Şüphesiz bunlar, işlerin kesin olanlarındandır. 18Ve insanlara avurdunu şişirme, suratını asma ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Şüphesiz ki Allah, bütün övünen ve kuruntu edenleri sevmez. 19Ve yürüyüşünde mutedil ol, sesinden kıs. Şüphesiz seslerin en anlaşılmazı kesinlikle eşeklerin sesidir” 13demişti.


Bu ayetlerde Lokman’ın Rabbimizin kendisine verdiği hikmetleri oğluna anlatması, dolayısıyla oğlunu uyararak onu irşat etmesi nakledilmektedir.

Pasajda ilk dikkati çeken husus, Lokman’ın kendisine verilen görevi yerine getirirken önce en yakınından, oğlundan başlamış olmasıdır. Zira uyarının önce en yakınlara yapılması ilahi bir ilkedir:

214Ve en yakın oymağını uyar. [Şuara/214]

Ayette, Lokman’ın kendi oğlunu irşad ederken ona "Yavrucuğum!" diye çok yumuşak bir ifadeyle hitap etmesi özellikle dikkat çekicidir. Bu hitap tarzı Müslümanlar için de örnek olması gereken bir irşad ve tebliğ yöntemidir. Daha evvel Meryem Suresi’nde İbrahim peygamberin de uyarıya en yakınından [babasından] başladığını ve ona "babacığım!" diye yumuşak ifadeler kullandığını görmüştük:

42-45Bir zaman o, babasına: "Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir yararı olmayan şeylere niçin kulluk ediyorsun? Babacığım! Şüphesiz sana gelmeyen bir bilgi bana geldi. O hâlde bana uy da, sana dosdoğru bir yolu göstereyim. Babacığım! Şeytana kulluk etme. Şüphesiz şeytan Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] âsi oldu. Babacığım! Şüphesiz ben, sana Rahmân'dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tan] bir azap dokunur da şeytan için bir yol gösteren, koruyan, yardım eden bir yakın olursun diye korkuyorum" demişti. [Meryem/42- 45]

Konumuz olan ayet gurubunda Lokman’ın oğluna öğütlediği ilkeler şunlardır:

1 Şirkten Kaçınılması Gerektiği ve Şirkin En Büyük Zulüm Olduğu:

Şirkin en büyük zararı, mükerrem olan insanın onurunu ayaklar altına almasıdır. Zira Allah insanı mükerrem [saygın ve onurlu, değerli] kılmıştır.

70Ve andolsun ki Biz, insanoğlunu şan ve şeref sahibi yaptık ve karada, denizde taşıtlara yükledik ve temiz-hoş yiyeceklerden onları rızıklandırdık. Ve onları oluşturduklarımızın birçoğundan oldukça fazlalıklı kıldık. [İsra/70]

Değerli bir varlık olan insan sadece Allah’ı Rabb tanımalıdır. Yine o, Allah’ın astlarından hiçbir kimse ve nesneyi kendisinden üstün görmemelidir. Kendisinden değersiz veya kendine denk bir varlığı Rabb kabul ettiği takdirde, insanlık onurunu kendi elleriyle zedelemiş olur.

b- Allah’tan Saklanılamayacağı:
Büyük veya küçük, uzak veya yakın, evrendeki hiçbir şey Allah’a kapalı değildir. Bu şeyler ister aydınlıkta, ister karanlıkta olsun; ister açıkta, ister perde arkasında olsun, yine aynıdır. Bu, insanların akıllarından geçen tüm planlar için de böyledir. Allah kalplerden geçen o tasarımları da noksansız olarak bilir. Öyle ki, ahirette hepsini getirip kişinin önüne koyacaktır.

Bu konuda yüzlerce ayet vardır. Bunlardan sadece bir kaçını sunuyoruz:

47Biz kıyâmet günü için "hak edilen pay terazileri" koyarız; hiçbir kimse, hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmaz. O şey bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getiririz. Ve hesap görenler olarak Biz yeteriz. [Enbiya/47]

Zilzal 7,8Artık her kim, zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı bir şer işlerse onu görecektir. [Zilzal/7, 8]

3,4Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler: "Bize o kıyâmetin kopuş anı gelmeyecektir" dediler. De ki: "Evet, gelecektir. Görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği bilen Rabbime andolsun ki iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan o kimselere –ki işte onlar kendileri için bir bağışlanma ve hatırı sayılır bir rızık olanlardır– karşılıklarını vermek için size kesinlikle gelecektir. O'ndan göklerde ve yerde zerre ağırlığı bir şey kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi kesinlikle açık bir kitaptadır." [Sebe/3, 4]

59Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O'nun katındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın. [En’am/59]

49Ve Kitap/amel defteri konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve "Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük-küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış" derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez. [Kehf/49]

13,14Ve her insanın kendi yaptıklarının karşılıklarını, ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. Ve Biz, kıyâmet günü açılmış bulacağı kitabı onun için çıkarırız: "Oku kendi kitabını! Bugün kendi zatın, kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!" [İsra/13, 14]

c- Salâtın İkamesi
İnsanların Allah’a şükretmelerinin en büyük göstergelerinden birisi de "salâtın ikamesi" yani "zihinsel ve sosyal destek kurumlarının oluşturulması ve ayakta tutulması"dır.

d - Emri bil’maruf, Nehyi anil’münker
"Maruf", binlerce yıl içinde gerek deneysel bilgilerle ve gerekse ilahi bilgiler marifetiyle toplumlarda kabul görmüş, herkes tarafından makul ve makbul kabul edilen ilkeler demektir. Münker de bunun tam tersidir.

İman etmiş bir kimse, ilahi ilkelere göre "bana ne!" diyerek, neme lazımcılık yaparak bencilce çevresine duyarsız kalamaz. Bir mümin hem çevresinde bulunanlara marufu emretmek hem de çevresindeki çirkinliklere engel olmak gibi ahlakî bir sorumlulukla yükümlüdür. Bu ilahi ilke, bir başka ifadeyle "salihatı işlemek [bozuk, yanlış olan davranışları düzeltmek]" olarak da tanımlanabilir.

"Emri bil’maruf, Nehyi anil’münker" ilkesinin nasıl yerine getirilmesi gerektiği Kur’an’da birçok yerde beyan edilmiştir. Söz konusu prensip ilk olarak A’raf suresinde peygamberimizin görevine ilişkin bir nitelik olarak belirtilmişti:

156,157Allah diyor ki: "Benim azabım var; onu dilediğime dokundururum, rahmetim de var; o ise her şeyi kuşatmıştır. Onu da özellikle Allah'ın koruması altına girenlere, zekâtını; vergisini verenlere ve âyetlerimize inananlara; kendilerine iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine serbestleştiren, kirli, pis ve kötü şeyleri de üzerlerine yasaklayan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrât ve İncîl'de yazılmış bulacakları Anakentli/Mekkeli Peygamber, o Elçi'ye uyan kimselere yazacağım. O hâlde, O'na iman eden, O'na kuvvetle saygı gösteren, O'na yardımcı olan ve O'nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." [A’raf/157]

Bundan sonraki surelerde bu ilke hem emredilecek, hem de gerçek müminlerin (Ehlikitap’tan olanların da) niteliği olarak gösterilecektir.

104Ve içinizden hayra çağıran, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü-çirkinliği kabul edilen şeyleri engelleyen bir önderli toplum bulunsun. Ve işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. [Al-i İmran/104]

110Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emreder, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeyleri engeller ve Allah'a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mü’mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler. [Al-i İmran/110]

113,114Hepsi bir değildirler. Kitap Ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir önderli topluluk vardır ki onlar, gecenin saatlerinde boyun eğip teslimiyet göstererek Allah'ın âyetlerini okurlar. Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emrederler, herkesçe kötülüğü kabul edilen şeylerden vazgeçirmeye çalışırlar, hayırlarda da birbirleriyle yarışırlar. Ve işte onlar, iyi insanlardandırlar. [Al-i Imran/113,114]

71İnanan erkekler ve inanan kadınlar; bunların bazısı bazılarının koruyucu, yol gösterici yakınlarıdırlar. Bunlar herkesçe kabul gören iyi şeyleri emrederler, tüm kötü şeylerden vazgeçirirler, salâtı ikame ederler [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturur, ayakta tutarlar], zekâtı/vergiyi verirler, Allah'a ve O'nun Elçisi'ne itaat ederler. İşte bunlar, Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. [Tövbe/71]


39-41Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları; onlar, başka değil sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verildi.
Ve şüphesiz ki Allah, onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi.
Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere– kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir. [Hacc/39-41]

Yukarıdaki ayetler, bu irşad görevinin Müslümanlar için her şart ve ortamda zorunlu bir görev olduğunu göstermektedir. Bu görev bilinciyle hareket etmek Müslümanların olmazsa olmaz bir özelliği, imanlarının dışa vuran bir görünümüdür. Münafıklar ise bu ilkenin tersine hareket ederek kötülüğü emrederler, marufu da yasaklarlar.

67Münâfık erkekler ve münâfık kadınlar birbirlerindendir; kötülüğü emreder, iyilikten sakındırırlar ve ellerini sıkı tutarlar/cimrilik ederler. Allah'ı terk ederler de, Allah da onları terk ediverir. Gerçekten de münâfıklar, hak yoldan çıkmış kimselerin ta kendileridir. [Tövbe/67]

e- Sabırlı Olmak
Sabır insanın kayıtsız şartsız teslimiyeti, boyun eğişi değildir. Kur’ân'ın yetmişten fazla âyetinde geçen "صبر - sabr" kelimesi, halk arasındaki kullanımıyla acıya katlanma, sıkıntı ve zorluklara karşı soğukkanlılıkla direnme anlamlarına gelmektedir. Ancak Allah'ın Kur’ân'da sabırlı insanları övmesi ve onları hesapsızca ödüllendireceğini bildirmesi, bu kelimenin daha derinlikli olarak incelenmesini zorunlu kılmaktadır.

Sabır, aklın ve dinin gösterdiği yolda sebat etmek, kararlı olmak demektir. İnsan psikolojisi zorluğa değil kolaylığa, acıya değil haz almaya, feragate değil bencilliğe eğilimlidir. Bu nedenle bazı ibadetler ve ahlâkî davranışlar insana zor gelebilir. Meselâ insan cebindeki parayla bir yoksula yardım etmektense onu kendine harcamayı, çalışıp yorulmaktansa eğlenmeyi ve gezip tozmayı daha çok isteyebilir. Bu gibi durumlarda insanı erdeme ve iyi olmaya sevk eden, zor şartları kolayca kabul edip gereğini yapmaya yönelten, çıkarına olmasa da iyi ve doğru davranışlarda bulunmasını sağlayan güç, sabırdır.

Sabır, aklın ve dinin gösterdiği yolda, nefsin aşırı istek ve arzularına direnmektir. Akıl, din ve toplum kuralları doğru bulmasa da, insanlar çoğu zaman nefislerine hoş gelen arzularını tatmin etmek isterler. Sabır, insan psikolojisinin bu kuvvetli çekim gücüne rağmen kişinin hiç tereddüt etmeden erdemli davranışları seçmesini sağlayan güçtür.

Sabır, konumuz olan pasajda Lokman’ın ağzından nakledilen ilahi hikmetlerden biri olarak geçmekte ve "emri bilma’ruf ve nehyi anilmünker" ilkesinden hemen sonra zikredilmektedir. Burada, marufu emreden ve münkeri nehyeden müminlerin birtakım eziyetlere maruz kalacaklarına da bir işaret vardır. Bu görevi yürütenlerin çok sabırlı olmaları gerekmektedir.

Sabr konusuyla ilgili olarak Kalem suresinin tahlilinde detaylı açıklama yapıldığından, bu kadarla yetinerek konunun tamamının oradan okunmasını öneriyoruz.

186Hiç kuşkusuz siz, mallarınız ve canlarınız konusunda yıpranacaksınız/imtihan olunacaksınız. Sizden önce kendilerine Kitap verilen kimselerden ve ortak koşan kimselerden birçok eza; can sıkıçı, sinir bozucu şeyler de işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, şüphesiz işte bu azmi gerektiren işlerdendir. [Al-i Imran/186]

19-24Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler;
Allah'a verdiği sözleri yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan,
Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren,
Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler,
Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş,
salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmuş, ayakta tutmuş],
kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamış
ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/haberci âyetler de her kapıdan yanlarına girerler: "Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!" [Ra’d/21- 24]

f- İnsanlardan Yüz Çevirmeme ve Yeryüzünde Şımarık; kibir ve azametle Yürümeme
İnsanlardan yüz çevirenler, şımarık yürüyenler toplumdan koparlar. Onlar toplumdan koptuğu gibi, toplum da onları dışlar. Dolayısıyla bu kişilerin toplumla kaynaşıp onlara yardımcı olması, onları eğitmesi pek mümkün olmaz. Böyle kimseleri ne Allah, ne de kulları sever.

g- Yeryüzünde Ayarlı Olmak, Sesi Yükseltmemek
Lokman’ın ağzından nakledilen ahlakî ilkelerden biri de, beşeri münasebetler esnasında riayet edilmesi gereken görgü kurallarıyla ilgilidir. Bu görgü kurallarından birisi, insanlarla konuşurken ayarlı olma, sesi yükseltmeme kuralıdır. Yüksek sesle konuşmak, dinleyenlere eziyet veren bir durumdur. Bu nedenle müminlere ayette nerede ve nasıl konuşacaklarıyla ilgili bir adabı muaşeret kuralı öğretilmektedir. İnsanlarla makul ölçüler içerisinde, bağırıp çağırmadan, ortalığı velveleye vermeden, edeple ve nezaketle konuşulmalıdır.

2Ey iman etmiş kimseler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize yüksek sesle bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz bilincinde olmadan, saygısızlıkta ileri gidersiniz de amelleriniz boşa gidiverir. [Hucurât/2]

Konumuz olan ayetin sonunda "Şüphesiz seslerin en anlaşılmazı kesinlikle eşeklerin sesidir" buyrularak önemli bir noktaya dikkat çekilmiştir. Neden "eşek" ve "eşek sesi"?

Bu hayvan aslında insanlığa sunulmuş büyük nimetlerden biridir:

8Ve Allah, kendilerine binesiniz, hem de zînet olsun diye, atları, katırları ve eşekleri oluşturdu. Bilmediğiniz şeyleri de O oluşturuyor. [Nahl/8]

Ne var ki, "eşek" sözcüğü insanlar tarafından hakaret için kullanılır olmuştur. Hatta kimi zaman açıkça "eşek" bile denmeden, "uzun kulak" şeklinde kinayeli sözler kullanılarak aynı tahkir amacı güdülmektedir. "Eşek" sözcüğü, özellikle saygın ve kibar şahsiyetler tarafından ağza bile alınmamaktadır. Bu, Arap örfünde de böyledir.

Her canlının kendine göre bir ses çıkarma tarzı vardır. Acı duyduklarında, ağır yükle karşılaştıklarında ya da arzu ve isteklerini yansıtmak istediklerinde hayvanların hepsi de kendilerine özgü sesler çıkarırlar. Eşek ise bundan farklıdır. O, acıdan, açlıktan ölse de, yükten harap olsa da ses çıkarmaz. Ne var ki, hiç de gerekli olmayan bir zamanda, kendine özgü o meşhur tarzıyla avazı çıktığı kadar bağırmaya başlar. İşte, onun bu durumu "münasebetsizliği" temsil etmektedir. Eşeğin bu denli yadırganması da bu özelliğinden dolayıdır.

17. ayetin sonundaki ifadelere göre Lokman, oğluna "من عزم الامور min azmi’l-umûr [Şüphesiz bunlar, işlerin kesin olanlarındandır]" demektedir. "İşlerin azmi" ifadesi, "kesin olarak emredilen işler", "cesaret ve metaneti gerektiren işler", "yerine getirilmesi azim ve kararlılık isteyen işler" olarak açıklanabilir.

Lokman’ın oğluna öğrettiği ahlaki ilkeler olarak nakledilen "hikmet"ler ve daha fazlası, İsra (22- 38. ayetler) ve Furkan (63- 76. ayetler) surelerinde topluca verilmişti:



14Ve Biz insana, anası ve babasını yükümlülük olarak ulaştırdık: –Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir.– “Bana, anana ve babana karşılık öde!” Dönüş, ancak Banadır.

15Ve eğer ki ana-baba bilmediğin bir şeyi Bana ortak koşman üzerinde seni zorlarlarsa, onlara itaat etme. Ve dünyada onlarla iyi geçin ve Bana yönelen kimselerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak Banadır. Sonra da Ben, size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.


Bu ayetler, Lokman’ın oğluna öğütler verdiği pasaja ait değildir. Mushafı tertip edenler tarafından Lokman pasajının içerisinde tertip edilmiştir. Lokman ile ilgili pasajın daha iyi anlaşılması için bu iki ayeti Lokman pasajının tahlilinden sonra, şimdi ele alıyoruz.

Bu ayetler Rabbimizin kendi açıklamalarıdır. Lokman’ın oğluna söyledikleriyle ilgili değildir. Rabbimizin ana-babaya iyilik edilmesi buyruğu, yalnız Allah’a kul olmak, Allah’ı tek rabb kabul etmek; O’nun astlarından hiçbir şeye ve kişiye kulluk etmemek şeklinde özetlenen tevhit inancından sonra bütün vahiylerin ikinci ilkesidir. Kur’an’dan anlaşıldığına göre bu ilke insanlığa gönderilen ilk vahiylerde de vardı.

Bu ayetlerde beyan edilen ilkeler, Ankebut suresinde tek ayet olarak teyit edilmiştir.

8Ve Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını yükümlülük olarak ulaştırdık. Eğer o ikisi, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi Bana ortak koşman için zora koşarlarsa, artık o ikisine itaat etme. Dönüşünüz ancak Banadır. O zaman, size yapmış olduklarınızı haber vereceğim. [Ankebut/8]

Bu ayetlerde Rabbimiz anaya babaya nasıl davranılması gerektiği üzerinde durmuştur:

83Ve hani Biz, İsrâîloğulları'nın ‘kesin söz’ünü almıştık: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, ana-babaya, yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzelliği söyleyiniz, salâtı ikame ediniz [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturunuz-ayakta tutunuz] ve zekâtı/vergiyi veriniz." Sonra çok azınız müstesnâ olmak üzere yüz çevirdiniz. Ve siz yüz çeviren kimselersiniz. [Bakara/83]

151De ki: "Geliniz, Rabbinizin size neleri tabulaştırdığını; dokunulmaz kıldığını okuyayım:
‘Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamanızı,
ana babaya iyilik yapmanızı- güzel davranmanızı,
fakirlik endişesiyle /fakirleştiriliriz korkusuyla çocuklarınızı öldürmemenizi, - Sizi ve onları Biz rızklandırıyoruz.-
kötülüklerin açığına ve gizlisine yaklaşmamanızı,
haksız yere, Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmemenizi, -İşte bunlar, aklınızı kullanasınız diye O’nun size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.- [En’am/151]

23,24Ve senin Rabbin kesin olarak, Kendisinden başkasına kul olmamanızı, anne ve babayı iyileştirmeyi- güzelleştirmeyi karar altına aldı. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara "Öf" deme, onları azarlama; onlara çok duyarlı davran. Ve ikisine de onurlu, tatlı ve güzel söz söyle. Ve merhametinden dolayı onlar için alçak gönüllülük kanatlarını indir. Ve de ki: "Rabbim! Onların beni küçükten eğitip görgülü biri olarak yetiştirdikleri gibi, onlara rahmet et." [İsrâ/23, 24]

15Ve Biz insana, ana ve babasına iyileştirmeyi-güzelleştirmeyi yükümlülük olarak ulaştırdık. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle bıraktı/doğurdu. Ve onun taşınması ve ayrılması otuz aydır. Sonunda insan, olgunluk çağına ulaştığı ve kırk seneye geldiğinde: "Rabbim! Bana ve anama-babama ihsan ettiğin nimetlerine karşılık ödememi ve Senin hoşnut olacağın sâlihi işlememi sağla. Benim için soyumun içinde düzeltmeler yap/sâlih kimseler ver. Şüphesiz ben Sana yöneldim. Ve ben şüphesiz müslümanlardanım" dedi. [Ahkâf/15]

Bu ayetlerde, gerek çocuğun doğumu ve büyütülmesi sürecinde, gerekse daha sonraki eğitim dönemlerinde annenin rolü babanınkinden fazla olduğu için anne ön plana çıkarılmıştır.

Anne-Babaya İtaatin Söz Konusu Olmayacağı Yerler
Rabbimiz 15. ayette "Ve eğer ki o ikisi [ana-baba] bilmediğin bir şeyi bana ortak koşman üzerinde seni zorlarlarsa, onlara itaat etme. Ve dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelen kimselerin yolunu tut" buyurarak ana-babaya, öğretmene hangi şartlarda itaat edilmesi lazım geldiğini bildirmektedir.

"Esbab-ı Nüzul" kayıtlarında (Vahıdi; Esbabü’n-Nüzul, s.198) her iki ayetin de Sa'd b. Ebi Vakkas ve annesi hakkında indiği zikredilmiştir. Merhum İzzet Derveze söz konusu olay hakkında şu bilgileri vermektedir:

"Sa'd, Kureyş gençlerinden iman edenlerle birlikte gençliğinde iman eder. Annesi onu İslam'dan döndürmek için uğraşmaya başlar. Onu açlık grevi yapmakla tehdid eder. Bu durum onda piskolojik bir krize dönüşmeye başlar. Allah bu iki ayeti indirerek anne babaya itaati ve onlara ihsanı, O'na şirk koşmama ve ihlâslı olma sınırları içerisinde farz olduğunu emreder. Her iki ayetin içeriği ve siyakın münasebeti, rivayeti doğrulamaktadır. Ya da her ikisinin içeriği hatırlatma ve açıklama yoluyla, müşriklerden bir anne ya da baba ile mü'min çocuğu arasında geçen çekişmeye örnek bir tutum olarak işaret eder. Bu tutum Ankebut Suresi’nde şu ayetle tekrarlanmaktadır. "Biz insana, ana babasına iyilik etmeyi tavsiye ettik. Eğer onlar seni, [gerçekliği] hakkında hiçbir bilgin olmayan bir şeyi hana ortak koşman için zorlarlarsa [hu hususta] onlara itaat etme. Dönüşünüz banadır. O zaman size yaptıklarınızı haber veririm" (Ankebut/8). Bu ayet bizi, problemin sadece Sa’d'ın hiddeti ile şahsından üreyen bir problem olmadığını, birçok şahsın aynı probleme maruz kaldığını söylemeye götürmektedir. Siyer rivayetleri bunu açıklığa kavuşturmaktadır. Bu rivayetler, babalarının küfür ve şirk üzere kalmalarına rağmen Muhammedî risalete inanan birçok Kureyşli genci zikretmektedir. Bu kimseler babalarının işkence ve baskılarına maruz kaldılar. Bunun sonucu olarak Habeşistan'a hicret ettiler. Bunlara Halid b. Said b. As ve hanımı Emine bintu Halef, onun kardeşi ve hanımı Fatma bintu Safvan, Esved b. Nevfcl b. Huveylid, Amir b. Ebi Vakkas, Matlab b. Avl ve hamını Remle bintu Ebi Avf, Ubeydullah b. Cahş ve hanımı Remle bintu Ebi Süfyan, Osman b. Rebia, Muamer b. Abdullah, Malik b. Rabia, İbn Kays b. Abduşems ve hanımı Amrah, Yezid b. Zumah b. Esved ve diğer bazı isimler -Allah onlardan razı olsun- örnek olarak verilebilir.

Sa'd hakkında şu rivayet edilir: "Annesi oğluna dininden dönmesi için ısrarını artırınca ona şöyle der: 'Yemek yemeyeceğim, ta ki helâk oluncaya kadar... İnsanlar da seni kınasın'.

O da annesine şöyle karşılık verir. ‘Ey Anacığım, Allah'a yemin ederim ki, yüz canım olsa ve bunlar teker teker bedenimden çıksa, ben dinimi terk etmeyeceğim.’ Bu konu ile ilgili nebevi siret sayfalarında güzel tablolar vardır.

İman eden gençler ilk anda kendilerini zor durumda buldular. Çünkü İsra ve En'am surelerindeki ayetler, anne ve babalarına kesin iyilik ve ihsanda bulunmalarını emretmekteydi. Bu zor durumlarını Allah Rasulü'ne açıkladılar. Kur'an'ın hikmeti gereği, bu ayetler zorluğu kaldırmak için indirilmiştir. [Derveze; Tefsirü’l-Hadis]

"Anaya babaya iyi davranmak" konusu daha evvel İsra Suresinin tahlilinde de ele alınmıştı. Önemine binaen konunun oradan tekrar okunmasının yararlı olacağını düşünüyoruz.*



236 Bu paragrafta da, teknik nedenler ve anlam bilgisi nedeniyle âyetleri Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik.



*İşte Kuran, Lokman Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Linkler
Takvim